İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

10 Nisan 2008 Perşembe

Ruhun İsteğini Bilmek ve Kabullenebilmek



Yeryüzünde Cennet’i Yaşamak

Japon Shumei Vakfı’ nın İstanbul’daki merkezinin temsilcileri olan çok sevgili iki dostum var. İnsan bedeninin ve ruhunun arınması için farklı çalışmalar yapıyorlar. ‘Jyorei’ adlı bir Japon enerjisel arındırma tekniğini öğretiyorlar; hem de zirai toprakların korunması ve bu vesile ile hem insan sağlığının hem de toprağın ve yeraltı sularının korunması için doğal tarım metotlarını öğretiyorlar. Shumei Vakfı’nın öğrettiği bilgelikler de, ruhun arınması ile insanın gündelik yaşamında mükemmel sağlık, sevgi, bereket ve güzelliği yaşayabileceğini öğretiliyor.

Yine çok sevdiğim Avustralya’lı Vipassana Meditasyonu hocam Jeff Oliver, içsel farkındalığımızı artırarak kendimizi tanımamıza yardımcı oluyor. Kadim Tibet bilgeliklerindeki bilgileri de gündelik yaşamımızda kullanma fırsatını sunuyor bizlere. Farkındalık esasında içimizdeki perdeler ardında saklanmış gerçek düşüncelerimize, duygularımıza ulaşmamızı ve kendimizi tanımamızı sağlıyor. Affetme ve Sevgi Meditasyonlarını öneriyor Jeff Oliver. “Eğer kendini gerçekten seviyorsan, hiç kimseye zarar vermezsin. Eğer kendini gerçekten seviyorsan, başkasını kolayca seversin” diyor.


Vipassana meditasyonu ile kişi düşünce ve hislere objektif yani nesnel olarak bakarak kendi doğasını keşfetme yolculuğuna çıkıyor.

Burada kişiyi huzur ve dinginlik bekliyor. Üniversite yıllarında Amerika’da okurken Dan Millman’ın “Dingin Savaşçı” adlı bir kitabını okumuştum. Bundan birkaç ay önce Jeff tekrar okumamı önerdiğinde bu kitaba geri döndüm ve yaşamın ne kadar güzel bir keşif yolculuğu olduğunu düşündüm. Tekrar ve tekrar ve tekrar. Ve durmadan. Dünyada huzur ve mutluluğu hissetmek mümkün. Shumei Vakfı tarafından aktarılan bilgeliklerin 1950’lerde ölen bilge Üstadı Meishusama olarak anılan Mokichi Okada’ da aynı şeyi öğretmiş ve bu bilgiler kitapları ile yetişen hocalar kanalı ile bugün bizlere de ulaşıyor.

Dingin Savaşçı

Dan Millman’ın “Dingin Savaşçı” kitabı kişisel gelişim yolunda yürüyenlerin ve ruhunun sesini duymak isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap. Socrates, Joy ve Dan’in macerası eskimeyen bir hikâye.

Yüzde Doksan dokuz’luk Dünya’da Sonsuz Kaynağı Bulmak

Kabala kökeni Hz. İbrahim’e dayandığı kadar söylenen eski bir bilgelik. The Kabbalah Centre Los Angeles ofisinden geçenlerde bir e-posta gelmişti. Yaşama ve olaylara tepkisel değil proaktif olarak yaklaşmamızı da vurgulayan bu öğreti de, egomuz ile gerçek özümün arasıdaki fark üzerinde duruluyor. İnsan egosunun farkına vardığında ve egonun isteklerini değil de özünün, ruhunun isteklerini dinlediğinde, sonsuz bir kaynak ile bağlandığını belirtiyor. Sınırlı bilincimiz ve yaklaşımlarımız ile yaşadığımız gerçekliği “yüzde bir” dünyası olarak tanımlarken, “yüzde doksan dokuz”luk bir dünyanın bizi beklediği belirtiyor. Bana gelen e-posta’da Yehuda Berg’in “Tanrı’nın 72 Adı” kitabında yer alan “Yeryüzünde Cennet” ismi yer alıyordu. İçimizde olan ve Işık’a dair olmayan özelliklerimizi fark ettiğimizde, bunların özümüze ait özellikler değil egomuza ait özellikler olduğunu fark ettiğinde, ve yaşamımıza Yaradan’ı, Işık’ı davet ettiğimizde her şeyin mümkün olduğunu bizlere hatırlatıyor.

Bio-enerji hocam Sn. Moshe Abudaram bana yıllardır insanın özündeki gücü ve yetenekleri kavramak konusunda yol gösteriyor. Ve hatırlatıyor “Biz kimseyi iyileştiremeyiz. Sadece kişinin kendi gücünü görmesini sağlayabiliriz. Belki farklı seçenekler sunabiliriz ama ancak o kişi seçeneğini seçebilir. Ya da kapıyı açabiliriz, ama kapıdan geçip geçmemek kişinin kararıdır. İnsana verilmiş muazzam bir yaratma gücü var – hem hastalığı hem de sağlığı.” Neyi seçiyoruz? Seçimlerimizi ve bunun ardındaki nedenleri incelemek bir kendini keşfetme yolculuğu.

Sürdürülebilirlik Ankara’da Sürüyor…

Şubat ayında yine Ankara’daydım. Yazılarımı takip edenler bilirler geçen Ekim ay’ında Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde bir çalıştaya katılmıştım. Şubat ayında, 11-17 Şubat 2008 tarihlerinde ODTÜ’de bu Uluslararası Çalıştay’ın ikincisi gerçekleştirildi. Ben bu çalıştaya katılma fırsatına sahip olduğum için kendimi çok şanslı sayıyorum. Bir haftayı ünlü Findhorn Ekoköyü’nden Brezilyalı aktivist May East ve İtalya’dan Torri Superiore Ekoköyü’nden gelen Massimo ve Lucilla Candela ile geçirme fırsatımız oldu Ankara’da. Permakültür kavramının da ele alındığı çalıştay bana yaşama dair çok şey düşündürdü. Yaşamın sosyal, ekolojik ve ekonomik boyutlarda sürdürülebilmesi ve dünya yaşamı açısından insanoğlu’nun dünyada varoluşunu sürdürebilmesi için yapılması gerekenleri günlük yaşamımızda ne kadar çok ihmal ediyoruz aslında. Dünya insanoğluna muazzam kaynaklar sunuyor. Bize düşen bunları vicdanlı bir şekilde kullanmak.

Bizler sarf etme, kullanma alışkanlıklarımızı değiştirmediğimiz takdirde, dünyanın artan nüfus ile insanoğluna yetmesi mümkün görünmüyor. Aldığımız ya da kullandığımız her şeye ihtiyacımız var mı? Gereksiz satın alınan ve kullanılmayan malzemelere harcanan kaynakların yerine konması için belki milyonlarca yıl gerekiyor. Permakültür ve ekolojik bakış açısı ileriki aylarda özellikle ele almak istediğim bir konu. Kendimizin ve çevremizdekilerin yaşam kalitelerini artırmak için bizler kişisel gelişim yolunda yürürken, aynı zamanda yaşayabilmek için gereken ana kaynaklarımız için aynı özeni göstermek gerekiyor diye düşünüyorum. “Sizin seçiminiz” diye hatırlattı bize Massimo Candela tekrar ve tekrar. İnsanoğlu seçimlerinin sonuçlarını yaşıyor günahıyla cevabıyla. Ve bir de ısrarla hatırlattıkları bir konuda artık ülkemizinde içinde yer aldığı gelişmiş ülkelerde nüfusun %97’sinin %3’ün yetiştirdiği ürünler ile beslendiği. Ziraat gerçekten çok önemli ve dünya kendini besleyebilme özelliğini gittikçe yitiriyor. Benim ilkokul yıllarımda ülkemizin özellikle ziraat yönünden kendine yetebilen bir ülke olması ile övünürdük; şartlar artık hızla değişiyor.

Hocalarımızın bazı notlarını aktarmak istiyorum: Organik gıdaları tüketmek sağlığımız açısından faydalı. Bunların içinden yöremize yakın yerlerde üretilenleri tüketelim. Yiyeceğin seyahat etmesinin besin değerlerinin azalması yanında, nakliye nedeni ile karbon salınımı nedeni ile zararı oluyor. Mevsimin sebze ve meyvelerini tüketelim ve paketlenmemiş ürünleri tercih edelim. Gıdaların nakliyesi ve paketlemesi en büyük ekolojik ayak izi bırakan unsurlardan. Ve balkonunuzda bir saksıda da olsa, kendiniz için bir şeyler yetiştirin, doğa ile bağlanın.

Evet, belki de bizlerin doğanın bir parçası olduğumuzu hatırlamaya ihtiyacımız var.


Mevlana’nın Misafirleri

17 Şubat 2008 Pazar günün ODTÜ’nün çok özel bir misafiri vardı. Çok yoğun bir kar yağışının ardından şehir sanki uykuda gibi sakindi, ancak ODTÜ’de sabah saat 9’da Kongre ve Konferans Merkezi’nde yağan yoğun kara rağmen önemli bir konuğu dinlemeye gelenler vardı. Uluslararası Mevlana Vakfı’nın ikinci başkanı ve Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin 22.kuşaktan torunu Sn. Esin Çelebi Bayru Mevlana ve Mevlevilik üzerine bir konuşmak yapmak üzere gelmişti. Ben de kendisinin konuşmasını Türkçe’den İngilizce’ye tercüme etme sorumluluğunu almıştım. Hz. Mevlana’nın hayatı ve eserleri benim üzerinde çalıştığım bir konu olmasına rağmen çok heyecanlandığımı itiraf etmeliyim.

Sn. Esin Çelebi Bayru, konuşmasına başlarken dedi ki: “Büyüklerimden şöyle bir söz öğrenmiş idim. Derlerdi ki Velilerden bahsedilen yerlere o Velilerin misafirleri gelir. Bugün burada Hz. Mevlana’dan bahsedeceğiz, demek ki hepimiz O’nun misafirleriyiz.” Ne güzel bir ifade ve düşünüş. Gerçekten de o gün çok huzurlu, dingin ve sevgi dolu bir enerji hâkimdi o salonda.

Sn. Esin Çelebi Hz.Mevlana’nın yaşamı ve eserleri ile ilgili çok kıymetli bilgiler paylaştılar. Bunlara ek olarak önemli bir noktayı da hatırlattı b. Bildiğiniz gibi 2007 yılı UNESCO tarafından “Mevlana Yılı” ilan edilmişti. Bilmediğimiz konu ise bunun bir proje olarak Uluslararası Mevlana Vakfı tarafından UNESCO’ya sunulduğu. Proje sunulmuş ve UNESCO tarafından beğenilerek kabul edilmiş ve Mevlana Yılı kavramı ortaya çıkmış. Sn. Esin Çelebi Hanımefendi bizlere, biz kendi değerlerimizin arkasında durursak bu değerlerin kıymetini duyurmak şansımız olduğunu hatırlatıyor. Ve bu vesile ile ben de sizleri Mevlana hakkında bilgilenmeye davet ediyorum tekrar. Kim bilir belki Mesnevi’nin satırlarında, belki Divan-ı Kebir’in dizelerinde ruhunuzun aradığınız parçalarını bulacaksınız.

Belki de tıpkı Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin söylediği gibi:

Bir can var canında o canı ara,
Beden dağında ki gizli mücevheri ara,
Ey yürüyüp giden dost, bütün gücünle ara,
Aradığını dışarıda değil, kendi içinde ara
.”


Çin’den Arjantin’e … Mısır’dan Fildişi Sahilleri’ne …

Yaşam beni çok küçük yaşlardan itibaren çok farklı ülkelerden, milletlerden, dillerden, dinlerden insanlar ile karşılaştırdı. Kültürlerimiz, alışkanlıklarımız ne kadar farklı olursa olsun özde hiç farkımız olmadığı hep gösterildi bana. Üniversite yıllarda Cornell Üniversite’sindeyken Çin’den Arjantin’e, Avustralya’dan, Ekvator’a, İspanya’dan Bolivya’ya, Mısır’dan Fildişi Sahilleri’ne ve Pakistan’a kadar dünyanın dört bir köşesinden gelmiş arkadaşlarım vardı. Tüm farklılıklarımıza rağmen beraber okumayı, öğrenmeyi, gezmeyi, eğlenmeyi başarıyorduk. Bir üniversite kampüsünde birlik hissini yaşadım ben. Bir de o yıllardan hoşuma giden şey Türk olmanın çok “havalı” bir şey olması idi. Belki dünyada yaşanan olaylar Amerika Birleşik Devletleri’nde bir yabancı olarak var olmayı zorlaştırmış olabilir. Ama esasında insanlar değişmedi. Sadece korkularımız arttı. Korku ve yargıları koşulsuz sevgi ile aşabileceğimize inanıyorum ben. Çünkü ben insanın özündeki iyiye inanıyorum.

Bundan bir süre önce bir ekoloji grubu içinde yazışıyorduk. Kurumların çevreye ve insan sağlığına duyarsızlıkları hakkında konuşurken kurum diye bahsettiğimiz olgunun esasında ne kadar sanal bir şey olduğunu fark ettim. Bir kurumun yaptığı zararlardan ya da dünyayı ve çevreyi olumsuz etkileyen hatalardan bahsederken, esasında bir kurumun öz’de çalışanlarından ve ortaklarından oluştuğunu hatırlayabildim birden. Ve bir umut belirdi içimde. İnsanlar değişirse kurumlarda değişebilir. Ben insanın değişebileceğine, gelişebileceğine, dönüşebileceğine inanıyorum çünkü her geçen gün ben bu değişimleri yaşıyorum. Tüm olumsuzluklara rağmen umut olduğunu hissettiriyor bana bu. Ben insanın içindeki güce inanıyorum.

İnsan ruhu özünü bulmayı istiyor. Japonya’da, Tibet’te, Avustralya’da, Amerika’da ya da Türkiye’de.

İstanbul’da, Edirne’de, Antalya’da, Fethiye’de, Ankara’da, Elazığ’da ya da Samsun’da…

Ve her birimiz, ruhumuzun sesini duyarak onun yolunu izlemeye başladığımızda, hepimizin yolu biraz daha açılıyor.

Karşılaştığım tüm öğretiler bana aynı yönü gösteriyor.


En azından bu bana ısrarla tekrar ve tekrar gösteriliyor.

İnsan ruhu yönünü ve yolunu, özünü arıyor.

__________________________________________________________________
Ayın Onaylaması:

“Mucizeler her gün oluyor. Problemimi çözümlemek için içime yöneliyorum ve İlahi şifayı kabul ediyorum. Ve öyledir.”
Louise L. Hay
________________________________________________________________________
Üstatlardan:

“Yapmaya cesaret edemememizin nedeni işlerin zorluğu değildir. Biz cesaret edemediğimiz için işler zordur.”

Seneca
________________________________________________________________________
Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:

“Cesur Sorular”; Yazar: Dost Can Deniz