İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

31 Aralık 2008 Çarşamba

Yeni yılda hayallerinize giden yollarınız hep açık olsun...

29 Aralık 2008 Pazartesi

Ait Olduğumuz Topraklar


Yaşamın bizi farklılıklar ile kucakladığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Bir yandan oldukça homojen, aynılığı destekler görünen bir toplumda yaşıyor olmamızı hissetmeme rağmen, yine de benim topraklarım burası. İstanbul, Malatya, Fethiye, Konya, Harput ve Çelikhan. Başka ait olduğum bir yer yok, burası benim memleketim.

Okul yıllarımdan başlayan maceram yaşamımın farklı noktalarında farklı dinlerden, dillerden, ırklardan insanlar ile bir araya gelmemi sağladı. 12 yaşımda Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ne başlamam ile başlayan bu süreç sanırım benim yaşama bakış açımı da derinden etkileyecekti. Bu konu benim sık sık bahsettiğim bir konu, ama bu gece tekrar yazmak istiyorum. Tekrar ve tekrar.

Basında haberler yayılıyor. Irak’taki savaş artık Amerika’daki dizilerin bile parçası oldu. Benim Amerika’da okuduğum yıllarda Türkiye’nin coğrafyadaki yeri arkadaşlarım için oldukça büyük bir muamma idi başlarda. Arkadaşlarımın kimileri dünya vatandaşı olmaya açıldı, kimileri ise kapalı Amerika’lı dünyalarında kalmayı seçtiler. Ta ki 11 Eylül olaylarına kadar. Bu tarih bir nevi milattır - dünya coğrafyasında bulunduğumuz bölgenin tanınması ve bilinmesi için. Ne kadar üzücü bir ders. Öğrenildiyse tabi ki.

Amerika’da bir Türk olmak benim için zor değildi o günlerde. Hatta havalı bir şey olduğunu bile söylemem mümkün. Aynı sınavlardan geçerek, aynı şartlar altında mücadele vererek okumayı başardığımız okullarda, aynı anfileri paylaşarak yola çıkmıştık. Doğrusu birçok Amerikalı arkadaşımın yurtdışından gelip orada okuyor olmanın esasında o kadar da kolay bir şey olmadığını anladıklarını pek sanmıyorum. Ailelerimize mektup yazdığımız o günler geride kaldı, ve Amerika’da bir Türk olarak var olmanın şartları ise artık değişiyor.

Türkiye’den Amerika hakkında haberdar olmak artık çok kolay. Televizyon ve internet aradaki mesafeleri oldukça azalttı. Ancak Amerika’da bir yabancı olmak, özellikle Orta Doğu’ya yakın bir bölgeden gelerek Amerika’da yabancı olmak artık farklı anlamlar taşıyor.

Başka bir memleketim yok, Türkiye benim ait olduğum topraklar. Ancak Türk olmak, Türkçe konuşuyor olmak, Kurtuluş Savaşı’nda bu ülke için savaşmış dedelerimin olması, benden farklı bir dine ait, benden farklı dilleri konuşan, farklı topraklarda yaşayan insanlara karşı insafsız ve nefret dolu olmaya itebilir mi?

Zorlanıyorum. Neredeyse dünyanın her yerinden yüzlerce insan ile tanışmışken, dostluklar kurmuşken, onları nasıl yargılayabilirim?

Zor alanlar bunlar, ve ben gerçekten zorlanıyorum.

*

Evimde orkidelerim var. Onlara elimden geldiği kadar iyi bakmaya çalışıyorum. Ve bazen hızla bir dalın büyüdüğünü görürüm, tomurcuklar oluşur. İçimi bir sevinç kaplar. Ve bazen o içinde çiçeği taşıyan tomurcuğunun kurumaya başladığını görürüm. Açmak yerine vazgeçmeyi seçmiştir. Neyi farklı yaptım diye sorarım, neyi yanlış yaptım. Bir çiçek olacaktı, ve şimdi yere düşmüş cansız bir tomurcuk.

İnsan ilişkileri de aynen böyle değil mi?



*

Tamamlayıcı tıp metotlarında bilinen metotlardan bir tanesi de çiçek özleridir. Çiçeklerin kimyasal özelliklerinden çok enerjilerinin iyileştirici yönlerinden faydalanmayı içeren bu teknikte, dünyanın farklı bölgelerinden toplanmış çiçekleri ile duygusal ve ruhsal sıkıntılarımızın geçirilerek en doğru potansiyelimize ulaşmamız hedeflenir. Bach ve Bush çiçek özleri dünyada en çok tanınmış olanlarından.

Bu çiçekler kolumuzun ağrısını geçirmiyor, ya da onları midemizi rahatlatmak için kullanmıyoruz. Ruh hallerimize göre bize uygun olan çiçeği buluyoruz. Bir sevdiğimizi kaybettik ve büyük acı içinde miyiz? Bir çiçek bize yardımcı olabilir. Karanlık korkumuzu yenmek veya her akşam eve gelip gelmeyeceğini korku ile beklemekten vazgeçemediğimiz çocuğumuz ve eşimiz için duyduğumuz endişeyi gidermek için bir çiçeğe ne dersiniz? Mimulus’a veya Red Chestnut-Kırmızı Kestane çiçeğine ne dersiniz?

Ve bu çiçekler dünyanın neresinde yetişmiş olursa olsun ve biz dünyanın neresinde olursak olalım, bizlere, hepimize aynı güzelliği ve faydayı veriyor. Müslüman, Budist veya Hıristiyan olup olmadığımıza bakmadan. Ten rengimiz ile de ilgilenmiyorlar. Sadece duygularımızı soruyorlar. ‘Derdin ne? Ne hissediyorsun? Seni üzen ne? Ve yardım ediyorlar. Tam anlamı ile kendimiz olabilmemiz için.

*

Sadece çiçekler ile değil, enerji çalışmaları ile de yüzlerce farklı dinden, farklı ırklardan, farklı diller konuşan insan ile çalıştım. Örneğin gözlerinizi kapatıp Reiki vermek üzere ellerinizi bir kişinin omuzlarına koyduğunuzda hissedeceğiniz şey, tüm farklılık olarak adlandırdığımız renklerden ve seslerden arınmış bir enerjidir. O kişiye ait birçok özel bilgiyi taşır ama tüm farklılıkları içinde o kadar da aynıdır ki. Tekrar, tekrar ve tekrar deneyimlediğim bir şey.

Şimdi bana öz’de farklı olduğumuzu mu söylemek istiyorsunuz? Nasıl kabul edebilirim, aksini, ne kadar benzer olduğumuzu o kadar çok defa hissetmişken.

*

Sevgi gönderiyorum Tayland’a, Endonezya’ya, Avustralya’ya ve Fas’a. Sevgi gönderiyorum New Jersey’e, San Diego ve San Francisco’ya. İngiltere’ye sevgi gönderiyorum ve İskoçya’ya. Rio’ya ve Ekvator’a sevgi gönderiyorum. Bolivya üzerinden olabilir. Ya da Japonya. Tüm sevdiklerime, ve yaşam yollarımın kesiştiklerine… Yollarımız da yüreklerimiz gibi açık olsun.

*

Ait olduğumuz bir toprak ve bize ait çiçeklerimiz olabilir. Ama lütfen farklı olduğumuzu söylemeyin bana. Nasıl birlikte olabiliriz, bunun için ne dersiniz, lütfen bana bunu anlatın.

Sevgiyle,
Z.

______________________________________________________________
Günün Onaylaması: “Yaşam tüm ihtiyaçlarımı fazlası ile bana sunuyor. Yaşama güveniyorum.” Louise L. Hay

Üstatlardan: “Şans her zaman kuvvetli bir şeydir. Oltanın her zaman atılı olmasına müsaade et; hiç beklemediğin sularda balık bulabilirsin.” Ovid

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi
: “Şiddetsiz İletişim” Yazar: Michael Rosenberg
______________________________________________________________
www.serbestyazarlar.com sitesindeki yazılarından.

27 Aralık 2008 Cumartesi

Yaşamayı Seçtiğimiz Renkler




Ekim ayı’nda Londra’daydım. Bir fırsatını yakalayıp Tate Modern ’e gittim. Rothko ’nun da bir sergisi vardı. 1940’larda 1950’lerde modern resim için belki de büyük çıkışlardan biriydi belki Rothko’nun zaman içinde değişen çalışmaları. Kendisi bu adlandırmaları pek kabul etmiyor olsa da.

Rothko’nun eserlerini sevmem diyemem. Soyut ve modern çalışmalar beni cezbeder. Ancak o Ekim günü Tate Modern’de sergilenen renkler sanki ruhumu üzdü. Kim bilir bu çalışmaları yaparken Rothko’nun ruhu neredeydi. Gönlüm başka resimleri diliyordu.

Konu resimlerin soyut olması değildi. Ben de İstanbul’daki büyük HSBC patlamasının olduğu günden beri soyut resimler yapıyorum. Neden ve nasıllarına girmeyeceğim. Gönlümden artık bunu yapmak geliyor. Bir ressamın yüreğinden gelen renkler ile çalışmasının de demek olduğunu biliyorum. Eğer kendiniz ile yüzleşme cesaretiniz varsa başka yol da yoktur hani. Ancak o renkleri istememize neden olan ruh halleri nelerdir? İşte buraya baktığımızda farklı cevaplar ortaya çıkıyor.

Tamamlayıcı tıp’ta renklerin ayrı bir yeri var. Birçok hoca, ki benim hocalarımdan bir tanesi de, farklı renkler veren el fenerleri ile çalışıyor. Bedenin farklı yerlerine ihtiyacına göre belirli bir rengin frekansını veriyorlar. Belki birçoğunuz ‘çakra’ kelimesini duydunuz. Enerji çalışmalarında çok kullanılan bu kelime bedenimizin etrafını sardığı varsayılan enerji alanın giriş bölgeleridir. Genel olarak 7 ana enerji girişi, 7 çakramız olduğu varsayılır. (Çarka yerine ‘şakra’ kelimesinin kullanıldığına da rastlayabilirsiniz.) Genel olarak her çarka, aynı frekansı temsil eden bir renk ile ilişkilendirilir. Örneğin, boğaz bölgemizdeki çarkanın mavi rengin frekansı ile uyumlu olduğu düşünülür, ve bu bölgedeki problemleri gidermek için mavi renk ile çalışır. Ancak, benim renk çalışması olarak bahsetmek istediğim şey bundan biraz farklı. Belki bunu ruhumuzun renklerine ve renklere ihtiyacına bakmak olarak tarif edebiliriz.

Rothko sergisini gezerken kendimi koyu ve pek de berrak olmayan renklerin içinde buldum. Oldukça büyük ebatlı çalışmalar ile dolu odaları dolaşırken, sergiye geleli belki de 5 dakika dahi olmamıştı, şiddetle oradan çıkmak istediğimi fark ettim. İçimdeki hisleri bastırmaya çalışarak gezdim, tarifi zor bir huzursuzluk ile. Ruhum ogün bu karanlığı istemiyordu. Belki de karanlıklar hiçbir zaman da benim favori alanım olmayacaktı.



Geçtiğimiz Mayıs ayı’nda bambaşka bir müzedeydim. Japonya’nın güneyinde Shiga bölgesinde Shigaraki dağlarındaki Miho Müzesi ’nde. Londra’nın ortasındaki endüstriyel tasarımı ile Tate Modern ve muhteşem bir doğa içerisinde bir dağın adeta oyularak içine oturtulmuş bir müze olarak Miho Müzesi sanki ayrı dünyaları temsil ediyorlar. Ve ben esasında bu iki dünyayı da seviyordum.


Ben Londra’yı çok severim. Gerçekten evimde hissettiren, kendimi ait hissettiğim bir şehirdir. Japonya’da ise tamamen farklı bir doğa ve kültür içinde aynı şeyleri hissettiğime zaman zaman ben de şaşırıyorum. Peki, her iki dünyada aynı keyif ile var olabilmek nasıl mümkün?

Ruhumuzun sesini dinleyerek.

Esas olan ruhumuzun o gün için, o günler için arzuladığını duyabilmek ve bu ses ile gitmek. Ve ruhumuz gerçekten kimi günler bazı renkleri ve bazı görüntüleri arzular. Beslenebilmek için, doyabilmek için. Belki o yeşil kazağı giymek için ısrarlar aramanız sadece size yakıştığını düşündüğünüz için değil. Belki o mavi atkı yıllar içinde eskimiz ve yıpranmış olsa da hala boynunuzu farklı bir şefkat ile sarıyor. Sahi, o mavi atkıyı boynunuz neden istiyor?

*

Bedenimiz bir enerji ve bu enerji kendini korumak, beslemek ve tamamlamak için enerjiye ihtiyaç duyuyor. Bu enerjinin büyük bir kısmını yiyeceklerden alıyoruz. Birçok üstada göre yediğimiz yiyeceklerin rengi bile içindeki bildiğimiz besin değerlerinin üzerinde bir şeyler veriyor ve söylüyor.

Renklerin size neler söylediğini daha iyi duyabilmek için biraz dinlemeye ne dersiniz? Hangi renkleri giymekten hoşlanıyorsunuz? Odanızda, evinizde hangi renkler hâkim? Hangileri sizi mutlu ediyor?

Ana tarifleri renklerin bazı genel anlamları var. Örneğin yeşil rengin, özelikle zümrüt yeşilinin iyileşmeyi desteklediğine inanılıyor. Mavi rengin sağlıklı ifade ve iletişimi desteklediğine, kırmızının bizi yaşama bağladığına ve “yapma-başarma” gücümüzü artırdığına. Tabi kırmızın iştah açtığını çok duymuşuzdur. Kim bilir gerçekten yaşama iştahımıza da artırıyordur belki de.

Yaşamaktan keyif aldığınız sevgi dolu günler sizinle olsun.

Sevgiyle,
Z.

______________________________________________
Günün Onaylaması: “Bedenim için iyi olan yiyeceklerden keyif alıyorum. Vücudumun her hücresini seviyorum.” Louise L. Hay

Üstatlardan: “Resmin kendi yaşamı vardır. Ben onun çıkmasına izin vermeye çalışırım.” Jackson Pollock

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi: “Tibet’in Gençlik Pınarı” Yazar: Peter Kelder

______________________________________________
www.serbestyazarlar.com adresinden yazılardan.

Önce Soru Vardı



Arnavutköy’de bir Cuma akşamüstü. Bilgisayarımdan başımı kaldırdığımda henüz Kuleli Askeri Lisesi’nin ışıklarının yanmadığını görüyorum. Aralık ayının 26’sı ve günler oldukça kısa. Sahil yolundan geçen arabaların sesleri geliyor, ancak Boğaz’dan geçen tekneler oldukça sessiz. Balıkçı tekneleri, gezi tekneleri, sandallar, bazen vapurlar. Bazen büyük bazen küçük motor yatlar. Boğaz’dan yelkenlileri görebilmek için ise özel yarış günlerini beklemek gerek. Sakin bir telaş var hep Boğaz’ın üzerinde. Ve bazen de geceleri sessizce adeta penceremi dolduran dev yük gemileri ve tankerler. Yaşam gözlerimin önünden akıp gidiyor. Güneş açtığında parlayan deniz bu soğuk kış gününde belki de ince ince yağan yağmurun etkisi ile açık uçuk mavi bir renk almış. Arnavutköy’deyim ve bir yıl bitmek üzere.

Bir gündüz vakti camdan dışarıyı, başımı bilgisayarımdan kaldırarak da olsa, seyretme zamanı bulmak her zaman yapabildiğim bir şey değil. Ancak bu yılın sonu bazı sorunları sormanın doğru olduğunu düşünmeye başladığım bir zaman oldu. Sorular ile yürüdüğüm yolun ayrılmaz bir parçası.

Soru sormak, yüreğimizden geçen gerçek soruları sormak bizlerin çok da başarılı olduğumuz bir şey değil. Meraklı bir toplum olduğumuz düşünülebilir. Ancak yüreğimizdeki en derin soruları sormaya cesaretimiz var mı, işte bunu sorguluyorum. Her gün. Öncelikle kendim için, sonrasında da yaşamlarına destek vermeye söz verdiğim kişiler için.

Evet, ben bir yaşam koçuyum. Yaptığım şeylerden bir tanesi bu.

Bir yaşam koçu özellikle dinleyerek ve sorarak karşısındaki insanın kendi içindeki en derinlerine ulaşmasına destek vermeye çalışan bir insan. Kısaca böyle özetleyebilirim belki de. Ve kim bilir belki de bu sorular bulmayı arzu ettiğimiz cevapların o kadar da derinlerde olmadığını gösterebilir.

Yılın bitmeye yaklaştığı bu günlerde ben buradaki yazılarıma sorular ile başlamak istiyorum. Cevapları, cevaplarınızı araştırmaya ne dersiniz?

Haydi yolunuz açık olsun…

*
Sorular… Sorular… Sorular…:

? Siz kimsiniz?

? Sizi gerçekten neler mutlu ediyor?

? Gerçekten ve tam olarak ne istiyorsunuz?

? Yaşamınızın her gününde daha çok neleri deneyimliyor olmak istersiniz?

? Yaşamınızda direnerek veya tepki vererek enerjinizi harcadığınız şeyler neler?

? İstediğiniz gibi bir yaşam yaratmak için gerçekten arzu ettiğiniz şeylerin neler olduğunu bilmek adına neler yapabilirsiniz?

? İstemediğiniz halde ‘hayır’ diyemediğiniz durumlar hangileri?

? Hayatınızda tamamlanmadığı ve yarım bırakıldığı için ilerlemenize engel olan şeyler nelerdir? … Bunları tamamlamak için neler yapabilirsiniz?

? Elinizden geleni yaptığınızı tamamen hissediyor olmanız için neler yapıyor olmanız gerekiyor?

Söyleyecek söz çok, ancak sorular olmadan da anlamlı sözleri bulmak kolay değil.

Yolumuz açık olsun.

Sevgilerimle,

Z.

______________________________________
Günün Onaylaması:
“Kimse beni kıramaz, üzemez ve kötülük yapamaz, eğer ben izin vermezsem.”
R. Şanal Günseli

Üstatlardan:
“Dışardan bir şeyler tarafından uyarılmış olsalar da, hakiki başlangıçlar içimizde başlarlar.”
William Bridges

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:
“Dingin Savaşçı” Yazar: Dan Millman

______________________________________
www.serbestyazarlar.com adresindeki yazılardan.

26 Aralık 2008 Cuma

Günün Onaylaması

"Kendimi olduğum gibi seviyorum. Kendimi sevmek için artık mükemmel olmayı beklemiyorum."

24 Aralık 2008 Çarşamba

Mevlana'dan...


O kadar küçüğüm ki neredeyse gözükmüyorum.
Bu muhteşem sevgi nasıl içimde olabilir?

Gözlerine bak. Küçükler;
ama devasa şeyler görebiliyorlar.

23 Aralık 2008 Salı

Yıllar Sonra "Karate Kid"


Yıllar sonra tekrar seyrettim bu filmi. Orijinal adı: The Karete Kid. Sanırım ilk defa ortaokul yıllarında seyretmiştim bu filmi. Sonra, evet yıllar sonra yurtdışından o filmi getirttim. Ve dün gece tekrar seyrettim. Yeni taşındıkları mahallesinde var olma mücadelesi veren genç bir delikanlı Daniel ve O’na karate öğreten site görevlisi yaşlı Japon kökenli Amerikalı hocası Bay Miyagi’nin hikayesi.

Enteresan olan kimi sahneleri sanki daha dün seyretmişim gibi hatırlamam oldu. Kimi cümleleri, kimi görüntüleri. Aradan neredeyse 25 yıla yakın zaman geçmiş.

Tekrar seyretmek istedim çünkü özellikle bir sahneyi tekrar görmek istedim. Daniel bir karate turnuvasındadır ve onu rahatsız eden gruptan bir genç ile yarı final dövüşü yapmaktadır. Ve rakibi onu dizinden kasten sakatlar. Rakibi diskalifiye olur, yarı finali kazanmıştır; ancak grubun, belki çete demek daha doğru, başı olan genç ile final da dövüşemeyecektir artık. Ve hocası Migayi’den daha önce bir kere daha yaptığı gibi ellerini ağrıyan kere koymasını ve onu iyileştirmesini rica eder. Migayi Daniel’a gözlerini kapattırır, ellerini ovuşturur ve Daniel’in dizinin üzerine koyar. Yapılan her ne ise, Daniel final karşılaşmasına çıkar. Ve orada yaşadığı zorluklara rağmen sonunda kazanmayı başarır.



Bu sahneyi yıllarca hatırladım. Ve sonra unuttum.

Yıllar sonra, Reiki Hocası olduktan belki 2-3 yıl sonra bu filmi hatırladım. Böyle bir sahne olduğunu hatırladım. Filmi internet üzerinden sipariş ettim ve yurtdışından getirttim. Enteresan olan, sonra bir kaç yıl daha seyretmedim filmi. Nedense durdu, bekledi. Birkaç defa elime almışımdır kutusunu ama seyretmedim. Ta ki dün akşama kadar.

Dün akşamın ne özelliği var?

Esasında olağan bir Pazartesi akşamı. Hatta olağandan daha da sakin bir Pazartesi’ydi diyebilirim.

Ancak, hiçbir özelliği yoktu dersem de yalan olur.

Dün akşam Reiki üzerine yazdığım birinci kitabımın artık bittiğine karar vermiştim.



Miyagi’nin elleri ile ne yaptığının adı hiç geçmiyor o filmde, ancak yıllar sonrasına benim bilinçaltımda taşınanlar da olmuş anlaşılan.



Japonya’yı seviyorum. Japoncayı seviyorum. Ve 1900’lerin başlarından itibaren dünyaya o coğrafyadan taşınan enerjiler bana çok uyumlu geliyor.

Yaşamda herkesin yaşam yoluna destek vermeleri dileğiyle.

Sevgiler,

Z.

________________________________________________________________________
Günün Onaylaması:
“Hayatımın bütün olaylarının ve hayatımdaki insanlarla yaşadıklarımın gerisindeki anlamı bir bir çözüyorum. Orada benim asıl hayat amacım gizli. Ben bu amacı gerçekleştirmek için geldim.”
R. Şanal Günseli

Üstatlardan:
“İnsan, kendisine diğer bilebildiği şeylerden daha fazla keyif veren bir şeyi yapmayı reddetme hakkına sahip olacak kadar özgür değildir.”
Stendhal

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:
“Düşlerinizi Gerçekleştirebilirsiniz” Yazarlar: Jack Canfield, Mark Viktor Hansen

İstanbul'un Sihirli An'larına


Londra’dan Gelmeyen Kitaplar

Eylül, Ekim ve Kasım aylarında muhtelif defalar Londra’ya gitme şansım oldu. Öncelikle Japon Shumei’nin Londra’da yapılacak olan yıllık Avrupa toplantısına katılmak için, ve sonra da farklı hoca ve gruplar ile çalışmalar yapmak için.

Londra’yı seviyorum. Çocukken yurtdışına ilk gittiğim şehir oldu Londra. İçinde var olması, yaşaması kolay bir şehirdir. Tüm kalabalığına ve telaşına rağmen bir düzen ve bu düzenin getirdiği bir huzur da vardır. Tabi pahalılığını saymazsanız.

Londra’dayken Kabbalah Centre’ın Londra Merkezi’ni de ziyaret etme şansım oldu. Türkiye’den bir arkadaşım birkaç yıldır orada çalışıyor ve eğitmenlik yapıyor.

Bazen kendimi tekrar ettiğimi düşündürse de ruhsal ve hatta enerjisel çalışmaların hakkı ile yapıldığında öz’de ne kadar bir olduklarını deneyimliyorum. Bunu bu kadar çok ve sık hissetmemin anlamı nedir diye düşünmüyor da değilim.

Ben yeni şeyleri severim. Yeni diller öğrenmeyi severim, yeni kitaplar keşfetmeyi, yeni hocalar keşfetmeyi severim. Artık ev ve ofislerimdeki kütüphaneler kitaplarıma yetmez oldu. Hayalim gerçekten belki sayılarını da tam bilmediğim 3000 civarındaki kitabım için bir arada bulunabilecekleri bir mekân bulmak. Şimdi İstanbul’da ve Fethiye’de evlerimde, ofislerimde, ve resim atölyemde dahil olmak üzere toplam 6 ayrı mekâna dağılmış durumdalar. Bir yandan bunun bir güzelliği var. Her gittiğimde yerde özlediğim kitaplarımı buluyorum. Bir sevgiliye tekrar kavuşmak gibi.

Ve bazen gerçekten bir kitabın belirli bir sayfasını açıp bir satırı okumayı özlüyorum.

Bir kitabı tekrar tekrar okumak. Bir satırı aramak, özlemek. Bir cümlenin tadını özlemek…

Londra’dan gelirken biraz kitap getirdim. Yurtdışından internet üzerinden kitap sipariş etmek kolaylaştığı için eskisi kadar çok kitap taşımıyorum yurtdışına gittiğimde.

Üniversite öğrenimim bitip Türkiye’ye döndüğüm zaman gümrükten eşyalarımı çekerken onlarca kitap kolisini görünce gümrük memurları da şaşırmıştı. Güzel bir yarış bisikletim vardı; onu geride, Amerika’da bıraktım, bir arkadaşıma ve tabi ev eşyalarımı da getirmedim. Ancak şimdi bir an için yıllar sonra gözlerimin önüne gelmiş olsalar da, belki de bugüne kadar aklıma bile gelmediler. Ama kitaplarım geliyor ve iyi ki de getirmişim diyorum.

Londra’dayken yine alıp getirmek istediğim çok kitap oldu. Ancak son yıl içinde, kendime belki 3-5 yıldır verip durduğum, bir sözümü uygulama başladım. Artık eskisi kadar kitap almıyorum. Öncelikle koyacak yer bulmakta zorlanıyorum bu doğru. Ancak nedeni bu değil.

Bu günlerde ben eski kitaplarıma dönüyorum. Yeni kitaplardan çok eski kitaplarıma. Belki de onlarca defa okuduğum kitaplarıma.

Nereden mi geldi bu his?

Yazmayı çocukluğumdan beri sevmişimdir. Günlük yazarım, şiir yazarım, dergilere ve bazı gazetelere yazılar, ekler ve dokümanlar hazırlarım. Bunu birkaç yıldır daha da yoğun ve profesyonel olarak yapıyorum. Ben ilk defa yazmaya başladığım kitap taslaklarına ciddi olarak eğilmeye başladım.

Eski kitaplarıma dönmem çalışmalarım için kaynak arayışından değildi. Yazarken aynı şeyi söylemek için hepimizin ne kadar farklı yollar, şekiller ve ifadeler seçtiğimizdi. Bunun içine girmek istedim. Bu duygunun. Ve tanıdığım, bildiğim kitapların içine, biraz daha derinlerine dalmak istedim.

Bu zorla yapılabilecek bir şey değil. İstemek gerek.

Ben küçükken yavaş okumakta zorlanırdım. Bir Cuma akşamı okumaya başladığım bir kitabı bitirmeden uyuyamazdım. Belki bu Cumartesi sabahının ilk ışıkları ile uyumak anlamına gelebiliyordu. O anlarda benden mutlusu yoktu. Bu hissi özlüyorum. Belki klasikleri okumayı bitirdikten sonra satır satır izini sürmek istediğim kitaplar azaldı. Yine de karşıma çıkar zaman zaman. Ya da çıkmıyorsa, ben de artık geri dönüyorum, eski tanıdık dünyalara.



Özellikle Kasım ayındaki son gidişimde, Londra’dan kitap getirmedim. Hatta fazla alışveriş yaptım da diyemem.

Sadece ve sadece çalışmalar yaptım. Farklı kültürlerden, öğretilerden yetişen dostlar ve hocalar ile.

Ne getirdiysem sadece içimde taşıyabildiğim.

Ne güzel bir his bu.




Bir Vapur Geçti Boğaz’dan

İstanbul Boğazı’nı seyrediyorum Arnavutköy’den. Dün de bilgisayarımdan başımı kaldırdığımda bir vapur görmüştüm. Karadeniz yönüne doğru akıntıya karşı ağır ağır gidiyordu. Bir süre gözlerim o görüntüye takılı kalmış ve seyretmiştim. “Ne güzel bir manzara bu’ demiştim. Akşam nadiren açtığım televizyonda, seyrettiğim vapurun adının “Fenerbahçe” ve bir iki dakika seyredebildiğim geçişinin de son hizmet seferi olduğunu öğrendim. Bir an için yüreğim sanki sessizleşti vapurun Boğaz’daki süzülüşünü hatırlayınca. Rahmi Koç Müzesi’nde sergilenecek olmasına ise sevindim.



Bu gün bizi bekleyen sihirli an’lar neler, keşfetmek üzere…

Sevgilerimle,

Z.

________________________________
Günün Onaylaması:
“ Kendi yaşam sorumluluğumu üzerime alma görevimi hiçbir koşul ve sebeple ertelemem.” R. Şanal Günseli

Üstatlardan:
“Yaşamınızdan lüzumsuz bir şeyleri çıkarın. Alışkanlıklarınızdan vazgeçin. Kendinizi güvensiz hissettiren bir şey yapın.”
Piero Ferrucci

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi
:
“Mevlana Aşkın Kitabı” Derleyen: Coleman Barks

17 Aralık 2008 Çarşamba

Bir Yıl Dönümü Daha


Dünya dönüyor ve yıllar geçiyor.

Tarih 17 Aralık. Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin ölüm yıldönümü.

Geçen Aralık ayında doğumunun 800. yılı olması nedeni ile yaşamının büyük bir kısmını ülkemiz topraklarında geçiren ve Konya'da ölen büyük Veli Mevlana Celaleddin-i Rumi büyük törenler ile anılmıştı. 2007 yılı UNESCO tarafından Mevlana Yılı ilan edilmişti. Bir yıl daha geçmiş. Ama Mevlana yüreğimde hala aynı tazelikte.

Mevlana'nın benim yaşamımdaki yeri ayrı. Bu gün sözü Hz.Mevlana'nın kelimelerine bırakmak belki de en doğrusu.

Ruhu Şad Olsun. Nur İçinde Yatsın...

***
Coleman Barks'ın Derlemelerinden:

SESSİZLİK

Bu yeni aşkın içerisinde, öl.
Senin yolun diğer tarafta başlıyor.
Gökyüzü ol.
Hapishane duvarlarına baltayla gir.
Kaç. Birden renkte can bulan birisi gibi
yürüyerek çık.
Şimdi yap.
Kalın bulutlarla kaplısın.
Kenara kayarak sıyrıl. Öl,
ve sessiz ol. Sessizlik ölmüş olmanın
en belirgin işaretidir.
Eski hayatın sessizlikten
delicesine bir kaçışmaydı.

Dilsiz dolunay şu anda ortaya çıkıyor.

Mevlana Celaleddin-i Rumi

***

Sevgilerimle,
Z

3 Aralık 2008 Çarşamba

Erickson College Life Coaching - Yaşam Koçluğu

ICF (International Coaching Federation) tarafından tanınan Erickson College International Yaşam Koçluğu programını da tamamlayan Zeynep Kocasinan, özellikle hayatına değişim getirmek isteyenlere koçluk formatı altında bireysel programlar sunmaktadır.

8 ile 10 seanslık çalışmalar ile üzerinde yoğunlaşmak istediğiniz projeler ve konular hakkında koçluk hizmeti almanız mümkün.

Koçluk kişinin bireysel gücünü farketmesi ve eline almasına destek veren bir süreç.

Türkiye'de de tanınmaya başlayan bu yaklaşımı uluslararası standartlarda sunmak da hem etik yaklaşımlar hem de metodoloji açısından önem taşıyor.

1 Temmuz 2008 Salı

Ruhun Yeni Yılı ve Enerji Geçişi

Doğum Günlerimiz ile Bir Yıllık Yeni Enerji Dönemi

Yeni yaşıma girdim. Doğum günlerini kutlamak için zamanımızın geçtiğini söyleyenler olabilir. Ben doğum günlerine bir enerji geçişi olarak bakıyorum. Bir değişim dönüşüm zamanı.

Bizler doğum günlerimizde bir yıl içinde kalacağımız yeni bir enerji döneminde gireriz. Yani 01.Ocak yeni yıl kutlamalarından çok daha etkili yeni bir başlangıçtır doğum günlerimiz. Gerçekten.

Numeroloji (sayı bilimi) bize bu konuda bilgi veren bir dal. Her yaşımız ile içinde bulunacağımız enerjileri, fırsatları ve belki de zorlukları fark ettiriyor. Yaşayacaklarımıza dair değil, yaşarken etkisi altında kalacağımız enerjilere ve durumlara dair bilgi veriyor. Bunları bilirsek, değerlendirmemiz mümkün.

Bilmezsek ne olur? Doğal olarak yaşam işaretleri ile bizi zaten bu konularda bilgilendiriyor. Yaşama açık olursak, işaretlerini görmeye açık olursa, zaten ihtiyacımız olan her şey elimizde olacaktır. İlgimiz varsa bilmek süreci hızlandırabiliyor.

Sağlıklı, mutlu, bereketli ve sevgi dolu bir yaşam yaşamak için özde hiçbir şey gerekmiyor -sağlam bir istek ve niyet, ve açık yürek esas. O zaman ihtiyacımız olan her şey karşımıza çıkıyor ve bizde alıyor, öğreniyor ve kullanıyoruz. Bu da başka bir bakış açısı.

Her Günün Bir Enerjisi Var


Her günün de bir enerjisi var. Her 24 saatin ayrı bir enerjisi var. Her haftanın ve her ayın da ayrı bir enerjisi var. Ve her yılın ve her yaşamında sakladığı ayrı fırsatlar var. Sadece bunun farkında olmak bile bize büyük kapılar açıyor. Farkında olduğumuz şeyi görebiliyoruz. Bio-enerji hocam Moshe Abudaram ile enerji çalışmalarına başladığımızda, öğreneceklerimin muhtelif teknikler olacağını düşündüğümü hatırlıyorum. Oysa enerji çalışması yapmak bir anlamda yaşama farklı bir açından bakmak demek, yaşamı farklı bir göz ile görüp yaşamak demek.

Meditasyon gibi farkındalık çalışmalarının önemi yaşamın bize sunduklarını görmemize imkân tanımasından geliyor.

Yaşadıklarımızı seçimlerimiz etkiliyor. Kimi zaman da göremediğimiz faktörler.

Yine de nasıl yaşamayı seçeceğiz?


Bireysel Tarihimizi Korumak

Hiç tanımadığım dedelerim geldi aklıma bu akşam. Ve onların anneleri ve babaları, hiç tanımadığım.

Yaşamdan geriye ne kaldığını düşündürdü bana. Yaşamlarımızdan bir iki nesil sonra geriye kalan nedir? Yaşamlarımızdan, yaşananlardan geriye kalan nedir?

Farklı görüşlere göre farklı görüntüler ortaya çıkıyor ama esas olan 2-3 nesilde geriye pek bir şey kalmadığı. Yani dedenizin babası, dedenizin anneannesi hakkında ne biliyorsunuz?

Yazmak ve yazmayı teşvik etmek gerek. Bireysel tarihimizi ne kadar koruyabiliyoruz? Kendi aile hikâyelerinizi siz kaleme almaya ne dersiniz?

Bugün Neyi Seçiyorsunuz?

Eckhart Tolle ’un ünlü “Şimdi’nin Gücü” adlı kitabından beri hepimiz an’ın sihrinden bahsediyoruz. Bahsediyoruz da, neler yapıyoruz?

Siz bugün neler yaptınız?
Nelere düşündünüz?
Nelere kızdığınız?
Hangi fırsatları kaçırdığınıza yandınız?

Kaç kişi ile yürekten konuştunuz?
Sevginizi paylaştınız mı kimseyle?
Ya da kimi kırdınız? Ya da kazandınız?


Yaşama gelirken seçimler yaptık muhtemelen ve her an’da seçimler yapmaya devam ediyoruz. Bugün neyi seçiyorsunuz?

Chris Widener
’in “İçimizdeki Melek” kitabında yazdığı gibi “Her zaman aynı sırayı izlemeliyiz: fazlalıkları yontup atmalı, bağlantıda olduğumuz kişilere ve edindiğimiz bilgilere dayanarak yaşamımızı biçimlendirmeli, kaba noktalarımızın sıkıntı ve acılarla törpülenmesine izin vermeliyiz; sonra, ancak bundan sonra, perdahlanmaya hazır hale gelebilir, gücümüzü ve güzelliğimizi tüm ihtişamıyla ortaya koyabiliriz.”

Dan Millman’ın
“Ruhun Yasaları” kiatbından bir alıntı yapmak istiyorum:
“… Ama kendini ‘kurtarıcı’ olarak görüyorsan niyetini yeniden gözden geçirmelisin. Başkaları adına çok fazla sorumluluk üstlenmek, onları yaptıkları seçimlerin derslerinden mahrum bırakır. …”

Dünya Kristallerin Dili ile de Konuşuyor

Kristalleri oldum olası severim. Aşağı yukarı altı yıldır da kristalleri daha yakından tanımaya ve kullanmaya gayret ediyorum.

Kristaller bir çiçek gibi, bir aromaterapi yağı gibi bize kendi özgün frekanslarını sunuyorlar. Ben bana danışanları genelde kristaller ile karşılaştırmak isterim. Kristaller bazen ufacık olmalarına rağmen ihtiyaç duyduğumuz bir frekansı sunarlar bize. Sanki bir ayar çatalı gibi bedenimizde ince bir ayar yaparlar.

Bir kuvartz kristali gerçekten enerjimizi artırabilir. Bir citrin dikkatimizi toplamamıza yardım edebilir ve bir malahit bizde bir iyileşmeyi tetikleyebilir. Dünyanın insanoğlu’na sunduğu bir yardım eli diyorum ben onlara, özümüzde belki elementlerden oluştuğundan, varoluştaki özümüzle bağlanmamızı sağlıyorlar sanki.

Bir dumanlı kuvartz yumuşak enerjisi ile bize destek verebilir, bir turmaline ya da ametist bizi korumasına alabilir.

Burçlar için söylenen klasik kristal eşleşmeleri ile çok hem fikir değilim ben. Kişiye ve duruma göre uygun kristal var diye düşünüyorum. İnsanlar çok farklı ve aynı zamanda insanın enerjisi o kadar değişken ki ihtiyaçları da değişebiliyor.

İyileşme için dışarıdan bir malzeme ya da maddenin bize faydası ve desteği olabilir. Ancak hatırlayalım ki bizi iyileştirecek olan asıl güç içimizdeki güçtür.

*
“Asıl başlangıçlar içimizde olur, dikkatimizi ancak dışarıdan gelen fırsatlarla çekseler de.” William Bridges

Sevgiyle…

________________________________________________________________________
Ayın Onaylaması:“Kutsal sevgiyle korunuyorum ve güven duyuyorum.”
Louise L. Hay

Üstatlardan:“Hayatınızda önemli kararlar verdiğinizde borazanlar çalmaz. Kader sessizce yerine gelir.”
Agnes De Mille

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:
“Ruhun Yasaları” Yazar: Dan Millman

Ruhun ve Bedenin Diliyle Konuşan Üstatlar

Mevlana Ne Yapardı?

Mevlana Celaleddin Rumi benim için çok kıymetli bir varlık, bir üstat, bir veli. Sonsuz sevgi ve bilgeliği ile her günümde bana yol gösteriyor.

Ben genelde Mevlana’nın çoğunluğu Farsça olan eserlerini farklı Türkçe tercümelerinden okurum. Ama bazen Coleman Barks ’ın İngilizce tercümelerinden okumayı canım çeker.

Ben Mevlana’yı Amerikalı edebiyat profesörü Coleman Barks’ın tercümelerinden ve yorumlarından farklı yönleriyle tanıdım, sanki farklı derinliklerini öğrendim.

Çok enteresan bir hikâyesi var bu edebiyat hocasının. Çocukluğunda babasının hocalık yaptığı üniversitenin kampusünde, herkes O’na ülke adları veriyor ve bu çocuk onlara ülkelerin başkentlerini söylüyor. Bazen okulun bahçesinde yürürken yoldan geçen biri bağırarak soruyor, bu çocuk da bağırarak cevap veriyor. Güzel bir oyun olarak bu devam edip duruyor.

Derken bir gün üniversitede biraz da çekinilen bir Latince hocası “Kapadokya” diye bağırıyor bahçede çocuğa. Çocuk şaşkın, hayatında asla unutmayacağı bir kelime ile karşılaşıyor. Olaylar birbirini izliyor. İleride edebiyat dalında profesör olan bu çocuk, o zaman başkentini bilemediği bölgede yaşamış bir Sufi üstadını, Mevlana Celaleddin Rumi’yi, dünyaya, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ne, tanıtıyor ve sevdiriyor.
Mevlana’nın dünyada en çok okunan İngilizce tercümelerini hazırlıyor. Gerçekten ruhu Mevlana ile adeta bütünleşmiş. Yaşamını Mevlana’nın eserlerini en doğru şekilde İngilizce’ye aktarmaya ve yaymaya adamış.

Ne enteresan değil mi? Küçükten başkentini söylemesi istenilen Kapadokya kelimesi, ileri de kaderinin çok önemli bir parçası oluyor. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim - Coleman Barks’ın lakabı “Kâp”. Sizce neyin kısaltması olabilir?

Yaşamlarımız enteresan tesadüfler ile kaderimize akıyor…

Dün akşam evimde misafirlerim vardı. Hırstan, dünyasal yaşamın kaygı ve endişelerinden bahsediyorduk ve biraz da insanoğlunun belki bitmeyen maddi isteklerinden. Bir arkadaşımız sordu “Mevlana olsa ne yapardı?”


Peki, Mevlana Sizin yerinizde olsa ne yapardı? Bugün ne yapardı?


Makoto – İçtenlik ve Hakikat ve Daha da Fazlası


Shumei Vakfi’ndaki hocalarımdan çok güzel Japonca bir kelime öğrendim: Makoto. Tek bir kelime ile karşılığı yok bu Japonca kelimenin Türkçe’de ya da İngilizce’de. Bir kavram bu.

Ne mi demek? İçtenlik ve hakikat diyebiliriz, ama tam yeterli değil bu tercüme. Bir insanda Makoto varsa sözleri ile davranışları uyumlu demek. Makoto güvenilir olmak, dürüst olmak demek. Davranışlarımızda başkalarını da dikkate almak demek.

Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözünde dediği gibi.

Yaşamımıza Makoto’yu getirdiğimizde, bunu hepimiz yapabildiğinde, dünyada barış içinde yaşamanın mümkün olacağına inandığını söylemiş Shumei’nin kurucusu Mokichi Okada.

“Işık Üstadı” anlamına gelen “Meishusama” unvanı ile anılan bu Üstat Hocanın bugüne bıraktığı çalışmalarından ve öğrencilerine aktardıklarından gelen çok bilgi var. Bu bilgilerde Meishusama, kişinin arınmayı yaşaması ve gelişim yolunda ilerlemesi için 3 faktörü yaşamına alması gerektiğini söylüyor. Enerjisel arınma teknikleri ile ruhu arındırmak, doğal tarım ile üretilmiş doğal gıdaları yiyerek bedeni arındırmak ve sanat ile güzelliğin iyileştirici ve arındırıcı gücünden yararlanmak.

Meishusama şifanın ve doğal tarımın da bir sanat olduğunu ve yaşamın sanatsız tam olamayacağını da özellikle vurgulamış eserlerinde ve öğretilerinde.


Mayıs Ayında Japonya’da Olmak

Mayıs ayında sizler bu satıları okurken ben Shumei Vakfı’nın yıllık bir toplantısına katılmak üzere Japonya’da olacağım. Dünya’nın birçok bölgesine gitme şansım oldu ama Japonya’ya ilk defa gidiyorum. Bu seyahat beni heyecanlandırıyor. Japonya’nın kültürel başkenti Kyoto beni heyecanlandırıyor.

Biraz Japonca öğrenmeye başladım. Japonca ile Türkçe’nin dilbilgisi yapılarının benzemesi büyük bir şans benim için. Dilini öğrenmeden bir kültürü tam olarak tanımanın zor olacağını düşünüyorum bugünlerde.

Japon Üstatlar son birkaç yüzyılda dünyaya tanıttıkları enerji çalışmaları ile de bambaşka bir pencere açmışlar…

Yine Japon bir Üstat Bilge Mikao Usui tarafından dünyaya kazandırılan Reiki benim en çok kullandığım, çok saygı duyduğum ve faydasını gördüğüm bir metot.

“Jyorei” enerjisel arınma tekniğini geliştiren Mokichi Okada ve “Reiki” enerjisel şifa tekniğini bulan Mikao Usui birbirine yakın zamanlarda yaşamış iki büyük Japon Üstat ve her ikisinin de öğretilerinin öğrencisi olma şansına kavuştuğum için kendimi şanslı sayıyorum.

Jyorei Japonya’da iyi tanınıyor. Muhteşem bir arındırma enerjisi. Reiki ise dünyada Japonya’dan daha çok tanınıyor. Reiki Hawaii’de yaşayan bir Reiki öğrencisi olan Japon bayan Hawayo Takata tarafından önce Amerika Birleşik Devletleri’nde tanıtılmış, oradan da Avrupa’ya ve dünyaya yayılmış.


Reiki ile Enerjinizi Tazelemek


Reiki üzerinde yazılmış o kadar çok kitap var ki ısrarla bu konuda yazmaktan uzak duruyordum. Ancak Reiki benim için gerçekten çok kıymetli bir enerji ve bu günler Reiki’nin vatanına, Japonya’ya gidiyor olmam nedeni ile, Reiki ile ilgili bazı vakaları, uygulamaları ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Türkiye’de oldukça iyi tanınan ve çok da uygulayıcısı olan bu tekniğin önemini ve güzelliklerini hatırlatmak istiyorum belki de.

Ben Reiki’yi yıllar içinde öncelikle kendimde ve ailemde olmak üzere yüzlerce kişiye uyguladım. Çok farklı vakalarda ve durumlarda denedim. Gerçekten herkesin bilmesini, öğrenmesini dilediğim bir metot. Öncelikle kişinin kendisi için.

Hemşirelerin, fizik tedavi uzmanlarının ve uygulayıcılarının, hatta doktorların öncelikle kendi enerjilerini yüksek tutmak ve içinde bulundukları yoğun ortamın üzerlerindeki etkilerini kaldırmak için kullanabilecekleri bir metot.

Çok yumuşak, hatta şefkatli bir enerji Reiki. Gerçekten çok güvenilir ve etkili. Yumuşak bir kuvveti var demek mümkün.

Bazen enerji çalışmaları şifa çalışmaları hastaları ve yaşlıları yorar. Çok hasta olan kişiler ile, yorgun olan kişiler ile, yaşlılar ile bazı çalışmaları yapmak zordur. İyileşme sendromları ağır gelebilir.

Nedir Bu İyileşme Sendromu?

İyileşme sendromu dedik. Nedir bu iyileşme sendromu?
Enerji çalışmaları sırasında, özellikle travmaları çözmeye yönelik çalışmalar da, ve refleksoloji gibi sinir uçları ile temas edilerek yapılan arındırma çalışmalarda görülebilir, vücut bir nevi bir arınma süreci yaşar. Bir nevi detoks diyebiliriz buna. Bedenin dengeleye gelmek için geçirdiği fiziksel süreçler. Tüm şifa çalışmalarında bir detoks vardır, fiziksel, duygusal, ruhsal bir temizlik mutlaka yaşanır. Fark etsek de fark etmesek de.

Göz yaşarması, ağlama, gülme, hatta kahkahalarla gülme, balgam çıkarma (normalde hasta değilken ya da solunum yolları ile ilgili hiçbir şikayet olmasa bile), kusma, ishal, terleme, hapşırma, nezle olmuş gibi burun ve geniz akıntısı…. Ve bunlar gibi farklı süreçler yaşanabilir enerji çalışmalarından sonra. Genelde ya çalışma sırasında ve süresince olur bunlar, ya da en fazla 1 ya da 2 gün sürer.

Biraz da bu nedenle genelde koruyucu tıp çalışmalarından, bu tarz kişisel gelişim ve enerji çalışmalarından sonra su içmemiz istenir. Bir detoks yaşanmaktadır, kimi zaman bu enerjisel bir detoks olsa da bilgiler hücrelerimize doğru ilerlemekte ve vücut kimyamızı da etkilemektedir.

Tabi bu arada özellikle belirtmek isterim ki sağlık sorunlarınızda öncelikle doktorunuza başvurmanız uygun olacaktır. Doktorunuzun onayı ve kontrolü ile diğer destekleyici ve koruyucu metotlar kullanılabilir. Bu konuda gerekli hassasiyeti ve özeni göstermenizi özellikle hatırlatmak isterim.

*

Ben Reiki derslerimde öğrencilerime kısa bazı notlar veririm. Ama daha çok farklı hocaların kitaplarını hediye ederim.

Reiki kitapları Reiki uyumlaması almamış olanlar için çok anlam ifade etmeyebilir. “Okudum bir faydası olmadı” diyenleri duyarım zaman zaman. Reiki bizim el verme dediğimiz, bir Reiki hocasının öğrenciyi Reiki enerjisini akıtabilmesi için hazırlaması ile öğrenilir. Uyumlama sonrası ise kitaplar oldukça pekiştirici olabilirler.

Reiki kitaplarındaki bilgiler birbirine benzer, ancak her yazarın her hocanın oldukça farklı aktarımları da vardır. Hepimizin farklı deneyimleri ve uygulamaları var. Tecrübeler bizi ana prensipler içinde kendi özel yollarımıza yönlendiriyor.

Ben öğrencilere fayda göreceklerine inandığım Reiki kitaplarını hediye ederim ve bunlar hepsi için de aynı kitap ya da kitaplar olmaz.

Reiki üzerine çok İngilizce kitap var elimde ama onları hediye edemediğimden, öğrencilere vermek için İngilizce bilgileri derledim. Türkçe’de ise ben diğer hocaların ortaya çıkmış emeklerini desteklemeyi seçiyorum.

Neden farklı hocaların kitapları? Çünkü öğrencilerin kalıplara ve hatta benim sözlerime bağlı kalmalarını istemem. Her hocanın ayrı bir yoğurt yiyişi var. Bu esasında her konuda, her dalda böyle. Ben öğrencilerimin ana prensipleri aldıktan sonra yeni fikirlere açık olmalarını isterim. Gelişim ancak bu şekilde mümkün. Hocanın da insan olduğunu unutmamak gerek. Saygı güzel bir şey ama bir yere kadar olmalı diyorum. Bir hocanın ağzından çıkması bir fikri ya da bilgiyi otomatik olarak doğru kılmaz. Hoca iyi niyetli olsa bile.

Dr. Bruce Lipton Bedenin Gerçek Dilini Anlıyor mu?

Dr. Bruce Lipton en çok sevdiğim yazarlardan biri. “İnancın Biyolojisi” adlı kitabın Türkçesi geçen Kasım ayından beri kitapçılarda. Hücrelerimizdeki aklı ve dünyayı bize tanıtıyor. “Minyatür insanlar olarak hücreler” diye bir bölüm var bu kitabında. Dr. Lipton diyor ki “ … anatomik olarak basit görünen bu hücrelerin içinde oldukça karışık dünyalar var; bu akıllı hücrelerin kullandığı teknolojiyi bilim adamları hala tam olarak çözemediler.”

Bizler birer ayaklı mucizeyiz anlayacağınız.

Enteresan bilgiler var bu konu hakkında. Mesela bir hücre içindeki ve beyni olduğu varsayılan DNA içeren madde çıkarıldığında, yaşamaya devam ediyor. Tabi birçok fonksiyona ait bilgileri ortadan kalktığı için bölünemiyor ve gereken protein parçalarını üretemiyorlar ve uzun süre yaşayamıyorlar. Yine de bir anlamda hayatlarını sürdürebiliyorlar.

Bu kitabı ve Bruce Lipton’un çalışmalarını nasıl özetleyeyim ben size? Sadece bu yukarıda bahsettiğim kitabın bile arkasında o kadar uzun bir kaynakça listesi var ki. Derin bir konu. Çekim Yasası adı ile bahsettiğimiz konuların, Kuantum fizikçilerinin dünyaya ve yaşama bakış açısını hücresel temelde irdeleyen bir kitap bu. Okumaya, irdelemeye değer.

İç dünyamızın, bedenimizin macerası bu. Kendimizi keşfetmemiz için bir şans. Nisan ayında “Ruhun İsteğini Bilmek ve Kabullenmek” başlığını atmıştık yazıma. “İnsan ruhu yönünü ve yolunu, özünü arıyor” demiştim.

Bunu, içinde yaşadığımız beden ile yapmak üzere geldik bu dünyaya. Bedenimiz yokmuş gibi davranamayız ki. Yapmayı deneyebiliriz, ama biz bu beden içinde sınırsızlığı ve mucizeleri deneyimlemeye geldik. Yani asıl özgün macera orada.

Ve enteresan olan, bu bedenin de bizler için sürprizler hazırladığı – keşfetmek istersek.


Sevgi dolu günler sizinle olsun, sağlık ve mutlulukla.
Z.
_________________________________________________________
Ayın Onaylaması:

“Fikirler bana kolayca ve beni yormadan gelirler.”
Louise L. Hay

Üstatlardan:

“Dünya muhteşem bir kitap; ve evden uzaklaşmayanlar onun ancak bir sayfasını okurlar.”
St. Augustine

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:

“Avucumuzdaki Kelebek”; Yazar: Ahmet Şerif İzgören

Bebeklikten Feng-Shui'ye Bir Yolculuk

Prof. Dr. Yankı Yazgan bir konferans vermek üzere 25.Nisan günü Fethiye’deydi. Fethiye Esnaf ve Sanatkârlar Odası Konferans Salonu’nda “Düşe Kalka Büyümek: Değişim Çağıda Annebabalık ve Eğitimcilik” başlıklı bir konferans verdi. Fethiye İlçe Milli Eğitim Müdürü Sn. Yüksel Gültekin‘in de katılımı ile konferansı büyük bir grup dinledi ve yüzlerce kişi de maalesef salona sığamayıp kapıdan dönmek zorunda kaldı. Fethiye’de 1.si yapılan Uluslar arası 23 Nisan Çocuk Şenliği nedeni ile Fethiye’de aynı anda birçok farklı etkinlik olmasına rağmen Fethiyelilerin konferansa gösterdiği ilgi beni çok mutlu etti; aynı zamanda ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu da bana tekrar gösterdi.

Yankı Yazgan bir tıp doktoru. Psikiyatri uzmanlığı üzerine, Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi uzmanlığı eğitimi almış. Yankı Yazgan gerçekten beğendiğim bir hoca ve yazar; yaptığı işi yüreği ile yapan bir insan ve bu da tüm çalışmalarına yansıyor sanırım. Kendisine toplumsam sorumluluk anlayışı ile hem Fethiye’ye geldiği hem de tüm Türkiye’ye yaptığı hizmetlerden dolayı gönülden teşekkür ediyorum.

Konferans 2 saat sürdü, ancak tadı damağımızda kaldı. Yankı Bey’in bu konferansından bazı notları paylaşmadan geçemeyeceğim. Okulun hayatımızdaki gerçek yeri ve anne-babalara düşen görevleri vurguladı Yankı Hoca.

Neler mi söyledi? Notlarımın bir kısmını - bir konuşmadan alınan parçaların yeterli olmayacağının bilinci ile - paylaşmak istiyorum:

* Okul bizlere var olmayı, sisteme ayak uydurmayı öğretiyor.
* Okul sistemli düşünmeyi ve anlamayı öğretme amacını güdüyor.
* Matematik öğrenmek beynin problem çözmede kullanılan sol yan tarafını çalıştırdığı için önemlidir. Bu nedenle her ne olursa olsun problem çözerken işimize yarar.
* Öğretilen öğrenmek sırasında kullandığımız sistemdir.
* Özellikle 3 yaşına kadar çocuklara TV seyrettirmek, ileriki dönemlerde bu süre ile doğru orantılı olarak davranış bozuklukları getiriyor. Çocuklar günde 4,5 saat televizyon seyrediyor. Çocukları TV başında bırakmayın.
* Ailelerin görevi çok önemli. Biz üzerimize düşeni yapmazsak hoca ne yapsın?
* Anne bebeğinin suratını ilk gördüğü an’dan itibaren kaygıdadır. Merak, kaygı, dert, evham anne baba olmanın ayrılmaz bir özelliğidir.
* Anne-baba ve çocuk arasında çok kuvvetli bir bağ vardır. Öyle ki en hayırsız evlat ile en kötü anne-babanın arasındaki bağ bile en kuvvetli bağdır.
* Çocuklarınız ile konuşurken yüz ifadelerinize dikkat. Çocuklar çok güzel yüz okur.
* Okul öncesi eğitim çocukların ruh sağlığı için çok önemli. (AÇEV’in “7 Çok Geç” başlıklı kapmayası bu nedenle başlatılmış.)
* Okul olgunluk öğretir. Bir yükü taşımaya hazır olmayı öğretir. Bir şey yaptığımızda doğacak zararları kestirmemizi sağlar.
* Okul toplumla uyum kadar, yerine göre toplumla uyum göstermemek gerektiğini de öğretir.
* Benim ilkelerim başkasına zarar vermemeli.
* Okul çok önemli bir hayat öğrenme alanıdır.
* Çocuğun zekâsı beslenme ve sevgi ile artar.
* Başarı kapasitenin hakkını verme halidir.
* Velilerin öğretmenler ile yaşadıkları sıkıntıların ardında kendi çocukluklarında kendi öğretmenleri ile yaşadıkları sıkıntılar yatıyor olabilir. Veli kendi öğretmeni ile olan hesabını bazen 20-30 yıl sonra çocuğunun öğretmeni ile kapatmaktadır. Öğretmenlerin bunu dikkate almalarında fayda olabilir.
* Yetenek ile ilgili konuların nota tabi tutulması üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.
* Çocuğunuza eve geldiğinde önce notlarını sormayın, nasıl olduğunu sorun.
* Hatıralar çok önemlidir. Ve okul dönemi arkadaşlıkları da. Çocuklarınıza bu dönem ile ilgili hatıralarını kaydettirin, onlar yapmıyor ise onlar adına lütfen siz yapın. Bunlar çok kıymetli.
* Çocuklar için kural özgürlüktür. Kuralların adaletli uygulanıp uygulanmadığı önemlidir. Yoksa öfke doğurur.
* Anne baba olarak ailenin liderleriyiz, çocuğumuzun lideriyiz. Neyi neden yaptığımızı iyi anlatalım.
* Çocukların ters gelen davranışlarında sorun: “bu hareketi yapmaya neden ihtiyacın var?”
* Kurallar az ve temel konuların üzerinde olmalı.
* Çocuklara soruyoruz “Büyüyünce ne olmak istersin?” Bizim isteğimiz ile çocuğun gerçek ihtiyaçlarına dikkat edelim.
* Çocuklara kaybetmeyi, kaybedip arkada kalmayı ve buradan tekrar öne geçebilmenin mümkün olduğunu öğretelim. Yaşamın süreç olduğunu çocuk göremeyebilir. Uzun vadeli bakmayı öğretelim. Bu sınav ve ders streslerini azaltacaktır.
* Çocukları hazır olmadıkları şeylere itelemeyelim. Ara yolları unutmayalım.
* Çocuklar düşündüğümüzden dayanıklıdır ama gereksiz darbe de vermeyelim.
* Bir çocuğun psikolojisini bozmak o kadar kolay değildir. İnsanoğlu dayanıklı tasarlanmış. Çocuğun sevmeyi ve güvenmeyi beklediği insandan kötü muamele görmesi psikolojisini bozar.
* Okula gitmek en kötü talebe de olsanız, asgari bir kültür, görev kavramı verir. Uygarlık eğitimidir.

Yankı Yazgan’ın konferansını ve aktardığı bilgileri özetlemek kolay değil. Aklımda kalan önemli 3 kavram var:
1) Çocuğa hazır olmadığı yükleri vermemek,
2) Çocuğun taşıyabileceği yükleri taşımasına müsaade etmek,
3) Çocuğa sevgi ve ilgi vermek.

Benim çocuğum yok. Bir yeğenim var, adı Melisa. Melisa beş buçuk yaşına geliyor. İnsan beyninin gelişiminin 16 yaşına kadar çok hızlı olduğunu ve burada da 2 ana dönem olduğunu öğreniyorum Yankı Yazgan’dan. (0-4) yaş arası dönem ve (12-16) yaş arası dönem. Melisa birinci hızlı dönemden çıkmış anlaşılan ve ama genel olarak beyin gelişim sürecinde. Bakalım 12 yaşına kadar neler olacak.

Sonra da insanın 25 yaşına kadar beyin gelişiminin ikinci bir evresi olduğunu öğreniyorum. Bu yaştan sonra da durmadığını umut ediyorum. Yoksa benim Japonca ve Fransızca öğrenme girişimlerim sükûtu hayal ile sonuçlanacak. Yaş 25’i geçeli oldu biraz.

Yankı Bey’in çocuk ve ergen gelişimi ve beynin çalışması üzerine 10 kadar kitabı var. “Kalbinle Düşün Aklınla Hisset”, “Kalp Çarpar Beyin Böler”, ve eşi Dr. Şule Yazgan ile birlikte yazdığı “Çocuğunuz Sizden Ne Bekliyor?” önerebileceğim kitaplarından. “Düşe Kalka Büyümek” ise benim okuduğum ilk Yankı Yazgan kitabı idi. Prof. Dr. Yankı Yazgan’ın çalışmaları hakkında www.yazkiyazgan.com ve www.yankiyazgan.blogspot.com adresinden de detaylı bilgiler alabilirsiniz.


Dönüşüm Oyunu Neyi Dönüştürüyor?

2007 yılının sonundan beri D&R’larda satışta olan bir oyun var. Adı “Dönüşüm Oyunu”. Orijinal adı “The Transformation Game.” İskoçya’daki Findhorn Vakfı’ndan Joy Drake ve Kathy Tyler tarafından geliştirilmiş olan oyun kişinin kendini keşfetmesi için güvenli bir alan sunuyor. Yaşamın minyatür bir şeklini denetimleme fırsatına kavuşuyoruz, deneyimlerin gerçek yaşamdaki risklerini yaşamadan. Bu keşifler için ayırdığımız saatler ile yaşamımızın yolu ve yönü hakkında büyük keşifler yapmak mümkün.

Türkiye’de Türkçe olarak satılmaya başlayan bu oyunu denemenizi öneriyorum. Yaşamı farklı bir yolla ve keyifle keşfetmek için.


Feng-Shui ile Mekânların Enerjisini Düzenleyin

Reiki, Jyorei, EFT gibi teknikler bedensel enerji alanlarımızı desteklemek üzere olan çalışmalar. Ancak, içinde yaşadığımız mekânlar da bizi fazlasıyla etkiliyor. Enerjinin evimizde, işyerimizde akışkan olması hem sağlığımızı hem huzurumuzu hatta işyerlerimizde kolay çalışmamızı ve çalışmalarımızın bereketli olmasını sağlıyor. Beden sağlığımız için enerjisel alanımızın dengeli olması kadar içinde yaşadığımız alanların enerjisinin de dengede olması gerekiyor.

Feng-Shui yaşadığımız mekânları ele alarak yaşamımızın kalitesini artırıyor. Oldukça detaylı bir konu ancak size bazı kısa notları vermek isterim. Bunları uyguladığınızda farklılıkları göreceksiniz.:

- Önemli olan enerjinin rahat olarak akmalıdır.
- Rahat açılamayan kapılar varsa – bunlarda bir arıza varsa lütfen giderin. Eğer eşyalar nedeni ile hareket kısıtlanıyorsa, bu eşyaların yerlerini değiştirerek giderin. Kapıların önünde ve arkasında eşya biriktirmeyin.
- Kırık, bozuk eşyaları ya tamir ettirin ya da elden çıkarın.
- Bakımlı eşyalar etrafa iyi enerji yayar. Bozuk, kırık ve bakımsız olanlar ile enerjiyi alır.
- Eşyalarında enerjisi vardır.
- Ağaç, ateş, toprak, metal ve su elementleri dengelenmelidir. Yapıcı ve yıkıcı dengeye dikkat.
- Yin-Yang, artı-eksi kutup dengelemesi yapın.
- Odanızı, evinizi, işyerinizi her gün havalandırın.
- Düzenli olarak yapılan temizlik mekânlarda enerji akışının sağlıklı olmasını sağlar.
- Etrafınızda sizi kötü hissettiren eşya, resim vs. bulundurmayın. Bunlar hediye vs. olabilir ama sizi mutlu etmiyorsa, enerji olarak da faydalı değildir. Tercihen verin ya da sizi rahatsız etmeyeceği bir yere kaldırın.
- Eşyalarınız gönderdiğiniz mesajdır ve yaşamınız gönderdiğiniz mesajlara göre şekillenir. Odaklandığını şey, yaşamaya devam ettiğiniz şey haline gelir.
- Yaşam alanlarınız yang olabilir, uyku mekânları yin olsun. Şehir yaşamı yang öğeyi artırır. Sağlıklı dengelemeler oluşturmaya dikkat edin.
- Evlerin içi kadar bahçeler de Feng-Shui’ye göre dengelenirse, genel olarak ev ve apartmanların enerjisi dengeli olur.
- Yatak ayakucunuz kapı ile karşılıklı olmasın.
- Ev arsası olarak kare ve dikdörtgen alanları tercih etmeye gayret edin.
- Elektrik santralleri ve trafolara uzak olmaya gayret gösterin.
- Akan su iyi enerji yayar. Tarihte baktığımızda da Osmanlı’da da akan su durağan suya tercih edilmiştir. Çeşmeler, fıskiyeler olumlu enerji verir.
- Yatağınızı elektromanyetik alanlardan uzak tutun ve cep telefonlarınızı tercihen yatak odanızda şarj etmemeye çalışın. En azından başucunuzda şarj etmeyin.
- Yatak odanızda bitki bulundurmamaya gayret edin.
- Banyo ve tuvaletlerin kapılarını kapalı tutun.
- Binaları sabit zeminin üzerine komple oturtmaya gayret edin.
- Çalışma odanızda asla sırtınızı kapıya vermeyin. Odanın kapısı, sırtınız kapıya dönük olmasa da, masanıza doğru açılıyorsa daha çabuk yorulursunuz. Enerjisi direkt olarak almamaya dikkat etmekte fayda var.
- Su kuvvetli bir enerji olduğundan yatak odalarınıza minik fıskiye vs. tarzı eşya koymayın. Bu uyku düzeninizi bozabilir.
- Yatak odanızda televizyon ve radyo bulundurmayın.
- Mutfaklarda dolapların üzerindeki boş alanlara eşya koymamaya çalışın. Bunlar bilinçaltınızda her an başınıza düşecekmiş gibi bir his yaratır ve baş ağrısı ve huzursuzluğa neden olabilir.
- Mavi renk tansiyonu düşürür. Yeşil huzur, şifa rengi olarak yer alır. Kırmızı topraklanmamızı sağlar.

Sabit mekânlarımızda değiştiremediğimiz şeyler olabilir. Bunların birçoğunun Feng-Shui araçları ile iyileştirilmesi mümkündür. Ancak özellikle yeni bir mekâna taşınacağınız zaman, öncelikle yerin özelliklerini kontrol etmekte fayda var. Tabi elimizde olan yerimiz sabitse, yapacağımız şey bu şartları elimizdeki bilgiler ile iyileştirmek. İlgilenenlere Esra Koyuncu ‘nun “Feng Shui Pusula İçinizde” adlı kitabını öneriyorum. İngilizce okuma şansı olanlara da Lillian Too ’nun çalışmalarını tavsiye ederim.

Olduğunuz Kişi Olma Zamanı Geldi

R.Şanal Günseli benim gerçekten sevdiğim hoca ve yazarlardan. Kendi gerçeğinden yola çıkıyor, inandıklarını ve deneyimlediklerini paylaşıyor, kendini yaşamın ihtimallerine açık tutarak.

Bu ayın son mesajını R. Şanal’ın kelimeleri ile aktarmak istedim:

“Olmadığınız kişi olmaya çalışmakla boşuna uğraşmayın. Çünkü siz artık büyüdünüz. Evrende hiçbir varlık, olduğunun dışına çıkamaz. Aslında buna gerek de yoktur. Zaten olduğunuz şey olduğunuzda, olmadığınız şey olmaya çalışarak elde edemediğiniz şeyleri kendiliğinden elde edersiniz.
Ne kolay ve rahat değil mi?
Bir de bunu deneyin ve zaten olduğunuz kişi olun!”

Daldan dala atladık. Neden mi? Çünkü cevaplar nerede saklı bilmiyorum. Arıyorum. Bildiğim öğrendiklerimin bana bir yol açtığı. Her birinin ayrı bir farkındalık yarattığı. Bunları kaynaştırabilirsem? Deniyorum.

Yolumuz açık olsun.

________________________________________________________________________
Ayın Onaylaması:

“Teslimiyet içindeyim ve rahatım.
Hem gelişen ve olgunlaşan benliğim, hem de eksiksiz ve mükemmel yanım aynı anda tekâmül alanındadır. Dolayısıyla ben, ikisini de bir anda ifade ederim.”
R. Şanal’dan

Üstatlardan:

“Yarattığınız tablonun somutlaşmasını onu doğuran güç olan sizden başka hiçbir güç engelleyemez.”
Genevieve Behrend

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:

“Kalbinle Düşün Aklınla Hisset”; Yazar: Prof. Dr. Yankı Yazgan

10 Nisan 2008 Perşembe

Ruhun İsteğini Bilmek ve Kabullenebilmek



Yeryüzünde Cennet’i Yaşamak

Japon Shumei Vakfı’ nın İstanbul’daki merkezinin temsilcileri olan çok sevgili iki dostum var. İnsan bedeninin ve ruhunun arınması için farklı çalışmalar yapıyorlar. ‘Jyorei’ adlı bir Japon enerjisel arındırma tekniğini öğretiyorlar; hem de zirai toprakların korunması ve bu vesile ile hem insan sağlığının hem de toprağın ve yeraltı sularının korunması için doğal tarım metotlarını öğretiyorlar. Shumei Vakfı’nın öğrettiği bilgelikler de, ruhun arınması ile insanın gündelik yaşamında mükemmel sağlık, sevgi, bereket ve güzelliği yaşayabileceğini öğretiliyor.

Yine çok sevdiğim Avustralya’lı Vipassana Meditasyonu hocam Jeff Oliver, içsel farkındalığımızı artırarak kendimizi tanımamıza yardımcı oluyor. Kadim Tibet bilgeliklerindeki bilgileri de gündelik yaşamımızda kullanma fırsatını sunuyor bizlere. Farkındalık esasında içimizdeki perdeler ardında saklanmış gerçek düşüncelerimize, duygularımıza ulaşmamızı ve kendimizi tanımamızı sağlıyor. Affetme ve Sevgi Meditasyonlarını öneriyor Jeff Oliver. “Eğer kendini gerçekten seviyorsan, hiç kimseye zarar vermezsin. Eğer kendini gerçekten seviyorsan, başkasını kolayca seversin” diyor.


Vipassana meditasyonu ile kişi düşünce ve hislere objektif yani nesnel olarak bakarak kendi doğasını keşfetme yolculuğuna çıkıyor.

Burada kişiyi huzur ve dinginlik bekliyor. Üniversite yıllarında Amerika’da okurken Dan Millman’ın “Dingin Savaşçı” adlı bir kitabını okumuştum. Bundan birkaç ay önce Jeff tekrar okumamı önerdiğinde bu kitaba geri döndüm ve yaşamın ne kadar güzel bir keşif yolculuğu olduğunu düşündüm. Tekrar ve tekrar ve tekrar. Ve durmadan. Dünyada huzur ve mutluluğu hissetmek mümkün. Shumei Vakfı tarafından aktarılan bilgeliklerin 1950’lerde ölen bilge Üstadı Meishusama olarak anılan Mokichi Okada’ da aynı şeyi öğretmiş ve bu bilgiler kitapları ile yetişen hocalar kanalı ile bugün bizlere de ulaşıyor.

Dingin Savaşçı

Dan Millman’ın “Dingin Savaşçı” kitabı kişisel gelişim yolunda yürüyenlerin ve ruhunun sesini duymak isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap. Socrates, Joy ve Dan’in macerası eskimeyen bir hikâye.

Yüzde Doksan dokuz’luk Dünya’da Sonsuz Kaynağı Bulmak

Kabala kökeni Hz. İbrahim’e dayandığı kadar söylenen eski bir bilgelik. The Kabbalah Centre Los Angeles ofisinden geçenlerde bir e-posta gelmişti. Yaşama ve olaylara tepkisel değil proaktif olarak yaklaşmamızı da vurgulayan bu öğreti de, egomuz ile gerçek özümün arasıdaki fark üzerinde duruluyor. İnsan egosunun farkına vardığında ve egonun isteklerini değil de özünün, ruhunun isteklerini dinlediğinde, sonsuz bir kaynak ile bağlandığını belirtiyor. Sınırlı bilincimiz ve yaklaşımlarımız ile yaşadığımız gerçekliği “yüzde bir” dünyası olarak tanımlarken, “yüzde doksan dokuz”luk bir dünyanın bizi beklediği belirtiyor. Bana gelen e-posta’da Yehuda Berg’in “Tanrı’nın 72 Adı” kitabında yer alan “Yeryüzünde Cennet” ismi yer alıyordu. İçimizde olan ve Işık’a dair olmayan özelliklerimizi fark ettiğimizde, bunların özümüze ait özellikler değil egomuza ait özellikler olduğunu fark ettiğinde, ve yaşamımıza Yaradan’ı, Işık’ı davet ettiğimizde her şeyin mümkün olduğunu bizlere hatırlatıyor.

Bio-enerji hocam Sn. Moshe Abudaram bana yıllardır insanın özündeki gücü ve yetenekleri kavramak konusunda yol gösteriyor. Ve hatırlatıyor “Biz kimseyi iyileştiremeyiz. Sadece kişinin kendi gücünü görmesini sağlayabiliriz. Belki farklı seçenekler sunabiliriz ama ancak o kişi seçeneğini seçebilir. Ya da kapıyı açabiliriz, ama kapıdan geçip geçmemek kişinin kararıdır. İnsana verilmiş muazzam bir yaratma gücü var – hem hastalığı hem de sağlığı.” Neyi seçiyoruz? Seçimlerimizi ve bunun ardındaki nedenleri incelemek bir kendini keşfetme yolculuğu.

Sürdürülebilirlik Ankara’da Sürüyor…

Şubat ayında yine Ankara’daydım. Yazılarımı takip edenler bilirler geçen Ekim ay’ında Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde bir çalıştaya katılmıştım. Şubat ayında, 11-17 Şubat 2008 tarihlerinde ODTÜ’de bu Uluslararası Çalıştay’ın ikincisi gerçekleştirildi. Ben bu çalıştaya katılma fırsatına sahip olduğum için kendimi çok şanslı sayıyorum. Bir haftayı ünlü Findhorn Ekoköyü’nden Brezilyalı aktivist May East ve İtalya’dan Torri Superiore Ekoköyü’nden gelen Massimo ve Lucilla Candela ile geçirme fırsatımız oldu Ankara’da. Permakültür kavramının da ele alındığı çalıştay bana yaşama dair çok şey düşündürdü. Yaşamın sosyal, ekolojik ve ekonomik boyutlarda sürdürülebilmesi ve dünya yaşamı açısından insanoğlu’nun dünyada varoluşunu sürdürebilmesi için yapılması gerekenleri günlük yaşamımızda ne kadar çok ihmal ediyoruz aslında. Dünya insanoğluna muazzam kaynaklar sunuyor. Bize düşen bunları vicdanlı bir şekilde kullanmak.

Bizler sarf etme, kullanma alışkanlıklarımızı değiştirmediğimiz takdirde, dünyanın artan nüfus ile insanoğluna yetmesi mümkün görünmüyor. Aldığımız ya da kullandığımız her şeye ihtiyacımız var mı? Gereksiz satın alınan ve kullanılmayan malzemelere harcanan kaynakların yerine konması için belki milyonlarca yıl gerekiyor. Permakültür ve ekolojik bakış açısı ileriki aylarda özellikle ele almak istediğim bir konu. Kendimizin ve çevremizdekilerin yaşam kalitelerini artırmak için bizler kişisel gelişim yolunda yürürken, aynı zamanda yaşayabilmek için gereken ana kaynaklarımız için aynı özeni göstermek gerekiyor diye düşünüyorum. “Sizin seçiminiz” diye hatırlattı bize Massimo Candela tekrar ve tekrar. İnsanoğlu seçimlerinin sonuçlarını yaşıyor günahıyla cevabıyla. Ve bir de ısrarla hatırlattıkları bir konuda artık ülkemizinde içinde yer aldığı gelişmiş ülkelerde nüfusun %97’sinin %3’ün yetiştirdiği ürünler ile beslendiği. Ziraat gerçekten çok önemli ve dünya kendini besleyebilme özelliğini gittikçe yitiriyor. Benim ilkokul yıllarımda ülkemizin özellikle ziraat yönünden kendine yetebilen bir ülke olması ile övünürdük; şartlar artık hızla değişiyor.

Hocalarımızın bazı notlarını aktarmak istiyorum: Organik gıdaları tüketmek sağlığımız açısından faydalı. Bunların içinden yöremize yakın yerlerde üretilenleri tüketelim. Yiyeceğin seyahat etmesinin besin değerlerinin azalması yanında, nakliye nedeni ile karbon salınımı nedeni ile zararı oluyor. Mevsimin sebze ve meyvelerini tüketelim ve paketlenmemiş ürünleri tercih edelim. Gıdaların nakliyesi ve paketlemesi en büyük ekolojik ayak izi bırakan unsurlardan. Ve balkonunuzda bir saksıda da olsa, kendiniz için bir şeyler yetiştirin, doğa ile bağlanın.

Evet, belki de bizlerin doğanın bir parçası olduğumuzu hatırlamaya ihtiyacımız var.


Mevlana’nın Misafirleri

17 Şubat 2008 Pazar günün ODTÜ’nün çok özel bir misafiri vardı. Çok yoğun bir kar yağışının ardından şehir sanki uykuda gibi sakindi, ancak ODTÜ’de sabah saat 9’da Kongre ve Konferans Merkezi’nde yağan yoğun kara rağmen önemli bir konuğu dinlemeye gelenler vardı. Uluslararası Mevlana Vakfı’nın ikinci başkanı ve Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin 22.kuşaktan torunu Sn. Esin Çelebi Bayru Mevlana ve Mevlevilik üzerine bir konuşmak yapmak üzere gelmişti. Ben de kendisinin konuşmasını Türkçe’den İngilizce’ye tercüme etme sorumluluğunu almıştım. Hz. Mevlana’nın hayatı ve eserleri benim üzerinde çalıştığım bir konu olmasına rağmen çok heyecanlandığımı itiraf etmeliyim.

Sn. Esin Çelebi Bayru, konuşmasına başlarken dedi ki: “Büyüklerimden şöyle bir söz öğrenmiş idim. Derlerdi ki Velilerden bahsedilen yerlere o Velilerin misafirleri gelir. Bugün burada Hz. Mevlana’dan bahsedeceğiz, demek ki hepimiz O’nun misafirleriyiz.” Ne güzel bir ifade ve düşünüş. Gerçekten de o gün çok huzurlu, dingin ve sevgi dolu bir enerji hâkimdi o salonda.

Sn. Esin Çelebi Hz.Mevlana’nın yaşamı ve eserleri ile ilgili çok kıymetli bilgiler paylaştılar. Bunlara ek olarak önemli bir noktayı da hatırlattı b. Bildiğiniz gibi 2007 yılı UNESCO tarafından “Mevlana Yılı” ilan edilmişti. Bilmediğimiz konu ise bunun bir proje olarak Uluslararası Mevlana Vakfı tarafından UNESCO’ya sunulduğu. Proje sunulmuş ve UNESCO tarafından beğenilerek kabul edilmiş ve Mevlana Yılı kavramı ortaya çıkmış. Sn. Esin Çelebi Hanımefendi bizlere, biz kendi değerlerimizin arkasında durursak bu değerlerin kıymetini duyurmak şansımız olduğunu hatırlatıyor. Ve bu vesile ile ben de sizleri Mevlana hakkında bilgilenmeye davet ediyorum tekrar. Kim bilir belki Mesnevi’nin satırlarında, belki Divan-ı Kebir’in dizelerinde ruhunuzun aradığınız parçalarını bulacaksınız.

Belki de tıpkı Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin söylediği gibi:

Bir can var canında o canı ara,
Beden dağında ki gizli mücevheri ara,
Ey yürüyüp giden dost, bütün gücünle ara,
Aradığını dışarıda değil, kendi içinde ara
.”


Çin’den Arjantin’e … Mısır’dan Fildişi Sahilleri’ne …

Yaşam beni çok küçük yaşlardan itibaren çok farklı ülkelerden, milletlerden, dillerden, dinlerden insanlar ile karşılaştırdı. Kültürlerimiz, alışkanlıklarımız ne kadar farklı olursa olsun özde hiç farkımız olmadığı hep gösterildi bana. Üniversite yıllarda Cornell Üniversite’sindeyken Çin’den Arjantin’e, Avustralya’dan, Ekvator’a, İspanya’dan Bolivya’ya, Mısır’dan Fildişi Sahilleri’ne ve Pakistan’a kadar dünyanın dört bir köşesinden gelmiş arkadaşlarım vardı. Tüm farklılıklarımıza rağmen beraber okumayı, öğrenmeyi, gezmeyi, eğlenmeyi başarıyorduk. Bir üniversite kampüsünde birlik hissini yaşadım ben. Bir de o yıllardan hoşuma giden şey Türk olmanın çok “havalı” bir şey olması idi. Belki dünyada yaşanan olaylar Amerika Birleşik Devletleri’nde bir yabancı olarak var olmayı zorlaştırmış olabilir. Ama esasında insanlar değişmedi. Sadece korkularımız arttı. Korku ve yargıları koşulsuz sevgi ile aşabileceğimize inanıyorum ben. Çünkü ben insanın özündeki iyiye inanıyorum.

Bundan bir süre önce bir ekoloji grubu içinde yazışıyorduk. Kurumların çevreye ve insan sağlığına duyarsızlıkları hakkında konuşurken kurum diye bahsettiğimiz olgunun esasında ne kadar sanal bir şey olduğunu fark ettim. Bir kurumun yaptığı zararlardan ya da dünyayı ve çevreyi olumsuz etkileyen hatalardan bahsederken, esasında bir kurumun öz’de çalışanlarından ve ortaklarından oluştuğunu hatırlayabildim birden. Ve bir umut belirdi içimde. İnsanlar değişirse kurumlarda değişebilir. Ben insanın değişebileceğine, gelişebileceğine, dönüşebileceğine inanıyorum çünkü her geçen gün ben bu değişimleri yaşıyorum. Tüm olumsuzluklara rağmen umut olduğunu hissettiriyor bana bu. Ben insanın içindeki güce inanıyorum.

İnsan ruhu özünü bulmayı istiyor. Japonya’da, Tibet’te, Avustralya’da, Amerika’da ya da Türkiye’de.

İstanbul’da, Edirne’de, Antalya’da, Fethiye’de, Ankara’da, Elazığ’da ya da Samsun’da…

Ve her birimiz, ruhumuzun sesini duyarak onun yolunu izlemeye başladığımızda, hepimizin yolu biraz daha açılıyor.

Karşılaştığım tüm öğretiler bana aynı yönü gösteriyor.


En azından bu bana ısrarla tekrar ve tekrar gösteriliyor.

İnsan ruhu yönünü ve yolunu, özünü arıyor.

__________________________________________________________________
Ayın Onaylaması:

“Mucizeler her gün oluyor. Problemimi çözümlemek için içime yöneliyorum ve İlahi şifayı kabul ediyorum. Ve öyledir.”
Louise L. Hay
________________________________________________________________________
Üstatlardan:

“Yapmaya cesaret edemememizin nedeni işlerin zorluğu değildir. Biz cesaret edemediğimiz için işler zordur.”

Seneca
________________________________________________________________________
Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:

“Cesur Sorular”; Yazar: Dost Can Deniz

13 Mart 2008 Perşembe

Yaratma Cesareti ile Kendini Keşfetmek


2007 yılının Aralık ayında Fethiye’deydim. Mevlana’yı 800. doğum yıldönümünde anma gününde konuşmacı olarak yer almak üzere bir okula davetliydim. Aynı zamanda orada iken Fethiye 21.Yüzyıl Televizyonu için Mevlana üzerine bir program yaptık. Mevlana Celaleddin Rumi’yi anlamaya ve öğrenmeye çalışmak kolay değil. O yaşam yolunda sırtımızı dayayabileceğimiz bir dağ gibi. “Anahtar Sevgi” diyor ve bu gerçekle yüz yüze getiriyor bizi.

Yüksek dağlara kar vardı. İstanbul’da, 7 tepe üzerine kurulmuş İstanbul’da, hep inişler ve çıkışlar vardır, ama heybetli dağları arar gözlerim bazen. Anadolu’daki gezilerimde dağlar beni hep etkilemiştir ve özlerim dağları. Ilgaz’ı, Erciyes’i, ve Nemrut’u. Nemrut Dağı belki gizemli tepe mezarı Kommagene Kralı Antiochos'a ait gizemli Tümülüsü ve bugüne kalabilen heykelleri ile görünenden çok farklı şeyler söyler bana. O Doğu ve Batı teraslarından aşağıdaki ovalara bakmak gerek.

Dağlar tarihten beri insanoğlu’nun kendini bulmak için çıktığı mekânlar. Belki o yüklerde ne kadar küçük olduğumuzu fark ederiz, belki de parçası olduğumuz daha büyük bir düzenin. Hz. Musa’da Sina dağında başlamış yolcuğuna, Reiki’nin ilk hocası, kurucusu Mikao Usui 21 günlük bir dağ inzivasının sonunda enerji ile şifa hakkında bilgilere ulaşmış. Dağların insan ve insan ruhu üzerinde farklı bir etkisi olduğu kesin. Nedeni? İşte bunun cevabını pek bilmiyoruz; belki yükseklerden dünya üzerindeki yaşamın dünya ve evren ile kıyaslandığında ne kadar küçük ve geçici olduğu anlaşılıyor belki de. Olaylara tepeden bakmak denir ya, belki de gerçekten bu bakış açısı bize farklı bir perspektif veriyor olabilir.

Doğadaki dağlar kadar, ruhumuzun derinliklerinde de farklı dağlar var yaşam boyu ulaşmak için uğraştığımız. Bu içsel tepelerde bizlerde kendi özümüzü arıyoruz belki de.

Mevlana’yı Ne Zaman Hatırlamalı?

Ders vermek için bulunduğum okulda alt katlardan bir Ney sesi geliyor. Ney üflüyor biri. Ses ruhuma işliyor. Ney’in sesinde farklı bir gizem var. Kanunu hep sevmişimdir ve piyanoyu da ama ney’de bu âlemden ötesi var sanki. İnsandan üstün ya da insanın kendine dair henüz keşfetmediği yönlerine dair. Ney ise her zaman Mevlana’yı hatırlatır bana.

2007 yılı UNESCO tarafından “Mevlana Hoşgörü Yılı” ilan edilmişti. Peki, 2008 yılına girdik ve Mevlana Celaleddin Rumi’yi sadece 17 Aralık günlerinde mi hatırlayacağız? Mevlana, sevgi ve hoşgörü yaklaşımı ve tüm insanları kucaklayan bakış açısı ile yaşamın anahtarını hala elinde tutuyor gibi geliyor bana. Mevlana Horasan bölgesi’ndeki Belh şehrinden Konya’ya gelinceye kadar ki yolcuğunda ve Konya’daki yaşamı süresince insan olarak bu dünyada yaşamın anlamını ve amacını anlamaya ve öğretmeye çalışıyor, çok farklı hocalar ve gönül dostları ile öğreniyor, paylaşıyor ve öğretiyor. “Dünya seni terk etmeden sen dünyayı terk et. Dünyaya mesafeli ol” diyor. Ve “Gönül aynası saf ve berrak olmalı ki, onun sathında görülecek akislerle güzel suretleri ayırt edebilesin.” Ve yaşamın özünü yansıtan binlerce beyiti gibi şu sözü de ruhumuza sesleniyor: “Bu dünya, yaptıklarımızın yankılanıp yine bize döneceği bir dağdır.”


Yaratmak için Cesaret Gerekir mi?

“Yaratma Cesareti” - Rollo May’in mükemmel bir klasiği. Bazı kitaplar yaşamımızda farklı yerler ediniyor, bu da benim yaşamda olduğumuz ve gitmek istediğimiz yer ile ilgilidir. Yaratma Cesareti benim için çok farklı bir anlam taşıyor. İlk defa 1980lerin sonlarında okumuştum, 20 yıl kadar önce aşağı yukarı. Kitabın Türkçe’ye çevrildiği ilk yıllardı sanırım. Kitabın geçmişi 1970’lerin ortalarına gidiyor oysa. Yıllar sonra, eski kopyasını arayıp bulamayınca yeniden satın alarak okudum bu kitabı. Neden mi? Birçok nedeni var ama bir tanesi neden yapmaktan ve yaratmaktan çekinen bir millet olduğumuzu anlayabilmek için diyebilirim. Konuşmak, eleştirmek konusunda fazlası ile açığız. Her konuda fikir sahibiyiz ama ‘yapmak’ deyince, bir köşeye kaçıveriyoruz genelde. Neden kaçıyoruz? Kendimizden mi? Yapmanın, yaratmanın ardında kendini kabul etmek ve bu kabul ile yol almak mı yatıyor yoksa?

Yaratıcılık konusunda üstat hocalardan biri olan Julia Cameron’a göre, yaratıcılık öğrenilebilir, geliştirilebilir bir yetenek. Mesela “Yazmak nefes almak gibidir” diyor. “İyi yapmak öğrenilebilir ama esas olan yapmaktır.” Cameron bize kitaplarında defalarca hatırlatıyor ki bir şeyi yapmaya başlamak için çok iyi olmayı beklediğimizde o noktaya neredeyse hiç ulaşamıyoruz. Elimizdekileri kullanarak yapmaya, her ne ise yapmak istediğimiz şey, başlamak gerekiyor. Bu arada ve aynı zamanda yetenek ve bilgilerimize geliştirmeye devam etmemiz tabiî ki gerekiyor, ama bunun başlamaya engel olmaması şartı ile.


Yaratıcılığı Alıştırmalar ile Geliştirmek Mümkün

Yaratıcılığımız geliştirmek için Julia Cameron’un sunduğu çok güzel metotlar var. Ben bu egzersizlerden birkaçını sizler ile paylaşmak istiyorum:

1- Her sabah kalktığınızda el yazısı ile 3 sayfa yazın. Bu sayfalarda duygularınız, düşüncelerinizi, isteklerinizi, söylemek ya da yazmak istediğiniz her şeyi hiçbir yazım kuralına uymak için uğraşmadan içinizden geldiği gibi ve geldiği şekilde yazın.

2- Eğer bir evcil hayvanınız varsa, bir gün için bu hayvanı gözleyin ve fotoğraf makineniz var ise fotoğraflarını çekin.

3- Her hafta, bir gün kendiniz ile bir randevunuz olsun. Bu randevuda yapmayı istediğiniz bir şeyi yapın. Ruhumuzu beslememiz gerekiyor ve bu arzu ettiğimiz şeyleri yapmaktan ve deneyimlemekten geçiyor. Sinemaya mı gitmek istiyorsunuz, bir sergiyi mi gezmek istiyorsunuz, kendinize gidip rengârenk kalemler mi almak istiyorsunuz? Ya da sadece bir kafede oturup gelen geçenleri mi seyretmek istiyorsunuz? Yapın. Dans dersi alın, bir parka gidin, kurabiye yapın ya da pazara gidin. Canınız ne istiyor ise, bir gün, sadece kendiniz ile bir randevunuz olsun.

4- Hayatınızda size gerçekten engel olan, başarınızı ve yaratıcılığınızı küçümseyen, sizi başaramayacağınızı söz ve düşünceleri ile hissettirenler hatırlayın. Bunlar içinden 3 kişiyi ve zamanı detaylı olarak hatırlayın ve yazın. Size engel olan, sizi başarısız bulan kimdi, nerede ve ne zaman oldu, neler söyledi, nasıl engellendiniz ve nasıl hissettiniz?

5- Hayatınızda size gerçekten destek olan, başarınızı ve yaratıcılığınızı destekleyenleri hatırlayın. Başarınıza en çok güvenen ve destekleyen 3 kişiyi ve zamanı detaylı olarak hatırlayın ve yazın. Sizi destekleyen kimdi, nerede ve ne zaman oldu, neler söyledi, nasıl desteklendiniz ya da teşvik edildiniz?

6- Yapmaktan bahsetmek yerine Yapın. Yaptıklarımızın beğenilmemesinden o kadar çekiniyoruz ki o riski almamak için denemiyoruz bile. Kendimiz için yapıyoruz ve yaratıyoruz. Hep bunu hatırlayın.


Yeşil Kartondan Yılbaşı Ağaçları

Yılbaşında İstanbul Akmerkez’de bir sergi vardı. Farklı ilköğretim okullarından öğrenciler çam ağacı formunda kesilmiş kartonları süslemişler. Her biri birbirinden olanca farklı onlarca ağaç vardı. Boyanmış olanlar, örülerek sarılmış olanlar, aklınıza gelebilecek ve gelemeyecek kadar çeşitli şekilde süslenmiş ağaçlar. Çocukların yaratıcılığına hayran oldum. Peki, geçen yıllar ile bizlerin yaratıcılığına neler oluyor? Lise, üniversite, iş hayatı derken ruhumuzun parçalarını bir yerlerde mi bırakıyoruz yoksa?

Julia Cameron’un “İçinizdeki Yaratıcıyı Keşfedin” başlıklı kitabı benim bu konuda en sevdiğim kitaplardan biri. Bizi unuttuğumuz, belki de henüz tanımadığımız yönlerimizle buluşturuyor.

Yaşam’da Yitirdiğimiz Parçaları Bulmak

Bir egzersiz daha paylaşmak istiyorum sizinle. Yaşamımız boyunca, hatta çocukluğumuzdan itibaren kalıpları ile karşılaşıyoruz. “Yapma. Dokunma. Mantıklı ol. Yaramaz Çocuk.” Bunları birçoğumuz duymuşuzdur. Birçok hoca diyor ki, bu duyduğumuz olumsuz kalıplar, bu bizi küçülten düşünceler enerjimizi emiyor. Etrafımızdaki kişiler belki iyi niyetliler ama bizim için neyin iyi olduğuna karar verip buna uymamızı sağlamak için bizi korkuturken, endişeye düşürürken esasında bizim yaratıcılığımızı öldürüyorlar. O zaman biz zamanla kendimizden, isteklerimizden, arzularımızdan, rüyalarımızdan kopuyoruz, kendimizden uzaklaşıyoruz. Parçalarımız farklı zamanlarda farklı yerlerde kalıyor sanki yaşananlar ve duyduklarımızla. Derinlere gömülmüş bizi bulmak için boşluklarını bizlerin dolduracağı bir dizi cümle var. Bunu yapmanızı yürekten öneriyorum:

1. En sevdiğim çocukluk oyuncağım ……..
2. En sevdiğim çocukluk oyunu ……..
3. Çocukken gördüğüm en güzel film …….
4. Sık yapmasam da zevk alarak yaptığım şey ……..
5. Sorumluluklarımı azaltabilseydim …….. yapardım.
6. Çok geç kalmış olmasaydım …….. yapardım.
7. En sevdiğim enstrüman ……..
8. Her ay kendi eğlenceme harcadığım para ……..
9. İçimdeki yaratıcıya karşı cömert davranacak olsaydım ona …….. alırdım.
10. Kendim için zaman ayırmak ……..
11. Korkarım ki eğer hayal kurmaya başlarsam ……..
12. Gizli gizli …….. okumaktan hoşlanıyorum.
13. Mükemmel bir çocukluk geçirseydim, büyüdüğümde …….. olurdum.
14. Çok çılgınca olmasa yazmak ya da …….. isterdim.

Boşlukları doldurun. Bunları bir kâğıda yazın. Size kendiniz hakkında unuttuğunuz neler söylüyor. Bu bilgilerden şu an’da gerçekleştirebilecekleriniz var mı? Gerçekleştirmeyi denemek ister misiniz?

Lütfen geride kalmış parçalarınız ile kucaklaşın; ruhunuzun yaratıcılık rüzgârını esmesi için özgür bırakın, kim bilir ne cevherler keşfedeceksiniz.


Sağlığa Bakış Açısı Değişiyor

Kitap tavsiyelerinden bahsetmişken, bir kitap daha geldi aklıma. Dr. Ender Saraç’ı Ayurveda üzerine olan kitapları, tamamlayıcı tıp metodu uygulamaları ile tanıyor ve seviyoruz. 2007 yılında çıkan kitabı “Ruhsal Gelişim ve Kader” ile Genç Gelişim dergimizde de zaman zaman ele aldığımız farklı konulara yer vermişti. Reiki gibi tamamlayıcı tıp metotlarından Kabala’daki ‘Tanrı’nın 72 Adı’na, ‘Esma’ül-Hüsna’ya kadar birçok farklı konuya da kısa kısa değinmiş. Kitap bir yıla yakın süredir satışta ama bu konular sizler için yeni ise ve bir başlangıç kitabı arıyorsanız okumayı düşünebilirsiniz. Dr. Ender Saraç sağlıkta bütüncül bakış açısının önemini bizlere hatırlatıyor ve dünyada ve Türkiye’de sağlığa bakış açısı bu çizgide değişmeye ve gelişmeye devam ediyor.


*-*-*

Mevlana’nın kısa 4 dizesi ile bitirmek istiyorum:

Vakit keskin bir kılıçtır,
Sufi vakit oğludur,
Yarın demez,
An'ı değerlendirir.

Yaşamınızın her an’ını ertelemeden şimdi dolu dolu yaşamanız dileğiyle.
Sağlık ve sevgi dolu günler hep sizinle olsun.
Sevgilerimle,
Z.

_____________________________________________________________________

Ayın Onaylaması:
“Bağışlıyor ve bırakıyorum. Anlıyor ve biliyorum. Kendi hayatımın yaratıcısıyım.”
R. Şanal

Üstatlardan:
“O kadar küçüğüm ki neredeyse gözükmüyorum.
Bu muhteşem sevgi nasıl içinde olabilir?

Gözlerine bak. Küçükler,
Ama devasa şeyler görebiliyorlar.”
Mevlana Celaleddin Rumi

Zeynep’in Kitap Tavsiyesi:
“Yaratma Cesareti”; Rollo May.H”

Öğrenci Hazır Olduğunda Öğretmen Gelir



Kasım ayında tesadüfen televizyon kanallarından birinde bir filme rastladım. Çok sevdiğim bir kitabın filmiydi bu ve aynı ad ile yayınlanıyordu: “Tanrı ile Sohbet.” Kitabın yazarı Neale Donald Walsch. Film birinci kitabın konusunu içeriyordu. Daha sonra Tanrı ile Sohbet 4 kitaplık bir seri oldu. Walsch’ın başka kitapları da çıktı.

Sanırım bundan 3-4 yıl önceydi, İstanbul’da tanıştım Neale Donald Walsch ile. Filmde mükemmel şekilde canlandırıldığı gibi bu Amerikalı yazar, yaşamında her şeyin ama her şeyin ters gittiği günlerden, Tanrı ile iletişimini çok özgür ve yürekten bir noktaya çıkararak yaşam yolunu bulmuş ve bunu dünya ile paylaşmıştı. Kitaplarındaki yürekten samimiyeti kendisini görünce de hissetmiştim. Tüm anlattığı aşamaları, zenginliği ve fakirliği ve hastalığı ve işsizliği ve uyanışı, silkinişi adım adım yaşamıştı. Bu kitabı ve filmini ben de yürekten tavsiye ediyorum.

Ben çok şanslıydım. Karşıma tam ihtiyacım olan anlardan hem çok iyi ve benim için doğru hocalar çıktı. “Öğrenci hazır olduğunda öğretmen gelir” derler bundan mı bilmem ama, dünyanın tanınmış bir çok hocası ve yazarı ile tanışma ve çalışma şansı buldum ve çalışmaya devam ediyorum. Belki farklı yabancı dilleri biliyor olmam bunu kolaylaştırdı. Belki de Türkiye’de kişisel gelişim üzerine çalışan çok fazla hocamız da yoktu zamanında.

Ancak son beş, on yıldır bu konuda büyük gelişme gösterdiğimizi düşünüyorum. Çok farklı akademik alt yapılardan çok farklı hoca eğitimler, dersler veriyor, çalışmalar yapıyor artık. Prof.Dr. Doğan Cüceloğlu’nun Türkiye’de yeni bir dönemi açan hocalardan olduğunu düşünüyorum. Kitapları “İyi Düşün Doğru Karar Ver”, “Yeniden İnsan İnsana”, “Mış Gibi Yaşamlar”, “İçimizdeki Biz” ve birçok başka kitabı var yıllardır tekrar tekrar okuduğum. Bana üniversiteye başladığım yıllarda okuduğum ünlü Amerikalı yazar Scott Peck’in kitaplarından aldığım tadı ver Doğan Cüceloğlu’nun kitapları. Herkes okumalı diye düşünüyorum.

Kişisel Gelişim çok geniş bir konu. Bu konuda Çocuk Psikiyatristi Prof. Dr. Yankı Yazgan, Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu ve Prof.Dr. Üstün Dökmen gibi akademik bir geçmişten gelen hocalar olduğu gibi, yine kişisel gelişim konusunda güzel çalışmalar yapan ve farklı ekollerden gelen hocalarımız, yazarlarımız da var, Nil Gün ve R.Şanal Gülseli gibi. İnsanın gelişimine gönül vermiş bu hocalarımızın ve yazarlarımızın kitapları ve çalışmaları gerçekten dikkate alınmaya değer.


Yaşamın Çekim Yasası

Nil Gün kişisel gelişim konusunda eskinden beri muhtelif çalışmalar yapan değerli bir hoca. Olumlamalar ile hastalıkların zihinsel nedenlerini ortadan kaldırmak için çalışan ünlü yazar Louise L. Hay’ın kitaplarının Türkçe’ye çevrilmesinde Nil Gün’un gösterdiği gayret yıllar öncesinde beni O’nu okumaya iten ana faktörlerden biridir. İngilizce’yi iyi bildiğim için kendin birçok kitabı yurtdışından alabiliyor ve okuyabiliyordum. Ancak yabancı dil bilmeyen arkadaş, dost ve öğrencilerin kaynak bulmakta zorlanması beni üzerdi. Son on yılda bu konuda çok yol kat ettik. Artık gerek yabancı yazarların tercümelerini bulmak mümkün, hem de bu konuda yazan Türk yazarlarımız da çok.

Kuantum düşünce üzerine yazan R.Şanal Günseli’yi de dinleme fırsatı bulduğum bir fuarda, Nil Gün ile konuşma ve kendisini dinleme fırsatı buldum. Şimdi gelin bir de Nil Gün’ün hatırlatmaları ile Çekim Yasası’na ve yaşama tekrar bir göz atalım:

- Evren her şeye “evet” der. Ben başarabilirim, dersen başarırsın.
- Söz, düşünce, duygu ve davranışlar bizi etkiliyor.
- Sadece niyet yeterli olmaz. Davranışların ile niyetini göster. Çünkü başkaları bizi davranışlarımıza değerlendiriyor.
- Evren “evet” der. Gelecek zaman kullanma ifadelerinde. “İstiyorum” dersen sadece, isteme aşamasında kalabilirsin. Sözün büyüsü var. Yapıyorum, de. Oluyor, de.
- Olumsuz şeyleri duygusal yatırım yapmadan dile getirebilirsin. Aksi takdirde uzak dur.
- Değerlendir ama yargılama. Yargıladığımızda, yargıladığımız özelliği kendimize çekiyoruz.
- Kıskançlık ile Evren’e “o bende yok” mesajını veriyoruz. Evren bunu onaylıyor.
- Ne yaparsak kendimize yapıyoruz.
- Bizler özde biriz. Aynı okyanustan gelen ama farklı şekilli kaplarda dondurulmuş buzlar gibiyiz.
- Hayatınıza gelen olaylara dikkat edin. Mesajı aldığınızda tekrar eden olaylar biterler.
- Ağrılar sinyaldir.
- Bu dünyadaki öncelikli amacımız kendimizi tanımak olmalı.
- Sen enerjini artırdığında, eskiler, düşün frekanslar hayatından çıkar.
- Enerjisi yüksek insanlar ile bir arada olmak için enerjini yükseltmen gerek!
- Enerjini yükseltmek için: Aktif teslimiyet içinde ol, Olumlu Düşün, Ver-Paylaş.
- Neye ihtiyacın varsa, onu ver. Para ver, sevgi ver, zaman ver.
- Tohum ek ki, çiçek açılsın.
- Doğada her şey önce veriyor, insan hariç.
- “Param yok” sözünü hayatından çıkar.
- Kendini sevmek kendini beğenmişlik değil. Sen kendini sevmiyorsan, ben niye seveyim.
- Sen seni sevmesini istediğin kişiyi sev.
- Şükran duy, Şükret. Düşün, hiç teşekkür etmediğin bir arkadaşın sana ne kadar süreyle vermeye, yardım etmeye devam eder?
- Hayatın amacı çekirdeğindeki potansiyeli hayata geçirmektir.
- Hayatında nelere şükran duyuyorsun? Evin, yiyebildiğin yemek, ailen, arkadaşların, bu konuşmayı dinleyebiliyor olman? Şükür duymayınca bir şey gelmez.
- Kızgınlık içinde isen yumruğunu sallıyorsan, avucun kapalı demektir. Almaya hazır değilsin demektir. Avucun açıksa almaya hazırsın.
- Niçin değil nasıl diye sor. Nasıl çözebilirim diye sor. Olduğun yerden bir basamak üste çık ve bak. Belki o zaman daha rahat görebilirsin.
- Bil ki, hayatımıza giren her insan bir armağan getirdi. Armağanı görürsen sen gelişirsin. Her insan bir özelliği gösteriyor.
- Biz birbirimiz eğitmeye geldik. Kimse bizi mutlu etmek için gelmedi.
- Mutlu insan sen ol ve yay. Mutluluğun iyileştirici gücü var.
- Sorun: Bu yaşamı cennete çevirmek için ne yapabilirsiniz ve cennet için cehennemden geçmek gerekmiyor.
- Öncelikler sıranda sen kaçıncı sıradasın?
- Sağlıklı şekilde “ben” diyemeyen “biz” olamıyor. Ben ol, sonra biz ol ve BİR ol.
- Hayatınızın mimarı sizsiniz. Enerjimiz devasa ama biz kırıntılar ile yaşıyoruz. Saraydayız ve sarayın bodrumunda bir tek odada yaşıyoruz.
- Kendinizi sevmek anahtar. Kendinizi sevmeye söz verin ve tekrar edin: “Kendimi sevmeye söz veriyorum ve kendimi seviyorum.”

