İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

26 Ekim 2010 Salı

Şiddetsiz İletişim ve Engelli Olmak


Şiddetsiz İletişim yaklaşımı, diğer adıyla Yürekten İletişim benim için önemli bir iletişim tekniği. Daha derinden bilmeyi istediğim, anlatmayı ve paylaşmayı derinden istediğim bir yaklaşım. Küçüklüğümden beri şiddeti anlamakta zorlandığımı düşünürken annem ilkokul birinci sınıtfa sınıf başkanı olarak bayrak töreninde sıraya girmeyen sınıf arkadaşlarımı biraz şiddet tadı taşıyan yaklaşımlar ile hizaya getirmeye çalıştığımı ilkokulumun tam karşısındaki evimizin salon penceresinden gördüğü zaman ne yapacağını bilemediğini de anlatırdı. Ben tam olarak hatırlıyorum dersem yalan olur. Kimseye vurduğumu hatırlamıyorum, ancak sıraya sokmak için fiziksel dokunuşlarım olması ihtimali var. Yıl 1977. 7 yaşındayım.

Şiddetin farklı şekillerini kırk yaşını doldurmuş Zeynep olarak farklı yerlerde gördüm, yaşadım. Kabul edilmeye başlayan şiddetin belki de ruhun en büyük çaresizliği olduğunu da gördüm, gözlemledim. Özellikle son on yıl içinde eğitmen ve danışman olarak yaptığım özellikle bireysel çalışmalarda şiddetin, fiziksel ve sözel şiddetin ne kadar yaygın olduğunu tekrar tekrar gördüm. Kadınlara ve çocuklara evde ve okulda uygulanan şiddetin ne kadar yaygın olduğunu tekrar tekrar ve tekrar gördüm. Şiddetin ilk aşamalarda söz ile başlayan ısınma aşamaları olduğuna da gördüm. Sevgi dolu sözcüklerin kullanıldığı ortamlarda şiddet doğmuyor. Şiddet gerçekten bir konuşma ve iletişim tarzı ile yaşamda yer buluyor. Bu yüzden benim inancım bireysel ve toplumsal yaşamlarımızda barış ve huzur ortamı istiyorsak, öncelikle bunu dilimizde yaşamaya başlamamız gerekiyor.

Şiddetsiz İletişim’den bahsederken Engellilerin yaşamında şiddetin yeri ne, bu konuyu da düşünmeden geçemiyorum. Ekim ayının başında bu konuda beni düşündüren iki çalışmaya katılma şansım oldu. Ve belki aradan geçen 24-25 gündür bu konu aklımdan çıkmıyor. Yazarsam belki zihnimin içinde dönüp duran sesleri biraz dindirebilirim. Ekim ayının birinci ve ikinci günü İstanbul’da PREP Psikolojik Rehabilitasyon ve Eğitim Programları Derneği’nin düzenlediği III.Okul Ruh Sağlığı Sempozyumu’na katıldım. Türkiye’den ve Dünya’dan kıymetli hocaların konuşmacı ve Türkiye’den eğitim kurumlarının ve ilgili STK ve kuruluşların öğretmen ve yetkililerinin panelist olarak katıldıkları sempozyumun odak noktası akran şiddeti olmak üzere okulda şiddetti.

Ben okul hayatımda şiddete maruz kaldım mı diye düşünürken bir kere ilkokul öğretmenimin sanırım sınıftaki diğer arkadaşlarım ile birlikte elime cetvelle vurduğunu ve bir kere de kulağımı çektiğini hatırlıyorum. Herhalde hakkeden bir şey yaptığımı düşünmüyor olmalıyım ki bu iki olayı hala biraz flulaşmaya başlasalarda hatırlarım. İlkokulda başarılı bir öğrenci olarak neredeyse her zaman öğretmenimden aferin almaya, övülmeye ve kutlanmaya alışan küçük Zeynep için iki önemli an.

Şiddetsiz İletişim yaklaşımının penceresinden baktığımda ilkokul yıllarında beni beş yıl sınıf başkanı seçen arkadaşlarımın bir yandan beni zaman zaman gözlük kullandığım için dörtgöz diye çağırdıklarını da hatırlarım. Yani hem ait olma, hem dışarda kalma duygularını zaman zaman yaşadım. Hoşumuza gitmeyen bir isim ile çağrılmış, bundan hoşlanmadığımızı belirtmişsek ve yine de devam etmişse, bu bize uygulanan bir şiddettir. Bu anlamda okul hayatı boyunca kimilerimiz zaman zaman, kimilerimiz sıklıkla şiddete maruz kalıyor. Ben çok güvenli bir okul yaşamı geçirdiğimi düşünürken Şiddetsiz İletişim penceresi ile şiddetin yaşamıma tahminimden erken girdiğini görüyorum.

Şiddetsiz İletişim farkındalık çıtasını oldukça ileriye taşıyor. İstenilmeden verilen bir tavsiyenin de şiddet tadı taşıdığını aktarıyor. Senin bir şeyler yapmanı salık veriyorsam, sen bunu benden talep etmediysen, senin - dediğimi yapmazsan - eksik olduğunu düşünüyor, kabul ediyor ve ifade ediyor oluyorum. Bunu yapmaya iznim var mı?

Oooh böylekonuşmaya zaman mı var diye geçiyor bazen içimden. Bunları yaz da insanların bununla mı uğraşayacağız dediğini gör, diye geçiriyor içimdeki seslerden biri. Diğer bir tanesi insan yapabilir, şiddetten vazgeçebilir, bu öğrenilmiş bir şey, farkında değiliz, farkında olsak yapmayız, yaz yaz, diyor. Hayatımdan ve kelimelerimden şiddeti tamamen çıkarmayı henüz başaramamış Zeynep olarak, bunu yapabilmek adına yazmak istiyorum. Gerçekten karşısındaki her insana sevgi ile yaklaşabilen, sevgi ile dinleyebilen ve yargılamadan kabul ederek karşılayan insanlar gördüm. Varlar. Böyle insanlar var. Ben orada değilim, her zaman değilim. Belki davranış olarak orada kalmayı başarıyorum. İçimdeki sesler her zaman şiddetsizlikte değil. Ve bazen kelimelerimde de şiddetin tadı, kokusu var. Oluyor bazen. Her geçen gün azalıyor, ama var. Sıfır değil.

Okul Ruh Sağlığı Sempozyumunun son günü akşamüstü yapılan panelin konuşmacılarından bir tanesi Down Türkiye-Tomurcuk Vakfı’dan Sevgili Gün Osborn’du. Gün’ün down sendromlu bir oğlu var ve o bu perspektiften okuldaki şiddet konusu ile ilgili görüşlerini paylaşıyordu.

Benim için en etkileyici noktalardan biri down sendromlu ailelere okullarda bu çocukların kaynaştırma sınıflarında yer alarak kendi çocukları ile birlikte okumasını istemeyen ailelerin uyguladıkları sözel şiddet ve baskıydı . Sağlıklı çocukların ailelerinin down sendromlu çocukların ailelerine uyguladıkları baskı. Sonraki günlerde engelli ailelerine “normal” olarak adlandırdığımız kişilerin ve ailelerin uyguladıkları şiddete dair bir çok örnek karşıma çıkacaktı. İşte bu yüzden benceTürkiye sokaklarında down sendromlu çocukları görmüyoruz.

Doğrusu ben Okul Ruh Sağlığı Sempozyumunun ertesi gününe denk gelen 3 Ekim 2010 Pazar gününe kadar İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde hiç down sendromlu çocuk veya büyük görmemiştim. 40 yaşıma kadar hiç. O güne kadar hiç. O Pazar günü Down Türkiye’nin gerçekleştirdiği 1. Down Sendromu Dostluk Yürüyüşü’ne katıldım. Farklı yaşlardan down sendromlular ve aileleri ile bu konuyu önemli bulan kişilerle Galatasaray Lisesi’nin önünden Tünel’e ve oradan geri yürüdük. O güne kadar bu caddede hiç down sendromlu birini görmemişken, şimdi özellikle down sendromlu çocukları ve bebekleri ile gelmiş ailelere yaratılan bu alanda var olmanın tadını aldım. Bu alana, bu özgür var olma alanına ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu gördüm.

Siz bugüne kadar sokakta ailesi ile rahatça yürüyen, bir lokantada, kafede oturan kaç down sendromlu çocuk ya da büyük gördünüz?

Şiddetsiz İletişim ve engelli olmak üzerine düşünüyorum. Tesadüfler günleri ve olayları arka arkaya getiriyor sanki benim için. Uluslararası Lions Kulüpleri için Ekim ayında önemli bir gün var: 8 Ekim Lions Dünya Hizmet Günü. İkiyüzü aşkın ülkedeki tüm Lions Kulüpleri özellikle o gün ve o hafta topluma hizmet aktiviteleri gerçekleştiriyor. Dönem Başkanı olduğum Fethiye Lions Kulübü olarak bizlerde kişisel gelişim adıma konferans çalışmaları yapmak istedik. 8 Ekim günü için adı “Kişisel Gelişim için Farkındalık-Değişim-Dönüşüm” olan bir çalışma hazırladık. Bu çalışmada ben Şiddetsiz İletişim'i anlatacaktım. 8 Ekim arifesinde İstanbul’da Ekim ayının başında yaşadığım üç gün bana şiddet ve yaşam adına çok şey düşündürdü. Belki daha önce aklıma gelmeyen, engellilerin yaşamında şiddetin yerini de.

Ben engelli değilim. Evet, beş yaşımdan beri gözlük kullanıyorum ve 6 derece miyopum. Görme engelli değilim genelde bu kelimeyi kullandığımız anlamda, ama bir şeyi görememek, okuyamamak, gözlüğüm yoksa insanları tanıyamamak, fark edememek ne, biliyorum. İşitme engelli değilim. Ancak rahmetli babamın bir kulağı hiç duymazdı. Diğer kulağı da zaman içerisinde duyma yetisini yüzde seksen kadar yitirdi. Ancak babam için işitme engelli ifadesini hiç kullanmadık. Zaman içerisinde yitirilen bu yetiyi sonradan kullandığını fark ettiğim dudak okuma alışkanlığı ile hissettirmemişti babam. Duyan kulağının üzerine yatarak uyuduğunda babamı seslenerek uyandırmanın mümkün olmadığını ise ilkokul yıllarımda erken keşfedecektim.

Fiziksel engelli de diyemem kendime ancak lisede bir koşu yarışmasında ilk defa hayatıma giren ve sonra zaman zaman yaşamımda kendini gösteren ayak bileklerimdeki incinmeler, burkulmalar, lif kopmaları ve benzer problemler, koltuk değneği ve baston ile yürümek zorunda olmanın, tuvalete gitmek, giyinmek ve yıkanmak gibi ana ihtiyaçların karşılanmasının ne kadar zor olabileceğini aylarca deneyimletti bana. Bu engellerin yaşamı ne kadar zorlaştırabildiğini biliyorum. Tadını aldım. Böyle yaşadığım aylar ve haftalar oldu. Bir dönem sık sık tekrar etse de yine de geçici şartlardı benim için. Yine de tadını aldım. Tek başına ihtiyaçlarımı karşılayamamanın zorluğunu hissettim, yaşadım.

Ekim ayı Dünya Göz Nuru Günü’nün kutlandığı bir ay. Görme engeline dikkat çeken ve önlenebilir görme kaybına dikkat çeken bir gün. Farkındalık yaratmak adına önemli bir gün. Peki, özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar, trafikte şoförlerin birbirlerine “Kör müsün, görmüyor musun?” diye bağırdıklarına şahit olduğunuz mu? Benim bir akşam Fethiye’de başıma geldi. İki arkadaşımı almış Japonca dersimize gidiyorum. Daha önce kullanmadığım bir ara yoldan ana yola çıkıyordum. Esasında oldukça yavaş da gidiyordum, ışıkların yanıp sönerek geçit verdiği bir döner kavşakta sağ taraftan gelmekte olan aracı gerçekten yanımdaki arkadaşlarım beni uyarana kadar görmedim. Yirmi bir yıllık ehliyetli hayatımda bundan onaltı onyedi yıl önce yaşanmış ve far kırılması ile bitmiş ufak bir çarpışma dışında kazam yok. Araç ile ilgili arkadaşlarım beni uyarınca ve fark edince hemen fren yaptım; diğer araç geçti; ancak muhtemelen korkmuş olmalı ki diğer aracın sürücüsü biraz ileride durdu, aracının kapısını açtı ve bana yüksek sesle bağırdı, “Görmüyor musun, .... ?

Gerçekten görmemiştim. Ancak zihnim atlatılan kazayı düşünmek yerine sonrasında sarfedilen sözleri düşünüyordu. “Görmüyor musun, kör müsün?” cümlesini son bir iki hafta içinde farklı ortamlarda ne kadar sık duymuştum. Düşünmeden edemedim, ailesinde görme engelli olan bir kişi bu kelimeleri kullanır mıydı? Sözlerin getirdiği etkiyi hissedebilmek için o kelimelerin özelimizde bir şeylere dokunuyor olması şart mıydı?

Şiddetsiz İletişim geliştirilmiş bir iletişim yaklaşımı. Sağlıklı ve sevgi dolu iletişime dair tek teknik değil, çok farklı yaklaşımlar var. Şiddetsiz İletişim barışın, sevgi ve saygının kelimelerimizde hayat bulması gerektiğini hatırlatan bir yaklaşım olduğu ve bir yol haritası gösterdiği için kıymetli benim için.

...

Ve biliyorum ki her ne söylüyorsam, öncelikle kendim duymaya ve hatırlamaya ihtiyaç duyduğum için...

17 Ekim 2010 Pazar

Refleksoloji'nin Kurucularından Dwight Byers Londra'daydı




Refleksoloji olarak bilinen tamamlayıcı tıp dalını oluşturan ve dünyada tanınmasını sağlayan Eunice Ingham'ın yeğeni, Refleksoloji'nin öncülerinden ve IIR International Institute of Reflexology'nin başkanı Dwight Byers Londra'daydı. ABD'nin Florida Eyaletinde yaşayan Byers'ın bu ziyaretini kaçırmak istemedim ve Londra'daki eğitimine katıldım. IIR UK Direktörü ve hocam Hagar Basis'te bizlerleydi.

Londra, Lancaster Gate, Columbia Hotel'de düzenlenen Proficiency Training çalışmasına ağırlıklı olarak İngiltere'nin farklı bölgelerinden refleksoloji uzmanları katıldı.

Refleksoloji'nin bir bilim dalı olarak oluşmasında Eunice Ingham ile büyük rol oynayan Dwight Byers 60 yılı aşkın bir süredir bu dala emek veriyor. Heyecanı ve enerjisi gerçekten görülmeye değer.

Refleksoloji Türkiye'de daha az tanınmakla birlikte özellikle İngiltere'de ve dünyada iyi bilinen ve kullanılan bir tamamlayıcı tıp metodu. IIR "Orijinal Ingham Metodu" ile Refleksoloji uzmanı yetiştiren dünyadaki en tanınmış refleksoloji okulu.



Daha fazla bilgi için:

13 Ekim 2010 Çarşamba

Sinan Kocasinan

Sabah Dalaman Havalimanı’nın CIP Salonuna girdiğimde uçağın kalkmasına uzunca bir zaman vardı. Fethiye’den yola çıkan Havaş Servisi her nedense oldukça erken varmıştı Dalaman’a. Serviste de oldukça az sayıda yolcu vardı. Uçak ise ben gece internet üzerinden check-in işlemimi yapıp koltuğumu seçerken oldukça dolu görünüyordu.

