İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

6 Haziran 2019 Perşembe

Çilekli Pastada Saklı Japonya


Japonya’ya gerçekten ilgi duymam benim yaşlarımdaki birçok çocuğun olduğu gibi meşhur Karate Kid filmlerinin ilki ile oldu. Efsanevi hoca Miyagi Sensei ile.  İkinci Dünya Savaşı, atom bombası, kamikazeler ve Hiroshima’ya dair duyduklarımı Japonya’ya ilgi duymamı sağlayan şeyler olarak hatırlamıyorum.  İnsanlık tarihinin acı dolu günleriyle tanımaya başladığım Japonya’yı sevmem, hayatta çoğu zaman olduğu gibi, hikayelerle oldu.
Bir şehri, bir kurumu, bir ülkeyi sevdiren onlara ait hikayeler ve o hikayelerin kahramanları çoğu zaman.

Kyoto’nu sevmemin nedenlerinden biri beni adeta zamanın ötesiye taşıyan mabetleri olmakla birlikte, Japonya’yı sevmediğim insanların ülkesi olsa bu şekilde acaba sevebilir miydim?  Ruhumu incitmemeye büyük özen göstermek için çabalayan, beni mutlu edebilmek için kendinden, ailesinden feragat eden ya da ailecek benimle kendi aileleri gibi ilgilenen Japon arkadaşlarım olmasa bu özel adalar ülkesini bu kadar sevebilir miydim?

Ruhumuzun anahtarı duygularımız.  Ruhumuzun bilgi antenleri duygularımız.  Ruhumuzdaki olumlu ya da olumsuz izlerin kaynağı duygularımız.  Ve yaşadığımız her ne olursa olsun ruhumuzdaki izleri ile bireysel tarihimizde yer ediyor.  

Duygularımızı nelerin uyandırdığı ise tanımlanması zor, sürprizlerle dolu bir denklem.  Ve kimi zaman tatlar ile duygular arasında köprüler var.

Japonya’ya özgü yöresel lezzetler dışında en çok hatırımda kalan, sık sık aklıma gelen lezzetlerden biri çilekli pastalardır.  İstanbul’da Divan Pastanesi’nin çilekli pastası son birkaç yıldır pastanenin değişen ve daha çok Fransız tadı taşıyan pastaları içinde bugünlerde hala ev sevdiğim. Dünyanın her yerinde çilekli pasta yemek mümkün ama benim için ne zaman çilekli pasta yesem aklıma gelen Avrupa’da yediğim bir pasta değil, Kyoto’daki bir pastanenin pastasıdır.  Ne zaman Kyoto’ya gitsem orada bir pasta yemek için mutlaka zaman ayırırım.  Eğer yalnızsam, yanımdaki defterime orada birşeyler yazmak beni başka hiçbir yere gitmek istemeyecek kadar ait hissettirir.


Kyoto neredeyse her çilekli pasta yediğimde aklıma gelir.  Tokyo’ya sondan bir önceki gidişimde Shibuya’da kaldığım otelin pastanesindeki çilekli pastanın ise tadı değil ama görüntüsü gözümün önünde.

Ve işte bu sabah, Fethiye’de, Şövalye Adası’ndaki evimde, Ada’ya geçmeden önce bir marketten aldığım biraz diri çilekleri yıkayıp 1993 yılında İtalya’ya ailecek gittiğimiz aldığımız ve bende kalan aslında bir spagetti servis tabağı olan bir çanağın içine yerleştirirken, tesadüfen beyaz ahşap büfenin üzerindeki dergi gözüme takıldı.  Ben yokken evi temizleyen Nuray Hanım’ın herhalde evin bir köşesinde bulduğu ve nedense büfenin üzerine bıraktığı bir dergi. 2004 yılından bir dergi. 

Dergilerimi saklamak gibi özel bir alışkanlığım yok ama Japonya’ya, Samuraylara geniş yer ayrılmış olan bu sayıyı belli ki özellikle saklamışım.  Enteresan olan, daha sonra altı, yedi defa gitmiş olsam da, 2004 yılında henüz Japonya’ya gitmiş değildim.  Hayatımın ayrılmaz parçası gibi hissettiğim Japonya ile bağlarımın o günlerde çok kuvvetli olmadığını düşünürdüm ama geriye dönüp bakınca ruhumun bir parçasının hep bu uzak ülkeyi merak etmiş olduğunu fark ediyorum. 

Bir yandan belki de birçok Türk gibi bu ülkeye çok yakın hissediyorum. Diğer bir yandan, olmadık zamanlarda, kültürel benzerlikler ya da yakınlıklar ile tarif edilemeyen şekilde özellikle Kyoto’da olmayı özlüyorum.  Japonya’nın sevmediğim bir köşesine henüz rastlamasam da ve Tokyo’nun yoğunluğunu bile sevsem de, benim ruhumun özlediği yer her zaman Kyoto.

Bugün, Dünya’nın Japonya’dan oldukça uzak bir köşesinde, minik bir adadaki yemek masasının üzerindeki yeni yıkanmış çilekler mutlu hissetmenin temel anahtarının sevgi olduğunu hissettiriyor.  Bizi seven insanların hissettirdiği koşulsuz ait olma hissinin, dostlar dediğimiz sonradan edindiğimiz ailelerimiz kadar, doğmadığımız ama vatan tadı veren topraklardan gelebildiğini düşünüyorum.

Damağımda henüz tam olgunlaşmamış biraz mayhoş bir çileğin tadı ile, önümdeki dergide zırhlı giysisi ile bir Samuray’ı canlandıran bir kapak fotoğrafı, Fethiye’de gün batmaya başlarken Babadağ’a doğru bakıyorum.  Körfez durgun. Gün burada biterken, Japonya’da gün gecenin içinde yavaş yavaş doğmaya hazırlanıyor.

Bu arada çilekten bahsedip Japonya’ya dair ufak bir hatırlatma yapmadan olmaz. Önümüzdeki yıl Ocak ayından Nisan ayına kadar eğer Tokyo’ya yolunuz düşerse, Grand Hyatt Tokyo, Hilton Tokyo ya da diğer beş yıldızlı otellerden birinde karşınıza çıkabilecek olan çilek tatlıları büfesinde Japon çileklerinden yapılmış Japonya’ya özgü hafif tatları ile mevsime özel olarak hazırlanan çeşit çeşit çilek tatlılarının tadına bakmadan Tokyo’dan ayrılmayın.  

Lezzet dolu günlere…

Hiç yorum yok: