Şiddetsiz İletişim yaklaşımı, diğer adıyla Yürekten İletişim benim için önemli bir iletişim tekniği. Daha derinden bilmeyi istediğim, anlatmayı ve paylaşmayı derinden istediğim bir yaklaşım. Küçüklüğümden beri şiddeti anlamakta zorlandığımı düşünürken annem ilkokul birinci sınıtfa sınıf başkanı olarak bayrak töreninde sıraya girmeyen sınıf arkadaşlarımı biraz şiddet tadı taşıyan yaklaşımlar ile hizaya getirmeye çalıştığımı ilkokulumun tam karşısındaki evimizin salon penceresinden gördüğü zaman ne yapacağını bilemediğini de anlatırdı. Ben tam olarak hatırlıyorum dersem yalan olur. Kimseye vurduğumu hatırlamıyorum, ancak sıraya sokmak için fiziksel dokunuşlarım olması ihtimali var. Yıl 1977. 7 yaşındayım.
Şiddetin farklı şekillerini kırk yaşını doldurmuş Zeynep olarak farklı yerlerde gördüm, yaşadım. Kabul edilmeye başlayan şiddetin belki de ruhun en büyük çaresizliği olduğunu da gördüm, gözlemledim. Özellikle son on yıl içinde eğitmen ve danışman olarak yaptığım özellikle bireysel çalışmalarda şiddetin, fiziksel ve sözel şiddetin ne kadar yaygın olduğunu tekrar tekrar gördüm. Kadınlara ve çocuklara evde ve okulda uygulanan şiddetin ne kadar yaygın olduğunu tekrar tekrar ve tekrar gördüm. Şiddetin ilk aşamalarda söz ile başlayan ısınma aşamaları olduğuna da gördüm. Sevgi dolu sözcüklerin kullanıldığı ortamlarda şiddet doğmuyor. Şiddet gerçekten bir konuşma ve iletişim tarzı ile yaşamda yer buluyor. Bu yüzden benim inancım bireysel ve toplumsal yaşamlarımızda barış ve huzur ortamı istiyorsak, öncelikle bunu dilimizde yaşamaya başlamamız gerekiyor.
Şiddetsiz İletişim’den bahsederken Engellilerin yaşamında şiddetin yeri ne, bu konuyu da düşünmeden geçemiyorum. Ekim ayının başında bu konuda beni düşündüren iki çalışmaya katılma şansım oldu. Ve belki aradan geçen 24-25 gündür bu konu aklımdan çıkmıyor. Yazarsam belki zihnimin içinde dönüp duran sesleri biraz dindirebilirim. Ekim ayının birinci ve ikinci günü İstanbul’da PREP Psikolojik Rehabilitasyon ve Eğitim Programları Derneği’nin düzenlediği III.Okul Ruh Sağlığı Sempozyumu’na katıldım. Türkiye’den ve Dünya’dan kıymetli hocaların konuşmacı ve Türkiye’den eğitim kurumlarının ve ilgili STK ve kuruluşların öğretmen ve yetkililerinin panelist olarak katıldıkları sempozyumun odak noktası akran şiddeti olmak üzere okulda şiddetti.
Ben okul hayatımda şiddete maruz kaldım mı diye düşünürken bir kere ilkokul öğretmenimin sanırım sınıftaki diğer arkadaşlarım ile birlikte elime cetvelle vurduğunu ve bir kere de kulağımı çektiğini hatırlıyorum. Herhalde hakkeden bir şey yaptığımı düşünmüyor olmalıyım ki bu iki olayı hala biraz flulaşmaya başlasalarda hatırlarım. İlkokulda başarılı bir öğrenci olarak neredeyse her zaman öğretmenimden aferin almaya, övülmeye ve kutlanmaya alışan küçük Zeynep için iki önemli an.
Şiddetsiz İletişim yaklaşımının penceresinden baktığımda ilkokul yıllarında beni beş yıl sınıf başkanı seçen arkadaşlarımın bir yandan beni zaman zaman gözlük kullandığım için dörtgöz diye çağırdıklarını da hatırlarım. Yani hem ait olma, hem dışarda kalma duygularını zaman zaman yaşadım. Hoşumuza gitmeyen bir isim ile çağrılmış, bundan hoşlanmadığımızı belirtmişsek ve yine de devam etmişse, bu bize uygulanan bir şiddettir. Bu anlamda okul hayatı boyunca kimilerimiz zaman zaman, kimilerimiz sıklıkla şiddete maruz kalıyor. Ben çok güvenli bir okul yaşamı geçirdiğimi düşünürken Şiddetsiz İletişim penceresi ile şiddetin yaşamıma tahminimden erken girdiğini görüyorum.
Şiddetsiz İletişim farkındalık çıtasını oldukça ileriye taşıyor. İstenilmeden verilen bir tavsiyenin de şiddet tadı taşıdığını aktarıyor. Senin bir şeyler yapmanı salık veriyorsam, sen bunu benden talep etmediysen, senin - dediğimi yapmazsan - eksik olduğunu düşünüyor, kabul ediyor ve ifade ediyor oluyorum. Bunu yapmaya iznim var mı?
Oooh böylekonuşmaya zaman mı var diye geçiyor bazen içimden. Bunları yaz da insanların bununla mı uğraşayacağız dediğini gör, diye geçiriyor içimdeki seslerden biri. Diğer bir tanesi insan yapabilir, şiddetten vazgeçebilir, bu öğrenilmiş bir şey, farkında değiliz, farkında olsak yapmayız, yaz yaz, diyor. Hayatımdan ve kelimelerimden şiddeti tamamen çıkarmayı henüz başaramamış Zeynep olarak, bunu yapabilmek adına yazmak istiyorum. Gerçekten karşısındaki her insana sevgi ile yaklaşabilen, sevgi ile dinleyebilen ve yargılamadan kabul ederek karşılayan insanlar gördüm. Varlar. Böyle insanlar var. Ben orada değilim, her zaman değilim. Belki davranış olarak orada kalmayı başarıyorum. İçimdeki sesler her zaman şiddetsizlikte değil. Ve bazen kelimelerimde de şiddetin tadı, kokusu var. Oluyor bazen. Her geçen gün azalıyor, ama var. Sıfır değil.
Okul Ruh Sağlığı Sempozyumunun son günü akşamüstü yapılan panelin konuşmacılarından bir tanesi Down Türkiye-Tomurcuk Vakfı’dan Sevgili Gün Osborn’du. Gün’ün down sendromlu bir oğlu var ve o bu perspektiften okuldaki şiddet konusu ile ilgili görüşlerini paylaşıyordu.
Benim için en etkileyici noktalardan biri down sendromlu ailelere okullarda bu çocukların kaynaştırma sınıflarında yer alarak kendi çocukları ile birlikte okumasını istemeyen ailelerin uyguladıkları sözel şiddet ve baskıydı . Sağlıklı çocukların ailelerinin down sendromlu çocukların ailelerine uyguladıkları baskı. Sonraki günlerde engelli ailelerine “normal” olarak adlandırdığımız kişilerin ve ailelerin uyguladıkları şiddete dair bir çok örnek karşıma çıkacaktı. İşte bu yüzden benceTürkiye sokaklarında down sendromlu çocukları görmüyoruz.
Doğrusu ben Okul Ruh Sağlığı Sempozyumunun ertesi gününe denk gelen 3 Ekim 2010 Pazar gününe kadar İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde hiç down sendromlu çocuk veya büyük görmemiştim. 40 yaşıma kadar hiç. O güne kadar hiç. O Pazar günü Down Türkiye’nin gerçekleştirdiği 1. Down Sendromu Dostluk Yürüyüşü’ne katıldım. Farklı yaşlardan down sendromlular ve aileleri ile bu konuyu önemli bulan kişilerle Galatasaray Lisesi’nin önünden Tünel’e ve oradan geri yürüdük. O güne kadar bu caddede hiç down sendromlu birini görmemişken, şimdi özellikle down sendromlu çocukları ve bebekleri ile gelmiş ailelere yaratılan bu alanda var olmanın tadını aldım. Bu alana, bu özgür var olma alanına ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu gördüm.
Siz bugüne kadar sokakta ailesi ile rahatça yürüyen, bir lokantada, kafede oturan kaç down sendromlu çocuk ya da büyük gördünüz?
Şiddetsiz İletişim ve engelli olmak üzerine düşünüyorum. Tesadüfler günleri ve olayları arka arkaya getiriyor sanki benim için. Uluslararası Lions Kulüpleri için Ekim ayında önemli bir gün var: 8 Ekim Lions Dünya Hizmet Günü. İkiyüzü aşkın ülkedeki tüm Lions Kulüpleri özellikle o gün ve o hafta topluma hizmet aktiviteleri gerçekleştiriyor. Dönem Başkanı olduğum Fethiye Lions Kulübü olarak bizlerde kişisel gelişim adıma konferans çalışmaları yapmak istedik. 8 Ekim günü için adı “Kişisel Gelişim için Farkındalık-Değişim-Dönüşüm” olan bir çalışma hazırladık. Bu çalışmada ben Şiddetsiz İletişim'i anlatacaktım. 8 Ekim arifesinde İstanbul’da Ekim ayının başında yaşadığım üç gün bana şiddet ve yaşam adına çok şey düşündürdü. Belki daha önce aklıma gelmeyen, engellilerin yaşamında şiddetin yerini de.
Ben engelli değilim. Evet, beş yaşımdan beri gözlük kullanıyorum ve 6 derece miyopum. Görme engelli değilim genelde bu kelimeyi kullandığımız anlamda, ama bir şeyi görememek, okuyamamak, gözlüğüm yoksa insanları tanıyamamak, fark edememek ne, biliyorum. İşitme engelli değilim. Ancak rahmetli babamın bir kulağı hiç duymazdı. Diğer kulağı da zaman içerisinde duyma yetisini yüzde seksen kadar yitirdi. Ancak babam için işitme engelli ifadesini hiç kullanmadık. Zaman içerisinde yitirilen bu yetiyi sonradan kullandığını fark ettiğim dudak okuma alışkanlığı ile hissettirmemişti babam. Duyan kulağının üzerine yatarak uyuduğunda babamı seslenerek uyandırmanın mümkün olmadığını ise ilkokul yıllarımda erken keşfedecektim.
Fiziksel engelli de diyemem kendime ancak lisede bir koşu yarışmasında ilk defa hayatıma giren ve sonra zaman zaman yaşamımda kendini gösteren ayak bileklerimdeki incinmeler, burkulmalar, lif kopmaları ve benzer problemler, koltuk değneği ve baston ile yürümek zorunda olmanın, tuvalete gitmek, giyinmek ve yıkanmak gibi ana ihtiyaçların karşılanmasının ne kadar zor olabileceğini aylarca deneyimletti bana. Bu engellerin yaşamı ne kadar zorlaştırabildiğini biliyorum. Tadını aldım. Böyle yaşadığım aylar ve haftalar oldu. Bir dönem sık sık tekrar etse de yine de geçici şartlardı benim için. Yine de tadını aldım. Tek başına ihtiyaçlarımı karşılayamamanın zorluğunu hissettim, yaşadım.
Ekim ayı Dünya Göz Nuru Günü’nün kutlandığı bir ay. Görme engeline dikkat çeken ve önlenebilir görme kaybına dikkat çeken bir gün. Farkındalık yaratmak adına önemli bir gün. Peki, özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar, trafikte şoförlerin birbirlerine “Kör müsün, görmüyor musun?” diye bağırdıklarına şahit olduğunuz mu? Benim bir akşam Fethiye’de başıma geldi. İki arkadaşımı almış Japonca dersimize gidiyorum. Daha önce kullanmadığım bir ara yoldan ana yola çıkıyordum. Esasında oldukça yavaş da gidiyordum, ışıkların yanıp sönerek geçit verdiği bir döner kavşakta sağ taraftan gelmekte olan aracı gerçekten yanımdaki arkadaşlarım beni uyarana kadar görmedim. Yirmi bir yıllık ehliyetli hayatımda bundan onaltı onyedi yıl önce yaşanmış ve far kırılması ile bitmiş ufak bir çarpışma dışında kazam yok. Araç ile ilgili arkadaşlarım beni uyarınca ve fark edince hemen fren yaptım; diğer araç geçti; ancak muhtemelen korkmuş olmalı ki diğer aracın sürücüsü biraz ileride durdu, aracının kapısını açtı ve bana yüksek sesle bağırdı, “Görmüyor musun, .... ? ”
Gerçekten görmemiştim. Ancak zihnim atlatılan kazayı düşünmek yerine sonrasında sarfedilen sözleri düşünüyordu. “Görmüyor musun, kör müsün?” cümlesini son bir iki hafta içinde farklı ortamlarda ne kadar sık duymuştum. Düşünmeden edemedim, ailesinde görme engelli olan bir kişi bu kelimeleri kullanır mıydı? Sözlerin getirdiği etkiyi hissedebilmek için o kelimelerin özelimizde bir şeylere dokunuyor olması şart mıydı?
Şiddetsiz İletişim geliştirilmiş bir iletişim yaklaşımı. Sağlıklı ve sevgi dolu iletişime dair tek teknik değil, çok farklı yaklaşımlar var. Şiddetsiz İletişim barışın, sevgi ve saygının kelimelerimizde hayat bulması gerektiğini hatırlatan bir yaklaşım olduğu ve bir yol haritası gösterdiği için kıymetli benim için.
...
Ve biliyorum ki her ne söylüyorsam, öncelikle kendim duymaya ve hatırlamaya ihtiyaç duyduğum için...