İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

3 Haziran 2019 Pazartesi

Sözcüklerdeki Tohumlar


Bugün Ada’daki evimin odalarından birinde birkaç başka kitabın altına saklanmış bir kitap buldum.  2007 yılında almışım.  Susanna Tamaro’dan “Her Sözcük bir Tohumdur”.

Bu nispeten ince deneme kitabını belli ki daha önce okumuşum.  Kitabın dört yerinde sayfaların kenarını katlamışım.  Benim kitaplarımda satırların altını çizmek kadar zaman zaman kenarlarını katlama alışkanlığım da var.  Ortaokul yıllarımda kısa bir süre kitaplarımı tamamen temiz tutmak ve sayfalarını korumak gibi bir mücadeleye girişsem de, kitap okurken onlarla yaşadığımı fark ediyorum. Bu yaşanmışlığın izlerinin olması artık beni rahatsız etmiyor.  

Bununla birlikte okuduğum bir kitabı hatırlamamak sık yaşadığım bir şey değil.  Kimi kitaplarımın içeriklerini tam olarak hatırlamasam da neredeyse tüm kitaplarımı nereden aldığımı ve ne zaman okuduğu hatırlarım.  Bugün bulduğum kitabın son kıvrılmış sayfasına göre, 104 sayfalık kitabın en azından 68. Sayfasına kadar okumuş olmalıyım. Hatırlamıyor olmam beni meraklandırıyor. Bu kitabı bu akşam yeniden okuyacağım.  Bakalım okurken hatırlayacak mıyım.

Kitapları bu kitap gibi hiç hatırlamadığım olmaz ama farklı okuyuşlarımda farklı detayları fark ettiğim olur.  Bu kendi yazdığım kitap ve yazılar için de geçerli.  Evrenin duymamız gerekenleri bize fark ettireceğine olan inancımı hiçbir zaman tamamen yitirmesem de aklıma gelmediği de oluyor.  Özellikle gündelik yaşamın telaşına daldığımda.  

Peki, özümüzün bize fark ettirmek istediklerini, parçası olduğumuz Evren’in bize fark ettirmek istediklerini görebilmek için ne yapmak gerekiyor?  Tabii, yaşamın bizi bizim için daha iyi olacak ihtimallere yönlendirdiğine inanmıyor olabilirsiniz, ya da iç sesimizin bizi korumak için aslında daima konuştuğunu kabul etmiyor da olabilirsiniz.  Yine de “aklıma gelen başıma geldi,” dediğiniz olmadı mı hiç?  Ya da görünüşte herşey yolunda görünse de, içinize sinmeyen bir insanın başınıza açtığı dertler, içinize sinmeyen bir anlaşmanın sizi zorda bıraktığı işlemler, adını koyamasanız da gitmek istemediğiniz bir yerde başınıza gelen terslikler, bunun gibi şeyler hiç olmadı mı hayatınızda?

Yaşam bize işaretler veriyor.  Bir farkında olmayı seçmezsek, bazen kafamıza adeta bir tuğla düşmesi de gerekebiliyor.  Biz uyanmayı seçmeksek Evren daha radikal ve keskin uyarılar ile karşımıza çıkabiliyor. Bu bazen hastalıklar, bazen kayıplar olabiliyor.  Zararlı bir yoldan gitmekten vazgeçmiyorsak, bizi itip yere yatırmayı seçebiliyor.  

Ruhumuzun sesini duyabilmek için öncelikle sessizliğe ihtiyacımız var.  Biraz da yalnızlığa.  Kendimiz ile kalabilmeye. Kendimiz ile gerçekten tanışabilmeye.  Korkuların, kaygıların, endişeli düşüncelerin ardındaki güvenilir sesi duyabilmek için, içimizdeki farklı farklı sesleri duymamıza ihtiyaç var.  

İçimizdeki sesi duymanın en güzel yollarından beri kendimizle çıkacağımız yürüyüşler.  İçimizdeki sesi bizimle konuşmasına onu zorlamadan izin vereceğimiz yürüyüşler.  Hayatımı değiştiren bir çok önemli kararı, İstanbul’da Boğaz’da yaptığım yürüyüşlerden sonra aldım.  Bir anda aklıma geliveren fikirler yaşamımı hızla açtı.  Yürüyüş sırasında etrafımızda değişen manzaranın, ruhumuzda farklı çağrışımlar yaparak, aklımızdaki soruların yanıtlarını adeta sihirli bir şekilde bulmamızı sağladığını da söylerler.  İnsanoğlunun genlerinde yürümenin açtığı kimbilir hangi özel kodlar ve düğümler var. 

Genelde içimizdeki sesin konuşabilmeye başlaması için en az yirmi dakikaya ihtiyacımız olduğu söylenir.  Kimi meditasyonlarda en az yirmi dakika zaman ayırmamız biraz da bundandır. Yürüyüşler de ise, zihnimdeki sesi duyabilmek için benim en az otuz dakikalık yürüyüşlere ihtiyacım olur.

Evet, ne diyordum? İşaretler.  

Susanna Tamaro’nun kitabında yeniden okuyunca neleri keşfedeceğimi henüz bilmiyorum ama kitabın adının bana mesajı oldukça kuvvetli.  Kendimiz için ve yaşamımızdaki tüm insanlar ile diyaloglarımızda “Her Sözcük Bir Tohumdur”, ve ektiğimiz tohumlar yaşamları, bütünün hayrı için, kuvvetlendirmeye dair olsun.

Hiç yorum yok: