İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

16 Ocak 2009 Cuma

Aradığımız Yer Aynı




Bir Ocak ayı akşamında Arnavutköy’deki evimde merkezi ısıtma ile ısınan dairemde salonu biraz soğutmak için balkon kapısını açtım. Kalorifer radyatörlerinin bir kısmının vanası bozulmuş, onları ne kapatabiliyorum, ne de kısabiliyorum. Kısa kollu gömleğim ile otururken geçtiğimiz Haziran ayında İskoçya’da Findhorn’da geçirdiğim günler aklıma geliyor. Haziran ortasında havanın 6-7 derece olduğu ve kat kat giyinmeme rağmen üşüdüğüm o yaz günlerini.

İskoçya’ya hazırlıklı gitmiştim, palto, eldiven, atkı, bere ne isterseniz vardı yanımda. Ancak doğrusu kullanacağıma pek de inanmamıştım. Amerika’daki üniversite yıllarımda dört yılımı New York eyaletinin kuzeyindeki Ithaca kasabasında geçirdim, Cornell Üniversitesi’nde. Ithaca’da Ekim ayında yağmaya başlayan kar bazen Nisan ayı sonlarına kadar yerden kalkmazdı. Ancak yazları o kadar güzel olurdu ki. Cayuga Gölü, ormanlar, şelaler. Kış aylarının sanki bitmeyecek gibi görünen griliği yüreğimi karartı bazen.

Cornell’de sabahları duşumu aldıktan sonra derse yetişme telaşında saçlarımı doğru düzgün kurutmaya vaktim olmazdı. Kampus içinde derse varana kadar saçlarım ince bir buz tabakası ile kaplanır ve kıtır kıtır olurdu. Şapka veya bir bere giymek aklıma geldiyse saçlarımın dışarı da kalan bölümler donardı. Ancak hala şaşırırım o yıllarda ne kadar az grip ve soğuk algınlığı geçirdim.

Ithaca’nın soğuk havasından sonra bir kış tatilinde İstanbul’a gelmiştim. Tam evden çıkıyordum, annem “Kızım ne yapıyorsun, aman çorap giy,” diye seslendi. Durdum ve ayaklarıma baktım, hava o kadar sıcak gelmişti ki bana çorap giymeni unutmuştum. Türkiye’de döndükten sonra da bu İstanbul’un bana fazla sıcak gelmesi hali bir süre devam etti. Ancak sonra tekrar eski İstanbul’lu halime döndüm; artık görerek şartlanmak mıdır, bedenin alışması mıdır ama daha sıkı giyinir oldum.

Bu hissi zaman zaman Fethiye’de de yaşarım. Ben hem İstanbul’da hem de Fethiye’de yaşıyorum. Fethiye’de ilk gitmeye başladığım yıllarda İstanbul’a göre o kadar sıcak gelirdi ki gerçekten orada daimi yaşayan arkadaşlarıma göre çok daha ince giyindiğimi fark ederdim. Yani Nisan ya da Ekim ayında Fethiye sokaklarında dolaşan yabancı turistler kadar ince giyinmesem de kendimi yaz ayları için ayırdığım kıyafetlerimin içinde bulurdum. Aradan 3-4 yıl geçti ve bakıyorum kış aylarında Fethiye’ye giderken küçük valizime bir çift eldiven falan koyar olmuşum. Beden mi istiyor, göre göre beyin mi istiyor orasını bilmek zor doğrusu. Ancak özellikle Nisan, Mayıs aylarında Fethiye sokaklarında çok renkli görüntüler olur. Kazakları ve montları içinde gezen Fethiye’liler, ki ben de yerine göre artık bu gruba giriyorum, ve kısacık şort ve askılı t-shirtleri ile gezinen turistler. Eskiden 23 Nisan ve 19 Mayıs tatillerinde güneye indiğim zamanlarda ben de tatile neler götürüyordum acaba?

*
Benim, Findhorn Ekoköyü’ne gittiğimde, ayrıca dört gün Findhorn körfezinin hemen yakınında bulunan başka bir Budist inziva merkezinde kalma şansım oldu, adı Shambala’ydı. Eskiden Findhorn Ekoköyü’ne ait olan oldukça ihtişamlı eski bir binayı devralan Budist bir Alman tarafından işletiliyordu. Findhorn’da daha önce iki yıl yaşamış olan bir arkadaşım birkaç ay önceki son Findhorn ziyaretinde burayı görmüş, ve ben gittiğimde kalmaktan keyif alabileceğimi düşünerek bana önermişti. Gerçekten de sade, sakin, sessiz, huzurlu bir yerdi.

Findhorn Ekoköyü’nde ve hemen yakınındaki bu inziva merkezinde sabahları meditasyon çalışmaları yapılmakta. Her gün farklı hocalar ve tarzlarda yapılan bu çalışmalara isteyenler katılabiliyorlar. Ben bu Budist merkezde kaldığım ilk sabah erken kalkıp çalışmaya katılmıştım. Ancak ikinci sabah belki de hava değişiminden uyanamamıştım. Kalktığımda çalışma çoktan başlamıştı. Hazırlandım, ve iki katlı binan geniş ahşap merdivenlerinden aşağı indim, odalar ile binanın yemek ve meditasyon salonlarını ayıran camlı, geniş ahşap kapıyı açtım, ve bir iki adım atmıştım ki, kulağım gelen seslere takıldı. Meditasyon salonundan “Bismillahirrahmanirrahim” sesleri geliyordu. Bir an durdum, evet sesler meditasyon odasından geliyordu, ve içeride en az 15-20 farklı ağızdan Besmele çekiliyordu, yabancı aksanların tonlamaları ile ve devam ediyordu. Odanın karşısına denk gelen bir berjer koltuk gördüm ve hemen oturdum. Odadan dışarıya sızan Besmeleler devam ediyordu. Ne kadar güzel bir makam ve melodi ile söylüyorlardı. Durmadan tekrar ve tekrar ve tekrar. Sanırım en az 5-10 dakika o koltukta oturarak çekilen Besmeleleri dinledim. Yüreğimi farklı bir huzur ve mutluluk kaplamıştı. Sanki o odadan dışarıya yayılan bir ışık vardı. Derken ses kesildi. Ben koltukta kalakalmıştım. Bitmesini istemiyordum. Bitmesini istemiyordum.

Oturmaya devam ettim. Tahminen beş dakika sonra meditasyon odasının kapısı açıldı, içeriden çoğunluğu İskoçya ve İngiltere’nin farklı yerlerinden gelen, aralarında Alman ve Japonlarında bulunduğu gerçekten de 15-20 kadar kadınlı erkekli bir grup çıktı. İskoçya’da Findhorn Körfezinin her gün büyük bir gelgit ile dolup boşalan Findhorn Körfezi’nin sularına bakan bir Budist inziva merkezinde o sabah çoğunluğu birbirini tanımayan bir grup insan, sevgi adına, İlahi olan adına, dostluk kardeşlik adına beraberce dakikalarca Besmele çektiler. Ben kulağıma çalınan Besmele sesleri vesilesi ile ‘Taizé’ çalışmaları ve şarkıları ile ilk defa o sabah tanıştım. Grup kahvaltı salonuna geçer geçmez ilk yaptığım şey o sabah ki çalışmadan neler yapıldığını sormak oldu.

*
Arnavutköy’de Pazar sabahları kulağıma derinden gelen bir kilise çanı çalınır. Sakin olur Pazar sabahları ve haftanın telaşında duyulmayan sesler hayat bulur.

Evimde piyanomun üzerinde bir seramik heykel var. Annem teyzemi ziyarete gittiğimizde Ankara’dan almıştı benim için. Şems-i Tebrizi imiş çalışmanın adı. Mevlana’yı sevdiğim ve eserlerini ve hayatını çalıştığım için görünce almak istemiş annem benim için.

Aradığımız yer aynı.

Ve ne çok farklı yol aynı yönü gösteren.

Yüreğimizin geçtiği ve ait olduğu yerlere selam olsun.
Ve yolumuz aydın ve açık, sevgiyle.