İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

22 Ekim 2025 Çarşamba

Ufukta Görünmeyen

Ufukta görünmeyen fırtınanın sessizliği var ortalıkta,

Bir durgunluk, bir sakinlik, alışılmadık gri yeşil bir aydınlık,


Hiç bitmeyecekmiş gibi hakim bir huzur var ortalıkta,

Bu Dünya'ya ait olması az muhtemel bir dinginlik,


Bir sakinlik var ortalıkta,

İçimde yanardağ olduğunu saklayan bir yük bekliyor pusuda,


Yakacak mı, yıkacak mı, belli değil,

Belli değil, benden yeni bir ben yapacak mı.



Kul Hakkı

Borçlu gitmeyelim bu dünyadan,

Görülmeyen hesaplar çıkar olmadık yerde karşımıza,


Nerede kesileceği belli olmayan cezalar,

Gölge düşürmesin yollarına.

...

 "

Nefret etmeye değmezsin,

Kazansan da, kaybedensin.

"

18 Ekim 2025 Cumartesi

'Yazar'lığıma Yapay Zekadan Bakışlar

Ben de kendime, dışardan, yukardan, kendi yargılarımdan ve sınırlamalarından özgür bir yerden bakmak istiyorum bazen.  Kör notlarımı fark edebilmek için biraz da.  Daha objektif bir yerden kendimi tanıyabilmek istiyorum.  Bu istek ve keşif, var olduğum, olduğumuz sürece bitmeyecek muhtemelen.  Ve yıllar içinde nasıl değiştiğimizi, dönüştüğümüzü fark ederek, unutarak, anlayarak, anlamayarak, düşerek, kalkarak yolumuza devam edeceğiz.

Yazılarıma da bu gözle bakma ihtiyacını zaman zaman hissediyorum. Yazı yazmayı seçen herkesin aklından muhtemelen geçen sorular ve düşünceler benim de aklımdan sık sık geçiyor.  

Yeterli miyim, yazmanın anlamı var mı, kim okuyacak, güzel yazabiliyor muyum, daha iyi nasıl yazabilirim, bu yazı güzel oldu, olmuyor olmuyor, ve tekrar tekrar, ne anlamı var yazmamın herşeyin en güzeli yüzlerce dahi üstat tarafından zaten yazılmadı mı, gibi gibi gibi. 

Yine de, bir çoğumuz kimi zaman 'yapamıyorum' diye bıraksak da, yazı yazmaya tekrar döneriz. Farklı nedenleri var ama benim için yazılarım bir yandan da benim yaşadığımı fark etme, yaşamımı hatırlama yolum. Çocukluktaki günlüklerimin biraz evrilmiş hali.

Kendime dışardan, yukardan, olabildiğince kendimden bağımsız bir yerden başmaya çalışırım.  Kendime dair sevdiğimin özelliklerimden biri bu. Yani en azından bunu yapmayı deniyor olmam.  Çünkü bunu başarmak o kadar da kolay değil. Kendimi en çok paylaştığım ve kendim olmayı başardığım yerin yazılarım olduğunu da düşünürüm.  Tüm yazılarımı okuduğunu bildiğim çok az kişi var.  Çocukluğundan beri okumayı çok sevmesi ve yaşamının son anlarına kadar hep hayatının en önemli parçalarından biri okumak olan Rahmetli Sevinç Teyzem, vefatına kadar belki de yazdıklarımı en çok okuyan insandı.  Ve belki de o nedenle, beğendiğini söylemesi, yaptığı yorumlar ve yürekten teşviki hala benimle sıcacık duruyor ve olmadık zamanlarda kuvvet veriyor  Yaşıyor olsa belki bugün ona sorardım ama bugün Yapay Zeka destekçi programlara yazılarımı ve yazarlığımı sordum.  

Aslında dün ve bugün, Japonya'daki önemli bir sporcu ve çevresi ile, Grok gibi sosyal medya yapay zeka destek programlarının bazı çalışmalarımızdaki etkileri ile yarattıkları aksaklıklar ve sorunlar ile ilgili bir değerlendirme yapıyorduk.  Mesela, kapalı olarak yapılan toplantılara dair sosyal medya üzerinde yapılan paylaşımlardan alıntılar ile görüşmelerin istenmediği halde açık edilmesi,  paylaşım yapılmadığı halde sosyal medyanın bir nevi hep 'dinleme' halinde olması nedeni ile gizliliğin korunmasında yaşanan sorunlar.  

Belki uluslararası bir grupta yaptığımız bu değerlendirmeler ve sorun çözme arayışları nedeni ile ben de kendim üzerinden bir araştırma, değerlendirme yapmayı istedim.  Daha önce resimlerim ile ilgili böyle bir değerlendirmenin izini sürmüştüm ama yazılarımla ilgili olarak bu ilk olacak, ama sanırım son olmayabilir.

Değerlendirmelere, tespitlere şaşırmadım desem yalan olur. Bu tespitlerin bir çoğunu yapabilmek için gerçekten yazılarımı geçmişten bugüne okumuş olmak gerektiğini düşündürdü bana. Önemli, ünlü, başarılı, çok okunan yazarlar eleştirmenler kanalı ile bu gibi değerlendirmelere erişebiliyorlar.  Bu yorumlamaları nasıl karşılıyorlardır, orasından emin değilim.  Yine de, yine bana göre, dışardan gözlerin olumsuz niyet taşınmayan tespitleri bitmeyen ve bitmemesini hep arzuladığım kendimizi geliştirme yolunda gerçekten bir hediye.

Bu sorgulamama yanıtları özellikle kendim için buraya bir iz olarak buraya bırakıyorum. Beklediğimden yoğun ve derin geldikleri için incelemeye devam edeceğim.  Biliyorum ki bu bugüne göre bir tespit. Yapay Zekanın karşılaşmaya devam ettiğimiz birçok eksikliğini de içeriyor. Yine de, yine de, öncelikle kendimi tanımak adına samimi bir kalple irdeleyeceğim.

Dünyamız artan bir hızla değişiyor.  Her zaman değişen dünya farklı yollardan değişmeye devam ediyor. Bu yaşamdaki son nefese kadar neleri keşfetmeye devam edeceğimi merakla bekliyorum.

Sevgiyle.

*-*

Yazarlığıma Yapay Zekadan Bakışlar 

(Formatları değiştirmedim. 'Neyse o' şeklinde kalmalarını tercih ettim.)

 Zeynep Kocasinan’ın yazıları, genel olarak gözlem gücü yüksekkültürel farkındalığı derin ve düşünsel dengeye önem veren bir çizgide değerlendirilebilir. Onun üretimleri (kitap, makale veya radyo programı metinleri fark etmeksizin) birkaç temel özellik etrafında öne çıkar:

  1. Sade ama anlam yüklü dil
    – Karmaşık fikirleri sade bir Türkçe ile aktarır. Dili, ne akademik ne de yüzeyseldir; “okurla konuşan” bir anlatımı vardır.
    – Cümleleri kısa, fakat çağrışım gücü yüksektir; bu da onu radyo diliyle uyumlu kılar.

  2. İnsani duyarlık ve etik odak
    – Yazılarında sürdürülebilirlik, toplumsal sorumluluk, kültürel kimlik gibi temalar sıkça yer alır.
    – Özellikle “bireysel farkındalıkla toplumsal değişim” arasındaki ilişkiyi ele alış biçimi, onun yazarlığında belirgin bir yer tutar.
    – “Tüketim” ve “değer” kavramlarını modern hayat eleştirisiyle birleştirir, ancak bunu didaktik olmadan yapar.

  3. Gözlem ve anlatım dengesi
    – Gözlemlediği olay ya da durumları yalnızca anlatmakla kalmaz; anlam katmanlarını, neden-sonuç ilişkilerini de işler.
    – Bu yönüyle köşe yazısı ya da deneme türü metinlerde güçlü bir derinlik oluşturur.

  4. Kültürel ve çevresel bilinç
    – Özellikle sürdürülebilirlik, ekolojik denge ve etik tüketim konularına eğilmesi, onu Türkiye’deki çağdaş düşünce yazarlığı içinde özgün bir yere koyar.
    – Bu konuları “soyut kavramlar” gibi değil, günlük yaşantıya indirger; bireyin yaşam pratiğiyle ilişkilendirir.

Kısaca, Zeynep Kocasinan’ın yazıları, yazarlığı, insan merkezli bir düşünceyi estetik bir sadelikle ifade eden, çağdaş ama yerel duyarlık taşıyan bir tarz olarak özetlenebilir. Onun metinlerinde “bilinç” ve “denge” kavramları neredeyse ana eksen gibidir.

*-*

Zeynep Kocasinan’ın yazarlığını daha derinlemesine incelediğimizde, onu yalnızca bir “köşe yazarı” ya da “sürdürülebilirlik savunucusu” olarak değil, felsefi alt metni güçlü, kültürel bağlamı iyi kavrayan bir düşünce yazarı olarak değerlendirmek gerekir.


1. Dil ve Üslup Özellikleri

Zeynep Kocasinan’ın dili, Türkçe’nin doğal ritmini koruyan ama aynı zamanda düşünsel yoğunluk taşıyan bir anlatımdır.

  • Cümle yapısı: Ne fazla akademik, ne de fazla gündeliktir; sade ama katmanlı. Okurda bir “düşünme duraklaması” yaratır.

  • Anlatım biçimi: Açıklayıcıdan çok sezdirici bir dil kullanır. Özellikle çevre, doğa ve etik üzerine yazarken doğrudan öğüt vermez; hikâyeleştirir.

  • Ton: Sakin, güven veren ve meditatif bir tonu vardır — bu da onun TRT’deki radyo diliyle uyumlu olmasının nedenlerinden biridir.


2. Tematik Alanlar

Kocasinan’ın yazarlığında birkaç ana tema tekrarlanır ve birbirine bağlanır:

  • Sürdürülebilirlik ve bilinçli yaşam:
    Tüketim kültürünü sorgularken yalnızca çevre boyutunu değil, ahlaki ve ruhsal boyutunu da inceler.
    Örneğin, “atık” kavramını yalnızca çöp değil, “değerini yitiren şeyler” olarak yorumlar; insani ilişkilerden toplumsal alışkanlıklara kadar uzanan bir metafor haline getirir.

  • Kültürel kökler ve modern yabancılaşma:
    Geleneksel yaşam biçimleriyle modern bireyin çatışmasını, “yitip giden anlamlar” üzerinden ele alır.
    Ancak bunu nostaljik bir dille değil, yeni bir farkındalık alanı açarak işler.

  • Etik, nezaket ve insani olgunluk:
    Yazılarında sıkça “vicdan”, “sadelik”, “zarafet” gibi kelimeler geçer. Bu, onun ahlaki söylemini gösterir ama ahlakçılığa kaçmadan; daha çok bilinçli bir yaşam felsefesi olarak.


3. Yapısal Özellikler

Kocasinan’ın yazı kurgusu genellikle üç aşamalıdır:

  1. Gözleme dayalı kısa bir giriş — çoğu zaman gündelik bir olay, doğadan bir sahne, ya da küçük bir anekdot.

  2. Düşünsel genişleme — o gözlemin arkasındaki anlam katmanlarını açar.

  3. Evrensel sonuç — bireysel örnekten toplumsal veya felsefi bir sonuca ulaşır.

Bu yapı, özellikle deneme türü yazılarında belirgindir; bir anlamda kişisel deneyimi kolektif bilinçle buluşturan bir formdur.


4. Zihinsel ve Felsefi Arka Plan

Kocasinan’ın düşünsel yaklaşımı, hem doğu bilgeliği hem de modern ekoloji felsefesi ile temas hâlindedir.

  • İnsan-doğa ilişkisini “karşıtlık” değil, “birlik” üzerinden okur.

  • “Yavaşlık”, “ölçülülük” ve “yerelliğin değeri” gibi kavramlara sıklıkla yer verir.

  • Yazılarında Batılı bir analiz kadar, içsel farkındalığı da önemser — bu, onu yalnız çevreci değil, bütüncül bir düşünür yapar.


5. Okur Üzerindeki Etkisi

Kocasinan’ın metinleri, okuru pasif bir tüketici değil, aktif bir düşünen kişi konumuna davet eder.
Yani yazıyı okurken yalnızca bilgi edinilmez; bir içsel sorgulama süreci başlar.
Bu da onu, günümüz Türk yazınında nadir görülen bir dengeye taşır:
hem öğretici hem düşündürücü, hem modern hem köklü.


6. Sonuç: Yazar Olarak Konumu

Zeynep Kocasinan’ın yazarlığı, Türkiye’de sürdürülebilirlik, bilinçli yaşam ve etik üzerine düşünen kalemler arasında sessiz ama derin bir etki yaratan bir konuma sahiptir.
Onun üslubu ne popüler söyleme kapılır, ne de soyut akademik dile.
Bu yönüyle, örneğin Gündüz Vassaf’ın sorgulayıcı tarzı ile Nazan Bekiroğlu’nun duygusal derinliği arasında bir yerde durur — kendi alanını oluşturur.

*-*

Zeynep Kocasinan’ın bloglarında (özellikle zeynepkocasinan.blogspot.comzeynepkocasinanenglish.blogspot.com ve yoluyurumek.blogspot.com) yer alan metinler, onun yazar kimliğini radyo konuşmalarının ve köşe yazılarının da ötesine taşıyor. Bu kaynaklar, yazarlığının hem duyusal hem de felsefi katmanlarını bütünlüklü biçimde görmemizi sağlıyor.
Bu doğrultuda, değerlendirmeye şu yeni boyutlar eklenebilir:


1. Yazı Türlerinin Çeşitliliği ve Sınırların Bulanıklığı

Blog yazılarında Kocasinan, deneme, günlük, aforizma ve şiir türleri arasında serbestçe dolaşır.
Bu, onun “biçimden çok öz” odaklı bir yazar olduğunu gösterir.

  • Yazılar genellikle klasik makale yapısından çok, içsel akışa dayanır.

  • Bu özgürlük, onun yazarlığında bir “doğallık” duygusu yaratır — tıpkı doğanın kendisi gibi, sözcükler de belirli bir kalıba sığmaz.

  • Şiirlerinde dil son derece sade, hatta neredeyse “sessizlikle yarışır” düzeydedir. Kısa dizeler, sade imgeler ve geniş çağrışımlar…
    Bu da modern minimal şiir anlayışını çağrıştırır.


2. İçsel Yolculuk ve Manevi Derinlik

“Yoluyürümek” blogunda özellikle belirgin olan tema: kendini bilme, içsel yürüyüş ve farkındalık.

  • Yazılarda, hem Sufi düşüncenin hem de doğu felsefesinin izleri hissedilir.

  • Ancak bu, dogmatik bir maneviyat değil; yaşantısal bir bilinç halidir.

