İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

23 Ocak 2009 Cuma

Ertesi Sabah...



Uzun yıllar Rahmetli babamla birlikte çalışma şansına kavuştum. Babam muhteşem bir öğretmen ve oldukça da enteresan bir adamdı. Doğrusu bu dünyada geçirdiğimiz 34 yıl içerisinde yeterince tanıyabildim mi bilmiyorum.

Yıllarca şantiyelerde televizyon ve belki de radyo dinleme imkânı bile bulamadan Türkiye’nin her bölgesinde çalışmış inşaatlar yapmış bir mühendisti babam. Esasında inşaat müteahhitliği yapıyordu ama bu kelimeyi sevmezdi. Mühendis olmak O’nun için önemliydi. Mezun olduğu yıllarda bir süre Karayolları Genel Müdürlüğü’nde çalışmıştı, 1950’lerin başlarında. “Biz o günlerde validen yüksek maaş alırdık, mühendislere gerçekten Devlet kıymet verirdi o günlerde.” derdi.

1956 yılında kurmuş babam ilk firmasını ve o günden itibaren ölümüne kadar da çalışmış durmadan, 2004 yılına kadar. “Rahat öbür tarafta evladım” derdi bana Babam, çalışmanın, üretmenin, bir şeyler yapmanın bir yaşam tarzı olduğuna inanırdı. Sade yaşamayı seven bu adam teknik hesaplar yapmaktan keyif alan, ve belki de bundan öte sadece Galatasaray, futbol ve balıkları severdi. Balık tutmaya vakti hiç olmadı, ama ben küçükken Pazar sabahları daha gün doğmadan beni alır ve İstanbul balık haline götürürdü. İstanbul’daki balık lokantalarının ve balık satıcılarının arasında bir mühendis adam ve küçük kızı balık ihalelerini seyrederdik. Bazen de ihalelerden balık alanlardan balık alır eve getirirdik.

Balık temizlemeyi bana Babam öğretti. Karnını açmayı, içini ve pullarını temizlemeyi. İtiraz etmeden yapardım, gerçekten bir maceraydı benim için, ilkokul yıllarımın güzel maceralarından bir tanesi.

Babam son yıllarında bir de akşam seyrettiği filmleri anlatırdı bana. Sabahları işe giderken araba ile uğrar ve O’nu alırdım. Gece uykuları oldukça azalmıştı, ve gece kulakları da pek iyi duymadığı ve annemi rahatsız etmemek için kulaklık ile televizyon seyrederdi.

Ve sabahları evden ofise yaptığımız yolculuk sırasında bana bir önceki akşam seyrettiği bir filmi anlatırdı bazen. Genelde çok konuşmayan, az öz lafı seven bu adam, bazen tüm duygu yoğunlukları ile bir filmi, karakterleri, aralarındaki iletişimi, ilişkileri anlatırdı. Sanki kendisinin yaşam ile ilgili sorguladığı şeylerin cevaplarını arardı. Babamın son yıllarda ortaya çıkan bu yönü beni şaşırtırdı. Daha doğrusu benim yeni görebildiğim yönü.

Gözlem yeteneği çok kuvvetliydi babamın. Olaylara bakmak ve olduğu gibi görmekten korkusu yoktu. Kalıpların arkasına saklanmaz ve hiçbir şeyin yapılamaz olduğunu düşünmezdi. “En zoru kendini inandırmaktır” derdi, “kendini inandırdıktan sonra başkalarını ikna etmek kolaydır.” İstenirse her şeyin yapılabileceğine inanırdı, ve etrafındakileri de buna inandırmak için uğraşırdı. Çok çabuk vazgeçtiğimiz ve engelleri imkânlardan çok saymaya alıştığımız bu toplumda böyle bir adamın varlığını sürdürmesi hiç de kolay değil. Çok yıpranmış olmalı. Ama hiç yakınmadı. Yakınmayan bir adamdı babam. Yoruldum demezdi, şikâyet etmezdi. İş ile ilgili bin bir zorluk, bin bir haksızlık ile karşılaştığımızda ben isyan ettiğimde, “bu işin şartları belli kızım, kabul etmiyorsan yapma,” derdi.

Bir de şikâyet kabul etmezdi babam, en azından yerine getirecek bir önerin yoksa. Neden yakınacak olsam, “Peki senin önerin ne?” derdi. Yani boş eleştiri ve boş yakınmalara pabuç bırakmazdı. Eleştiriyorsan çözüm getir derdi özetle. Kolay bir adam değildi babam. “Sinan farklı bir gezegenden gelmiş” diyenler olurdu. Kim bilir belki de haklıdırlar.

Bugünlerde babamı çok hatırlıyorum. Annem kendisinde kalan birkaç fotoğrafı verdi bana, babamla benim son yıllarımızda çekilmiş birkaç fotoğrafımız. Ben fotoğraf çekmeyi çok severim ve etraftakiler, özellikle annem yakınır biraz bundan. Ama biliyor musunuz ne kadar çok çektiğimi düşünsemde geriye dönüp bakıyorum ve babam ile ilgili aklıma gelen anılarımın çoğuna dair fotoğraf yok. Sanki en önemli sahneler zihnimde bir yerlerde var olmaya çalışıyor.



Bu akşam niye babam geldi aklıma. Bir film seyrettim. Dan Millman’ın ‘Dingin Savaşçı’ kitabının aynı isimli filmini. Nick Nolte oynuyor, duygusal güzel bir film. Babam seyretse severdi muhtemelen. … Ve akşam geç bir saatte tek başına seyretmiş olsa, ertesi sabah evden ofise yolculuğumuzda acaba nasıl anlatırdı bu filmi bana…