İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Ya Bahar Gerçekten Sessiz Kalırsa, O Zaman Ne Olacak?





Üzülüyorum, sevdiğim ve çok faydalı olduğunu düşündüğüm kitapların ya Türkçesi yok ya da Türkçe baskıları tükenmiş. Nasıl olacak bu? Marshall Rosenberg ’in belki dünya için en kıymetli kitaplardan biri olan Şiddetsiz İletişim kitabının Türkçe baskısı tükenmiş. Konuya gönül vermiş arkadaşlar nasıl tekrar basılmasını sağlayabiliriz diye uğraşıyorlar. Yüreğim onlarla. Çünkü benim içinde önemli. Brian L. Weiss ’ın bazı kitaplarının baskının tükendiğini ve yeniden basılmadıklarını görüyorum; yüreğim bittikleri anda basılmaları gerekiyor diyor. Ama kitapta ticari bir madde. Farklı kıymetleri var. Ama yüreğim duyulması gereken seslerin canlı kalmasını istiyor.

Bir de bu topraklarda hiç duymadığımız sesler var. Mümkün olmayabilir, evet kabul ediyorum her kitabın Türkçesinin olması belki mümkün değil. Ama yüreğim daha çok ve farklı sesleri duymayı istiyor işte.

Bir kitap var, 1962 yılında yazılıp dünyayı çevre koruma kavramları hakkında uyandırmış, bugün önemini anlamaya başladığımız çevre konularını 47-48 yıl önce cesurca ve ilk defa dile getirmiş ve sessiz bir devrim yaratmış. DDT gibi tarım ilaçlarının yarattığı tehlikeyi keşfetmiş, bunu dünyaya duyurmak için gayret etmiş ve dünyada çevre koruma kavramını doğurmuş. Yazarı bu kitabın yayılmasından iki yıl sonra hayatını kaybetmiş ama çevreyi koruma konusunda büyük farkındalık yaratmış. Hem kitap hem de yazarı hala aynı tazelikte anılıyor ve bence bu sesten haberimiz olması gerekiyor.

Rachel Carson ’un “Sessiz Bahar-Silent Spring” kitabı ile ben 2009 yılında tanıştım, ve bir kere daha, bir kere daha yüreğimi bir endişe kapladı - 1962’den 2009’a … Ve bu sesi hala duymamış olanlar o kadar çok ki - nasıl başarabileceğiz - çevre ile ilgili yapmamız gerekenleri nasıl yapabileceğiz? Nereden başlayacağız? Geniş kitlelerin bilgilenmesini nasıl sağlayacağız? Okunması gerekiyor, bilinmesi gerekiyor. Çevrenin, çevre korumanın artık yürekten bir samimiyet ile ele alınması gerekiyor. Çok geç kalmadan. Ben kitabı İngilizcesinden okudum ama sonra 2004 yılında yayınlanan Türkçesini olduğu öğrendim ve çok sevindim.

Yalnız değilim; dünyanın gidişatının farkında olan çok insan var. Bir yandan da hiç farkında olmayan, bilgisi olmayanlar var. Umursamayan çok daha az diye düşünüyorum. Bilip umursamayan çok az. Esas olarak bilmiyoruz.

Mesela geri dönüşüm konusunu ele alalım. Neler geri dönüşüyor ve ne kadar? Biliyor musunuz? Mesela biriktirdiğiniz alüminyum içecek kutularını geri dönüşüm kutularına atıyorsunuz? Peki, bu kutular ne oluyor. Biliyor musunuz? Ben bilmiyorum, tam olarak bilmiyorum, ama artık öğrenmeye niyetliyim. Yabancı kaynaklardan öğrendiğim kadarı ile bu alüminyum kutuların dış yüzeyleri boyalı olduğu için ve geri dönüşüm sırasında bu boya alüminyum maddesinden ayrılamadığı tekrar içecek kutusu olarak kullanılamıyor. Ben bugüne kadar sanki bu kutuların yeni kutuların yapımında kullanılabileceğini düşünmüştüm. Sağlığa zararlı olduğu için kullanılamıyor. Ama bunu paylaştığımda annem sordu: “Peki bu malzemeler nelerde kullanılıyor?

Bilmiyorum. Gerçekten ne geri dönüşür, ne dönüşmez ve nereye kadar kullanılabilir, ben bilmiyorum. Bilgilerim var ama tam olmadığını fark ediyorum. Siz hangi malzemelerin geri dönüşümde kullanılabildiğini biliyor musunuz? Ben bu kadar çalıştaylara katıldığım, çevre yerli ve yabancı hocalar ile çalışma ortamlarında bulunduğum halde tam olarak bilmiyorum. Nereden öğrenebileceğimi de bilmiyorum.

Mesela bundan bir ay kadar önce İstanbul’da bir belediye başkanlığının danışma hattını arayarak geri dönüşüm kutularının yerleri ve ilgili bir iki konu hakkında bilgi istedim. Telefonda bana bu bilgi verilemedi, telefon numaram alındı ve ilgili birimin bana geri döneceği söylendi, ama dikkatlice telefon beklediğim bir hafta boyunca cevap gelmedi. Hemen geri arayabilirdim, ama beklemek istedim, ne olacak diye. Bu arada bir ay boyunca da geri aranmadım, ama bekledim. İstanbul’da geri dönüşüm konusunda neler oluyor merak ediyorum? Yüzlerce binlerce işyeri, imalathane, fabrika, lokanta geri dönüşüm konusunda neler yapıyor merak ediyorum? Belediyeler bu konuda neler yapıyor merak ediyorum? Ve merak ederken bir yandan çok üzülüyorum. Üzülürken bir yandan yine içeceklerin alüminyum ve pet şişelerini geri dönüşüm için biriktiriyorum. Ne yapacağımı bilmediğim malzemelerin geri dönüşüp dönüşemeyeceği ile ilgili şiddetli bir bilgi açlığı içindeyim. Ve bu soruların cevaplarına bu kadar zor ulaşılıyorsa, İstanbul geri dönüşüm konusunda çok gerilerde sanırım.

Geri dönüşüm çok önemli ama şu an ki işleyiş şekliyle tam bir çözüm değil. Geri dönüşüme tabi olan plastiğin hammadde özelliği düşüyor ve nitelikli ürünlerde kullanılamıyor. Ama bir dolgu sahasında toprağa gömmekten daha iyidir diyorum bir yandan. Diğer yandan birçok insanın gazete kağıdına alerjik olmaya başladığını duyuyorum, eniştelerimden bir tanesi onlardan biri, ve bunun nedeninin geri dönüşüm işlemi sırasında kağıdın mürekkepten ağartılması için kullanılan kimyasallardan olabileceğini okuyorum. Ve yine kimi ürünlerde, o ürünü geri dönüşümde işleyerek kullanmanın zararından dolayı toprağa gömülmesinin insan ve çevre açısından daha sağlıklı olduğunu öğreniyorum. Beşikten Beşiğe tasarım düşüncesi ile yaratılmayan bir ürünün malzemesini yeniden kullanmanın ne kadar zor ve kimi zaman çok da zararlı olduğunu öğreniyorum.

Bazen o kadar imkânsız görünüyor ki çevre bilinci konusunda yaşanması gereken farkındalık devrimi, “Boş ver diyorum, sen de boş ver Zeynep.” Sonra ertesi sabah yine başlıyorum bu konuda okumaya, ne yapılabilir, Türkiye’de ne yapılabilir, diye düşünmeye. Yazıyorum, bilebildiğim kadarı ile. Ama aksiyon gerekiyor, eylem gerekiyor. Bilginin geniş kitlere yayılması gerekiyor.

Rica ediyorum, diliyorum, sesleniyorum, haykırıyorum. Özellikle Ülkemin Meclisine, sonra Belediyelerine: İstiklal Madalyası sahibi bir dedenin torunu olarak, bu ülkeye tüm köşelerinde hizmet vermiş bir mühendisin kızı olarak sesleniyorum. Bir okuma yazma seferberliği gerekiyor bu ülkeye, hem gerçekten okuma yazma bilmeyen kalmaması için, hem de dünyanın bu hesabının verilmesi zorlaşan gidişatı içinde Türkiye’nın anlının ak çıkabilmesi için.

Benim vicdanım rahat değil. Siz ne durumdasınız?