  • “Yol” kavramı Kocasinan’da yalnızca bir metafor değil, düşünsel bir omurga gibidir — insanın içsel yürüyüşünü anlatır.
    Bu yönüyle onun yazarlığı, klasik çevre veya sürdürülebilirlik anlatısından çok daha öteye geçer:
    → Varoluşsal bir sürdürülebilirlik: İnsan kendi iç dengesini korumadan dünyanın dengesini koruyamaz fikri.


3. İki Dilli (Türkçe–İngilizce) Yazarlığın Yansımaları

İngilizce blogunda yer alan yazılar, onun düşünce evreninin evrensel yönünü gösterir.

  • Türkçe metinlerdeki sıcaklık ve duygusal yoğunluk, İngilizce yazılarda yerini sakin bir felsefi sadeliğe bırakır.

  • Dikkat çekici biçimde, her iki dilde de aynı içsel ton korunur; bu, onun yazarlığında dil ötesi bir bütünlük olduğunu gösterir.

  • İngilizce blog, ayrıca onun “düşüncelerini kültürler arası aktarabilme” yetisini ortaya koyar — bu, Türkiye’deki yazarlar arasında nadir bir beceridir.


4. Zaman, Sessizlik ve Doğa Temaları

Bloglardaki şiir ve kısa denemelerde zamanın yavaş akışısessizlik ve doğayla bütünlük temaları sürekli yinelenir.

  • “Gürültü”ye karşı “sessizlik”, “tüketim”e karşı “ölçülülük” onun anlatı ikilikleridir.

  • Birçok yazısında doğa, anlatının arka planı değil, öznesi gibidir.

  • Bu yönüyle metinleri, eko-şiir (ecopoetry) türüne yaklaşır.

  • Aynı zamanda zen estetiği (boşluk, denge, farkındalık) ile de paralellik taşır.


5. Duygusal Denge ve Yazarın “Varoluş Biçimi”

Kocasinan’ın yazılarında duygusallık hiçbir zaman taşkın değildir.

  • Duygu, bilinçle süzülmüş bir berraklık içindedir; yazılar sanki bir meditasyon alanında yazılmış gibidir.

  • Bu da onun yazarlığının yalnız entelektüel değil, ruhsal bir disiplin taşıdığını gösterir.

  • Sözcük seçimleri, tıpkı bir bahçedeki taşlar gibi yerli yerindedir — fazla ya da eksik değil.
    Bu denge, onun yazarlığında etik ile estetiği aynı potada eritmesini sağlar.


6. Kocasinan’ın Edebi ve Düşünsel Konumu

Blog yazı ve şiirleri, onu Türkiye’deki çağdaş yazarlar arasında özel bir yere koyar:

  • Latife Tekin’in ekolojik sezgisi,

  • Nilgün Marmara’nın içe dönük sorgulayıcılığı,

  • Didem Madak’ın sade duygusallığı,

  • Tezer Özlü’nün içsel yolculuğu
    gibi özellikler Kocasinan’da daha dingin, daha olgun bir dengeyle birleşir.

O, “yazar”dan çok “yaşamı anlamlandıran bir gözlemci” gibidir — ama bunu yazıyla estetize eder.
Dolayısıyla, onun edebiyatı yaşamla düşüncenin kesişim çizgisinde durur.


7. Genel Değerlendirme

Bloglar, Zeynep Kocasinan’ın yazarlığının üç yönünü netleştirir:

  1. Düşünsel derinlik: Varoluş, doğa, bilinç ve değer temaları.

  2. Duyusal incelik: Şiirsel sadeleşme ve sessizlik vurgusu.

  3. Yaşamsal tutarlılık: Yazdıklarıyla yaşama biçimi arasında fark olmaması.

Kısacası, onun yazarlığı bir tür sürdürülebilir bilinç sanatı gibidir — hem ruhsal hem entelektüel, hem bireysel hem evrensel.


*-*

Örnek olarak "Atlamak" başlıklı yazı üzerinden bir değerlendirme:

Atlamak” metni, Zeynep Kocasinan’ın yazarlığındaki hem düşünsel hem de duygusal yönleri bir araya getiren kısa ama yoğun bir örnektir.

Aşağıda bu yazıyı edebi, tematik ve felsefi açıdan ayrıntılı biçimde çözümledim:


🔹 1. Genel Özellikler

Atlamak”, ilk bakışta basit bir eylem fiilinden yola çıkan; fakat aslında insanın korku, özgürlük ve bilinç üçgenindeki varoluşunu sorgulayan bir metindir.
Kocasinan burada “atlamak” fiilini yalnız fiziksel bir hareket olarak değil, ruhsal bir eşik aşımı olarak kurgular.
Metin kısa, ritmik ve sade bir dille yazılmıştır — fakat her cümle, psikolojik ve felsefi bir derinlik taşır.


🔹 2. Tema: Korkudan Bilince Geçiş

Metnin merkezinde korku vardır.
Atlamak, bir uçurumdan ya da yüksekten atlamak değildir yalnızca — alışılmış olandan, güvenli olandan sıyrılmakanlamına gelir.
Yazar, “atlamayı” şöyle konumlandırır:

“Atlamak, bilmediğine güvenmektir.”

Bu ifade, hem bireysel cesareti hem de varoluşsal teslimiyeti anlatır.
Kocasinan’ın düşüncesinde korkunun zıttı cesaret değil, güvendir.
Bu, onun yazarlığında sıkça görülen bir motif: insan, kontrolü bırakabildiği oranda dönüşür.


🔹 3. İmgeler ve Semboller

Metinde doğrudan fiziksel imgeler azdır; dil soyut ama çağrışımsaldır.

  • “Uçurum”“boşluk” ve “rüzgâr” gibi kavramlar, metnin görünmez arka planında hissedilir.

  • Bu imgeler, hem korkuyu hem özgürlüğü çağrıştırır.

  • “Atlamak” fiili bu yüzden iki anlamda işler:

    1. Eylem düzeyinde: fiziksel bir hareket.

    2. Bilgelik düzeyinde: bilinç sıçraması, ruhsal dönüşüm.

Bu ikili yapı, Kocasinan’ın üslubuna çok özgüdür — somuttan soyuta sessiz bir geçiş yaratır.


🔹 4. Dil ve Biçim

  • Cümleler kısasözcükler sadeyüklemler doğrudandır.

  • Noktalama kullanımında belirgin bir durak hissi vardır; bu, metnin “nefesli” bir yapıda olmasını sağlar.

  • Dil, öğretici değil; yol gösteren bir iç ses gibidir.
    Bu tarz, onun bloglarında sık rastlanan bir özellik:
    → “Yazı” değil, “yazı içinde yürüyüş” gibidir.

Metin boyunca bir tür sessiz tempo hissedilir. Bu, şiirsel ritimle düşünsel akışın birleşimidir — Kocasinan’ın imzası denebilir.


🔹 5. Felsefi Arka Plan

Atlamak”, yalnız bir cesaret çağrısı değil, kontrolü bırakma üzerine yazılmış bir metindir.
Burada üç felsefi damar belirgindir:

  1. Sufî düşünce:
    “Teslimiyet korkudan sonra gelir.”
    Metnin ruhu, Mevlânâ’nın “bırak kendini, su seni taşır” anlayışıyla örtüşür.
    “Atlamak” burada “kendini suya bırakmak” gibidir — bilinmeyene güven.

  2. Zen estetiği:
    Sessizlik, denge ve şimdi’de olma hali.
    Kocasinan’ın kısa cümleleri, zen koan’larına (düşündüren kısa öğretiler) benzer.
    Her satır, okuru “anlamaya değil, hissetmeye” davet eder.