Kuantum Düşünce Tekniği Ne Diyor?

“Kuantum Düşünce Tekniği”, “Kuantum Olumlama” ve “Kuantum Sıçrama” adlı üç kitabı var R. Şanal Günseli’nin. “Kuantum Sıçrama” en son çıkan kitabı. Bu kitaptan hemen bir ay sonra Ferhan Efeçınar’ın “Kuantum Sıçraması” kitabı çıktı. Bu kadar kısa süre ile kuantum ile ilgili neredeyse adları aynı olan iki kitabın çıkması, konunun artık ilgi çektiğinin bir işareti sanırım.

Ben Kuantum Fizikçi Dr. Fred Alan Wolf’u Eylül 2007’de dinlemiş ve bakış açısından ve aynı zamanda kişiliğinden çok etkilenmiştim. Şanal Bey’in her üç kitabı da Türkçe olarak yazılmış çok güzel çalışmalar. R.Şanal’da Dr. Wolf gibi çekim yasasının önemli olduğunu ama bunu hayata geçirmek için kuantum düşünce yapısından faydalanmak gerektiğini vurguluyorlar.

Kasım 2007 ayında İstanbul’da düzenlenen fuarda, R.Şanal’ı keyifle dinledim ve konuşmasından bazı noktaları sizlerle paylaşmak istiyorum:

· Elimizden bir şey gidiyorsa, bunu sevinerek beklemek lazım; yerine hası geliyor demektir.
· Hem bir şey olacağız, hem hiç olduğumuzu bileceğiz.
· Bir şeyi bilmek sınır koyar. Her şey her an değişir. Bu tek prensiptir.
· Kuantum da ortaya çıkmıştır ki gözlemleyen kişi, gözlemlediği gerçeği değiştirir.
· Her şeyi “siz” yapıyorsunuz. Deyin ki “İstemediğim şeyleri ben yaratmışsam, ben değiştiririm.”
· Biz dersi öğrenmek için buradayız. Öğrenmiyorsak bir şeyler ters gidiyor. Deneme alanına aç kendini. Dene. Probleminle sohbet et.
· Yaşam bizim seçimlerimiz ile Tanrı’nın bizim için seçtiklerinin dansı.
· Katı planlama konuşmalarını bırak, kendini bırak ve akışa uy.
· Yalnızlıktan yakındığında bil ki, yalnızlık yalınlık, saflık ve yaratıldığı gibi olmaktır. Yalınlık sıfır noktası dediğimiz en üst noktadır.
· Yalnızlıkta, bağlantısızlıkta içindeki gücünü hisset.
· Sevgi almak vermek ışık yaratır, taşır. Yaşayarak anlam keşfetmek ışık taşır.
· Hata yapmak Tanrısal olmanın parçasıdır, bir boyutudur. Hata yapmak, geri bildirim almaktır.
· Her şeyin bir zamanı, süreci ve gücü var. Bunu bilirsen kayıptan korkmazsın.
· Her problem bize yeni bir araçtır.
· Başımıza gelenler, bize verilen güç ve sorumlulukları kullanmama ve görevleri reddetme oranımıza göre oluyor. Kabul ettiğimizde oranda açılıyoruz.
· Aciz rolü yapma. Mazeret bulmayı bırakma. İnsan’a tüm yaratma kaynakları verilmiştir.

Jeffrey Oliver’dan Farkındalık Medidasyonu Vipassana

Yaşam karşıma yeni hocalar ve kendi gelişim yolumda yürüme cesareti gösteren kişileri çıkarmaya devam ediyor ve bunun için minnettarım. Geçtiğimiz ay, adını daha önce farklı zamanlarda duyduğum Jeffrey Oliver ile tanışma şansına kavuştum. Jeff Oliver, bir farkındalık meditasyonu olan Vipassana Meditasyonu Hocası. Tayland’dan İstanbul’a geldiğini haber alınca kendisi ile vipassana ve belki de daha önemlisi yaşama bakış açısı hakkında konuşmak üzere bir araya gelmek istedim. 8 yıl kadar Budist rahiplik yapan Oliver, son beş yıldır ise sadece meditasyon hocalığı yapıyor ve dünyanın farklı yerlerinde öğrencileri ile bir araya geliyor. Türkiye’ye birkaç yıldır gelen Jeffrey Oliver ile görüşmemizden kısa da olsa bazı notları sizlerle paylaşmak istiyorum:

- Bağışlama başlamak için en güzel noktalardan biri olabilir. Bilerek ya da farkında olmadan diğer canlılara verdiğimiz zarar için, kendimize verdiğimiz zarar için kendimizi affetmek ve sonrasında aynı şekilde başkalarının bize bilerek ya da farkında olmadan verdikleri zarar, acı ve sıkıntılar için onları affetmek özgürleştirici ve çok güzel bir başlangıç. Kendimizi bağışlamak çok önemli.
- Evren’e açık mısın kapalı mı? Barışçı Savaşçı’nın Yolu okunması gereken bir kitap.
- Hiçbir şey kesin değildir. Her şey olabilirliktedir.
- Olaylara, olanlara tutunma, bağlanma. Gör, kabul et ve bırak. Esnek ol. Fırsatlara müsaade et. Olayların ve yaşamın önünde açılmasına izin ver. Olmasına izin vermek, bitmesine izin vermek, gitmesine izin vermek.
- Korku bir şeylerin belirli bir şekilde olmasını istemekten gelir.
- Görebilmek ve bilebilmek için, konsantrasyon, farkındalık, sevgi ve bilgi araçlarını kullan. Yaşamı ve kendimizi bilebilmek için araçlar bunlar.
- Buda herkesin kendi gerçeğini bulma yolunu açmak istedi. Herkesin kendi aydınlanma yolunu bulmasını.
- Zihnin ve aklın işleyiş şeklini öğren ve kendini özgürleştir.
- Son’un sonu yoktur. Sonuçlar yoktur. Eğer var diyorsan, sen kapıları kapattın.
- Bilmiyoruz, kapattığımızda biz dışarıda kalıyoruz.
- Öğretilerden, insanlardan sonuçlar çıkarıyoruz, ama yok ki.
- Hata yapabiliriz. Ancak bu hatada ya da kötü davranış diye adlandırdığımız olayda niyetimiz iyi ise, kendimizi affetmeliyiz. Kendimizi affedince başkalarını affedebiliriz.
- Biz insanlara, olaylara odaklanıyoruz. Mesela bu odada masalara, içindeki insanlara odaklanıyoruz. Ya aralarında boşluk? O boşluk daha fazla bir alan kaplamıyor mu? Odada duman var; dumanı görüyoruz; ya duman olmayan kısmı havanın? O kısmın farkında mıyız?
- Saatin vuruşları arasındaki sessizliği duyuyor muyuz? Sese odaklanıyoruz biz, ya arasındaki sessizlik? Ya bulutların arasındaki alan gökyüzünde? Yıldızların arasındaki boşluk? Boşluğa odaklanın. O zaman kendi zihninizdeki boşluğu bulacaksınız.
- Boşluk özgürlüktür. Orada huzur ve rahatlığı bulabilirsiniz.

*-*-*

Mutluluk, sağlık, başarı ve bereket hep sizinle olsun.
Sevgilerimle,
Z.

Ocak 2008, İstanbul

___________________________________________________________________
Ayın Onaylaması:
“Her zaman ihtiyacım olduğunda yardım isterim ve yardım almaya açık olurum. Büyük, küçük, tüm şeylerde istediğim kadar destek ve yardım alıyorum.”
Doreen Virtue

Üstatlardan:
“ Her ovuşta sinirlenirsen böyle sen, aynan nasıl temizlenecek?”
Mevlana Celaleddin Rumi
Zeynep’in Kitap Tavsiyesi:
“Her Şey Su ile BaşladıHer”; Helen Keller

1 Mart 2008 Cumartesi

Müziğin Titreşimleri ile Ruhun Sözleşmesi

Yaşamın sesi size nereden geliyor? Yaşam müziğinizi nasıl yazıyorsunuz?

İstanbul Boğazını saatlerce seyretmek mümkün. Gün içinde neredeyse yüzlerce tekne, gemi, motor evimin penceresinin önünden akıp gidiyor.

Salonda yazmayı severim ben. Fethiye’de de İstanbul gibi evimin salonundadır bilgisayarım. Tabi İstanbul’daki kadar hareketli bir manzara yoktur ama ruhuma çok iyi gelir.

İstanbul Boğazı. Hayatın akışımı temsil eder sanki bana. Boğazın suyu her an’da sanki her iki yöne doğru akar gibidir. Kuleli Askeri Lisesi karşı yakada sağlam bir kale olarak Boğaz’ı korur sanki. Gece ışıkları ile Boğaz’ın her yerinden farklı görünür. Ama ben Arnavutköy’den görünüşü ile tanırım O’nu. Zarif, mağrur ve sağlam.

Kuleli Askeri Lisesi 2.Mahmut döneminin askeri yapılarından biridir. Süvari Kışlası olarak kullanılan bina Boğaziçi’ndeki en görkemli yapılardan biridir. Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte, 1925 yılında Kuleli Askeri Lisesi adını almıştır.

Rahmetli dedem Yusuf İzzettin Kocasinan 1910’larda başlayan savaşlar ile Kuleli’den cephelere doğru yolculuğuna başlamış ve Cumhuriyet’in ilanına kadar tüm cephelerde savaşmış. Şam’da bulunmuş, ordunun Şam’ı bir güne boşaltmasını yaşamış. O şanslılardanmış. Sadece şarapnel yaraları ve arasında İstiklal Madalya’sının da bulunduğu madalyalar ile dönmüş İstanbul’a.

Ortaokul yıllarında okuduğum Halide Edip Adıvar’ın “Türk’ün Ateşle İmtihanı” 1918 ile 1923 yılları arasında İstiklal Savaşı anılarını kaleme aldığı çok etkileyici bir çalışma. O yıllarda kendi dedemin neler yaşamış olduğunu bilmek isterdim doğrusu. Gerçekten ‘Anı’ bence önemi yeterince vurgulanmayan bir eser türü. Gerçek tarih anıların satır aralarında saklı.

Mart ayı’nda, 18.Mart günü Çanakkale Zaferini ve Şehitlerini Anma Günü. 1915 yılında İngiliz ve Fransız Donanmaları’nın Çanakkale’den mağlup olarak geri çekilmeleri anısına. Dünya barış, huzur, sevgi dolu günler arıyor. Bizler birey olarak kendi kişisel gelişim yolumuzda yürüyerek bu dünyayı yaratabilme gücünü içimizde taşıyoruz.

Rahmetli Babam yaşamının son yıllarında ne zaman Kuleli’ye baksa, gözleri dolardı. Belki 1950’lerde kaybettiği ve benim hiç görmediğim babasını özlediğinden, belki de bu okuldan çıkan her gencin bu güzel vatan için yaşadıklarını daha yakından hissedebildiğinden.

Kuleli zarif, mağrur ve sağlam, İstanbul Boğazı’ndan geçenleri selamlıyor her sabah ve her akşam…

Yaşam Müziğini Yazmak

2008 yeni yılı sabahı televizyon kanallarından birinde Viyana Flarmoni Orkestrası’nın Yeni Yıl Konseri vardı. Johan Sebastian Strauss’un eserlerine ayrılmıştı bu konser. Fransız Polka’sı, Çin Galop’u, Mavi Tuna Vals’ı, sanki o günden beri farklı bir tat ile kulağımda. Viyana ve Vals bütünleşmiş adeta.

Eskiden, ben ilk ya da ortaokuldayken demeliyim, TRT’de Pazar sabahları Klasik Müzik konserleri olurdu. Hala var mı bilmiyorum, televizyonu çok daha az izliyorum belki de. Ve Pazar sabahlarında Rahmetli Babam bu konserleri seyreder dinlerdi. Klasik müziğin ruha etkisi bambaşka. Masaru Emoto’nun müziğin su kristalleri üzerindeki etkisi hakkında bize söylemeye çalıştıklarında bir doğruluk var sanırım. Vücudu yüzde 70 su’dan oluşan bizler kendimizi hangi müziğin titreşimlerine teslim ediyoruz. Klasik müzik iyidir gibi bir kalıptan bahsetmiyorum. Müziğin titreşimlerinin sizi nasıl etkilediğini gözlemlediniz mi diye soruyorum sadece. Ne dersiniz?

Klasik müziği sevdiğim kadar Türkçe şarkıları da severek dinliyorum. Bazen Türk Sanat Müziği, bazen Türk Halk Müziği, bazen ise o an içimden ne geliyorsa. Bazen radyoda çalan bir şarkı biz sorularımızın cevabını da verebilir.

Mesela Candan Erçetin’in bir şarkısının sözlerinde dediği gibi:

“…Elbette bazen hızla dönüp bazen duracağım.
Elbet bugün ağlıyorsam, yarın güleceğim
…”

Yaşamda üzüntülerde bizim için ve sevinçlerde. Esas olan belki de bu döngüleri, bu iniş çıkışları kucaklamak ve öğrenip devam etmek. Her hakkıyla oynadığımız rolümüz ile bir sonraki sahneye ya da oyuna geçiyoruz bu yaşam tiyatrosunda.

Soruyu Sor, Cevap Gelir

Oyunun ipuçlarını takip etmek için kendimize sorular sormak işe yarıyor doğrusu.
Neyi mi sormak? Örneğin, The Secret filminde yer alan hocalardan ve “Bolluk Yasaları” kitabının yazarı James Arthur Ray, yaşam’da her gün aklınızda olması gereken 3 basit soruya işaret ediyor:

1- Ne olmak istiyorsunuz?
2- Ne yapmak istiyorsunuz?
3- Neye sahip olmak istiyorsunuz?

“Leonardo da Vinci Gibi Düşünmek” adlı kitabın yazarı Michael Gelb diyor ki: “Soruları sormak dikkatimizi otomatik olarak cevaplara yönlendirir.” Hedefler bize adım atma gücünü veriyor. Tabi, bunların sadece dış etmenler olduğunu ve sahip olduğumuz en değerli şeyin “kim olduğumuz” ama bence “ruhumuzda, içimizde, yüreğimizde kim olduğumuz” olduğunu hatırlamak. Bio-enerji hocam Moshe Abudaram’da “Soruyu sor cevap gelir” diye yüreklendirirdi beni ve genelde de haklı çıkardı. Başka hangi sorular var aklınızda?

*-*-*

Yaşamın sesi baktığınız yerden, bakmayı seçtiğiniz yerden ve şeylerden geliyor.
Neleri seçiyorsunuz? Kendi şarkınızı siz besteliyorsunuz aslında, size verilen notalar ve seçtiğiniz enstrümanlar ile.

Hayatınızın en sevdiğiniz şarkınız olması dileğiyle…
Sevgiler,
Z.
_______________________________________________
Ayın Onaylaması:

“Ben biliyorum ki bir kapı kapandığında her zaman yepyeni bir kapı açılır. Yaşamındaki yeni başlangıçları kucaklıyorum ve yeni fırsatları en güzel şekilde değerlendiriyorum.”
Dr. Doreen Virtue, “Yeryüzü Melekleri” Kitabının Yazarı
_______________________________________________
Üstatlardan:

“Eğer bir kişi bir şeyin üstadı olmuşsa ve bir şeyi çok iyi anlıyorsa, o zaman o kişi birçok şey hakkında aynı iç görüye ve bilgiye sahip olmuş demektir.”

Vincent Van Gogh
________________________________________________
Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:

“Türk’ün Ateşle İmtihanı”; Yazar: Halide Edip Adıvar