İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

31 Aralık 2008 Çarşamba

Yeni yılda hayallerinize giden yollarınız hep açık olsun...

29 Aralık 2008 Pazartesi

Ait Olduğumuz Topraklar


Yaşamın bizi farklılıklar ile kucakladığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Bir yandan oldukça homojen, aynılığı destekler görünen bir toplumda yaşıyor olmamızı hissetmeme rağmen, yine de benim topraklarım burası. İstanbul, Malatya, Fethiye, Konya, Harput ve Çelikhan. Başka ait olduğum bir yer yok, burası benim memleketim.

Okul yıllarımdan başlayan maceram yaşamımın farklı noktalarında farklı dinlerden, dillerden, ırklardan insanlar ile bir araya gelmemi sağladı. 12 yaşımda Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ne başlamam ile başlayan bu süreç sanırım benim yaşama bakış açımı da derinden etkileyecekti. Bu konu benim sık sık bahsettiğim bir konu, ama bu gece tekrar yazmak istiyorum. Tekrar ve tekrar.

Basında haberler yayılıyor. Irak’taki savaş artık Amerika’daki dizilerin bile parçası oldu. Benim Amerika’da okuduğum yıllarda Türkiye’nin coğrafyadaki yeri arkadaşlarım için oldukça büyük bir muamma idi başlarda. Arkadaşlarımın kimileri dünya vatandaşı olmaya açıldı, kimileri ise kapalı Amerika’lı dünyalarında kalmayı seçtiler. Ta ki 11 Eylül olaylarına kadar. Bu tarih bir nevi milattır - dünya coğrafyasında bulunduğumuz bölgenin tanınması ve bilinmesi için. Ne kadar üzücü bir ders. Öğrenildiyse tabi ki.

Amerika’da bir Türk olmak benim için zor değildi o günlerde. Hatta havalı bir şey olduğunu bile söylemem mümkün. Aynı sınavlardan geçerek, aynı şartlar altında mücadele vererek okumayı başardığımız okullarda, aynı anfileri paylaşarak yola çıkmıştık. Doğrusu birçok Amerikalı arkadaşımın yurtdışından gelip orada okuyor olmanın esasında o kadar da kolay bir şey olmadığını anladıklarını pek sanmıyorum. Ailelerimize mektup yazdığımız o günler geride kaldı, ve Amerika’da bir Türk olarak var olmanın şartları ise artık değişiyor.

Türkiye’den Amerika hakkında haberdar olmak artık çok kolay. Televizyon ve internet aradaki mesafeleri oldukça azalttı. Ancak Amerika’da bir yabancı olmak, özellikle Orta Doğu’ya yakın bir bölgeden gelerek Amerika’da yabancı olmak artık farklı anlamlar taşıyor.

Başka bir memleketim yok, Türkiye benim ait olduğum topraklar. Ancak Türk olmak, Türkçe konuşuyor olmak, Kurtuluş Savaşı’nda bu ülke için savaşmış dedelerimin olması, benden farklı bir dine ait, benden farklı dilleri konuşan, farklı topraklarda yaşayan insanlara karşı insafsız ve nefret dolu olmaya itebilir mi?

Zorlanıyorum. Neredeyse dünyanın her yerinden yüzlerce insan ile tanışmışken, dostluklar kurmuşken, onları nasıl yargılayabilirim?

Zor alanlar bunlar, ve ben gerçekten zorlanıyorum.

*

Evimde orkidelerim var. Onlara elimden geldiği kadar iyi bakmaya çalışıyorum. Ve bazen hızla bir dalın büyüdüğünü görürüm, tomurcuklar oluşur. İçimi bir sevinç kaplar. Ve bazen o içinde çiçeği taşıyan tomurcuğunun kurumaya başladığını görürüm. Açmak yerine vazgeçmeyi seçmiştir. Neyi farklı yaptım diye sorarım, neyi yanlış yaptım. Bir çiçek olacaktı, ve şimdi yere düşmüş cansız bir tomurcuk.

İnsan ilişkileri de aynen böyle değil mi?



*

Tamamlayıcı tıp metotlarında bilinen metotlardan bir tanesi de çiçek özleridir. Çiçeklerin kimyasal özelliklerinden çok enerjilerinin iyileştirici yönlerinden faydalanmayı içeren bu teknikte, dünyanın farklı bölgelerinden toplanmış çiçekleri ile duygusal ve ruhsal sıkıntılarımızın geçirilerek en doğru potansiyelimize ulaşmamız hedeflenir. Bach ve Bush çiçek özleri dünyada en çok tanınmış olanlarından.

Bu çiçekler kolumuzun ağrısını geçirmiyor, ya da onları midemizi rahatlatmak için kullanmıyoruz. Ruh hallerimize göre bize uygun olan çiçeği buluyoruz. Bir sevdiğimizi kaybettik ve büyük acı içinde miyiz? Bir çiçek bize yardımcı olabilir. Karanlık korkumuzu yenmek veya her akşam eve gelip gelmeyeceğini korku ile beklemekten vazgeçemediğimiz çocuğumuz ve eşimiz için duyduğumuz endişeyi gidermek için bir çiçeğe ne dersiniz? Mimulus’a veya Red Chestnut-Kırmızı Kestane çiçeğine ne dersiniz?

Ve bu çiçekler dünyanın neresinde yetişmiş olursa olsun ve biz dünyanın neresinde olursak olalım, bizlere, hepimize aynı güzelliği ve faydayı veriyor. Müslüman, Budist veya Hıristiyan olup olmadığımıza bakmadan. Ten rengimiz ile de ilgilenmiyorlar. Sadece duygularımızı soruyorlar. ‘Derdin ne? Ne hissediyorsun? Seni üzen ne? Ve yardım ediyorlar. Tam anlamı ile kendimiz olabilmemiz için.

*

Sadece çiçekler ile değil, enerji çalışmaları ile de yüzlerce farklı dinden, farklı ırklardan, farklı diller konuşan insan ile çalıştım. Örneğin gözlerinizi kapatıp Reiki vermek üzere ellerinizi bir kişinin omuzlarına koyduğunuzda hissedeceğiniz şey, tüm farklılık olarak adlandırdığımız renklerden ve seslerden arınmış bir enerjidir. O kişiye ait birçok özel bilgiyi taşır ama tüm farklılıkları içinde o kadar da aynıdır ki. Tekrar, tekrar ve tekrar deneyimlediğim bir şey.

Şimdi bana öz’de farklı olduğumuzu mu söylemek istiyorsunuz? Nasıl kabul edebilirim, aksini, ne kadar benzer olduğumuzu o kadar çok defa hissetmişken.

*

Sevgi gönderiyorum Tayland’a, Endonezya’ya, Avustralya’ya ve Fas’a. Sevgi gönderiyorum New Jersey’e, San Diego ve San Francisco’ya. İngiltere’ye sevgi gönderiyorum ve İskoçya’ya. Rio’ya ve Ekvator’a sevgi gönderiyorum. Bolivya üzerinden olabilir. Ya da Japonya. Tüm sevdiklerime, ve yaşam yollarımın kesiştiklerine… Yollarımız da yüreklerimiz gibi açık olsun.

*

Ait olduğumuz bir toprak ve bize ait çiçeklerimiz olabilir. Ama lütfen farklı olduğumuzu söylemeyin bana. Nasıl birlikte olabiliriz, bunun için ne dersiniz, lütfen bana bunu anlatın.

Sevgiyle,
Z.

______________________________________________________________
Günün Onaylaması: “Yaşam tüm ihtiyaçlarımı fazlası ile bana sunuyor. Yaşama güveniyorum.” Louise L. Hay

Üstatlardan: “Şans her zaman kuvvetli bir şeydir. Oltanın her zaman atılı olmasına müsaade et; hiç beklemediğin sularda balık bulabilirsin.” Ovid

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi
: “Şiddetsiz İletişim” Yazar: Michael Rosenberg
______________________________________________________________
www.serbestyazarlar.com sitesindeki yazılarından.

27 Aralık 2008 Cumartesi

Yaşamayı Seçtiğimiz Renkler




Ekim ayı’nda Londra’daydım. Bir fırsatını yakalayıp Tate Modern ’e gittim. Rothko ’nun da bir sergisi vardı. 1940’larda 1950’lerde modern resim için belki de büyük çıkışlardan biriydi belki Rothko’nun zaman içinde değişen çalışmaları. Kendisi bu adlandırmaları pek kabul etmiyor olsa da.

Rothko’nun eserlerini sevmem diyemem. Soyut ve modern çalışmalar beni cezbeder. Ancak o Ekim günü Tate Modern’de sergilenen renkler sanki ruhumu üzdü. Kim bilir bu çalışmaları yaparken Rothko’nun ruhu neredeydi. Gönlüm başka resimleri diliyordu.

Konu resimlerin soyut olması değildi. Ben de İstanbul’daki büyük HSBC patlamasının olduğu günden beri soyut resimler yapıyorum. Neden ve nasıllarına girmeyeceğim. Gönlümden artık bunu yapmak geliyor. Bir ressamın yüreğinden gelen renkler ile çalışmasının de demek olduğunu biliyorum. Eğer kendiniz ile yüzleşme cesaretiniz varsa başka yol da yoktur hani. Ancak o renkleri istememize neden olan ruh halleri nelerdir? İşte buraya baktığımızda farklı cevaplar ortaya çıkıyor.

Tamamlayıcı tıp’ta renklerin ayrı bir yeri var. Birçok hoca, ki benim hocalarımdan bir tanesi de, farklı renkler veren el fenerleri ile çalışıyor. Bedenin farklı yerlerine ihtiyacına göre belirli bir rengin frekansını veriyorlar. Belki birçoğunuz ‘çakra’ kelimesini duydunuz. Enerji çalışmalarında çok kullanılan bu kelime bedenimizin etrafını sardığı varsayılan enerji alanın giriş bölgeleridir. Genel olarak 7 ana enerji girişi, 7 çakramız olduğu varsayılır. (Çarka yerine ‘şakra’ kelimesinin kullanıldığına da rastlayabilirsiniz.) Genel olarak her çarka, aynı frekansı temsil eden bir renk ile ilişkilendirilir. Örneğin, boğaz bölgemizdeki çarkanın mavi rengin frekansı ile uyumlu olduğu düşünülür, ve bu bölgedeki problemleri gidermek için mavi renk ile çalışır. Ancak, benim renk çalışması olarak bahsetmek istediğim şey bundan biraz farklı. Belki bunu ruhumuzun renklerine ve renklere ihtiyacına bakmak olarak tarif edebiliriz.

Rothko sergisini gezerken kendimi koyu ve pek de berrak olmayan renklerin içinde buldum. Oldukça büyük ebatlı çalışmalar ile dolu odaları dolaşırken, sergiye geleli belki de 5 dakika dahi olmamıştı, şiddetle oradan çıkmak istediğimi fark ettim. İçimdeki hisleri bastırmaya çalışarak gezdim, tarifi zor bir huzursuzluk ile. Ruhum ogün bu karanlığı istemiyordu. Belki de karanlıklar hiçbir zaman da benim favori alanım olmayacaktı.



Geçtiğimiz Mayıs ayı’nda bambaşka bir müzedeydim. Japonya’nın güneyinde Shiga bölgesinde Shigaraki dağlarındaki Miho Müzesi ’nde. Londra’nın ortasındaki endüstriyel tasarımı ile Tate Modern ve muhteşem bir doğa içerisinde bir dağın adeta oyularak içine oturtulmuş bir müze olarak Miho Müzesi sanki ayrı dünyaları temsil ediyorlar. Ve ben esasında bu iki dünyayı da seviyordum.


Ben Londra’yı çok severim. Gerçekten evimde hissettiren, kendimi ait hissettiğim bir şehirdir. Japonya’da ise tamamen farklı bir doğa ve kültür içinde aynı şeyleri hissettiğime zaman zaman ben de şaşırıyorum. Peki, her iki dünyada aynı keyif ile var olabilmek nasıl mümkün?

Ruhumuzun sesini dinleyerek.

Esas olan ruhumuzun o gün için, o günler için arzuladığını duyabilmek ve bu ses ile gitmek. Ve ruhumuz gerçekten kimi günler bazı renkleri ve bazı görüntüleri arzular. Beslenebilmek için, doyabilmek için. Belki o yeşil kazağı giymek için ısrarlar aramanız sadece size yakıştığını düşündüğünüz için değil. Belki o mavi atkı yıllar içinde eskimiz ve yıpranmış olsa da hala boynunuzu farklı bir şefkat ile sarıyor. Sahi, o mavi atkıyı boynunuz neden istiyor?

*

Bedenimiz bir enerji ve bu enerji kendini korumak, beslemek ve tamamlamak için enerjiye ihtiyaç duyuyor. Bu enerjinin büyük bir kısmını yiyeceklerden alıyoruz. Birçok üstada göre yediğimiz yiyeceklerin rengi bile içindeki bildiğimiz besin değerlerinin üzerinde bir şeyler veriyor ve söylüyor.

Renklerin size neler söylediğini daha iyi duyabilmek için biraz dinlemeye ne dersiniz? Hangi renkleri giymekten hoşlanıyorsunuz? Odanızda, evinizde hangi renkler hâkim? Hangileri sizi mutlu ediyor?

Ana tarifleri renklerin bazı genel anlamları var. Örneğin yeşil rengin, özelikle zümrüt yeşilinin iyileşmeyi desteklediğine inanılıyor. Mavi rengin sağlıklı ifade ve iletişimi desteklediğine, kırmızının bizi yaşama bağladığına ve “yapma-başarma” gücümüzü artırdığına. Tabi kırmızın iştah açtığını çok duymuşuzdur. Kim bilir gerçekten yaşama iştahımıza da artırıyordur belki de.

Yaşamaktan keyif aldığınız sevgi dolu günler sizinle olsun.

Sevgiyle,
Z.

______________________________________________
Günün Onaylaması: “Bedenim için iyi olan yiyeceklerden keyif alıyorum. Vücudumun her hücresini seviyorum.” Louise L. Hay

Üstatlardan: “Resmin kendi yaşamı vardır. Ben onun çıkmasına izin vermeye çalışırım.” Jackson Pollock

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi: “Tibet’in Gençlik Pınarı” Yazar: Peter Kelder

______________________________________________
www.serbestyazarlar.com adresinden yazılardan.

Önce Soru Vardı



Arnavutköy’de bir Cuma akşamüstü. Bilgisayarımdan başımı kaldırdığımda henüz Kuleli Askeri Lisesi’nin ışıklarının yanmadığını görüyorum. Aralık ayının 26’sı ve günler oldukça kısa. Sahil yolundan geçen arabaların sesleri geliyor, ancak Boğaz’dan geçen tekneler oldukça sessiz. Balıkçı tekneleri, gezi tekneleri, sandallar, bazen vapurlar. Bazen büyük bazen küçük motor yatlar. Boğaz’dan yelkenlileri görebilmek için ise özel yarış günlerini beklemek gerek. Sakin bir telaş var hep Boğaz’ın üzerinde. Ve bazen de geceleri sessizce adeta penceremi dolduran dev yük gemileri ve tankerler. Yaşam gözlerimin önünden akıp gidiyor. Güneş açtığında parlayan deniz bu soğuk kış gününde belki de ince ince yağan yağmurun etkisi ile açık uçuk mavi bir renk almış. Arnavutköy’deyim ve bir yıl bitmek üzere.

Bir gündüz vakti camdan dışarıyı, başımı bilgisayarımdan kaldırarak da olsa, seyretme zamanı bulmak her zaman yapabildiğim bir şey değil. Ancak bu yılın sonu bazı sorunları sormanın doğru olduğunu düşünmeye başladığım bir zaman oldu. Sorular ile yürüdüğüm yolun ayrılmaz bir parçası.

Soru sormak, yüreğimizden geçen gerçek soruları sormak bizlerin çok da başarılı olduğumuz bir şey değil. Meraklı bir toplum olduğumuz düşünülebilir. Ancak yüreğimizdeki en derin soruları sormaya cesaretimiz var mı, işte bunu sorguluyorum. Her gün. Öncelikle kendim için, sonrasında da yaşamlarına destek vermeye söz verdiğim kişiler için.

Evet, ben bir yaşam koçuyum. Yaptığım şeylerden bir tanesi bu.

Bir yaşam koçu özellikle dinleyerek ve sorarak karşısındaki insanın kendi içindeki en derinlerine ulaşmasına destek vermeye çalışan bir insan. Kısaca böyle özetleyebilirim belki de. Ve kim bilir belki de bu sorular bulmayı arzu ettiğimiz cevapların o kadar da derinlerde olmadığını gösterebilir.

Yılın bitmeye yaklaştığı bu günlerde ben buradaki yazılarıma sorular ile başlamak istiyorum. Cevapları, cevaplarınızı araştırmaya ne dersiniz?

Haydi yolunuz açık olsun…

*
Sorular… Sorular… Sorular…:

? Siz kimsiniz?

? Sizi gerçekten neler mutlu ediyor?

? Gerçekten ve tam olarak ne istiyorsunuz?

? Yaşamınızın her gününde daha çok neleri deneyimliyor olmak istersiniz?

? Yaşamınızda direnerek veya tepki vererek enerjinizi harcadığınız şeyler neler?

? İstediğiniz gibi bir yaşam yaratmak için gerçekten arzu ettiğiniz şeylerin neler olduğunu bilmek adına neler yapabilirsiniz?

? İstemediğiniz halde ‘hayır’ diyemediğiniz durumlar hangileri?

? Hayatınızda tamamlanmadığı ve yarım bırakıldığı için ilerlemenize engel olan şeyler nelerdir? … Bunları tamamlamak için neler yapabilirsiniz?

? Elinizden geleni yaptığınızı tamamen hissediyor olmanız için neler yapıyor olmanız gerekiyor?

Söyleyecek söz çok, ancak sorular olmadan da anlamlı sözleri bulmak kolay değil.

Yolumuz açık olsun.

Sevgilerimle,

Z.

______________________________________
Günün Onaylaması:
“Kimse beni kıramaz, üzemez ve kötülük yapamaz, eğer ben izin vermezsem.”
R. Şanal Günseli

Üstatlardan:
“Dışardan bir şeyler tarafından uyarılmış olsalar da, hakiki başlangıçlar içimizde başlarlar.”
William Bridges

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:
“Dingin Savaşçı” Yazar: Dan Millman

______________________________________
www.serbestyazarlar.com adresindeki yazılardan.

26 Aralık 2008 Cuma

Günün Onaylaması

"Kendimi olduğum gibi seviyorum. Kendimi sevmek için artık mükemmel olmayı beklemiyorum."

24 Aralık 2008 Çarşamba

Mevlana'dan...


O kadar küçüğüm ki neredeyse gözükmüyorum.
Bu muhteşem sevgi nasıl içimde olabilir?

Gözlerine bak. Küçükler;
ama devasa şeyler görebiliyorlar.

23 Aralık 2008 Salı

Yıllar Sonra "Karate Kid"


Yıllar sonra tekrar seyrettim bu filmi. Orijinal adı: The Karete Kid. Sanırım ilk defa ortaokul yıllarında seyretmiştim bu filmi. Sonra, evet yıllar sonra yurtdışından o filmi getirttim. Ve dün gece tekrar seyrettim. Yeni taşındıkları mahallesinde var olma mücadelesi veren genç bir delikanlı Daniel ve O’na karate öğreten site görevlisi yaşlı Japon kökenli Amerikalı hocası Bay Miyagi’nin hikayesi.

Enteresan olan kimi sahneleri sanki daha dün seyretmişim gibi hatırlamam oldu. Kimi cümleleri, kimi görüntüleri. Aradan neredeyse 25 yıla yakın zaman geçmiş.

Tekrar seyretmek istedim çünkü özellikle bir sahneyi tekrar görmek istedim. Daniel bir karate turnuvasındadır ve onu rahatsız eden gruptan bir genç ile yarı final dövüşü yapmaktadır. Ve rakibi onu dizinden kasten sakatlar. Rakibi diskalifiye olur, yarı finali kazanmıştır; ancak grubun, belki çete demek daha doğru, başı olan genç ile final da dövüşemeyecektir artık. Ve hocası Migayi’den daha önce bir kere daha yaptığı gibi ellerini ağrıyan kere koymasını ve onu iyileştirmesini rica eder. Migayi Daniel’a gözlerini kapattırır, ellerini ovuşturur ve Daniel’in dizinin üzerine koyar. Yapılan her ne ise, Daniel final karşılaşmasına çıkar. Ve orada yaşadığı zorluklara rağmen sonunda kazanmayı başarır.



Bu sahneyi yıllarca hatırladım. Ve sonra unuttum.

Yıllar sonra, Reiki Hocası olduktan belki 2-3 yıl sonra bu filmi hatırladım. Böyle bir sahne olduğunu hatırladım. Filmi internet üzerinden sipariş ettim ve yurtdışından getirttim. Enteresan olan, sonra bir kaç yıl daha seyretmedim filmi. Nedense durdu, bekledi. Birkaç defa elime almışımdır kutusunu ama seyretmedim. Ta ki dün akşama kadar.

Dün akşamın ne özelliği var?

Esasında olağan bir Pazartesi akşamı. Hatta olağandan daha da sakin bir Pazartesi’ydi diyebilirim.

Ancak, hiçbir özelliği yoktu dersem de yalan olur.

Dün akşam Reiki üzerine yazdığım birinci kitabımın artık bittiğine karar vermiştim.



Miyagi’nin elleri ile ne yaptığının adı hiç geçmiyor o filmde, ancak yıllar sonrasına benim bilinçaltımda taşınanlar da olmuş anlaşılan.



Japonya’yı seviyorum. Japoncayı seviyorum. Ve 1900’lerin başlarından itibaren dünyaya o coğrafyadan taşınan enerjiler bana çok uyumlu geliyor.

Yaşamda herkesin yaşam yoluna destek vermeleri dileğiyle.

Sevgiler,

Z.

________________________________________________________________________
Günün Onaylaması:
“Hayatımın bütün olaylarının ve hayatımdaki insanlarla yaşadıklarımın gerisindeki anlamı bir bir çözüyorum. Orada benim asıl hayat amacım gizli. Ben bu amacı gerçekleştirmek için geldim.”
R. Şanal Günseli

Üstatlardan:
“İnsan, kendisine diğer bilebildiği şeylerden daha fazla keyif veren bir şeyi yapmayı reddetme hakkına sahip olacak kadar özgür değildir.”
Stendhal

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:
“Düşlerinizi Gerçekleştirebilirsiniz” Yazarlar: Jack Canfield, Mark Viktor Hansen

İstanbul'un Sihirli An'larına


Londra’dan Gelmeyen Kitaplar

Eylül, Ekim ve Kasım aylarında muhtelif defalar Londra’ya gitme şansım oldu. Öncelikle Japon Shumei’nin Londra’da yapılacak olan yıllık Avrupa toplantısına katılmak için, ve sonra da farklı hoca ve gruplar ile çalışmalar yapmak için.

Londra’yı seviyorum. Çocukken yurtdışına ilk gittiğim şehir oldu Londra. İçinde var olması, yaşaması kolay bir şehirdir. Tüm kalabalığına ve telaşına rağmen bir düzen ve bu düzenin getirdiği bir huzur da vardır. Tabi pahalılığını saymazsanız.

Londra’dayken Kabbalah Centre’ın Londra Merkezi’ni de ziyaret etme şansım oldu. Türkiye’den bir arkadaşım birkaç yıldır orada çalışıyor ve eğitmenlik yapıyor.

Bazen kendimi tekrar ettiğimi düşündürse de ruhsal ve hatta enerjisel çalışmaların hakkı ile yapıldığında öz’de ne kadar bir olduklarını deneyimliyorum. Bunu bu kadar çok ve sık hissetmemin anlamı nedir diye düşünmüyor da değilim.