Salı günü yoğun bir gün olmuştu. Epostalarımı kontrol edememiştim. Uçağın kalkışına kadar geçirmem gereken bir saati aşkın bir zamanım vardı. Bir yandan da Japonca çalışıyordum. Bir hafta sonra yapacağım Japonca dersinde neleri anlatsam diye düşünüyor ve kitaplarımı karıştırıyordum. Dönem başkanlığını yaptığım Fethiye Lions Kulübü olarak "2010 Türkiye'de Japonya Yılı" etkinliği olarak Japonca kursu açmıştık. Japonca öğretmeni de bendim.

Babamı bu sabah bu kadar net olarak hatırlamayı beklemiyordum. Esasından bir yandan babamı hiçbir zaman tam olarak aklımdan ve yüreğimden uzak tutuyor değilim, ama yaşam telaşları ile devam ediyor...

Kendi başıma oturmuş yazı çizi işlerimle uğrayaşacaktım. Düşüncem buydu.

Derken CIP Salonu’nun işletmecisi ile karşılaştım. Harika iki kızı olan bu beyi simaen Dalaman Havalimanı’ndan bilirdim. Sonradan ailesi ile ise tesadüfen tanışmıştım Fethiye’de. Bu sabah da kendisini görünce hal hatır sordum; eşine selam gönderdim ve tekrar kitaplarıma döndüm. Döndüm dönmesine de oturduğum koltuğun hemen arkasında bu beyin yolculardan biri ile ayakta yapmakta olduğu sohbete kulağım kaydı. İster istemez kaydı, çünkü Fethiye bölgesine yakın bir barajdan bahsediyorlardı. Bana çok yakın olmalarına rağmen duyamıyordum ama sanki her baraj kelimesini kullandıklarında kulaklarımda ses yükseliyordu. Belli ki yolcu inşaatla ilgili bir kişiydi. Bir yandan kitabımı okumaya çalışıyordum ama hemen arkamda yapılmakta olan sohbeti duymaktan alıkoyamıyordum kendimi.

En sonunda dayanamadım, koltuğumdan kalktım ve geri dönerek onlara “Barajlardan bahsediyorsunuz, kendimi sizleri dinlemekten alamadım, benim babam da uzun yıllar baraj inşaatları yapmıştı,” dedim. Sonrada inşaat mühendisi olduğunu öğrendiğim bey “Babanızın adı nedir?” diye sordu. “Sinan Kocasinan, belki duymuşsunuzdur ismini,” dedim. Aldığım cevap beni bile şaşırttı. “Ben Sinan Kocasinan’la konuşmuş biriyim,” diye söze başladı ve benim çocukluk yıllarımda babamın yaptığı bir inşaat işi zamanı Karayolları Genel Müdürlüğü’nde çalıştığını, o zamanki şantiye şeflerimizden birinin üniversite’den arkadaşı olduğunu paylaştı. Babamın o 1970’lerin başlarında yaptığı işle ilgili olarak anlattığı hikayeler vardı. Bu mühendis bey bana babamla konuşmalarını aktarırken babamın benimle zaman zaman o döneme dair paylaştığı düşünce ve deneyimlerinin aynısı, neredeyse aynı kelimeler ile anlatması bana o an sanki babamı dinlediğim hissini verdi. O bey babama sorular sormuş. Aldığı cevaplar babamın demek ki samimi görüş ve hisleriymiş ki 20 yıl sonra 1990’larda ben o dönemi dinlerken aynı deneyimleri duymuştum.

Babamın İstanbul'da yüzde elli indirim ile aldığı bir işten bahsediyorduk. "Sinan beyin bu işine kadar bu, Türkiye'de görülmemiş bir şeydi," dedi Mühendis Bey. "Sinan Bey'e sordum, siz bu indirimle dalga mı geçiyorsunuz?" diye. Babam bildiğim cevabı veriyor "Dört skreyperim var, bir de pusher dozerim, amortismanları dolu, operatörlerimizi çıkaramam, bakmam lazım, bu iş ile 2 milyon lira olan sabit masraflarımı dörtyüzbine kadar indirebilirim, bu işi bunun için aldım." Yüzde elli indirim ile aldığı bu işin babamı çok zorladığını ve yorduğunu duymuştum. İstanbul'daki bu işi almak istemesinin bir nedeni de şantiyelerde olduğu için çok az görebildiği ailesi ile daha çok zaman geçirmekti; işin ağır şartları bizleri İstanbul'da da hasret bıraktı. Esasında babama olan hasretim ancak yıllar sonra ben kendisi ile çalışmaya başlayıp ikimiz işte beraber zaman geçirmeye başlayınca biraz azalacaktı.

Bir yandan konuşuyordum, bir yandan zihnim babamın üniversiteye girdiği 1945 yılından beri yaptığı inşaat işlerine gitti. Babamın yaşamında bahsettiğimiz kesit ise onun aşağı yukarı benim yaşlarımda olduğu yıllarıydı. Kırklarının başındayken babam Türkiye’de bilinen bir inşaat müteahhiti olmayı başarmıştı.

Babam 2004 yılının sonbaharında aramızdan ayrıldı. Ayrıldı ayrılmasına da yaşama dair kendisine sormayı istediğim bir çok soruyu cevapsız bırakarak gitti. Kendine özgü kişiliği ile hep doğru olduğuna inandıklarını yaptı. Çok çalıştı, gerçekten çok çalıştı. Kazanmak için değil yapmak ve ortaya çıkarmak için çalıştı. Dünyada yaptığımız işi hakkıyla yaparsak fark yaratabileceğimize inanıyordu belki de. Yapmak için yaratılmış bir insandı. Ölümüne kadar hiç durmadı. “Rahat diğer tarafta evladım,” derdi.

Yağmurla başlayan ama berraklaşan bu İstanbul akşamında bu çok zeki ve çok çalışkan adamı özlememek imkansız. Değeri belki tam anlaşılmayan, Türkiye’yi Türkiye yapan isimsiz kahramanlardan biriydi o. Ve bu akşamki kelimelerim duygularımı pek de iyi anlatamıyor. Olur bazen...

Her zaman içimde taşıdığım ve söyleyebileceğim bir kaç şey tabii ki var.

Çok teşekkür ederim Babacığım. Bana yüreğimin getirdiklerini yapmayı deneme gücü verdiğin için, bu imkanı yaşamını çocuklarına adayarak sağladığın için. Bana öğrettiklerini ve bıraktıklarını ne kadar doğru kullanabildiğimi bilmiyorum. İçim rahat diyemem. Ama deniyorum.

Hakkın ödenmez Babacığım. Nur içinde yat. Ruhun şad olsun.

8 Ekim 2010 Cuma

Kişisel Gelişim için "Farkındalık-Değişim-Dönüşüm" Konferansı





2010-2011 dönemi başkanlığını yapmakta olduğum Fethiye Lions Kulübü'nün 8 Ekim Lions Dünya Hizmet Günü çalışması olarak gerçekleştirdiği ve Şiddetsiz İletişim konusu ile konuşmacı olarak katıldığım Kişisel Gelişim için "Farkındalık-Değişim-Dönüşüm" konulu konferans-panel çalışması Fethiye Esnaf ve Sanatkarlar Odası Konferans Salonu'nda 8 Ekim 2010 tarihinde gerçekleştirildi.

Diğer konuşmacılarımız Profesyonel Koç Sn. Naci Demiral'a ve Fethiye Kent Konseyi Kadın Meclisi Başkanı Psikoloji Bilim Uzmanı, Terapist Sn. Deniz Kader Şarlak'a katılımları ve destekleri için teşekkür ediyorum.

Konferans/Panel çalışmamıza katılarak bizi onurlandıran Fethiye İlçe Emniyet Müdürümüz Sn. İbrahim Saffet Koçer'e, Zabıta Müdürümüz Sn. Halime Ok'a, FETAV Müdürü Sn. Dilek Dinçer'e, Altı Nokta Körler Derneği Fethiye Şubesi Başkanı Sn. Mehmet Üstün'e, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Şube Müdürlerimize, Esnaf ve Sanatkarlar Odasına, katılan öğretmenlere, rehber öğretmenlere ve tüm Fethiye'lilere gösterdikleri büyük ilgiye ve şiddeti hayatımızdan çıkarmak ve yaşamlarımızda bireysel sorumluluklarımızı almak adına çıktığımız bu yolda zaman ayırdıkları ve destek verdikleri için yürekten teşekkür ederim.

3 Ekim 2010 Pazar

"1.Down Sendromu Dostluk Yürüyüşü" yapıldı.

--Ekim ayı DOWN FARKINDALIK AYI--









Ekim ayı Dünya'da "Down Sendromu Farkındalık Ayı" olarak kutlanıyor.


Zeynep Kocasinan dönem başkanı olduğu Fethiye Lions Kulübü adına İstanbul'da, Down Turkiye-Tomurcuk Vakfı tarafından organize edilen "1.Down Sendromu Dostluk Yürüyüşü"ne katıldı.


Beyoglu Galatasaray ile Tünel arasında gerçekleştirilen yürüyüşe Down Sendromlu gençler, çocuklar, aileler ve farklı dernek ve kurumlardan yüzlerce kişi katıldı.


Down Türkiye yetkililerini, Sn. Gün Osborn'u ve görev alan tüm gönüllüleri yürekten kutluyoruz.


Daha fazla bilgi için:
www.downturkiye.com











2 Ekim 2010 Cumartesi

III. Okul Ruh Sağlığı Sempozyumunun 2. Günü




Psikolojik Rehabilitasyon ve Eğitim Programları Derneği (PREP) tarafından düzenlenen III. Uluslararası Okul Ruh Sağlığı Sempozyumu'nun 2. gününde Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Sungur, Tel Aviv Üniversitesi'nden Dr. Tamie Ronen ve Dr. Michael Rosenbaum konferans konuşmacıları olarak yer aldılar.

Down Türkiye'den Sn. Gün Osborn'un da katıldığı Forumlara farklı okul ve kurumlardan konuşmacılar katıldılar.

PREP Derneğine, Sempozyum Başkanı Prof. Dr. Yankı Yazgan'a, Dr. Meltem Kora'ya ve tüm ekiplerine tekrar bu kıymetli çalışma ve buluşma için yürekten teşekkürler.

PREP Derneği hakkında daha fazla bilgi için:



1 Ekim 2010 Cuma

III.Okul Ruh Sağlığı Sempozyumu


Psikolojik Rehabilitasyon ve Eğitim Programları Derneği (PREP) tarafından düzenlenen III. Uluslararası Okul Ruh Sağlığı Sempozyumu İstanbul Barbaros Point Otel'de başladı.


1-2 Ekim 2010 tarihlerinde yapılacak olan Sempozyumun 1. gününde Yale Üniversitesi'nden Dr. Young-Shin Kim ve Dr. Bennett Leventhal konferans konuşmacılarıydılar.


1. Gün forumlarda birçok eğitimci yer aldı. PREP Derneğine bu kıymetli çalışma için yürekten teşekkürler.

Fethiye'de Kişisel Gelişim Konferansı


8 Ekim 2010 tarihinde Fethiye'de, Fethiye Belediyesi Kadın Meclisi, FETAV Vakfı ve Fethiye Lions Kulübü'nün ortak çalışması ile KİŞİSEL GELİŞİM için "FARKINDALIK-DEĞİŞİM-DÖNÜŞÜM" KONFERANSI düzenlenecektir.

Konuşmacılar, Endüstri Mühendisi, Eğitmen Ln. Zeynep Kocasinan, Psikoloji Bilim Uzmanı, Terapist Deniz Kader Şarlak ve Uluslararası Profesyonel Koçluk Derneği'nden Profesyonel Koç ve NLP Master Naci Demiral.

Konferans Fethiye Esnaf ve Sanatkarlar Odası Konferans Salonu'nda 8 Ekim 2010 Cuma günü Saat 16:00'da başlayacak.

Tüm Fethiyelileri bu konferansta görmek onur ve mutluluk verecektir.