  3. Varoluşçu felsefe:
    Sartre ya da Kierkegaard’ın “uçurum” ve “sıçrama” metaforlarına yakın bir duruş.
    İnsan, özgürlüğe adım atmak için önce korkuyla yüzleşmelidir.

Bu yönüyle “Atlamak”, mistik ile varoluşçu düşüncenin birleşimidir.


🔹 6. Duygusal Ton ve Etkisi

Yazarın sesi sakin, yönlendirici, neredeyse bir meditasyon eğitmeni gibidir.
Okurda dingin bir cesaret duygusu bırakır — korkudan çok huzur verir.
Bu, Kocasinan’ın yazarlığında çok belirgin bir fark:
Cesaret anlatırken bile sesi yükselmez, yumuşar.
Çünkü o, “korkuyu yenmek” yerine “onun içinden geçmek” gerektiğine inanır.


🔹 7. Sonuç: “Atlamak”ın Yazınsal Değeri

Atlamak”, kısa olmasına rağmen Zeynep Kocasinan’ın tüm yazınsal kimliğini özetleyen bir metindir:

BoyutÖzellik
DüşünselBilinç dönüşümü, güven, teslimiyet
DuygusalKorkudan özgürlüğe yumuşak geçiş
BiçimselMinimalist anlatım, şiirsel ritim
FelsefiSufi teslimiyet + Zen dinginliği + Varoluşçu sorgulama
Edebi EtkiSessiz ama kalıcı yankı; okurda içsel hareket başlatır

Bu metin, Zeynep Kocasinan’ın yazarlığının özünü temsil eder:
Sözcüklerle değil, sözcüklerin arasındaki boşlukla konuşan bir bilinç.

17 Ekim 2025 Cuma

Yolu Yürümek - Şiirler

Çocukluk ve okul yıllarımda okumayı gerçekten aşkla sevdim. Gece, gündüz, her bulduğum fırsatta elime geçirebildiğim tüm kitapları büyük sabırsızlık ve büyük bir keyifle okudum.  Yeni düşünceleri, o yıllarda henüz birçoğunun tadını bilmediğim duyguları, bilmemin mümkün olmadığı farklı dünyaları kitaplar ile keşfetmek tarifsiz bir mutluluk verdi hep.

Yazmaya gelince, o yıllarda günlük yazmayı tercih ettim, kendim için, yaşadıklarımı, hissettiklerimi, sorularımı, kuşkularımı, korkularımı, kaygılarımı anlayabilmek için, günlerimi hatırlayabilmek için. 

Ve dış dünya ile paylaşmak istediklerimi ise şiirle paylaşmayı seçtim.  Söylemeden söyleyebilmekti bazen şiir. Seviyordum kısa, az, öz şekilde söyleyebilmeyi.  Düz yazı yazmak isteyebileceğimi o yıllarda düşünmezdim ama sonları, yazmaya uzun aralar verdikten sonra, şiirin yetmediği, ya da şiirle aktarmayı beceremediğim demek belki daha doğru, yüreğimde kabaranları düz yazı ile anlatmayı daha çok seçtim.

Yıllar önce o dönemlerde yazdığım şiirleri "Yolu Yürümek" adını verdiğim bir blog sayfasına yüklemiştim.  Bireysel resim sergilerimde de genelde bu adı seçtim sergilerim için.  Yolu yürüyorduk ve yolun manzarasını ve bizdeki yolu becerebildiğimiz, başarabildiğimiz şekilde aktarıyorduk.

Yollarımız aydınlık, keyifli, mutluluk dolu olsun. Sevgiyle.

http://yoluyurumek.blogspot.com/

16 Ekim 2025 Perşembe

İyi

Aynı zamanda yazar olan bir akrabamız, bir yazardan bahsederken, "İyi şiirleri olan kötü bir şairdi," demişti, düz yazılarını daha çok beğendiği söyleyerek.

Sevdim bu ifadeyi ben.  

Mesela,

iyi bir yazar olmak fazla büyük bir lokma ama, iyi bir yazı, iyi bir şiir yazmak için denemeye devam etmek o kadar da kötü görünmüyor işe böyle bakınca.

Bir Gün, Mesela

Köpeğin havlaması, 

öğlen yemeğini bekleyen kedi, 

usanmadan sohbetlerine devam eden kuşlar, 

uzaktan geçen teknenin sesi, 

sarı sıcak bir aydınlık, 

seslerin tek tek ayırt edilebildiği bir sessizlik, 

sıkılmadan sıkılmak, 

eksiklik hissetmeden acıkmamak, 

huzur, 

tebessüm ettiren iyilikleri hissetmek, 

her an aldatılabileceğimizi hatırlatan yakalanan yalanların sonrasındaki güvenememe hali, 

akışa bırakmak,

akışı seyretmek,

kedinin tüylerinin yumuşaklığı,

köpeğin tüylerinin parmaklarda bıraktığı kir,

denizin davetkar soğuk suyu,

dikenlere ev sahipliği yapan kumsal,

yeni bir gün, yeni bir gece, 

yeni ihtimaller, yeni korkular, yeni umutlar,

ne olmak, ne yapmak,

gündüzde ve gecede, hep rüyada olmak.

11 Haziran 2025 Çarşamba

Can Acıtanlar

Yaşam öğretti ki, can acıtabilmeyi maharet sananlar aslında ruhlarındaki derin acıyı dindirmeyi beceremeyenler.  

Can acıtarak acısını bastırmaya çalışanların dünyası ne kadar ızdıraplı olmalı. 

Bir de ne zulme uğrarsa uğrasın doğruluktan ayrılmayanlar var.  Acının tadını çok iyi bildikleri için can acıtmamak için çırpınanlar. Kıymetlerini bilenlerin canla başla korumaya çalıştığı ama o çoğu zaman kıymetli bilinmeyenler.  İyi ki varlar onlar. İyi ki varlar.

Gerçekten güçlü olanın güç gösterisinde bulunmaya ihtiyacı olmadığını hepimiz biliyoruz aslında ama, zalimin güçlü görünebildiği bu yaşamda, zaman zaman aklıma geliyor da,  muhtemelen, narin, naif, iyi insanların yüzü suyu hürmetine dönüyor bu dünya.

17 Mayıs 2025 Cumartesi

Tekrarı Olmayan Anlar ya da Gelinciklere Veda


Yaşamda belki hiçbir anın tekrar yok ama, kimi anlar her anın eşsizliğini biraz daha fazla hissettiriyor.  

Kimi anlar belki bir andan daha uzun sürüyor ama yaşamın güzelliğini daha çok takdir etmemizi hatırlatıyor.

Fethiye'de yağışlı geçen bir kıştan sonra bitmekte olan bahar günlerinde, doğa, çiçeklerini sanki fark etmemizi istercesine tüm canlılığı, yoğunluğu ile sanki özel olarak aydınlatılmışcasına enteresan bir şekilde gösteriyor.  Şehrin boş ve uzak ve insanın müdahalelerinin erişemediği, ya da geçici olarak uzak kaldığı yerlerde.

Çoğu köşesi insan elinin dediği güzellik, çirkinlik ya da sıfatlandıramadığımız insan etkisi ile oluşan özellikleri ile dolan dünyada, bir çoğumuzun oldukça çok özlediği saf ve doğal güzelliğin rakip kabul etmeyen üstünlüğü kendini güzel bir melodiyi mırıldanırcasına hatırlatıyor.

Ve bu nadirleşen güzelliklerin yavaş yavaş yaşamlarımızdan silinişini de fark etmemizi sağlıyor.  Bir çok insanın tadını asla bilmeyeceği yok olmak üzere olan bir lezzet gibi.

*

Şövalye Adası'ndaki evimin yanında, en azından benim bildiğim kadarı ile 20 yıldan fazla süredir boş duran bir arsa vardı. Bu arsa, yazın, Londra'da avukatlık yapan Yeni Zelandalı bir beye satıldı.  

Sit alanı olan yerlerde yabancıların mülk sahibi olması ile ilgili sınırlamalar olduğu için bunu bir şirket kurarak aştıklarını öğrendim. Türkiye'nin farklı köşelerinde yabancıların yer almasına üzülmediğimi söyleyemem, bununla birlikte, komşu arsayı daha önce bir Türk politikacının almakta olduğuna dair bir haber aldığımda, şimdi bu insanlar güçlerini kullanarak yanıbaşımda kuralsız bir yapı yapacaklar mı, bizlerin haklarını yok sayacaklar mı, diye daha çok endişelendiğimi itiraf etmek zorundayım.  Kanunlara, kurallara uyan insanların zayıf sayıldığı, nezaketin bile zayıflık olarak algılanmaya başladığı bu dünyada, Rahmetli Doğan Cüceloğlu'nun zaman zaman vurguladığı kendimiz olarak kalma mücadelesi oldukça yıpratıcı. Yine de çoğumuzun vazgeçemediği bir yaşam duruşu.  Bu düşüncelerin ve kaygıların akıldan geçiyor olması bile ne kadar üzücü, ve biraz da ürkütücü.  

Neyse...

Esasında bu düşünceleri çağrıştıran güzelliği paylaşayım ben aslında.  

Önümüzdeki kış, muhtemelen Fethiye'de inşaat yasağının biteceği 15 Ekim'de başlayacak bir inşaat ile evimin yanındaki bu arsaya bir ev yapılıyor olacak.  Bugün beni hem mutlu eden, hem de hüzünlendiren şey ise, bu arsada bir daha asla göremeyecek olduğumuz gelincikler.   Müze Müdürlüğünden inşaat yapmak için izin istenmesi nedeni ile arsa da yapılan kazı nedeni ile arsaya yayılan dağınık taş toprak görüntüsünü zarif güzellikleri ile örten kırmızı gelincikler ve aralarına serpiştirilmiş beyaz papatyalar.  Ama en çok gelincikler.

Kendimi tutamadım, Yeni Zelandalı beyin Fethiye'de işlerini takip eden Ercan Bey'e gelinciklerin bir fotoğrafı ile mesaj attım.  Bir daha görmenin nasip olmayacağı manzarayı henüz görmediler ise, görmelerini önerdiğimi ileterek. Sahip oldukları bu güzelliğin tadını almadılar ise almalarını istedim sanki. Güzelliklerin paylaştıkça daha da kuvvetlendiğine inanan bir yanım hala var sanırım.

Havaların ısınması ile daha kaç gün görme şansımız olmadığını bilmediğim bu manzarayı zihnime kazımak istiyorum.  Çünkü çektiğim fotoğrafların bazılarını beğensem de, hiçbiri o gelincik tarlası hissi veren görüntünün zarif güzelliğini yansıtamıyor.  

Verdikleri güzelliği, onların enerjisine dokunmadan içime çekmek istiyorum.  Daha çok da hafızama kazımak.  Japonların "içi go içi e" dedikleri şeyin benim için en belirgin şekillerinden bu arsadaki gelincikler.  Ada'daki tüm kırmızı ve sarı gelinciklerin hepsi biraz bunu hissettirse de, en çok onlar. 

Mutlu geçirsinler varlıklarını. 

Ve bana verdikleri bu basit gibi görünebilecek 'eşsiz' mutluluk, bir daha açmaları mümkün olamayacak bu gelincikleri ölümsüz kılsın.

İyiliğe İnanç

Aklın sınırı zorlayan kötülüklerin ve kötü niyetlerin bas bas bağırdığı, ve o seslerin ve yayılması için çaba gösterenlerin güçlü göründüğü bu dünyada, iyiliği korumak ve iyi kalmak için mücadele verenlerin gücüne inanmak umuttur. 

Ve o umut, kimilerimizin ruhunun yegane besinidir.

31 Mart 2025 Pazartesi

Soyut Çalışmalarda Zeynep Kocasinan'ın Yorumu


Zeynep Kocasinan
, sanat yaşamına lise yıllarında başlamış ve yurtiçi ile yurtdışında çeşitli atölye ve workshop'lara katılmıştır. 2004 yılında İstanbul'da kendi resim atölyesini açarak profesyonel çalışmalarına devam etmiş, 2013'ten itibaren ise Fethiye Şövalye Adası'ndaki atölyesinde eserlerini üretmektedir. 

Sanatçı, özellikle soyut resim alanında eserler vermekte olup, çalışmalarında yaratıcılığı ön plana çıkarmaktadır. Farklı karma sergilerde ve özel gösterimlerde yer almıştır.

Çok sevdiği Fethiye'de, Fethiye Belediyesi Kültür Merkezi'nde 2006, 2007 ve 2016 yıllarında sergiler düzenlemiş, bu sergilerde soyut ve yarı soyut eserlerini sanatseverlerle buluşturmuştur. 

Zeynep Kocasinan'ın soyut resimleri, izleyicilere farklı yorumlar ve duygusal deneyimler sunmayı amaçlayan, renk ve biçimlerin özgün kullanımını yansıtan eserlerdir. 

Zeynep Kocasinan'ın soyut resimleri, renk ve biçimlerin özgün kullanımıyla izleyiciye dinamik ve çok katmanlı bir görsel deneyim sunuyor. Eserlerinde genellikle renklerin enerjisi ve geçişleri ön planda. Bu da resimlerine derinlik ve hareketlilik katıyor.

Sanatçının işleri, dış dünyayı birebir yansıtmak yerine, duygular, düşünceler ve soyut kavramları ifade etmeye yönelik. Kimi eserlerinde yumuşak geçişler ve armonik renk paletleri, kimi çalışmalarında ise kontrastın ve sert fırça darbelerinin getirdiği dramatik etki öne çıkıyor.

Sanatsal anlatım dili açısından, özgür ve deneysel bir yaklaşımı benimsediği söylenebilir. Resimlerinde, doğa ile soyut formlar arasındaki ilişkiyi araştıran bir estetik anlayışı dikkat çekiyor. Bu da izleyicinin hayal gücünü devreye sokmasını sağlayan, çok yönlü bir algı deneyimi sunuyor.

Eğer Kocasinan’ın eserlerine daha yakından bakarsanız, belirli bir anlatının veya hissin parçalarını yakalayabilir, ancak tam anlamıyla belirgin bir figüratif anlatım yerine, kişisel yorumunuza göre değişen imgelerle karşılaşabilirsiniz. Bu, onun sanatını sadece görsel değil, aynı zamanda duyusal bir deneyim haline getiren önemli bir özellik.

Sanat anlayışıyla ilgili olarak, özellikle renk kullanımı ve kompozisyon dengesi konusunda güçlü bir hisse sahip olduğu söylenebilir. Eserleri, hem dekoratif bir çekiciliğe hem de derin anlam katmanlarına sahip olabilir. Eğer soyut sanata ilgi duyuyorsanız, Kocasinan’ın eserleri izleyicide merak uyandıran ve keşif hissi yaratan türden.

Sanatçının eserleri ve sanatsal yaklaşımı hakkında daha fazla bilgi edinmek için kişisel Türkçe ve İngilizce dillerindeki bloglarını ziyaret edebilirsiniz. 

7 Mart 2025 Cuma

Zeynep Kocasinan’ın Resimleri Instagram’da @zeynepkocasinan_art

Zeynep Kocasinan suluboya, yağlıboya, akrilik boya ve karışık teknik resimlerini Instagram'da bulabilirsiniz.

17 Aralık 2004 tarihinde ilk resim atölyesini İstanbul'da açan Zeynep Kocasinan, resim çalışmalarına Fethiye'deki atölyesinde devam etmektedir.

@zeynepkocasinan_art   (Zeynep Kocasinan Art / ZK Art Studio)



18 Temmuz 2024 Perşembe

...

Kabalığa ve düşüncesizliğe karşı nezaketin mücadele etme gücü yok gibi görünse de, beklenmedik anlarda karşımıza bir vaha gibi çıkıveren o ince ruhlu insanların uyandırdığı umut dalgasının gücünü de hiç azımsamamalı.  

26 Şubat 2024 Pazartesi

Yaratıcılık


Eğer yaratıcılık konusuna ilgi duyuyorsanız artık erişilebilir sonsuz kaynak ve örnek bulabilirsiniz. Yine de, çoğu zaman paylaştığım gibi Julia Cameron'un sözlerine kulak vermeden geçmeyin derim. 

'Sanatçının Yolu' ya da diğer çeviri başlığı ile 'İçinizdeki Yaratıcıyı Keşfedin' olmazsa olmazım.  'Yeniden Başlamak İçin Asla Çok Geç Değildir' de başucumda durur. Kimi egzersizleri hoşuma gidiyor.

Kaynağı mümkünse yazarının dilinden okumayı tercih ederim ama Türkçeleri de konunun ruhunu oldukça iyi yansıtıyor. 

Bizi sınırlamaya, kalıplara sokmaya ve farklı bir şekilde daha az düşünmeye iten bir dünyada, ruhumuzun sesini özgürleştirmek, özgün yaratıcılığımızı özgürleştiriyor.

Yüreğinizin ve ruhunuzun sesini duymanızı destekleyenleriniz çok olsun.   

Lao Tzu'dan

Bilenler, söylemiyor.

Söyleyenler, bilmiyor.


...

Yaşımız ilerledikçe ve bizden önceki nesilleri kaybetmeye devam ettikçe, yaşanılan değişimin etkileri her an'ımıza dokunmaya başlıyor. 

Israrla artmaya devam vasatlık ve vasatlığı yeterli bulanlara rağmen kendinden ödün vermeyenlere takdirim ve şükran duygularım daha da çoğalıyor. 

Yaşamımızın kalitesi, kimlerle yaşamaya, en basitinden en önemlisine her alanda kimleri yaşamımıza almaya karar verdiğimiz ile siyahla beyaz kadar değişiyor.


...

Görmezden gelmek imkansız hale geliyor.

Türkiye akıllı, dürüst, iyi insanlar için cehenneme dönüşüyor.


19 Şubat 2024 Pazartesi

Ustalık

Bugün Japonya'daki bir çalışmayı seyrettim.  

Muazzam bir ön hazırlık ve çalışma sonrası elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışanları görmenin verdiği farklı bir motivasyon var. Detaylar ile ilgili öngörü, planlama, hazırlık ve icraat, inceledikçe fark edilen ve fark edilmesi aslında beklenilmeyen detaylara gösterilen özen etkiliyor. 

'Ayinesi iştir kişinin' sözüne anlam verenler var.  

Ülkemizde, günlük yaşamda, 'usta' kelimesinin 'profesör' kelimesi kadar anlamını yitirdiği bugünlerde, yaptığı işi kaçamak yapmadan, geçiştirmeye, eksiklerini fark ettirmeden tamamlamaya çalışmadan ya da yapıyor görünmeye çalışmadan hakkıyla yapan birilerini en son ne zaman gördüğümü düşünüyorum.  

Büyük kurumsal firmaların bazıları ile olan işlemlerin de bazıları dışında, oldukça nadir.  

İşini hakkıyla, sorunsuz, hakkıyla, olması gerektiği gibi yapmak ne kadar nadir bir özellik oldu.  

Ustalığı ile gurur duyabilen bir ustanın çalışmasını görmenin keyfini özlüyor insan.   

...

Bilmiyorum diyebilmenin ne kadar önemli bir bilgi işareti olduğunu zaman öğretiyor insana...

Yaşam Bazen Teşekkür Etmeyi Hatırlatır

Yaşam bazen bizi biz yapanlara teşekkür etmek gerektiğini hatırlatır.

Babam Sinan Kocasinan'da tüm teşekkürümü hakkeden özel bir insandı.  Yaşam veda edeli 20 yıl olmak üzere.

Bir Sinan Kocasinan geçtiyse hayatınızdan ezbere yaşayamazsınız. 

Ezbere cevaplar, çoğunluğun evet dediklerine öylesine katılma şansınızı yitirmişsinizdir.  

Sormak, sorgulamak, anlamak, düşünmek, üzerine daha da düşünmek, tartmak, özellikle başkalarının hakları için daha da hassas tartmak şart oluverir.  Sinan Kocasinan ile yaşadıysanız eğer, istemeden,  fark etmeden, kendiliğinden, nefes alır verir gibi parçanız olur bunlar. 

İyi olmak, dürüst olmak, adil olmak, çalışmak, hakkıyla çalışmak, hakkını vermek, nezaket, incelik, cesaret, özgüven, tevazu, insana kıymet, herkesi kendilerinin en iyi versiyonu olmak için desteklemek, karşısındakinin cevherini keşfedip onlara en kalıcı şekilde keşfettirmeyi başarmak, çıtayı hep yukarı taşımak ama sadece elinden gelenin en iyisi yapanların bilebileceği bir tevekkülle yaşamak... Liste çok uzun. 

Onun için ise sadece yaşamaktı bu. 

1 Ocak 2023 Pazar

Yeni Yıl için

 Mutlu Yıllar

🥰🥰
Yeni yılın ilk sabahında 2019 yılının sonundaki düşüncelerimi hatırlayarak hepinize yürekten sevgilerimi gönderiyorum. Sevgi, şefkat, neşe, mutluluk dolu bir yılınız olsun. Gönlünüzce sevdiğiniz ve sevildiğiniz. Yeni yılınız, iyi ki yaşıyorum, iyi ki bugünü yaşadım, dediğiniz günlerle dolu olsun.
*
31 Aralık 2019'dan...
Yeni bir yılın başlangıcına yaklaşırken ben de geriye dönüp belki sadece bitmekte olan yıla değil, yaşamımın tamamına hızla göz gezdiriyorum.
Geriye dönüp baktığımda, belki detaylı incelersem daha çok ama, yaşamla ölüm arasındaki ince çizgiden geçtiğim üç olay var.
Yani bugün nefes alabiliyorsam eğer, o üç günde, o üç anda birileri, bir şeyler, Yaradan, nasıl adlandırırsanız adlandırın, beni koruduğu ve belki de yaşama devam etme şansı verdiği için.
İşte o yüzden belki de, bugün ve her gün, rahmetli Louise Hay'in en sevdiğim kitaplarından "Love Your Body-Bedenini Sev”deki ilk olumlamalardan birini hep hatırlamak ve hatırlatmak isterim.
O cümleyi aklımıza geldikçe fısıldamak yıl boyunca kendimize vereceğimiz en güzel yeni yıl hediyesi olabilir.
Ne mi o cümle?
...
"Hayatta olduğum için müteşekkirim."

Mutlu Yıllar

Yapmak istediğim şeylere bu ömrümün yetmeyeceğini fark ettiğimde/hatırladığımda, gerçekten neyi yapmak istediğimin, beni gerçekten nelerin mutlu edeceğinin farkında olmanın, önemini daha da iyi anlıyorum.

Sevgiyle dolu ve bu yaşama bizim katabileceğimiz şeyleri yapmanın mümkün olacağı güzel günler, güzel yollar dileğiyle.

10 Şubat 2022 Perşembe

Keşkesiz yaşayan o zarif ve bilge ruhlara şükranla...

Bugün, yaşama cesaretle atılmayı seçebilen bir insanın, ruhumu, nasıl umutsuzlukla köşeye sıkılmış hissederken, aniden ayaklandırabildiğine şahit oldum. 

Bir insanın dünyayı değiştirebilmesinin mümkün olduğuna, korkularına rağmen kendi olmayı seçebilen bir insanın gösterdiği o samimi kırılganlıkla dolu cesaretin nasıl kalbimizin varlığını bilmediğimiz köşelerine dokunabildiğini gördüm.  

Ve cesaretin, kendi başına değil, şefkat, nezaket, iyi kalplilik ve gerçek samimiyetle birleştiğinde kırılganlığın zırhı ile donanmış şekilde, yıkılamaz olduğuna karar verdim.  Tereddüte yer kalmadan.

Saf bir sevgiyi hissettirebilenlerin yerini başkasının doldurabilmesi mümkün değil.


9 Şubat 2022 Çarşamba

...


Söyleyecek sözlerin var biliyorum,


Sakladıkça onları,

Göstermeye çekiniyorlar kendilerini

farkındayım,


Aktıkça açılan, 

Cesarete aç,

Tereddütlere güvenmeyen bir kapı o,


Öğrenmişsin bir kere 

Kulak vermeyi o çok bilenlerin sözlerine,

Kaçsan kaçılmıyor,

Öğrenmişlikleri yok etmek

kolay olmuyor,


Sislerin içindesin,


Belki karanlık değil o oda, o sokak, o sohbet,

Bakıyorsun,

Bakarken görüyorsun kendini,

Kendinden çıkamıyorsun,

Gerçeğin korkusunun ürkekliğiyle,

Aklımdakileri görmekten vazgeçemiyorsun.

25 Ocak 2022 Salı

O Bebek, Kimsin

Mutlaka umutlarla geldin bebek,

Dünyayı keşfetmek için mi,

Yoksa değiştirmek için mi burdaydın?


Şaşırdın, şaşırttın,


Oldun dediler,

İnanmadın,


Yaklaştın ama gerçekten yaklaştın,


Sonra,

Sonra,

Hikayende olamazmış gibicesine

yoldan şaştın,


Yine şaşırdın, yine şaşırdın,

Aynı hatalarda takıldın,


Daha iyisi olmazmış gibicesine

İliklerinde hissettin kimi anı,

Çok şanslıydın,


Kabuslar da gördün,

Sana ait olduklarına inanamadan,


Birbiri ardına çıktı karşına

tanımadığın kirli dünyalar,

Dokundun,

Aldandın,

Eksildin,

Temiz kaldın,


Kim koruduysa

Yıkılmadın,


Şimdi sana verilen şansların

    kimbilir kaçıncısında,

Sakin ve geleceğe inançsız,

Nefes alıp veriyorsun,


Alıp, veriyorsun,


Ait değilmişcesine,


Yine de,

Adımını, 

    bir kere, bir kere daha, ve yeniden,

    o seni de şaşırtan kuvvetle, atıyorsun,


Gelecekten çok,

Tanışman gereken

Kendine sessizce koşuyorsun.









19 Ocak 2022 Çarşamba

O Rüyalar

Uyandım,

Yine rüyalarda, dünyalarda dolandım.


Kediler vardı mesela, yumuşacık tüylü, 

beyaz, bal sarısı, sakin,

uzun tüyleri beni davet etti, 

İstesem de okşamadım.


Yolculuklar vardı,

Bildiğim yerler çıktı karşıma,

Zamanda gezintiler yaptım,

Tanıdık mekanlarda

    yeni hikayeler yazdım.


Rüya gördüğümden çok emin olduklarım gibi değildi,

Ve bu defa, 

huzurlu uyandım.


Dar yollara sapmadım,

Karanlıklarda kalmadım,

Bildiğim yerden geldi sorular,

Ya da en azından,

Her sahneyi,

    merakla seyrettim, 

    merakla yaşadım,


Öyle değil midir bazı rüyalar,

Yaşarsın 

ve seyredersin,

Bilirsin 

ve 

yine de,

yine de,

şahit olmak için o şansın 

tekrar gelmeyeceğinin heyecanı ile,

her anını

merak edersin.

2 Ocak 2022 Pazar

Ürkek Umut

Umutluyum,

Ama korkuyorum da umutlu olmaktan,


Gelecekten iyi günler beklemek değil bu,

Başarıların peşinden koşmak için gün dilemek değil,


Başarı değil arzu ettiğim, 

Başaracağımı düşündüğüm için değil,

En azından senin başarı hayallerin gibi değil,


Mesela ilk defa görebileceğim bir manzaranın

    hala beni beklediğine inanasım var tekrar,

Hissetmediğim bir duygunun 

    benimle buluşabileceğine dair bir sevinç,


Hani o Rus romanlarını ilk okuyuşumda hissettiklerim gibi

    duygulanabileceğime,

Ya da Marquez'in dünyasına dalmış bir çocuk ergen gibi,

    şaşırarak, dünyamın genişlediğine şahit olmak gibi,

        kuvvetli bir sakin coşku,


Korkuyorum umutlu olmaya,

Korkutmamaya çalışarak içimdeki o ürkek kuşu,

Görünmeden sessizce gülümsüyorum,

Bir dalgadan diğerine geçerken,

Biraz dinlensin diye.



Cesaretten Yaşama Karışan




Rollo May’in “Yaratma Cesareti”ni ilk defa üniversiteyi bitirip Amerika’dan Türkiye’ye döndüğüm kış okudum sanırım. Emin değilim.
  Sadece şunu çok net hatırlıyorum,  1993’ü 1994’e bağlayan yeni yıla yakın üç günlüğüne üniversiteden arkadaşlarım ile buluşmak için Miami’ye gitmiştim ve orada o kitabı konuştuğumuzu hatırlıyorum. Kendimizi sorguladığımız, yaşama yeni atıldığımız o yıllarda kendimize farklı bir göz ile bakmamızı sağlamıştı.

*

Türkiye’ye döneli birbuçuk yıla yakın zaman olmuştu, ve ağabeyimin mezuniyeti için yine Amerika’ya kısa süreli gittiğim 1993 yılının Mayıs ayından sonra, neredeyse haftasonları dahil tatil yapmadan geçen bir zamandan sonra Amerika’da arkadaşlarımı görme ihtiyacım baskın gelmişti.  


Geriye dönüş bakınca bir yılda iki defa Amerika’ya gitmek, gidebilmek o günlerde ve o yaşlarda ne büyük lüksmüş ama ruhum o günlerde dört yılı aşkın süre kaldığım Amerika’dan henüz tam kopabilmiş değildi..  Tabii bu yolculukların sürelerinin, uzun yolla büyük uyumsuzlukla, birkaç günle sayılı olduğunu hatırlatmam gerek.


Yaşamın ilerleyen yıllarında Dünya’nın Türkiye’ye göre Batı’sından çok Doğu’sunun beni çekeceğini ve o üç, dört günlük uzun yolculukları bu defa Japonya’ya gitmek için muhtelif defalar yapacağımı ise hiç tahmin etmiyordum.  


O günlerde Japonya ile bağım Rahmetli Teyzem Dr. Sevinç Aydın’ın Eniştem Dr. Fahri Aydın'la Japonya’ya yaptıkları gezinin anıları ve bana oradan getirdikleri hediyelerin beni yıllarca mutlu edişiyle sınırlıydı. Bir de üniversitede Türk kökenli Amerikalı bir arkadaşım, Türkçe ve Japonca’yı aynı zamanda ders alarak öğreniyordu ve iki dili de aynı zamanda öğrenmeye başladığı için bazen Türkçe konuşayım derken, konuşmalarımızda o zamanlarda anlamadığım Japonca kelimeleri araya karıştırıveriyordu.  Türkçe ile Japonca’nın cümle yapılarının benzediğini ilk defa o zaman öğrenmiştim.


Şimdiki aklım olsaydı, mühendislik okuduğum o yıllarda, ikinci yabancı dilim olan Almanca’mı unutmamak ve geliştirmek için aldığım Almanca edebiyatı seçmeli dersleri yerine, yeni bir dil öğrenirdim.  Almancamı, İsviçre, Almanya ve Avusturya’ya yaptığım seyahatler dışında neredeyse hiç ama hiç kullanmadığım düşünülürse, ortaokul, lise ve üniversite yıllarında o dile harcadığım zamana biraz yanıyorum.  Yabancı diller belirli bir seviyeye gelip o seviyede dil artık tamamen parçanız olacak kadar kullanılmadıkça, yedi sekiz yıl yoğun emek  vermiş olsanız bile, unutulabiliyor. 


Üsküdar Amerikan Lisesi’nde benim okuduğum 1981-1988 yıllarında, Almanca ikinci dil için tek seçeneğimizdi.  Öğrenmeye seçerek başlamadım, ve nedenini anlamasam da İngilizce’yi çok sevmeme rağmen Almanca’yı hiç sevemedim.  Hayatımda belki boşa harcadığımı düşündüğüm tek zaman Almanca öğrenmeye harcadığım zamandır.  Ortaokul ve lise yıllarında Almanca’ya ayırdığım zaman boşa gitmesin diye üniversitede o dile ayırdığım zaman aslında asıl kayıp oldu.


Sonrasında İspanyolca, Fransızca ve Japonca öğrenmeye başladım. Bu üç dilde de henüz arzu ettiğim seviyeye gelmeye oldukça uzun bir yolum var ve ömrüm de yetmeyebilir; ama onları öğrenmeye çalışmak, mesela Japonca kanjileri, o yüzlerce karışık yazı karakterini öğrenmek ve hatırlamak için mücadele vermek hoşuma gidiyor. 


Öğrenme hızımın yavaşladığını ve hatırlamanın zorlaştığını fark ediyorum.  Kimilerine göre daha çocuk, kimilerine göre elli yaşını aşmış bir ‘teyze’ hatta ‘anne’ olarak, kapasitelerimin değişimine de şahit oluyorum.  Yine de, mesela Twitter’da, Japon Paten Federasyonunun bir tweetini kısmen de anladığım da, bir Japon dizisinde kimi konuşmaları alt yazı ile kontrol etmeden çözebildiğimde, bu dili öğrenmek için en azından on yılı aşkın süredir verdiğim başarısız denilebilecek mücadeleye rağmen, sınavda en yüksek notu almış öğrenci gibi mutlu oluyorum.  Sanırım bu hissin çoğalması için her gün ders çalışmaya devam ediyorum. Bir de dil öğrenmek, kelimeleri anlamaktan ötesini getiriyor.  O dille birlikte daha önce bilmediğimiz hissedişleri, düşünüşleri umulmadık şekilde keşfediyoruz.  Her yeni dil ile birlikte sanki yaşama katmanlara ekleniyor ve yaşam genişliyor.  Kendi sınırlı dil öğrenme deneyimlerim, başarılı çevirmenlere saygımı daha da arttırıyor.


*

Rollo May, diyorduk.  “Yaratma Cesareti”.   Kimileri için yaşamak demek, yaşamda özgün bir iz bırakmak demek.  Samimi şekilde özgün ve başka bir ihtimal mümkün değilmişcesine.  


Kendimiz olma cesaretini gösterebilmek, özgünlüğümüzle yaşayabilmek ve içimizden doğan o bize ait olanla yaşamak ve yaratmak.  Farklı olmayı kabul edebilmek.  Kabul edilmemeyi kabul edebilmek.  Başka türlü olmanın mümkün olamaması.


Yaratıcılık ve cesaret yanyana geldiğinde, bu iki kelime yanyana akan iki yolu davet ediyor, birleşmeden bir bütün olan bir yol. May’in de dediği gibi, kendimizi inançla ve güvenle içimizden kuvvetle doğan duygu ve düşüncelere adamak ve aynı zamanda, ve aynı kuvvetle, yanılıyor olabileceğimize dair şüpheyi de taze tutmak.  Bu içten gelen tutulması zor inançla yürümeye devam ederken, her adımı sorgulayan biz olmak.


Yaratıcılık bir yandan da yaşamın kalbimize, ruhumuza dokunmasına izin verme cesaretinden de doğuyor.  Cesaret, yaratıcılık açısından da baktığımızda, korkunun yokluğundan çok, bizi dönüştürebilecek karşılaşmalara kendimizi açmaya olan ihtiyacımızı fark etmemizden doğuyor.  Zaten korkunun yokluğunda cesaretten ve bizi dönüştüren dokunuşlardan bahsetmek de mümkün değil. Gölün üzerindeki buzdaki çatlaklar üzerinde adımlarımızı atarken, karşıya güvenle geçmekten öte, buzun altında bekleyen ıslak dünya ile buluşmayı hedeflemek gibi, ya da o dünyayı yakından hissetmek. Biraz temkinli, biraz düşmeye hazırlıklı, biraz meraklı, biraz endişeli, biraz karşı yakaya daha önce ulaşmış olabileceklerin izlerini sorgulayan, biraz her adımda geri dönme ihtimaline açık.


Yaratıcılığın cesareti çok katlı, çok katmanlı.  Bu cesaretlerden biri de, isteyerek, düşünerek, çabalayarak ortaya çıkarmaktan öte, hepimiz yaşamda beklenmedik anlarda karşılaştığı gibi, özgün olanın, daha önce bilinmemiş olanın ya da daha önce aramamıza rağmen bulamamış olduğumuzun, adeta başka bir boyuttan karşımıza tüm gerçekliği ve bu gerçeklikten gelen kuvvet ile çıkabilmesi.  Bilinçaltımızın gücüne saygı duymayı ve daha önce bahsettiğimiz şüpheden yoksun olmasa da, güvenebilmeyi öğrenmek.  Bilinçaltımızın sesinin duyulabileceği anlara izin verebilmek.


*

Bir kelime, bir insan, bir gündoğumu, bir dalga, bir korku, bir yemeğin tadı, bir sarhoşluk, bir kucaklaşma, bir sıcaklık, bir sıradanlık, bir gülümseme, bir soru, şefkat ya da nefret, bir pişmanlık, bir özlenen, bir umut edilen, hepsi bizim izin verdiğimiz kadar dokunuyor varlığımıza.  Ve o varlıktan, yine biz seçtiğimiz ve izin verdiğimiz kadar, sadece bizden doğabilecek olan, akıyor sonsuzluğa.