İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

10 Temmuz 2020 Cuma

Hanım mı, Bey mi ve Yolun Neresi?

İnsan isimlerinin Türkçe’de bazı alıştığımız kısaltmaları vardır.
Kullanageldiğimiz.

Mesela benim ismim olan Zeynep için kısaltma olarak en çok Zeyno’yu biliriz ama bana çok az insan Zeyno dedi.

Ailede benim ismimin kısaltması esasında ismimden uzundu. Zeynebikos.

Ortaokul, lise yıllarında, daha önce belki bahsetmişimdir, ismim için başka kısaltmalar kullanıldı.  Ve bu kısaltmaların Zeynep ile pek ilgisi yoktu.  

Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nin 1988 yılı mezunları sınıfında, yanlış hatırlamıyorsam, yedi Zeynep olduğumuz, sadece iki Şubemiz olduğu ve her sınıfa en az 3 Zeynep düştüğü için, o yedi yıl boyunca bazen öğretmenlerimiz bile Zeynep diye çağırmadı beni.  

Genelde Kocasinan’dım.  Arkadaşlarımızdan arada Zeynep diyenler belki oluyordu ama neredeyse tüm Zeynep’ler benim gibi genelde soyadları ve soyadlarının kısaltmaları ile bilinirdi.  

Koca, Koco ismimin kısaltmalarından bazılarıydı ama soyadım Kocasinan olduğu için Sinan diyenler de oluyordu. Ve öğretmenlerimizden bile. 

Türkçe öğretmenlerimizden birinden “Kızım Sinan şu bölümü sen oku,” cümlesini birkaç defa duyduğumu hatırlıyorum.  Ve şimdi düşününce belki sadece bir kız okulunda benimki gibi bir soyadı ile söylenebilecek bu hitap yüzüme bir tebessüm yayılmasını sağlıyor.  

“Kızım Sinan” kadar yüzüme bir tebessüm yayılmasını sağlamasa da bana hep enteresan gelen diğer bir ifade de “Mühendis Bey”, “Zeynep Bey”di.

Daha sonra doktor olan arkadaşlarımızın ve özellikle Anadolu’da görev yapanların aşina olduklarını anladığım bu ifade ile 1992 yılında Amerika’dan dönüp işe başladığımda tanışmıştım.  

Adıyaman, Elazığ ve Malatya illerimizde bulunmam ve oradaki özellikle esnaf ve teknik işler ile ilgilenen insanlar ile temaslarımda, Mühendis Hanım ya da Zeynep Hanım ifadeleri kadar bu hitapların "Bey"li versiyonları ile de karşılaştım.

*


Esasında geriye dönüp bakınca, bugün bile esasında bir saygı ifadesi olarak kadınlara hitapta kullanılan ‘bey’ ifadesinin, ne kadar büyük bir sorunu ifade ettiğini görmemek mümkün değil.  

Özellikle iş hayatımın ilk yıllarında, birlikte çalıştığı mühendis babası tarafından çok kıymet verilen ve desteklenen bir mühendis olarak, hele Üsküdar Amerikan Kız Lisesindeki yedi yıldan sonra Amerika’da, Cornell Üniversitesi'nden okuyup dönmüş bir yeni mezun olarak, benim kadınların yaşam mücadelesine dair algılayabildiklerim o günlerde çok sınırlıydı.  

Kadın ya da erkek olmak gibi ayrımın çok da farkında ve ayırdında olmadan yeni ve tecrübesiz bir mühendis ve çalışan olmaya dair olarak gördüm mücadelemi.  Öğrendikçe ve tecrübelendikçe yaşam kolaylaşacaktı.  

*

Amerika’dan döndükten sonra geçen yirmi sekiz yılda ,Türkiye’de kadın olmaya dair, ülkemizdeki kadınların çoğunluğunun deneyimlerine göre muhtemelen çok daha kolay olsalar da, bir çok şey yaşadım.  

Türkiye’de kadın ve erkek olmak arasında çok büyük farklar var.  Kadın ve erkek çalışan olmak, kadın ve erkek iş insanı olmak, kadın ve erkek mühendis olmak, kadın ve erkek işveren olmak arasında, kadın ve erkek sivil toplum gönüllüsü olmak arasında, kadın ya da erkek olarak bir seçime girmek, haydi bunları bıraktım, sokakta yürümek ve bir günün saatleri için bile çok büyük bir fark var.   Tüm Dünya’da var.  Belki İzlanda’da yoktur ama neredeyse her yerde bu fark var. 

Yaşamda her an, erkeklerle ile aynı şeyleri yaparken, karşılaştığımız ek yük ne kadar fazla aslında.  

Mesela, işe başladığım yıllarda, benden 43 yaş büyük ve Türkiye’deki en iyi mühendislerden biri, zamanında Türkiye’nin en iyi şantiye şefi diye bilinen babam Sinan Kocasinan ile çalıştığım için, tabii ki iş hayatımda babamın talimatlarının, sözlerinin çalışanlarımız tarafından benim sözlerime göre farklı şekilde hızla kabul edilmesini ve uygulanmasını hiç sorgulamadım.    

Yine aynı şekilde, Şantiye Şeflerimizin, amirlerimizin talimatları ya da önerileri için de aynısını düşündüm.  Özellikle işe başladığım ilk yıllarda.  Çünkü çoğu yaşça benden en az yirmi, otuzyaş büyüktüler ve hem bilgileri, hem tecrübeleri çok daha fazlaydı.  Doğru olduğuna inandığım bir önerim, düşümcem ya da uyarım varsa, onlar dinleyene kadar anlatmaya, paylaşmaya, savunmaya ısrarla devam ettim.  Israr etmem gerekmesini, önerimin doğrululuğunu gerekirse defalarca göstermeye çalışmayı normal kabul ettim.  Yani, benim bu şekilde yorumladığım, esasında söylediğimin dinlenmesi için mücadele etmeyi, emek vermeyi normal kabul ettim.

İş hayatımın ilk bir iki yılı böyle geçti. Ta ki, başka bir şeyi fark edene kadar.  

Amerika’dan Türkiye’ye dönen, kendisi de bir mühendis olan ağabeyim de bizimle çalışmaya başlayana kadar.

Bazen paylaşıyorum, koşarken içinde olduğumuz manzarayı hemen fark edemeyebiliyoruz.  Ya da bana öyle oluyor. Aynı görüntüler tekrar tekrar karşıma çıkmaya başlayınca fark ediyorum.

Bir gün baktım, işle ilgili bir görevlilerimizin bir işlem yapması lazım.  İşlem çok net, belki yeni bir uygulama ama hepimize faydası olacak.  Hani hem işleri kolaylaştıracak, hem hızlandıracak.  Hepimiz için.  Personelimizi işten etmek gibi bir sonucu da yok. Tam tersi, onların işlerini daha rahat yaparak daha başarılı olmalarını da sağlayacak. İçinde biraz yeni uygulamalar var mı var ama hani bana sorarsanız çok daha minimal bir yenilik de diyebiliriz.  Ve üstat mühendis babamdan da vize aldığım için kararımdan ve uygulamam da pek eminim. 

Bu işle ilgili talimatı verdim. Yeni bir uygulama olduğu için bir tereddüt süreci olmasını da bir yandan bekliyorum.  Ve tahmin ettiğim ve biraz da alışık olduğum üzere, konunun sorumlusu arkadaşımız uygulamayı başlatmak için elini bir biraz ağırdan aldı. Tekrar hatırlattım, tekrar izah ettim, tekrar açıkladım.  Herhalde bu beş gün kadar devam etti.

Sonra, sanırım ofisteki bir öğle yemeğinde babam ve ağabeyim ile otururken konuyu mu açmış olmalıyım bilmiyorum ama sonrasında beni uyandıran bir şey oldu.  

Şimdi, bu yaşananı, o güne kadarki bir iki yıllık iş hayatımda normal karşılamakta olduğumdan, bir şikayet olarak paylaşmadığımdan eminim.  Muhtemelen, bunu nasıl aşabiliriz, arkadaşları nasıl benimsetebiliriz diye aklımdan geçmiş ve söylemiş olmalıyım. Böyle olmuş olmalı.

Olmalı ama, sonrasında olan, çok farklı bir şekilde oldu.

Aynı akşamüstü müydü, yoksa ertesi sabah mıydı bilmiyorum kısa bir konuşmaya şahit oldum.  O günlerde Amerika'dan nispeten yeni dönmüş ve yeni işe başlamış olan, yani konuyu hazırlıklar bittiğinde ve uygulama aşamasında öğrenen, benimle paralel bir konumda görev yapan ağabeyim ile  benim sorumluluğumdaki bu iş için konunun sorumlusu görevlimiz arasındaki şu diyaloğun geçtiğine şahit oldum.

 “… Bey,  bundan sonra bu işi bu şekilde yapacağız.  Buna göre hazırlıklarınızı bitirin ve başlayın.”

Bu cümleyi duydum ve ağabeyim şimdi neden bu konuya dahil oldu, benim söylediklerimi niye tekrar ediyor acaba, dedim.  Benim kurduğum cümlelerin neredeyse aynısını söylediği de dikkatimi çekmişti. Ben belki lütfen kelimesini ilave ederek söylemiş olabilirim o cümlelere.

Beni uyandıran ve iş hayatımı sonrasında değiştiren bu cümlenin sonrasında yaşananlardı.   İlk reaksiyonum ağabeyim bu konuya neden dahil oldu diye sormak oldu, ama sonradan anlayacaktım ki o günden öğreneceklerim vardı.

Görevlimiz ağabeyimin iki kısa cümlesini dinledi ve hemen ardından, “Tamam Yaman Bey,” dedi.  Ve ikinci bir cümle etmeden döndü ve başlatılması için beş gündür çalıştığım işi başlattı.  

*

Uzaktan şahit olduğum sahne beynimin içinde iki üç hafta dönüp durdu ve sonrasında fark ettiklerim dağ gibi artmaya başladı.  

Sadece işte değil, yaşamın her anında, sanki gözlerimin önünden bir perde kalkmış gibi, kadın olarak yaptıklarımızı yaparken erkeklere göre verdiğimiz emeğin, harcamamız gereken ek gücün, vermemiz gereken ek zamanın, kendimizi ispat etme mücadelemizin, kendimizi erkeklere göre daha farklı şekilde ispat etmemiz gerektiğinin, karşılaştığımız davranışların ek duygusal yükünün birbiri ardına farkına varmaya başladım.   

Ben çok şanslılardandım.  Eğitim alma şansına kavuşmuş, bilgiye erişme şansı olan, desteklenen, yüreklendirilen, fırsat verilen, söz hakkı verilen, özgür bir genç kadındım.  Öğreniyor, öğretiliyor, deneyimliyor, seçiyor, istediğim adımları atabiliyor ve birşeyleri başarmanın tadını da alabiliyordum.  Alabiliyordum ama Türkiye’deki kadın gerçeği bambaşka şeyler söylüyordu.  

*
İş hayatımın ikinci ya da üçüncü yılındaki bu uyanış,  benim çalışma hayatımı, yaşamımı çok olumlu yönde etkileyen oldukça önemli ve çok değerli bir başlangıç oldu.

Fark ettiğim şey, anlayabildiğim, kadın olduğum için, erkeklerin beni kalıplara göre gördüğü ve değerlendirdiğiydi.  

Bildikleri, alıştıkları ve alıştırıldıkları kalıpları bir kenara koyup, Zeynep’i görmeleri kolay olmuyordu.  

Öğretilmişlikler, kodlanmış bilgiler otomatik olarak devreye giriyor, onların bana duydukları güven ve inanç bu kodları bir kenara bırakmalarını zamanla sağlasa da, evet, işte zaman alıyordu.  Emek gerektiriyordu.

İstemediklerinden değil, denemediklerinden değil, çünkü gerçekten, mesela iş arkadaşları anlamında da, inşaat gibi bir sektörde çalışmamıza rağmen, aslında bir kadın olarak ne kadar şanslı olduğumu zaman içinde anlayacaktım.

Eşitliğe inanan erkeklerin bile, kendileri ile verdikleri mücadeleyi kazanmak için zamana ihtiyaçları oluyordu.
*

Benim bir kadın olarak yaşamıma bakış açımı beklenmedik bir anda iki üç cümlelik bir diyaloğa şahit olmak değiştirdi.

O günden sonra aslında ben pek değişmedim.  Konuşma tarzımı ya da davranışlarımı değiştirmek gibi bir yol izlemedim.  Kendimi değiştirmek, olduğumdan farklı görünmek ya da davranmak gibi bir ihtiyaç hissetmedim.  Sadece, karşımdaki insanların beni nasıl görüyor ya da diğer bir deyişle görmüyor ve o nedenle anlayamıyor olabileceklerine dair bir uyanış yaşadım.  Ve bunu, belki biraz geç de olsa, farketmek, bana verilen en değerli hediyelerden biriydi.   

Sadece bu konuda değil, yaşamın ne çok alanında farkında bile olmadığımız otomatik pilotta çalışan kalıplar ile yaşadığımızı değişik bir şekilde fark etmek bir yandan beni yaşamla daha çok barıştırırken diğer yandan da doğruluğuna inandığım şeyler için mücadele etme isteğimi de kuvvetlendirdi.

*

Bugünlerde birçok farklı konu ile birlikte İstanbul Sözleşmesini de konuşuyoruz.  

Dünya’da ve Türkiye’de kadınları bekleyen birçok mücadele var.  

Fiziksel ve duygusal şiddet, can güvenliği, ekonomik özgürlük, adalet ihtiyacı, haklar, ...

Mücadele devam ediyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yol, bir yandan kısalırken sanki bir yandan da uzuyor. 

Bize de, eşitliğe olan inancımızla, yapabildiğimizi yapmak kalıyor.

Hiç yorum yok: