İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

29 Mayıs 2020 Cuma

Nasıl Vereceksin O Kararı?


Değişik özellikleri vardı rahmetli babamın.  Mesela, tereddütsüz söyleyebilirim, karşılaştığım en sabırlı insandı babam. Bunun aksini düşündürecek bir şey ile karşılaşmışsanız eğer, esasında bıçak Sinan Kocasinan’ın kemiğine çok uzun zamandır dayanmış ve derinden derinden o kemiği kesmeye başlamıştır aslında.   

Hiçbir işin zorluğundan ya da büyüklüğünden korkmayan, akıl, planlama, sistemli uygulama ve sabırla sonuca ulaşılabileceğine inanan bir insandı.   Bu sabrı her durumda gösterirdi. Ağrıya, acıya, yorgunluğa, zor diye adlandırabileceğimiz herşeye karşı sabırlı ve dayanıklı olabilme gücü vardı babamın.    Sonuna kadar mücadele etmekten vazgeçmeyen bir yapısı. En zorlu anlarında bile yakındığını duymak mümkün olmazdı.  O, 1927 yılında dünyaya gelmiş, Türkiye'nin Cumhuriyet çocuklarından biriydi ve onların yaşam programları sanki özel bir sistemle yazılmıştı.

Babamdan çok şey öğrendim.

Neleri öğrendiğimi ise keşfetmeye devam ediyorum.

*

Belki sizlerle de paylaşmışımdır, bir gün babam bir baraj inşaatı ihalesi aldığında zihninden geçenleri paylaşmıştı.  İhalesini kazandığı işin yapılacağı araziye gittiğini, muhtemelen şantiyesini kurmayı planladığı tepeden, aşağıda barajın yapılacağı yere baktığını.

“Bitmiş halini hayal ederim kızım,” demişti. “Ve oradan, geriye giderim, başlangıcına. O zaman işi yapmak kolay olur,” demişti.  Zihninde hayal ettiği bitmiş olan, muhtemelen dolmuş, mavi baraj gölü ile birlikte hayal ettiği barajın o hale gelmesi için yapılması gerekenleri sondan başa adım adım hayal ederek yapması gerekenleri, daha şantiye binaları için ilk kazmayı vurmadan önce zihninde oluştururmuş.

Bireysel gelişim çalışmaları ile ilgilendiğim son yirmi yılda zihnin gücü, olumlu düşünce ve imgelemeye dair çok şey karşıma çıktı.  Bunların büyük bir kısmı da, babam öldükten sonra geçen onbeş, onaltı yılda.  Öğrendiğim bir çok doğru bakıyorum da onun doğal yoluydu.  Bunun çok örneği ile karşılaştım.  Sadece, bu farkındalıklarım babamın vefatından sonra olduğu için sunu sorma şansım olmadı:  Bunları yaşayarak, tecrübe ile mi keşfetmişti yoksa bunları öğrendiği, ilham aldığı birileri olmuş muydu hayatında? 

Ben doğduğumda 43 yaşında olduğuna göre, 50’li yaşlarında tanımaya başladığım babamın, ilk elli yılı ile ilgili olarak bilmek istediğim çok şey var ve yanıtlarını ondan alamayacak olmak beni üzüyor; bir yandan da hayal gücümü zenginleştiriyor.  

*

Belki son bir iki yıldır okuduğum bir kitap var.  Hem kitabın içeriği nedeni ile, hem de okumaya devam ederken bu kitabı iki ayrı kişiye hediye ettiğim için.  Timothy Ferriss’in “Tribe of Mentors”u.  Esasında daha önce okuduğum “Tools of Titans” kitabının da başına aynı şey geldi. O kitabı da bir kere hediye edip tekrar satın aldıktan sonra okuyabilmiştim. Ve işin komik tarafı, bitirdikten sonra, yine bir seyahatte elimdeki kitabı hediye ettiğim için şimdi bende yok ve tekrar satın almamak için kendimi zor tutuyorum.

Her iki kitabın da hoşuma giden yönü, belki son zamanlarda hoşuma giden birçok kitap gibi, çok farklı yollardan ve deneyimlerden insanların yaşam bakış açıları ile ilgili fikirler vermesi, bir anlamda tavsiyelerini paylaşması.  İnsanların yazdıkları ve paylaştıkları konusunda ne kadar samimi olduklarını bilmek mümkün olmasa da, yazılanların okuduğumuzda kalbimize ya da aklımıza işleyen özelliğinin ancak samimiyet ile geçebildiğine inanıyorum.  Siz inanmıyorsanız başkasını inandırmanız pek mümkün değil sanırım.

İnandırmak derken, Rahmetli Babam, “Kızım, işin en zoru kendini inandırmaktır,” derdi. “En büyük mücadele oradadır.  Eğer bir konuda, yaptığının doğruluğuna kendini inandırabiliyorsan o zaman herkesi ikna edebilirsin.”  Belki o nedenle, babam genelde çok hızlı karar veren bir insan değildi.  Yaşam tecrübesi ile doğru ve yanlışı hızlı tespit edebildiğini düşündüm hep, ama kararları vermek için acele etmezdi.  

Onun, bu olayları ve kararları bekletme sürecini başlangıçta anladığımı söyleyemem. Güvendiğim ve inandığım bir insan ve iş hayatımda da aynı duygular ile birlikte çalıştığım patronum olarak bu süreci çok da sorgulamadım. Öyle olmasını istiyor ise öyle olacaktı.  Bu babamın işleri yavaş yaptığı ya da yavaşlattığı olarak algılanmasın.  Öyle bir şey değil.  Sadece bazı önemli kararlarda, babamın çalışırken ya da boş zamanlarında sessizleştiğini ve eskilerde sigarasını içerken ya da son yıllarında çalışma masasında çayını yudumlarken gözlerinin dışarıya değil de sanki içindeki bir şeye, bir yerlere baktığını hissederdiniz. 

Tüm bunlarla birlikte, babamın o süreçte ne yaptığını bugün daha iyi anlıyorum. Bir mühendis olarak ya da iş tecrübem nedeni ile değil.  

Bugün, o günlere nazaran, iç sesimizi dinlemenin, ve o iç sesin bize duymak için beklediğimizde nasıl anlamlı ve başka türlü keşfetmemizin mümkün olmadığı yanıtlar verebildildiği bildiğim için. O tadı artık biraz bildiğim için.

İç sesimizi dinleyebilmek kalıpların dışında düşünebilmeyi de gerektiriyor.  "Ne yapmak doğru," sorusunun yanıtının hangi çerçeveye sığacağını kestirmek mümkün değil. Nereden geldiğini bilemediğimiz halde içimize doğan yanıtın geçerli ve yerinde olup olmayacağını değerlendirmeye açık olabiliyor muyuz?

Hep söylüyorum, çok yerinde bulduğum kararlarım kadar hatalarım da oldu ve oluyor bu yaşamda.  Hatalarım olarak saydığım kararlarımın, bilgisizlikten ya da yeterince düşünmemekten çok, içimdeki bir his, herşey çok doğru görünmesine rağmen bunda bir şey var dediği halde, elimde o an için yeterince veri olmadığı için hislerimi yok saydığım, dikkate almadığım için olduklarını fark ediyorum. Özetle, beni uyaran o iç sesimi dikkate almadığım için.

Bir ses, bunda bir şey var, taşlar ne kadar düzgün dizilmiş görünse de taşlar yerine oturmuyor, diyor.  Diyor ama bu sesi anlamsız bir ses olarak kabul etmeyip dikkate almayı seçmek o kadar kolay olmuyor.  Bu, ancak, o ses, günler, aylar, bazen birkaç yıl sonra ne kadar haklı olduğunu gösterince insanı uyandırıyor.  Ve bir defa da değil. Ancak bu defalarca olduktan sonra, bir dakika, bir dakika, bunda bir şey var, diyor insan. Belki de karar almak gerektiğinde zihnimin ürettiği kararlar ya da kalbimin olmasını istedikleri kadar, içimden gelen, ama duyabilmek için bazen beklemek gereken o sesi de duymak için beklemeliyim, demeye başlıyor insan.

Babamın, çalışma masasında, bazen elinde çay bardağı, aslında son yıllarda daha çok elinde yazı ve hesaplamaları için kullandığı ve Amerika’dan aldığı 0,7 mm uçlu gri metalik kurşun kalemi, uzaklara ya da bilmediğimiz bir yere baktığı hissini veren anları, sanırım bu sesi dinlemek için sessiz bekleyişleri olmuş olmalı.  


*

Ve, şimdilerde, kendi karar anlarım ile karşı karşıya kaldığım zamanlarda, gayriihtiyari bir görüntü canlanıyor gözümün önünde. 

Ofisimizdeki odamdan, babamı çalışma masasında otururken elinde kalemi ile görebildiğim ve onun o sessiz dakikalarını sessizce uzaktan seyrettiğim anları hatırlarken buluyorum kendimi.

Hiç yorum yok: