İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

31 Mayıs 2019 Cuma

Yeniden Söylerken, Yeniden Dinlerken




Çok uzun zamandır okunması için yazmadım.  Neredeyse bir yılı akşın bir süredir.  

Yaşamımın farklı zamanlarında farklı konuların yoğunluğuna dalarak yazmadığım oldu.  Ama sonrasında neredeyse her zaman, yazmadığımda ruhumun sesini duymanın zorlaştığını fark ettim.

Kendim için yazmaya en azından onbeş, onaltı yıldır ara vermiyorum. Hele Julia Cameron’u keşfettikten sonra, kendim için yazmanın nefes almak kadar önemli olduğunu biliyorum.  Özellikle sabah uyandığımda, uyanır uyanmaz yazmanın önemini.  

Ama yeterli olmadığını da görüyorum.

Bazen sadece kendim için yazmak yeterli değil. Bazen, kimin tarafından okunacağını önemsemeden, okunabilmesine izin verecek şekilde yazmaya da ihtiyaç var.  

Okunmayı istemeden yazmanın mümkün olduğuna eskiden inanmazdım. Çünkü yazmak, biraz da içimize sığmayan düşüncelerin bilinmesini istemek. Bununla birlikte, dünyada var olmasına izin vermemiz gereken yazılar da var.  O yazılar, sayısını hiç bilemesek de ulaşması gereken insanlar için var olmak istiyor.  Tam ihtiyacım olduğunda bir kitabın, bir blogun, bir köşe yazısının içinde kafamın içindeki sorulara yanıt veren cümleleri bulmak buna daha çok inanmamı sağlıyor.

*
Yazmak için neye ihtiyacımız var?


Zaman zaman ofislerimdeki kocaman çalışma masalarım gibi yazı masalarımın evlerimde de olduğunu hayal ettiğim oldu ama hiç de film karelerindeki gibi ihtişamlı yazı masalarım olmadı evlerimin salonlarında. Yemek masalarımın üzerinde yazdım yüzlerce sayfayı.  Yayınlanan ve yayınlanmayan.  Bloglarımda paylaştığım çok okunan yazılarımı, kitaplarımı ya da bir yerlerde basılı bir nüshası hala saklı olan ve sadece bir kaç kişinin okuduğu kitap müsveddelerimi.  İyi ki yazmışsınız, dedikleri yazılarımı ya da benim bile beğenmediklerimi.  
Nedense yazılarımı bugüne kadar daha çok evlerimde yazdım. Belki yıllarca iş hayatımın koşturmacası düzgün öğle arası bile vermeme izin vermediği için, belki de yazmak bir anlamda hobim olarak kendimi boş zamanlarımda mutlu etme uğraşım olduğu için.

Şimdi, içimde tekrar büyüyen bir yazı yazma isteği ile Fethiye’deki evimin salonunda, batmakta olan günün ışıkları ile başımı kaldırıp Fethiye Körfezi'ne bakıyorum.  Aradığımı gerçekten bulduğumu düşündüğüm bu şehirde, ruhumun bana söyleyeceklerini tekrar dinlemeye başlamak için, Fethiye’nin bana neleri göstermeyi beklediğini ben de heyecanla merak ediyorum.

29 Mayıs 2019 Çarşamba

Mayıs ayında Leonardo Da Vinci ile Kendimi Keşfetmeyi Hatırlamak


Bu ay elime National Geographic Dergisi’nin İngilizce Leonardo Da Vinci özel sayısı geçti.  Hemen sonrasında Derginin Türkiye Mayıs Ayı sayısı.   Türkçe sayının kapağında da Mona Lisa vardı.  Ve, kapakta şu soru okuyacak olanları karşılıyordu: “Ölümünün 500. Yılında Da Vinci’nin Dehası Bilime ve Sanata Nasıl Yön Veriyor?”

Ben, Da Vinci ile ne zaman tanıştım, ne zaman hayatıma girdi çok net hatırlamıyorum.  1985 yılının Ağustos ayında Louvre Müzesini gezerken, ortaokulu bitirmiş Dünya’yı keşfetmeye çok istekli bir genç olarak, Mona Lisa’nın önünde biriken kalabalık ile Leonardo Da Vinci’yi keşfetmek isteyenler arasında katıldığımı hatırlıyorum.  


Onun çok yönlü zekasını ve tarifi zor dehasını ise mühendis olduktan çok daha sonra keşfettim.  Yaptıklarını, öğrenebilme ve keşfedebilme yeteneğini bir insanın ömrüne ve yapabileceklerine sığdırmanın nasıl mümkün olduğunu belki hiç anlayamayacak olsam da, yaşamı insan olmanın muazzam ihtimaller dünyasına dair inanılmaz bir ilham kaynağı.

1471 yılının 29 Mayıs’ında, yani bugünden tam 548 yıl önce, Floransa’da, 19 yaşında bir çırakken, Duomo di Santa Maria del Fiore’nin, Floransa Katedrali’nin kubbesinin tepesi için hazırlanan özel küreyi yerleştiriyor.  29 Mayıs tarihi Leonarda Da Vinci’nin yaşamı ile anlam bulan Rönesans açısından belki başka bir anlam daha taşıyor.  İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından 1453’de fethinden önce özellikle İtalya’ya kaçan bilginler, orta çağın, bilim, sanat ve aydınlığa dönüşmesinde büyük rol oynuyorlar.  1452 yılında doğan Leonarda Da Vinci, İstanbul Türkler tarafından alındığında bir yaşında.

Tarihte ve yaşamda olanlar gerçekten kader dediğimiz hikayede tüm detayları ile yazılı mı bilinmez ama kimi insanların yaşamları ile tüm insanlık tarihini adeta değiştirdikleri ve özgün bir farklılık ile yazdıklarını inkar etmek imkansız.   

Michael Gelb’in “Leonarda Da Vinci Gibi Düşünmek” kitabından birçok defa bahsetmişimdir.  Okunup bitirilecek bir kitap olmaktan çok, kendimizi ve yeteneklerimizin yeni sınırlarını keşfetmeye dair bir el kitabı.  Merakın ve keşfetmeye istekli ve açık olmanın muazzam gücünü fark etmeye dair.  Ve şimdi, bu yıl, yıllar sonra tekrar 2019 yılının bu Mayıs ayında, bir 29 Mayıs akşamında, 2 Mayıs’ta 1519 tarihinde ölen Leonarda Da Vinci’yi yeniden keşfetmek için ayrı bir istek duyuyorum.  Ve onunla birlikte kendimde keşfedebileceklerimi bulmak için.

Tesadüf bu ya, Temmuz ayında İtalya’ya tekrar gitme şansım olacak. Milano’da, bu yıl Genel Yönetmenliğini, Ege ve Batı Akdeniz Bölgemizde Federasyon Başkanlığı yaptığım Lions’un Dünya toplantısına katılacağım. Bu dahinin doğduğu topraklarda olacağım için heyecanlanıyorum.  Doğrusu artık fazlası ile tanıdık gelen Avrupa’ya bir seyahat, çok uzun zamandan beri, beni ilk defa bu kadar heyecanlandırıyor. Yolum muhtemelen özlediğim Floransa’ya düşmeyecek ama Milano’daki “Leonardo Da Vinci Bilim ve Sanat Müzesi”ni ziyaret etmeyi gerçekten heyecanla bekliyorum.  

Aklımı, ruhumu ve kalbimi bu buluşmaya hazırlarken, bakalım bilime ve sanata dair neleri öğreniyor ve keşfediyor olacağım…