İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

12 Eylül 2019 Perşembe

Siz Şimdi Neredesiniz?

Bireysel gelişim yolculuğuna çıkan her birimiz an’a odaklanmak, şimdide kalmak üzerine bilgiler ve öğretiler ile mutlaka karşılaşmıştır.  Eckhart Tolle ile özellikle batı dünyasında daha geniş grupların farkındalığına giren an’ın gücü, ya da Tolle’nin adlandırması ile “şimdinin gücü” bir kere bile olsa o gizemli zamanın tadına varabilenleri, bitmeyen bir arayışa itiyor. 

Zamanın durduğu ya da çok, çok, çok yavaşladığı hissini veren, renklerin garip şekilde parlaklaştığı, sanki evrenin tüm dillerini anlayabildiğimiz hissini veren muazzam bir ait olma hissi olarak tarif edebileceğim şimdide kalabilmek halini ne zaman ve nasıl yakalayabildiğimizi bulmak yaşamın şifresini bulmak gibi bir şey olmalı.

Her an şimdide kalabildiğime dair bir iddiada bulunmayacağım.  Sadece tadını keşfetme şansına kavuşabildiğim sihirli bir deneyim olduğunu itiraf edebilirim.  Tarifi zor bir bütünlük hissi.  Tüm yerküreyle ve yerküredeki canlı, cansız tüm varlıklarla bir gibi hissetme hali.  Yalnızlık olarak bildiğimiz hissin zıddını tarif etmek mümkün mü bilmiyorum, ama işte öyle bir şey.  Bir nevi korkunun yokluğu hali.  Korku denilen his hiç var olmamış gibi.

Hayatımda ruhuma en iyi gelen kitaplarından biri “Feel the Fear and Do It Anyway”dir. Bu kitabın adını, korkuyu hisset ama yine de yap, diye tercüme edebilirim. Susan Jeffers’ın bu kitabı İngilizce bilen dostlara en çok önerdiğim ve hediye ettiğim kitaplardan biri.  Kitaplarımın bir kısmını merkezi İzmir’de olan Lions Federasyonu Kütüphanemize bağışladım ama sanırım bende hala birkaç farklı baskısı var. Ve bildiğim kadarı ile bu kitap halen Türkçe’ye çevrilmedi.  

İşte şimdinin gücü, o sihirli anlarda ruhumuzun sesini net ve berrak olarak duymamıza izin verdiği için zihnimizi kurcalayan yanıtları bulmamızı sağlıyor.  Sorularımızın yanıtlarını bulabileceğimizi hissetmek korku bulutlarını dağıtıyor.

Bu anlardan birini Fethiye’de yaşamıştım.  Bir Aralık ayında, güneşli bir kış gününde.  Fethiye’de, Şövalye Adası’ndaki evimin bahçesinde bilgisayarımı açmış yazı yazıyordum.  Evi kontrol etmek için öğleye doğru geldiğim Ada’da, hava sıcak ve güneşli olduğu için bahçe takımının masalarından birini çıkarmış, kendime yanımda getirdiğim süt ve kahve ile bir kahve hazırlamıştım.  Ada’da devamlı olarak yaz kış yaşayan Mehmet Amca’nın ve Ada’nın bana uzak bir köşesinde devam eden bina inşaatının çalışanları ve kaptanlar dışında kimsenin olmadığı o kış gününde, hoş bir sessizlik yazı yazmak için her zaman arayıp da bulamadığımız o zengin boşluğunu yaratıyordu.

Neler yazıyordum hatırlamıyorum, ne kadar zamandır bahçede oturuyordum onu da hatırlamıyorum, ama yazarken ara ara yaptığım gibi başımı bilgisayarımın ekranından biraz yukarıya kaldırdığımda önümde uçuveren bir kelebeğe gözlerim takılmıştı.  Önümde yavaş yavaş uçan kelebeğin adeta kanatlarını çırptığını görür gibi olduğumu başta fark etmemiştim. Kelebeğe sanki bir projektör tutulmuş gibiydi.  

Aklım bahçedeki ağacın dalları arasından güneşin süzüldüğünü düşünmüş olmalıydım ki bu aydınlık başlangıçta dikkatimi çok da çekmedi.  Oturduğum yerden başımı sola doğru çevirdiğimde evin arka bahçesinin karşısındaki arsadaki zeytin ağaçlarının renkleri farklı bir canlılıkta göründü.  Bir kısmı yabani olan o zeytin ağaçlarının renklerinin biraz daha solgun olması gerektiği aklımdan geçti ama sanki düşüncelerim de, sinema ekranında çok ağır olarak kayarak geçen film alt yazıları gibi akıyorlardı.  Adeta hece hece yazılarak geçen kelimeleri ağır ağır okuyormuşum gibi hissediyordum.   Oradan gözlerim denize doğru uzandı, uzaktan geçen küçük bir teknenin motorunun sesi kendince ritmiyle önce yakınlaştı, sonra uzaklaştı. Zeytin ağaçlarına baktığım yönde az önce gördüğümle aynı olup olmadığından emin olamadığım bir kelebek az ötemde sanki daire çizer gibi yavaşça uçuyordu.  Kulağıma kelebeğin valsinin, 2004 yılında doğum günümde İstiklal Caddesi'ne arkadaşlarım ile gittiğimde caddede neredeyse her yerde çaldığı için tanıştığım kelebeğin valsi şimdi Ada’da çalıyordu.

“Zeynep Hanım, yazmaya devam ediyorsunuz, kolay gelsin,” diyen bir komşunun sesi ile kendime geldim.  Önce ne olduğunu anlayamadım ama beş on saniye sonra, aynı bey ile, bilgisayarımı alıp bahçeye çıktığımda merhabalaştığımızı hatırladım. Hiç bir zaman nerede olduğumu unutmamış olsam da etrafıma bakındım.  Elimi bilgisayarımın yanında duran kahve kupasına götürdüm.  Soğuktu.  Güneşin ışıkları eğikleşmişti.   Bilgisayarımı açtığımda saate bakmamıştım ama tekne ile Ada’ya geldiğim saati biliyordum.  Kaptan ile beni öğlen 12’ye çeyrek kala Çalış Plajındaki Şat Burnu’ndan alması için sözlemiştik.  2 ya da 3 saat  gibi bir zaman geçmiş olmalıydı.  

Oturduğum yerden hemen kalkamadım,  sanki gözlerimin baktığım manzaraya adapte olmasına ihtiyaç duydum.  Ekrana baktım, en son yazdığım cümleleri okumak istedim, çok da odaklanamadım.  Topu topu iki paragraf yazmıştım.  Oturduğum iskemlenin minderinin yumuşaklığını hissettim.  Çok ama çok hafif hissediyordum.  Adeta bedenim yokmuş gibi.

Zamanın durduğu ya da çok ama çok yavaşladığı hissini veren farklı anları, farklı yerlerde, farklı şekillerde yaşadım.  Bir anda günlerdir sorduğum soruların yanıtlarını bir perdenin arkasından belirivermişler gibi görebildiğim,  sanki biri kulağıma fısıldamış ya da resmini göstermiş gibi bilebildiğim anları Kyoto’da, Yokohama’da, Londra’da, Inverness’de, Malatya’da yaşadım.

Yeryüzündeki kimi yerlerin, kimi şehirlerin, kimi toprak parçalarının bizi başka bir boyuta götürebilen enerjileri olduğuna artık inanıyorum.  Bu yerlerin her birimiz için farklı olabileceğine de. İnsanın, her yerde, her zaman düşüncelerinin ve ruhunun erişilmesi zor boyutlarına dokunmasının da mümkün olduğunu ve özel bir ihtiyacı ya da gerekliliği olmadığını da biliyorum. Ama yine de, yine de, zamanın durduğu ama duran zaman içinde başka bir farkındalığın hareket etmeye başladığı o sihirli anları yaşamak için, bu duyguyu tanımamız için Tanrı’nın bizlere hediye ettiği yerler olduğuna da inanıyorum.  Yaşamın karşımıza tesadüf ile çıkardığı ama atalarımızın yaşamlarının izini sürerek daha kolay bulabildiğimiz, geçmişimizin bize izlerini aslında hediye ettiği yerler.

Dilerim yaşam ile bütünleştiğiniz, ruhunuzun sesini daha iyi duyabildiğiniz yerler ile kesişsin yollarınız, ve eğer onları keşfetmiş olan şanslılardansanız bizler için de aktarın hissettiklerinizi, yaşadıklarınızı keşiflerinizi.   Çünkü bu keşifleri kuvvetli kılan kendi deneyimlerimiz kadar birleştirebildiğimiz tecrübelerimiz.

Sevgiyle.

Hiç yorum yok: