İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

12 Temmuz 2009 Pazar

Tekneler Nereye Gider?

Gecenin içinde karanlık gemiler geçer Boğaz’dan. Soluk ışıklar gözlerimizin önünden süzülür. Denizlerin bana bilinmez gelen sularından geçip bir seyirlik süzülürler Boğaz’dan. Kimileri gider gelir, onları isimlerinden tanırım. Kimileri ise kim bilir nereden nereye giderler.

Fethiye’de Şövalye Adası’nda Fethiye’ye doğru bakar benim evim. Limana giden gemiler adanın sağından ya da solundan geçerek limana doğru giderler. Hava rüzgarlı ise yelkenlerini hemen indirmeden, bazen gürültü ile, bazen sessiz limana yanaşırlar. Tekneler genelde sabahları limandan ayrılır ve akşama doğru geri dönerler. Özellikle de hafta sonları.

İstanbul Boğaz’ında daimi bir hareket hali vardır. Tekneler geçer gider, nereye varacaklarını belli etmeden. Fethiye’de ise güvenli liman her zaman gözümün önündedir. Yelkenlilerin direkleri sıra sıra dizilidir. Her teknenin akıbeti belli olmasa da geri dönecekleri izlenimini verir.

Deniz Fethiye’de farklı İstanbul’da farklı görünür. Ve farklı denizlerinde tekneleri sanki farklı dünyalarda yaşar, farklı hayatlar sürerler.

Benim küçük bir teknem var, adı Kocasinan. Bula bula bu adı mı buldun derler bazen. İsim ararken düşündüm ve başka bir ad gelmedi aklıma. Yok, daha doğrusu bu ismi vermek geldi aklıma. Sadece soyadım olduğundan değil. Hani Kocasinan deyince kocaman bir tekne bekliyor bazen insanlar ve benim ufaklık çıkıyor karşılarına ama bu da güzel bir hoşluk oluyor doğrusu. Bir de daha küçük bir kayığım var. Onun adını sorarsanız, o da Pegasus. Minnacık kayığa uçan at adı mı verilir diyenler de oluyor, yani Burak atı gibi bir şey. Ama kayığın isim annesi ben değilim. O isim kayığın eski sahibinden bana miras. Bilmiyordum ama teknelerin isimlerinin değiştirilmesine pek hoş bakılmıyor denizciler arasında. Hatta uğursuzluk getireceğini söyleyenler bile var. Ben Pegasus’u mu çok seviyorum. 10 beygirlik motoru ile tatlı tatlı uçan bir at o. Denizciliğim çok yeni ve Fethiye körfezinin sularında, Fethiye ile Şövalye Adası gidiş gelişleri ile denizle yakınlık kurmaya çalışıyorum. Yine de ufukta yenilecek çok fırın ekmek görünüyor. Ağabeyim Yaman’ı kıskanıyorum. Sözde benden gördü denizciliğe heves etti, ama kaptanlığı hızlı kavradı. Boynuz kulağı pek hızlı geçti bu defa.

Deniz ciddi iş. Şakaya gelmiyor. Daha dün Şövalye Adası önlerinde, kuzenlerimin otelinin önünde bir tekne battı. Paniğe kapılan yolcular teknenin bir tarafına doğru yığılıyorlar ve tekne alabora oluyor. Tabii şimdi bunu sakin sakin yazıyorum ama olayın bizim farkına varmamız denizden gelen ve yürekleri parçalayan çığlıklar ile oldu. Kuzenlerimin otelinin kafesinde oturmuş sohbet ediyorduk. Şövalye Adası’nın nispeten yüksek bir yerinde olan otelden deniz kenarı tam görünmez. Oldukça yüksek merdivenlerden indikten sonra deniz kenarındaki iskeleye ulaşılır. İşte o gün otelde oturmuş çaylarımızı içerken aniden kadın çığlık ve feryatları kulağımıza gelmeye başladı.

Feryatlar ve çığlıklar denizden geliyor ve yukarıya bizlere ulaşıyordu. Otelde bulunan İngiliz turistler ve tüm personel ile birlikte hemen aşağı doğru inmeye başladık. Ben bu kadar çığlık ile bizi bekleyen manzaradan gerçekten korkarak indim merdivenlerden. Beyler biz hanımlardan hızlı koşuverdiler merdivenlerden aşağı. Ben aşağı indiğimde kuzenim Erdoğan, ağabeyi kuzenim Murat, Aşçıbaşı Yasin Bey ve birkaç İngiliz turist denizdeydi. Titreyen çocuklar, kadınlar ve ufacık bir bebek sırılsıklam çığlık çığlığa ağlıyorlardı. Benim merdivenlerden inme sıram gelene kadar kurtarma operasyonu tamamlanmıştı. Biri yedi sekiz aylık dört çocuk, bir yaşlı bir teyze, üç kadın ve bir erkek toplam dokuz yolcu ile Fethiye’den Şövalye Adası’na Pazar günü pikniği için yola çıkıyor, tekne ağırlık haddinin aşması nedeni ile su almaya başlıyor. Ada’ya geçen düzenli dolmuşlar ve tekneler var ve adaya belki yirmi liraya gidip gelebilecekler ama onları ve oldukça yüklü eşyalarını taşıması mümkün olmayan bir tekneye binerek gitmeye çalışıyorlar. Ben merdivenlerden inerken denizin üzerinde yüzen ve etrafa yayılan eşyaları görerek iniyorum merdivenlerden. Hava olmadığı kadar rüzgârlı ve deniz çok dalgalı. Teknenin su almasına neden olan şeylerden biri de bu hava. Panik olan yolcular bir yana yığılınca da tekne alabora oluyor.

Batan teknenin yolcularının tamamı salimen karaya çıkarıldı, eşyalarının çoğunu denizin üzerinden ve dalarak çıkarma şansımız oldu. Ama belki on metre daha açıkta batmış olsalar, ya da otelin iskelesinin yirmi otuz metre ileri ya da gerisinde olsa hemen müdahale edilemeyecek olan kazazedeler belki kurtulamayacak. Ve o Pazar günü yaşamlarımızda unutulması zor acı bir gün olarak yazılacak. Denizde ölüm ve kalım dakikalar, saniyeler ile yazılıyor. Bu olay belki tekneyle üç beş dakikada alınabilecek bir mesafenin büyük bir ailenin son yolculuğu olabileceğini hatırlatıyor. Daha yaşını almamış küçük bebek belki bilinçli olarak hatırlamayacağı büyük bir travma yaşıyor. Ve ileri denizden neden korktuğunu bilemediği ama denizi sevmediğini söylediği günler yaşayacak mı diye düşünmeden edemiyorum. Ve çok şanslı olduğunu. Gerçekten aynı anda herkesi kurtaracak kadar insanın bir arada bulunabileceği ve kazazedelerin karaya bu kadar çabuk ulaştırılabileceği başka bir yeri adada bulmak imkânsız gibi. Evlerin çoğu kısa dönemli olarak kullanılan Şövalye Adası’nın birçok yerinde bu çığlıkların duyulmaması mümkün. Ya da duyanların ulaşabilmesinin belki de herkesi üzecek kadar uzun zaman alacağı.

Mezun olduğum Cornell Üniversitesi’nin bir mezuniyet şartı vardı: Yüzme biliyor olmak. Ben yüzme sınavına girmiş ve belgemi almıştım. Yüzme bilmeyenlerin ise kursa devam ederek yüzmeyi öğrenmeleri gerekiyordu. Yani isterseniz tüm derslerinizi yıldızlı notlarla bitirmiş olun eğer yüzme bilmiyorsanız üniversite diplomanızı alamıyordunuz. Nedenini unutmuşum ama sanırım okulun kurucularından birinin çocuklarının veya bir yakının yüzme bilmemesi nedeni ile boğulmasından dolayıydı. Doğrusu Fethiye’de batan tekne bana yüzme bilmenin ve yüzmeyi iyi bilmenin gerekliliğini tekrar hatırlattı. Hatta kıyı bölgelerinde sadece yüzmenin değil kurtarma tekniklerinin de öğretilmesi gerektiğini düşündüm. Batan teknede çocuklardan biri yaşlı teyzenin boynuna sarılmış. Teyze yüzmeyi biliyor ama yedi sekiz yaşlarındaki çocuklardan bir tanesi can havli ile boynuna sarılmış, teyze açılmış kocaman gözleri ile suyun üzerinde kalmaya çalışıyor. Küçük bebeği suyun üzerinde tutmaya çalışan teknenin tek erkek yolcusunun aklından o saniyelerde kim bilir neler geçiyordu. Yolcular ve kurtarabildiğimiz eşyaların tamamı başka bir tekneye yüklenip onlar karaya çıkarıldıktan sonra tekrar çığlıkları duyduğumuz zaman oturduğumuz yere geri döndük. Üzerimizde tarifi zor bir yorgunluk fakat aynı zamanda bir rahatlama vardı. Kuzenim Erdoğan bana döndü “Bir can kaybı olmuş olsaydı, şu anda neler yaşanıyor olacaktı” deyiverdi. “Gerçekten verilmiş sadakaları varmış, Allah korudu,” diyebildim. O kadar küçük şans ve tesadüflerin yardımı ile olay atlatılmıştı ki…

Lütfen yüzme bilmiyorsanız veya iyi bilmiyorsanız, mutlaka öğrenin. Çocuklarınız, akrabalarınızın, tanıdıklarınızın öğrenmesini teşvik edin. Bir gün sadece kendinizin veya sevdiklerinizin değil, gerçekten ölüm ile yaşam arasındaki saniyelerde mücadele veren birilerinin yardımına koşma şansınız olabilir. Ölüm ve yaşam arasındaki o ince çizgide, yaşama doğru atılan kulaçlardan biri sizinki olabilir.

Sevgi, sağlık ve şans hep sizinle olsun. Allah sizi ve sevdiklerinizi korusun.