İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

27 Şubat 2020 Perşembe

Usta Usta Söyle Bana

Geçenlerde İspanyol spor yorumucularını dinliyordum. Yıllar içinde bu iki kadın yorumcuyu farklı zamanlarda dinleme şansım olmuştu. Gözlem yeteneklerini ve değerlendirme tarzlarını beğeniyordum.  Bu defa, dallarında Dünya’da en üst seviyede olan iki sporcuyu karşılaştırıyorlardı.  

İkisini tarif ederken iki kelime kullandılar. Biri için kuvvet dediler.  Kuvvetli değil, kuvvet. Gerçekten de bu sporcu gösterdiği kuvvet ile başka sporcuların önüne geçmesine bundan sonra pek imkan tanımayacak gibi görünüyor.  Ama diğer sporcu için kullandıkları kelime benim için çok daha fazla şey söylüyordu.  “O,” dediler, “muhtemelen bu dalda, her zaman, gelmiş geçmiş en iyi sporcu olacak, çünkü o şiir.”

Yakından takip ettiğim bu iki sporcu için yapılan bu yorumlar beni düşündürdü. 

Bir işi şiir gibi yapmak, yaptığımız işin “şiir” olması ne demekti?

*

Biliyorsunuz, belki 2000 yılından beri mühendislik bir yana, sosyal bilimler ve insanın sınırsız ve sonsuz dünyasını keşfetmek beni heyecanlandırıyor.  İlk defa Cornell Üniversitesi’nde mühendislik okurken farklı konuşmacılar ve kitaplar ile bu konular dikkatimi çekmeye başlasa da, seçerek daha çok öğrenmeye zaman ayırmam milenyumdan sonra oldu. Ustalık, mükemmeliyet, kendini keşfetmek, kendini gerçekleştirme, liderlik, yaratıcılık, ve mutluluk izini sürdüğüm kavramların bazılarıydı.

Herhangi bir işte tam yetkinliği genelde “ustalık”, “usta olma” ifadeleri ile tarif ediyoruz.  Modern yaşamda uzmanlık olarak tarif ettiğimiz kavram belki ustalık kavramını anlatmak ile birlikte ustalık kelimesi algımızda başka kavramları da çağrıştırıyor. 

Bu arada Türk Dil Kurumu’muza göre, ustalık “becerliklilik, el uzluğu, maharet, usta olma hali yani bir zanaati gereği gibi öğrenmiş ve yapabilen kimse olmak”.  Kurum, uzmanlığı ise “uzman olma hali yani belli bir işte, belli bir konuda bilgi, görüş ve becerisi çok olan (kimse) olma, mütehassıslık, kompetanlık” olarak tarif ediyor.

Ustalığın başka dillerdeki karşılıkları bu kelimeye biraz daha farklı anlamları da ekliyor.  Bilgi, yetki, anlayış ve kavrayış ile bir şeyleri yapmak ya da bir konuya hakim olmak.  Hatta ötesinde, bir konuyu ve işi kendi benliğimiz, bir parçamız yaparak içselleştirmek ve en doğal halimizin o işteki en yetkin uygulamayı yansıtır olması.

Ustalık üzerine bazı klasik tarifler de var.  Kimi ekoller bir konuda en az 10.000 saat çalıştıktan sonra usta olunabileceğini ifade ediyor. Kimilerine göre bunun için en az 10 yıl gerekiyor.  Bir yandan bir işe, her gün ama her gün hakkı ile iki üç saat zaman ayırsak eh bu da 10-12 yıl ediyor.

Ustalık, yapılan işe uzun zamanlar ayırmayı gerektirdiği için bir yandan da yapmayı sevdiğimiz ve yapmayı becerebildiğimiz konular üzerinde çalışıyor olmayı da içeriyor.  Mesela, yabancı dil konuşmayı sevmeyen bir kişinin yabancı dillerde uzmanlaşması belki zorla da olsa mümkün olabilir ama ustalaşması mümkün olabilir mi bilmiyorum.  Ustalık, yaptığınız şeyi seviyor olmayı ve o işe saygıyı da içeriyor.

Nereden gelmiştik bu konuya, şiir gibi spor yaptığı söylenen bir sporcudan.  

İspanyol yorumcuları dinledikten sonra, araştırdım ve  o şiir gibi spor yapan sporcunun eski müsabakalarını, hatta çocukluğundan başlayarak kendisi ile yapılan röportajları, antrenmanlarından yarışmalarına onlarca video kaydını seyrettim.  Kaydı olan takriben yirmi yıllık dönemde, nasıl geliştiğini, nasıl mükemmelleştiğini, nasıl kendini adım adım yaptığı işe kattığını gözlemledim. Tabii, bu gözlemi yirmi yıl boyunca, zaman içinde yapsam ne düşünürdüm bilmiyorum. Neredeyse bir yaşamı birkaç haftada derinden takip etmek ve izlemek enteresandı, bunu da itiraf edeyim. Bir kaç şeyden etkilendim. 

Öncelikle kişiliği. Her zaman saygılı, her zaman nazik, her zaman ince düşünceli, her zaman terbiyeli.  Her zaman diyorum, çünkü istisna yok ve tanıyan herkes bunu söylüyor. Ya da olmadık bir zamanda olmadık bir davranışındaki incelik ile hayrete düşüyorsunuz. Tekrar ve tekrar. Dünya rekoru kırarken de, en zorlu anlarında da. Ustalık sağlam bir kişilik gerektiriyor. 

İkincisi, mütevazılığı.  Hani öyle yapmacık, suni bir mütevazılık değil.  Gerçekten yaptığını daha da ileriye taşımak için duyduğu kendini geliştirme arzusunun yansıması olarak bir yaşam duruşu. Yirmi yıllık dönemde, kendi performansı ile dolu dolu tatmin olduğunu gördüğümüz belki toplam dört, beş müsabaka var.  Ustalara özgü, devamlı öğrenme, devamlı kendini geliştirme hali çok baskın şekilde görülüyor.

Kendi ustalarına ve yaptığı işe saygı.  Sıcak kanlı, samimi ve egodan arınmış yaklaşım ile hocalarına saygısını her zaman ifade ediyor.  Her başarısında önce o başarısını öğretmenlerine ithaf ediyor, sonra onu destekleyenlere.  Yaptığı işe, sporda kullandığı malzemelere, yardım edenlere, müsabakalardaki görevlilere, etrafında kim ve ne varsa teşekkür ediyor, saygı gösteriyor, özenli davranıyor.  Saygı gerçekten yapılana anlam katan ve yine samimiyetle yaşandığında ve yansıtıldığında yaşamı değiştiren bir yaklaşım ve duygu.  

Evet, işte İspanyollar bu sporcuyu şiir olarak tanımlamış.  Spor ile ruhumuza dokunabilmek olarak yorumluyorum ben bunu.  Sporda ve yaşamda bu şekilde bir duruş ile bizlere ilham veren insanlar var.  Sadece, bu vesile ile, ben neleri anlamlı ve değerli bulduğumu bir kere daha fark etmiş oldum.  Geçmişte de ve şimdi de, bir sporcuda, bir iş arkadaşımda, bir liderde, bir komşuda, bir esnafta ya da bir doktorda, yaptığı işte yetkinlik ararken yanında aradığım olmazsa olmaz özellikleri bir kere daha hatırlıyorum.  

Ve tabii, bu, iğneyi kendime batırmayı da gerektiriyor.  Mayıs ayında 50. yaşımı tamamlamaya yaklaşırken, bu tariflere göre ben yaptıklarımla ve yaşamımla neredeyim ve ömrümün bundan sonrasında kim ve nasıl olmak istiyorum?

...

Sevgiyle kalın, yaşam size keyifli keşifler, merak uyandıran sorular ve keşif heyecanınızı çoğaltan yanıtlar getirsin.

19 Şubat 2020 Çarşamba

Yazı

Son yıllarda güzel bir kitap okuma şansını bulduğumda, ve eğer o kitap bir de Türkçe ise, yazarını kıskandığımı itiraf etmeliyim. 

Son birkaç yıldır, özellikle görev yaptığım bir sivil toplum çalışmalarındaki görevim, yaptığım federasyon başkanlığı görevi nedeni ile yazıya zaman ayıramadım.  Seçimler, başkan yardımcılıkları, ana görev yılı derken, dört beş yıl arzu ettiğim süreklilikte ve düzende yazı yazamadım ve bunun beni olumsuz etkilediğini biliyorum.

Şikayet etmek ya da yakınmak ruhumun ifade etme arzusunu gidermeyeceğine göre yapmam gerekiyor. Yani yazmam.

Geçen birkaç yıla geriye dönüş baktım.  Blogumda 2017 yılında yayınlanmış sadece 5 yazı var. 2018 yılında hiç yokken, görevimin önemli bir bölümünün bittiği Nisan 2019 ayından bugüne 36 yazı yayınlamışım.  Yazıp yayınlamadıklarım da var.

Yazı yazmak benim için nefes almak gibi bir ihtiyaç. Kendim için yazdığım günlüklerimi bu kategoride saymıyorum.  Okunması arzusu ile, okunması niyeti ile yazmak ayrı bir şey ve buna da derinden ihtiyaç duyuyorum.  Bununla birlikte blogumda yazı paylaşmadığım dönemde kendim için de çok az defa yazdığımı fark ediyorum.

Yazı yazmak kimilerimiz için kendimizi, iç dünyamızı tanımanın, fark etmenin benzeri olmayan bir yolu.  İlk defa günlük yazmaya orta bir ya da orta ikinci sınıfta, yani hazırlık yılını saymazsak bugünün sınıf tanımları ile altıncı ya da yedinci sınıfta başlamıştım.  O günden beri günlük yazmaya, her gün olmasa da, devam ediyorum. 

Tek bir yerde ya da düzenli bir şekilde olmasa da bu deftelerimin neredeyse tamamı duruyor.  Arada geçmiş yıllardaki Zeynep’i okumak hoşuma gidiyor, değişimimi fark etmemi sağlıyor.  Bunu çok sık yapmıyorum. Belki daha sık yapmalıyım.  

Bazen anlattıklarımı, olayları hiç hatırlamadığım oluyor. Yabancı bir yaşamı izlediğim hissini kapıldığım oluyor. Bazen bir defter kapağı, kağıdın üzerindeki yazının rengi beni ışınlar gibi o satırları yazdığım masanın başına götürebiliyor.  Önümde defter açık. Elimde kalem.

Şimdi de zaman zaman olur, bazen o kadar uzun süre yazarım ki elim ağrır, bileğim ağrır, parmaklarım uyuşur ama yine de durmak istemem.  Tabii son yıllarda yazılarımı genelde bilgisayarda yazıyorum. Günlüklerimi ise kalem ile deftere yazmayı seviyorum ve neredeyse her zaman da öyle yapıyorum.  Sonradan yaratıcılık ile ilgili aldığım eğitim ve çalışmalarda keşfedeceğim gibi kalemim kağıt üzerinde akışı ile yazmanın ayrı bir gücü var.  Benim gibi bilgisayarı ve bilgisayar klavyelerini rahat ve hızlı kullanan biriyseniz elle yazı yazmak oldukça yorucu aslında. Ama bambaşka bir boyutu var. Sanki daha gerçek, sanki daha kalıcı ve sanki kendimiz ile olan konuşma için daha yüz yüze.

İki gün önce yine bir kitabevine uğradım.  Şimdi okumamı bekleyen altı kitabım var. Bir tanesi okumaya başladığım ama bir seyahat sırasında az tanımama rağmen çok sevdiğim bir insana hediye ettiğim aldıktan sonra harika olduğu keşfettiğim İngilizce bir kitap. Uzun süredir bulamıyordum; görünce hemen aldım.  Okumak yazı yazma arzumu kesinlikle tetikliyor.  Kimi hocalar okuyarak yazma arzunuzu geriye atmayın der ama bu benim için gerçek değil.  Okumak beni heveslendiriyor, hatırlatıyor. Herşeyden önce okumak beni mutlu ediyor ve o mutluluğun verdiği enerji yapmak istediklerimin yolunu açıyor.

Bugünden sonra daha düzenli olarak yazı yazmayı hedefliyorum. Köşe yazısı yazdığım günlerde, dergi yazıları hazırladığım zamanlarda, kimilerine haftada bir, kimilerine ayda bir, kimilerine onbeş günde bir yazı hazırlamam gerekirdi. O yazıları yazmaya başladığımda belirli bir bitirme süresinin yazı yazma gücümü arttırdığını fark etmiştim. Bir de yazı yazmanın yazı yazabilmeyi kolaylaştırdığını. Yazdıkça açılıyoruz.

Eğer içinizde yazma arzunuz var ise, lütfen ertelemeyin.  

Bugüne kadar yazabildiğim yüzlerce yazı, yayınlanan sekiz kitabım, günahı sevabı ile yazı yazmaya zaman ayırdığım, öncesinde ya da sonrasında bazen endişeler, kaygılar, iç sorgulamalar ile kıvransam da, sonuçta yazmayı seçtiğim için ortaya çıktı.  Ve en başta benim yaşamımı açtılar. Yazmamış olsam belki farklı noktalarda takılıp kalacaktım. Kendim olma, kendimi bulma yolculuğum belki uzun ama beni bana bir adım daha yaklaştırdılar.  Sayılarını ya da etkilerini tam olarak bilemesem de kalbimden geldikleri şekilde açıklıkla paylaştıklarımın başkalarının da yaşamına iyi geldiğine şahit oldum.

O nedenle yazıyla keşif güzeldir diyorum.  Ne yazacağımızı bildiğimizi düşündüğümüzde ya da yazmaya başladığımızda hiçbir fikrimizin olmadığını sandığımızda bizi her zaman şaşırtır. İçimizdeki yaratıcı cevher ancak satırların akmaya başlamasının ardından gerçek benliğini göstermeye başlar.

Yaşamınız yeni kitaplar, yeni fikirler, yeni duygular ile renklensin, aydınlansın.

Sevgiyle.