Ben yeni şeyleri severim. Yeni diller öğrenmeyi severim, yeni kitaplar keşfetmeyi, yeni hocalar keşfetmeyi severim. Artık ev ve ofislerimdeki kütüphaneler kitaplarıma yetmez oldu. Hayalim gerçekten belki sayılarını da tam bilmediğim 3000 civarındaki kitabım için bir arada bulunabilecekleri bir mekân bulmak. Şimdi İstanbul’da ve Fethiye’de evlerimde, ofislerimde, ve resim atölyemde dahil olmak üzere toplam 6 ayrı mekâna dağılmış durumdalar. Bir yandan bunun bir güzelliği var. Her gittiğimde yerde özlediğim kitaplarımı buluyorum. Bir sevgiliye tekrar kavuşmak gibi.

Ve bazen gerçekten bir kitabın belirli bir sayfasını açıp bir satırı okumayı özlüyorum.

Bir kitabı tekrar tekrar okumak. Bir satırı aramak, özlemek. Bir cümlenin tadını özlemek…

Londra’dan gelirken biraz kitap getirdim. Yurtdışından internet üzerinden kitap sipariş etmek kolaylaştığı için eskisi kadar çok kitap taşımıyorum yurtdışına gittiğimde.

Üniversite öğrenimim bitip Türkiye’ye döndüğüm zaman gümrükten eşyalarımı çekerken onlarca kitap kolisini görünce gümrük memurları da şaşırmıştı. Güzel bir yarış bisikletim vardı; onu geride, Amerika’da bıraktım, bir arkadaşıma ve tabi ev eşyalarımı da getirmedim. Ancak şimdi bir an için yıllar sonra gözlerimin önüne gelmiş olsalar da, belki de bugüne kadar aklıma bile gelmediler. Ama kitaplarım geliyor ve iyi ki de getirmişim diyorum.

Londra’dayken yine alıp getirmek istediğim çok kitap oldu. Ancak son yıl içinde, kendime belki 3-5 yıldır verip durduğum, bir sözümü uygulama başladım. Artık eskisi kadar kitap almıyorum. Öncelikle koyacak yer bulmakta zorlanıyorum bu doğru. Ancak nedeni bu değil.

Bu günlerde ben eski kitaplarıma dönüyorum. Yeni kitaplardan çok eski kitaplarıma. Belki de onlarca defa okuduğum kitaplarıma.

Nereden mi geldi bu his?

Yazmayı çocukluğumdan beri sevmişimdir. Günlük yazarım, şiir yazarım, dergilere ve bazı gazetelere yazılar, ekler ve dokümanlar hazırlarım. Bunu birkaç yıldır daha da yoğun ve profesyonel olarak yapıyorum. Ben ilk defa yazmaya başladığım kitap taslaklarına ciddi olarak eğilmeye başladım.

Eski kitaplarıma dönmem çalışmalarım için kaynak arayışından değildi. Yazarken aynı şeyi söylemek için hepimizin ne kadar farklı yollar, şekiller ve ifadeler seçtiğimizdi. Bunun içine girmek istedim. Bu duygunun. Ve tanıdığım, bildiğim kitapların içine, biraz daha derinlerine dalmak istedim.

Bu zorla yapılabilecek bir şey değil. İstemek gerek.

Ben küçükken yavaş okumakta zorlanırdım. Bir Cuma akşamı okumaya başladığım bir kitabı bitirmeden uyuyamazdım. Belki bu Cumartesi sabahının ilk ışıkları ile uyumak anlamına gelebiliyordu. O anlarda benden mutlusu yoktu. Bu hissi özlüyorum. Belki klasikleri okumayı bitirdikten sonra satır satır izini sürmek istediğim kitaplar azaldı. Yine de karşıma çıkar zaman zaman. Ya da çıkmıyorsa, ben de artık geri dönüyorum, eski tanıdık dünyalara.



Özellikle Kasım ayındaki son gidişimde, Londra’dan kitap getirmedim. Hatta fazla alışveriş yaptım da diyemem.

Sadece ve sadece çalışmalar yaptım. Farklı kültürlerden, öğretilerden yetişen dostlar ve hocalar ile.

Ne getirdiysem sadece içimde taşıyabildiğim.

Ne güzel bir his bu.




Bir Vapur Geçti Boğaz’dan

İstanbul Boğazı’nı seyrediyorum Arnavutköy’den. Dün de bilgisayarımdan başımı kaldırdığımda bir vapur görmüştüm. Karadeniz yönüne doğru akıntıya karşı ağır ağır gidiyordu. Bir süre gözlerim o görüntüye takılı kalmış ve seyretmiştim. “Ne güzel bir manzara bu’ demiştim. Akşam nadiren açtığım televizyonda, seyrettiğim vapurun adının “Fenerbahçe” ve bir iki dakika seyredebildiğim geçişinin de son hizmet seferi olduğunu öğrendim. Bir an için yüreğim sanki sessizleşti vapurun Boğaz’daki süzülüşünü hatırlayınca. Rahmi Koç Müzesi’nde sergilenecek olmasına ise sevindim.



Bu gün bizi bekleyen sihirli an’lar neler, keşfetmek üzere…

Sevgilerimle,

Z.

________________________________
Günün Onaylaması:
“ Kendi yaşam sorumluluğumu üzerime alma görevimi hiçbir koşul ve sebeple ertelemem.” R. Şanal Günseli

Üstatlardan:
“Yaşamınızdan lüzumsuz bir şeyleri çıkarın. Alışkanlıklarınızdan vazgeçin. Kendinizi güvensiz hissettiren bir şey yapın.”
Piero Ferrucci

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi
:
“Mevlana Aşkın Kitabı” Derleyen: Coleman Barks

17 Aralık 2008 Çarşamba

Bir Yıl Dönümü Daha


Dünya dönüyor ve yıllar geçiyor.

Tarih 17 Aralık. Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin ölüm yıldönümü.

Geçen Aralık ayında doğumunun 800. yılı olması nedeni ile yaşamının büyük bir kısmını ülkemiz topraklarında geçiren ve Konya'da ölen büyük Veli Mevlana Celaleddin-i Rumi büyük törenler ile anılmıştı. 2007 yılı UNESCO tarafından Mevlana Yılı ilan edilmişti. Bir yıl daha geçmiş. Ama Mevlana yüreğimde hala aynı tazelikte.

Mevlana'nın benim yaşamımdaki yeri ayrı. Bu gün sözü Hz.Mevlana'nın kelimelerine bırakmak belki de en doğrusu.

Ruhu Şad Olsun. Nur İçinde Yatsın...

***
Coleman Barks'ın Derlemelerinden:

SESSİZLİK

Bu yeni aşkın içerisinde, öl.
Senin yolun diğer tarafta başlıyor.
Gökyüzü ol.
Hapishane duvarlarına baltayla gir.
Kaç. Birden renkte can bulan birisi gibi
yürüyerek çık.
Şimdi yap.
Kalın bulutlarla kaplısın.
Kenara kayarak sıyrıl. Öl,
ve sessiz ol. Sessizlik ölmüş olmanın
en belirgin işaretidir.
Eski hayatın sessizlikten
delicesine bir kaçışmaydı.

Dilsiz dolunay şu anda ortaya çıkıyor.

Mevlana Celaleddin-i Rumi

***

Sevgilerimle,
Z

3 Aralık 2008 Çarşamba

Erickson College Life Coaching - Yaşam Koçluğu

ICF (International Coaching Federation) tarafından tanınan Erickson College International Yaşam Koçluğu programını da tamamlayan Zeynep Kocasinan, özellikle hayatına değişim getirmek isteyenlere koçluk formatı altında bireysel programlar sunmaktadır.

8 ile 10 seanslık çalışmalar ile üzerinde yoğunlaşmak istediğiniz projeler ve konular hakkında koçluk hizmeti almanız mümkün.

Koçluk kişinin bireysel gücünü farketmesi ve eline almasına destek veren bir süreç.

Türkiye'de de tanınmaya başlayan bu yaklaşımı uluslararası standartlarda sunmak da hem etik yaklaşımlar hem de metodoloji açısından önem taşıyor.