İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Seçiyorum, Seçemiyorum


Bir kuzenimin oğlu bu yıl üniversite sınavlarına girdi. Sonuçlar açıklandı, iyi bir puan almış. Ancak şimdi de on beş gün içinde istediği bölümü ve üniversiteyi belirlemesi ve başvuru yapması gerekiyor. Yani hayatının en önemli kararlarından birini vermek üzere ve zorlanıyor.

Ben nasıl yapmıştım diye düşünüyorum. Yurtdışında okudum ama Amerika’da başvurduğum okul eğer burs vermezse gidemem diye Türkiye’de üniversite sınavlarına girmiştim. Bizim zamanımızda - ben de bu sözü söyleyenlerden oldum artık - sınava girmeden önce tercihler yapar ve bildirirdik. Sınav sonuçları açıklandığında puanımız değil kazandığımız okul ve bölümü öğrenmiş olurduk. Puanı öğrendikten sonra başvuru yapabilmek bir şans. Puanı oldukça yüksek olduğu halde istediği bölümlerin puanı çok yükseldiği için açıkta kalan çok başarılı arkadaşlarım olmuştu. Zaman değişiyor. Ama öğrendiğim kadarı ile üniversite giriş sınav sistemi bu hali ile kalmayıp değişmeye devam edecek.

Türkiye’de eğitim sistemi bir deneme tahtası olarak daha ilkokul yıllarında öğrenmekten bezgin hale gelen, ergenlik yılları hafta içi okulda hafta sonu dershanelerde geçen erken yorulan bir gençlik yetiştiriyor. Özellikle batıda üniversite yıllarında yoğun şekilde çalışan öğrencilere kıyasla, üniversiteye girmeye başaran Türk öğrenciler, belki de mesleki anlamda en önemli eğitim aşamasında o güne kadar ki yılların yorgunluğunu atmaya çalışıyor. Bu doğru bir sistem olamaz. Ve üniversite sınav sonuçları, binlerce sıfır puan alan öğrencinin durumu bir şeylerin doğru gitmediğini saklanamaz şekilde gösteriyor. Anaokulu sınıfından başlayan başarı telaşı çocukluklarını, gençliklerini yaşayamayan mutsuz nesiller yaratıyor. Bir müzik aleti çalmaya ayrılacak zamanın ders çalışmaktan çalınan zaman olarak algılanmaya başlandığı, bir sergi, konser ya da tiyatro giderken o sürede ders çalışmadığı için suçluluk duyan belki de doğruları şaşmış ama çaresiz hisseden ve belki de gerçekten çaresiz insanlar yaratıyoruz. Gelecek kaygısı sanki konuşmayı öğrendikleri andan itibaren bilinçaltlarına ince ince işlenmeye başlıyor. Kendi çocukluğunda çok ders çalıştığımı zannederken, şimdiki nesillerin hiç yaşamadığını düşünmeye başlıyorum. İlkokul beşinci sınıfta kolej giriş sınavına ve lise son sınıfta üniversite sınavına hazırlanırken birer yılımızı yitirdiğimi düşünürken şimdiki neslin çocukları çalışmaya daha okul öncesinde başlıyorlar.

Mutlu çocuk bulmakta zorlanıyorum. Bir sitem değil bu, bir gözlem. Anne babalar ve çocuklar arasında hep bir ders çekişmesi, neredeyse bu konuda huzurlu aile yok. Endişe hissi yaşamların bir parçası olmuş. Hep bir gerginlik, hep bir yetersizlik hissi. Kıyaslanan çocuklar, hep yetersiz gelen başarılar. Kendini yetersiz bulan anne babalar. Yetersiz kalacağında korkan çocuklar. … Neler oluyor? Ve neler olduğunun farkında mıyız?



Çocuğunuz sınavlarda başarılı oldu ve iyi bir puan aldı. İş burada da bitmiyor. Eğer çocuğunuz üniversiteye girecekse, peki mesleği ne olacak? Sizin veli olarak istedikleriniz var, çocuğun istekleri var. Çocuğun istemesi gerektiğini düşündükleri var. Çocuğun korkuları var. Ve belki de onun korkusu sizin onun için hissettiğinizin çok daha üzerinde. Türkiye’de endişe ve korku dolu olduğunu gördüğüm bir nesil yetişiyor. Çok şey bilmelerine rağmen kendine güveni tam olamayan, karşılamaları gereken şartlar daimi olarak zorlaşan bir nesil yetişiyor. Ve bence bu şartlar onları yaşama hiç de iyi hazırlamıyor. Kabahat gençlerin değil; onlar yaşamamayı kabul ediyor. Uymaları gereken eğitim sistemi onları yoruyor, köreltiyor ve yetersiz kılıyor. Öğretmenler bu sistemin belki istemeden aracısı olarak bu yükün altında eziliyor ve hem kendi ruhlarına hem de bu taze canlara istemeden eziyet ediyorlar. Bu mutsuzluk zinciri nasıl kırılır, bu beni uzun uzun düşündürüyor…



Dünyada erişkinler için çok farklı kişisel gelişim eğitimleri var. Birçok kişi öğrencilik yıllarındaki hatalı meslek seçimlerini daha sonraki yıllarda eğitimler alarak gidermeye çalışıyor. Doğrusu ben bizden sonra gelenlerin aynı sıkıntıları yaşamayacaklarını düşünürken onların artan seçenekler karşısında bizden fazla zorlandıklarını görüyorum. Yaşam imkân ve seçenek bollukları içinde farklı şekilde zorlaşıyor.

Ne kadar çok olumsuz sözcük sarf ettim. Esasında umudun çok büyük bir itici güç olduğuna yürekten inanıyorum. Ve dünyada daha yapıcı bir farkındalığın artmakta olduğuna da. Ama yeni nesillerin, gençlerin bunlardan yeterince yararlandığını düşünmüyorum. Sanki önce bozuyor, sonradan tamir etmeye çalışıyoruz.

Örneğin son yılların popüler yaklaşımı yaşam koçluğunu alalım. Kişisel gelişim yolumuzda destekleyici bir sistem. Kişi bir koç ile kendi kuvvetlendirme imkânı buluyor. Kendine mutluluk ve başarı getiren kararlar alma becerisini geliştiriyor. Koçluk kişinin kendine olan güvenini artırıyor. Peki, çocuklarda ve gençlerde bu sistem yeterince kullanılıyor mu? Öğrenci koçluğu adı altında çok hizmet satıldığını görüyorum. Ama bu koçluk çoğu zaman çocukların zaman ayırması gereken ayrı bir eğitime dönüşüyor.

Yine meslek seçimi konusu da gençlerin yalnız bırakıldığını düşündüğüm bir konu. Kendileri iyi üniversitelerden mezun meslek sahibi arkadaşlarımın çocuklarının meslek seçimi konusunda çok zorlandıklarını görüyorum. Çevrelerinde çok örnek olmasına rağmen. Ülkemizde eğitimini aldığı mesleği yapanlar dünyadaki örneklerine göre çok daha az. Bu da gençlerin meslekleri değerlendirmesini zorlaştırıyor. Ve değişen zamanların değişen mesleklerini ve bu mesleklerin gereklerini tarif etmek zorlaşıyor.

Koçluğun eğitim sistemine doğru olarak dâhil edilirse, daha mutlu, yaptıkları seçimlerin sonuçları ile daha mutlu nesiller yaratabileceğini düşünüyorum. Koçluk kişinin özündeki bilgiyi ve gücü ortaya çıkarma hedefi ile eğitimin sisteminde olması gereken odağı yakalıyor. Uygulamalar henüz emekleme aşamalarına bile gelmiyor. Yüreğim çocukların ve gençlerin yaşamlarının ilk yıllarından içlerindeki gücü keşfetmelerini diliyor.