İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

31 Aralık 2011 Cumartesi

Mutlu Yıllar... Happy New Year...

21 Aralık 2011 Çarşamba


Edwin Markham'dan:
"Başkalarının hayatlarına gönderdiklerimiz kendi hayatımıza geri gelir."

Olumlamalardan...

Bugün önemli bir ameliyat olan ve ağrı ile mücadele etmekte olan kıymetli bir dostumun yanındaydım. Ona tüm kalbimle şifa dilerken, Louise Hay'in ağrıya dair bir onaylamasını daha paylaşmak istiyorum: "Geçmişi sevgiyle serbest bırakıyorum. Onlar da özgür, ben de özgürüm. Yüreğimde her şey olması gerektiği gibi iyi; kalbim şimdi huzurlu ve iyi."

17 Aralık 2011 Cumartesi

Gün ve Gece

O gün bu gündür,



Yaradan'ın şefkatine kavuşanların ruhları


dinleyenler için konuşur,



Korkunun perdeleri


yüreklerden usulca kalkar...


16 Aralık 2011 Cuma

Alzheimer'ın Fethiye'de Düşündürdükleri

Dışarıda yeni başlayan sağanak yağmur Fethiye Belediyesi Kültür Merkezi’nin çatısını dövmeye başladığında Türkiye Alzheimer Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Mersin Şubesi Başkanı Sn. Selami Gedik’in Alzheimer Konferansı başlayalı ancak on, on beş dakika olmuştu. Sayın Selami Gedik, üyesi olduğum Fethiye Lions Kulübü Derneği’nin Kurucu Başkanı Sayın Lion Burcu Döğerli Gül’ün ve eşinin yakın dostuymuş. Türkiye’deki Lions Yönetim Çevreleri 2011-2012 Dönemi için Alzheimer Hastalığını yıl boyunca Türkiye’nin tamamında ele almaya karar vermişlerdi. Fethiye Lions Kulübü olarak bizler de Burcu Hanım’ın katkıları ile Fethiye’de bir konferans organize etmeyi planlamıştık.

Uzun bir süre park yeri aradıktan sonra Uğur Mumcu Parkı’nın içinde otoparkta Kültür Merkezi’ne oldukça uzak bir noktada arabamı park ederek, hızla salona gitmiştim. İçeri girdiğimde ışıklar söndürülmüştü. Sahnede konuğumuz takdim ediliyordu. Hemen müsait bulduğum bir yere oturdum. Not defterimi çıkarmak üzere çantamı açtığımda dün döndüğüm Antalya seyahatimde not defterlerimi bilgisayarımın çantasına koyduğumu hatırladım. Salonda biraz ışık yapacaktı ama telefonumun not defterine not almaktan başka şansım yoktu.

Annemin, babamın ve ailemizde ben dahil birçok kişinin rahatsızlıkları nedeni ile birçok farklı hastalık ile aşinaydım. Danışmanlık ve koçluk çalışmaları sırasında da bir çok kişi rahatsızlıkları paylaşırlardı. Mühendis olmama rağmen hastalık ve tıbbi terimler dağarcığım oldukça genişti. Öyle ki özellikle rahmetli babamın hastane girişleri yaparken hastalıklarını sıralamaya başladığımda kaydı yapan personel istinasız olarak sağlık personeli veya hemşire olup olmadığımı sorarlardı. Alzheimer kelimesinin ise bu dağarcıkta yeri olmamıştı. Bu konferans neredeyse hiçbir fikrim olmayan bu hastalık konusunda bilgi sahibi olmayı sağlayacaktı.

Salon oldukça doluydu. Fethiye Sağlık Meslek Yüksekokulu’ndan öğrenciler de konferansı dinlemeye gelmişlerdi. Sahne dışında karanlık olan salona baktığımda her yaş grubundan insan bulunduğunu fark ettim. Belki de normalde böyle bir havada dışarı çıkmayacak olan yaşlılar da gelmişlerdi. Selami Bey’in konusunu iyi bilen, Türkiye’de bu konudaki önemli isimlerden olduğunu söylemişlerdi.

Geçmiş Dönem Başkanlarımızdan biri bana Selami Bey’in doktor olduğunu aktarmıştı ama konuşmanın başında Selami Bey “Alzheimer konusunu çok iyi bildiğim için beni doktor sanırlar ama ben işletmeyiciyim,” diyerek konuya açıklık getirdi. Aklım rahmetli babamın anlattığı bir hikayeye gitti. Yıllar önce babam bir firmanın baraj inşaatı şantiyesini ziyaret ediyor. Baraj inşaatları inşaat makineleri ile yapılan inşaatlar oldukları için makinelerin bakımı, işletilmesi işin çok önemli bir parçasıdır. Bu tarz inşaatlarda inşaatın başındaki ve genelde inşaat mühendisi olan bir şantiye şefinin yanında bir de makine şefi vardır. Tüm makinelerin alım, bakım, tamir, kullanım ve işletimlerini takip eden, makine operatörleri, formenler, yağcılar, tamirciler, kısaca tüm personelden, makinelerin en üst sorumlusu. Kimilerine göre inşaat şantiyelerinin en zorlu görevlerini yapan kişilerdir makine şefleri. Özellikle baraj inşaatları gibi yolun bittiği bir dağ başında en yakın ilçeden, bazen en yakın köyden kilometrelerde uzakta şantiyeyi çalışır durumda tutmak için muazzam bir çalışma gerektirir. Şantiye şefleri ve makine şefleri şantiyelerin tanrıları gibidir. Emirleri demiri keser ve olmazı oldururlar.

Ne diyordum. Evet, babam şantiyeye ziyarete gidiyor. Makine atölyesine de uğruyor. Makine şefi tertemiz bembeyaz bir önlük ile kendisini karşılıyor. Babam kendisine inşaatta kullandıkları makineler, makinelerde işin özelliğine göre yaptıkları modifikasyonlar ve bunun gibi birçok özel konuda sorular soruyor. Makine şefinin bilgisi babamı çok etkiliyor ve mezun olduğu İstanbul Teknik Üniversitesi’nin büyük bir hayranı olan babam “İTÜ’lü müsünüz?” diye soruyor. “Hayır,” cevabını veriyor şef hafif bir tebessümle. “O zaman ODTÜ mezunusunuz?” diyor babam. Makine şefi birkaç saniye duruyor, “Sinan Bey, ben Çapa mezunuyum,” diyor.

Karşısındaki, hayranlık uyandıracak kalan bilgili makine şefinin tıp doktoru olmuş olması babamın asla unutmadığı bir deneyim oluyor. Bu ve bunun gibi kim bilir kaç deneyim yaşamış olmalı ki “Diploma önemli değildir,” derdi babam. “Diploma bir kağıt parçasıdır. Ne bildiğin, esas önemli olan odur.

Ağabeyin okumasa da olur ama kızım sen mutlaka okumalı ve meslek sahibi olmalısın,” derdi babam. İlkokul yıllarımda bunu söylediğini hatırlarım. O İTÜ’den İnşaat Yüksek Mühendisi olarak mezun olmuştu. Okumanın önemine inanırdı.

Bilginin ne kadar farklı şekillerde edinilebileceğine dair beraber çalıştığımız yıllarda paylaştığı yüzlerce hikayenin bazıları zihnimde çok net; bazıları ise flulaşıyor.

İşte Fethiye Kültür Merkezi Salonu’nda Selami Bey’i dinlemeye başladığımda aklıma gelen hikayeleri bir kenara bırakıp tekrar onun anlattıklarına odaklanıyor. “Alzheimer, Dün Bugün Yarın” olarak isimlendirmiş konferansını Sn. Selami Gedik. Ve Alzheimer üzerinde çalışmaya annesine 13 yıl önce Alzheimer hastalığı teşhisi konulması ile başlamış. 13 yıldır annesine o bakıyormuş. Annesinin aynı şeyi defalarca tekrar tekrar sorduğunu fark etmesi ve bir gün evdeki buzdolabının içinde konulmuş olan kaşık ve çatalları görmesi ile başlıyor annesinin teşhis süresi. Önce evdeki yardımcı hanımın yanlışlıkla buzdolabına çatal bıçakları koyduğunu sanırken, annesinin evdeki farklı eşyaları çok farklı yerlerde saklamaya başladığını keşfediyorlar o gün. “Bir cumartesi günüydü,” diye paylaşıyor Sn. Selami Gedik. O pazartesi günü yapılan bir yazılı test ve MR çekimleri ile annesine Alzheimer teşhisi konuluyor ve Alzheimerlıların dünyasını keşfetmeye başlıyor.

Annesinin hastalığını 1. Evrede yakalamışlar. Alzheimer hastalığı 7 evreden oluşuyormuş en son safhasına kadar. Ve bir hasta bir evrede bir ay ile üç yıl arasında kalabiliyormuş. Evrelerin ilerlemesini yavaşlatmak hastanın ömrünü uzatmak mümkün oluyor. “Bunu duyduğum da mutlu olmuştum,” diyor Sn. Selami Gedik, “Annemi hemen kaybedeceğim korkum hafiflemişti.”

Alzheimer’in genetik bir yönünün olduğunun düşülmesine rağmen bunamanın yaşlanma ile gelen doğal bir sonuç olmadığını paylaşıyor Selami Bey. “İhtiyarlık insan kendini yaşlı hissettiğinde başlar,” diyor. Pasteur’un kuduz aşısını 60 yaşında bulduğunu paylaşıyor. Mimar Sinan’ın kıymetli eserlerini 70 yaşından sonra vermeye başladığını.

Alzheimer’a dair bir çok veri paylaştı. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde her 69 saniye de bir Alzheimer teşhisi konuluyormuş. Türkiye’de farklı çalışmalara göre 250 bin ila 300 bin arası Alzheimer Hastası olduğu tahmin edilmekle birlikte sadece 15 bin hasta tedavi altındaymış. Hastalarından takriben yüzde beşi tedavi görüyor anlamına geliyor bu.

Alzheimer’i önlemek için en çok yürümeyi öneriyor Sn. Selami Gedik. Kardiovasküler kondisyonu sağlayan faaliyetleri öneriyor. Ayrıca daha fazla eğitim almış, yüksek mesleksel başarı sağlamış ve mental-zihinsel stimülasyon ile yaşayan kişiler bu hastalık daha az görülüyormuş. Aşırı zihinsel ve fiziksel yorgunluklar tetikleyici olabiliyormuş. “Dinlenmek gereklidir,” diyor Sayın Gedik. Sonra yıllarda Fethiye ve İstanbul arasında yaptığım, Türkiye’nin ve Dünya’nın farklı köşelerine yapıp durduğum seyahatlerim geliyor aklıma. Kendimi çok yoruyor olabilir miyim? Kulağım tekrar Sn. Selami Gedik’in sözlerine odaklanıyor. “Aşırı diyet de risk yaratır,” diyor.

Alzheimer’lı hastaların zaman zaman evden kaçabildiklerini, aşırı saldırgan ataklar yaşayabildiklerini, kaybolduklarında söylemek istedikleri kelimeleri hatırlayamadıkları için evlerini tarif edemediklerini, dertlerini anlatamadıklarını paylaşıyor. Kişi kelimeleri hatırlayamıyor çünkü bu hastalık nedeni ile beyindeki kıvrımlar derinleşiyor, beyin küçülüyor, beta amyloid proteini plaklaşarak hücreler arası iletişimi kesiyormuş.

Beyin bir yandan endüstri mühendisliği eğitimim sırasında öğrendiğim bir sistem ile bilgileri yitirmeye başlıyor. “Last In First Out.” Son giren ilk çıkar. O nedenle yakın geçmişi hatırlamayan bir hasta çocukluk anılarını tüm detayları ile hatırlayabiliyor. Selami Bey’in annesi kendi babasını hatırlıyormuş ama Selami Bey’in babasını ancak bahsi başka bir kişi açtığında hatırlıyor ve bahsediyormuş.

Alzheimer’a dair söylenebilecek o kadar çok şey var ki. Geçmişte farklı akıl hastalıkları ile karıştırılabilen bu hastalığın işaretlerinden bazıları tekrar eden sorular, eşya kullanma becerisinin azalması, basit matematik işlemlerini yapma becerisinin yitirilmesi ve yer ve zamanı karıştırmak. Alzheimer hastaları, hastalık başladığında normal yaşamlarındaki karakterlerden zıt karakter özellikleri gösterebiliyorlar. Çok sakin olan bir kişi çok sinirli olabiliyor. Bir yakınınızın Alzheimer olabileceğini düşünüyorsanız bir nörologa başvurmanız gerekiyor. Daha önce bahsettiğim gibi yazılı bir test ve MR çekimi ile teşhis konulabiliyor. Beta amyloid plakları MR’da görülebiliyor.


Ben hastalıkları zihinsel nedenleri de olduğuna inananlardanım. Korkuların, inançların, düşüncelerin bedenimizi de şekillendirdiğine. Zihinsel düşünceler ile hastalıkları eşleştirmede dünyadaki en ünlü isim Louise L. Hay. O Alzheimer Hastalığı'nın yaşamı terk etme arzusu ve hayatı olduğu gibi kabul edememekten kaynaklandığına inanıyor ve bu düşüncelerden, bu hastalıktan uzaklaşmak adına şu olumlamayı öneriyor: "Her şey doğru zaman ve mekan sıralaması içinde gelişiyor. Her şey olması gerektiği gibi oluyor."

Ve 16 Aralık 2011 tarihinde, Fethiye Belediyesi Konferans Salonu’nda verilen bu önemli konferansın organizasyonu için üyesi olduğum Fethiye Lions Kulübü Dönem Başkanı Sn. Ln. Seniha Öztürk’e, kıymetli katkıları için Kurucu Başkanımız Sn. Ln. Burcu Döğerli Gül’e, Kurucu Üyemiz ve Geçmiş Dönem Bölge Başkanlarımızdan Sn. Ln. Yonca Döğerli’ye ve katkıda bulunan üyelerimize sadece Fethiye Lions Kulübüm ve Lions MD118-R Yönetim Çevremiz adına değil, tüm Fethiye adına yürekten teşekkürler.

Sağlık, mutluluk, bereket ve huzur dolu bir ömür dileklerimle.

"Mevlana, Aşkın Kitabı"ndan...

Coleman Barks'ın derlediği "Mevlana Aşkın Kitabı"ndan, Sayfa 59:

Su Çarkı


Dostlar, bir arada kalın.

Dağılıp uyumayın.

Dostluğumuz uyanık kalmaktan

yapılmıştır.

Su çarkı suyu kabul ediyor

ve dönüp onu veriyor,

ağlayarak.

Bu şekilde bahçede kalıyor,

Oysa başka bir yuvarlaklık

kuru dere yatağında yuvarlanıp

ne istediğini düşündüğü şeyi arıyor.

Burada kal, her anla titreyerek,

bir cıva damlası gibi.


15 Aralık 2011 Perşembe

Yaralar...

Bundan bir kaç gün önce sabah yediye on kala uyandığımda, Alanya'da kaldığım otelin penceresinden dışarı baktım. Gün limanın ardından ufukta yeni doğmaktaydı. Bir süre güneşin yavaş yavaş yükselişini seyrettim. Limandan ağır ağır çıkan küçük tekneler vardı. Limanda dalgakıranın içindeki deniz çok sakindi. Uçan kuşların deniz üzerindeki yansımalarını ilk defa bu kadar net olarak gördüğümü düşündüm. Alanya'da çok güzel bir sabah doğuyordu.

Yıllar sonra ilk defa Alanya'daydım. Üyesi olduğum Fethiye Lions Kulübü Derneği'nin ait olduğu Lions MD 118-R Yönetim Çevresi Federasyonu'na bağlı Alanya Lions Kulübü'nün 2011-2012 Dönemi Genel Yönetmen Ziyareti'ne katılmak üzere bir önceki gece Alanya'ya gelmiştim. Ve sabah kısa bir Alanya turundan sonra öğlen Antalya'da bir toplantıya katılmak üzere İzmir'den gelen Genel Yönetmenimiz ve Kabine Üyeleri ile yola çıkacaktım. Ancak içimde özlediğim bir sakinlik vardı. Deniz sakindi. Kuşlar sakin. Tekneler sakin. Ruhum huzurlu.

Sonraki iki günü Antalya'da geçirdim. Çok keyifli toplantılar oluyordu. Benim için tanıdıkları görmek, yeni kişiler ile tanışmak önemlidir; bana mutluluk verir. Antalya'daki Lions Kulüplerindeki dostlarımı görebildiğim için çok mutluydum. Çok mutlu. Ta ki Çarşamba günü öğlen bir ilköğretim okulundaki Antalya Lions Kulübü tarafından yaptırılan Atatürk büstünün açılışından sonra gittiğimiz lokantada cep telefonum çalana kadar.

*

Hep bir seyahat halinde olduğum için cep telefonum benim dünya ile irtibat kapımdır. Eğitim ve danışmanlık çalışmalarım için bazen kapatmak zorunda kalsam da cep telefonum hayatımın olmazsa olmazı. Bir yandan çok uzun bir görüşme yaptığım zaman kulağımın ağrıdığını hissettiren bu cihaz şu an için daimi olarak yer değiştirdiğim için alternatif geliştirmem mümkün olmayan bir şey.

Telefon çaldığında arayan kıymetli bir dostumdu. Genelde yaşama olumlu bakmaya özen gösteren bu kişinin beni hal hatır sormak için aradığını düşünmüştüm telefonu açarken. Aktardıkları ruh halimi öyle hızlı değiştirdi ki sofradakilerden izin isteyerek kalktım. Dinlediklerimin yüzümdeki etkisini saklamam mümkün olmayabilirdi. Bir toplantıda yaşadıklarını paylaşıyordu. Belli ki çok üzülmüştü.

...

Duyduklarım beni de üzmüştü. Tekrar masaya dönüp yemeğime devam ettim. Masadakiler beni merak etmişlerdi. Tatlıları bitirmişler, çay kahvelerini içiyorlardı. Ben yokken gelen tabağımdaki tandır telefon görüşmesi sırasında soğumasına rağmen yumuşak ve lezzetliydi. İştahım kapanmıştı ama tabağımda ve servis tabaklarında benim için ayrılmış olan yemekleri yememiş olmak istemiyordum.

Yemekten sonra akşam bizi bekleyen programına hazırlanmak üzere heyetle birlikte otelime döndüm.

*

Telefonda aldığım haberin bana düşündürdükleri ise bugün Antalya'dan Fethiye'ye otobüs yolculuğunda kendilerini hatırlattılar. Son 24 saatte beynimde, ruhumda dolaşıp duran duygu ve düşünceler yerlerine oturmaya başladılar. Yolculuğun ilk yarısında 1 numaralı koltuğumdan gözlerim dışarıyı seyretti; gönlüm duygularımın hikayesini dinledi. Dolu ama normalden çok daha sessiz olan otobüsün içinde sıcak ve güneşli bir Aralık ayı gününde içimde bir sohbet devam etti durdu.

*

Benim için önemli bir gün olan Hz. Mevlana'nın ölüm yıl dönümüne iki gün kaldı ve yaşam beni sevgi, şefkat, paylaşım, acı ve şiddet üzerine düşündürüyor.

Yaşamda beni incitenlerin, geçmişte fazlası ile incitildiğini ve ezildiğini fark etmek içimdeki üzüntüyü genelde dönüştürür. Yine de şiddetin ne çok rengi, ne çok tonu olduğunu görmeye devam ettiğimi de fark ediyorum.

Yıllardır gözlemlediğim kadarı ile şiddetin tadını bilmeyen biri genelde şiddet uygulamıyor. Şiddeti yaşayan bir çok kişi güçlerini ellerine aldıklarında, şiddet uygulamaktan tüm şartlarda kaçınırken, kimileri de yaşadıkları şiddeti yaşatmayı seçiyor.

Şiddet fiziksel olabilir, sözel olabilir ya da bence uygulananı en derinden yaralayan şekli ile psikolojik şiddet olabilir. Şiddet özellikle bu şekli ile okulda var, evde var, işte var, sosyal yaşamda var. Kadın, erkek, zengin, fakir, eğitimli, eğitimsiz, başarılı, işsiz, her kesimde her türlü şiddet her zaman var. Ama yine de en sinsi olanı ve ruhu ve kalbi korumanın en zor olanı psikolojik şiddet. Nereden geldiği belli olmayan ve fark edemediğimiz için kendimizi koruyamadığımız bir tokat gibi insanı yıkabiliyor.

Esasında şiddet her zaman her iki tarafı da yaralar. Uygulayanı da, uygulananı da. Biliyorum ki canı acıtılmamış bir kişi başkalarının canını acıtamaz. Başkasını acıtan esasında içindeki korku ve acılarla henüz tam yüzleşememiş ve bunu başkalarını korkutarak bastırmaya çalışan bir ruhtur.

Ruhun sesini duymak ve gerçeklerimiz ile yüzleşmek hiçbirimiz için kolay değil.

Bilmek anlamayı sağlıyor da, üzülmeye her zaman engel olamıyor.

Üzülüyorum.

Üzülmenin de bir seçim olduğunun farkında olarak yapıcı olmayan bu duyguda uzun süre kalmak istemiyorum.

*

Hz. Mevlana'nın ruhu ile bağlandığımız bu günler, bizi acıtanların acılarının temizlenmesini dileme zamanı.

Biz kendi yaralarımızı iyileştirebiliriz belki ama yaralı kalanlar yaralamaya devam edecekler.

Biz onlar için iyileşmeyi seçemeyiz. Bu bizim kararımız değil. Kader yolunda onlar seçmek zorunda.

Ama dua edebiliriz.

Dileyebiliriz.

Sevgiyi seçmelerini.

Yaralarını görme cesaretine kavuşmalarını.

...

Günleriniz sevgi ve ışık dolu olsun.

1 Aralık 2011 Perşembe

Aralık Ayı'nın Meleği: Netlik

Dönüşüm Oyunu'nun yaratıcıları Joy Drake ve Kathy Tyler, Aralık ayında "Netlik-Clarity" Meleğinin enerjisi ile çalışmamızı öneriyorlar.

Kasım Ayı'nda "Uyanış-Awakening" Meleği'nin enerjisi ile çalıştıysanız, o enerjiyi yaşamınıza davet ettiyseniz, şimdi teşekkür ile serbest bırakın ve "Netlik" Meleğini davet edin.

Yaşamınızın netlik, açıklık ve berraklık enerjileri ile açılması dileklerimle.