İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

17 Eylül 2019 Salı

Savaş ya da Barış

Satın aldığım kitapları hemen okuduğum olduğu gibi bazen de birkaç yıl sonra tekrar bularak okuduğum olur. Bunun bir nedeni, farklı şehirlerde yaşıyor ve aynı zamanda birkaç ofiste birden çalışıyor olmam.  Çok sık yolculuk yaptığım için hevesle satın aldığım birkaç kitabın bir tanesini yanıma alabilirken, diğer kitapları bıraktığım yerden belki aylar sonra okumak için tekrar elime almam mümkün oluyor.  Ve zamanla bunun ne kadar keyifli bir şey olduğunu keşfediyorum.  Teslim olduğumuzda, evrenin ilahi zamanlaması ihtiyacımız olanı ya da bizi mutlu eden şeyleri tam zamanında karşımıza çıkarabiliyor.

Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı”nı sanırım iki yıl önce satın almıştım.  Şövalye Adası’ndaki evimde, yatağımın başucundaki Türkçe ve İngilizce kitapların arasına saklanmış olan bu minik kitabı, kapağındaki terracota asker fotoğrafı nedeni ile aldığımı hatırlıyorum.  Kitap kapaklarının kitap satın almamızdaki etkisini kendi kitaplarımın basın aşamalarında kapakları tasarlayan tasarımcı ile yaptığımız sohbetlerde biraz daha çok keşfetmiştim. Yine de, daha çok satmasını sağlayabileceğini paylaştıkları kapak tasarımları yerine içime sinen kapak tasarımlarını kullanmaları için onları ikna etmeye çalışmaktan yıllar içinde vazgeçememiştim. 

Evrendeki herşey gibi kitapların da, bize, bazen içlerindeki bilgiler ve hikayeler, bazen ise verdikleri ilham ile sağladıkları bir enerji var.  Kelimeler ile örülen ve içine alabildiğinde bizi ayrı bir farkındalık boyutuna yükselten bir enerji ağı.

“Savaş Sanatı”nın adını daha önceden duymuştum ama alma nedenim kitabı merak etmemden çok, dediğim gibi kitabın kapağıydı.  Görür görmez, Çin’de beni en çok etkileyen yeri, Xian’ı ve oradaki toprak askerleri, terracotta orduyu hatırlatmıştı. 

İmparator Qin Shi Huang’a ölümünden sonraki yaşamında eşlik etmeleri için hazırlanan yedibinden fazla askerden oluşan toprak askerlerin olduğunu bölümü ilk defa gördüğüm balkona çıktığımda nefesimin bir an için kesildiğini hatırlıyorum. Sonrasında askerlerin olduğu bölümün kenarından yürümüştüm. Tesadüf bu ya, bu askerleri Çin’de gördükten birkaç ay sonra askerlerden birkaç Topkapı Sarayı’na Çin ile ilgili bir sergi ile birlikte gelmişlerdi.  

Toprak askerleri ilginç kılan hususlardan biri herbirinin özgün olması, seri bir imalat şekli ile değil de, tek tek yapılmış olduklarının teyit edilmesi, ve hatta heykellerin kulakları üzerinde yapılan bir çalışma ile her birinin gerçekten yaşamış olan bir kişiye ait olduğunun iddia edilmesiydi.  Çin’in ilk İmparatorunun farklı vizyonu iki bin yıl sonraya 1974 yılında keşfedilen bu heykeller ile yansıyordu.

Aynı yıllarda benzer bir tesadüfü Kore’de, Seul’de yaşamıştım.  Kore Ulusal Müzesi’ni gezerken Türkiye’den gelen bir sergi ile karşılaşmış ve gezmiştim.  Serginin adı “Türkiye Medeniyetleri: İstanbul’daki İmparatorlar”dı ve Osmanlı Sultanlarını da kapsıyordu.

Uzakdoğu kültürlerine olan merakım Çin ve Kore’yi keşfetmemden önce Japonya ile başlamıştı.  Yaşamımın ilk otuz yılında Japonya’ya genel bir sempati beslemekten öteye gitmeyen ilgim ve merakım, sonrasında Uzakdoğu ülkelerinin dillerini, tarihlerini ve hatta güncel kültürlerini merak etmeye kadar götürmüştü.  Yaşamın neler getireceği bilinmez ama bu merakım artarak ve çapı genişleyerek devam ediyor.

Kitaba geri dönersek, Çin’de ve hatta Japonya’da birçok komutanın bu savaş taktikleri kitabını incelediğini aktarıyor. Gerçekten yaşayıp yaşamadığı tam bilinmeyen ve hayali bir kahraman olduğu da iddia edilen Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı” kitabının bana çok ilginç geldiğini söyleyemem. Tahminen 2500 yıl öncesinin savaş taktikleri kitabının orijinal metninin bu olup olmadığı da aslında net değil.  Tüm bunlarla birlikte, kitabın elimdeki Türkçe tercümesinde madde madde yazılmış, en uzunu birkaç cümleden oluşan savaş öğütleri, okurken beni içeriğinden çok bunları söyleyen ya da dinlemiş olabilecek, okumuş ve incelemiş olabilecek zamanın insanlarını düşünmeye itti.  

İnsanoğlu, Dünya’da var olma mücadelesinde, yüzyıllar içerisinde değişen ve dönüşen şekiller ve yollarla savaşıyor.  Artan nüfus ile birlikte sınırları daralan ve kaynakları hızla tükenmeye başlayan Dünya’da, insanların kardeş olarak yaşayabilecekleri bir ütopyanın hayalini kurmak isterken,  bitmeyen mücadelemiz kendini hatırlatıyor.  

Çocuksu bir hayal ile insanların şefkatli olmayı, paylaşmayı, eşitlik ve adaleti seçeceği günleri dilerken, bizi savaşmaya itebilecek temel ihtiyaçların yoksunluğu kadar, modern yaşamın modern insanının kendiyle barışamamasının yarattığı görünen ve görünmeyen yoksunlukları da derinden hissediyorum.  

Xian’daki heykellerin tasvir ettiği, muhtemelen gerçekten nefes alıp vermiş sekiz bine yakın askerin yaşamlarını hayal etmeye çalışıyorum ve sonra aklıma, Shangay’da, New York’ta ya da İstanbul’da çok katlı bir plazadaki bir ofiste ya da Fethiye’deki Salı pazarında ya da mesela Fes’teki bir tabakhanede verilen yaşam mücadelesi savaşları geliyor.  İnsanın, sağlıklı kalmak için devamlı çalışan ve mücadele veren bedeni ile birlikte, mücadele etmek için yaratılmış olduğunu düşünmeden edemiyorum.  

İngilizcede bir deyim vardır: “Choose your battles wisely- Savaşlarınızı/muharebelerinizi akıllıca seçin,” diye. Nerede, nasıl, kiminle ve neyle mücadele etmeyi seçtiğimiz kaderimizi belirliyor.  Tabii bir de, seçtiğimizi düşündüğümüz mücadeleleri yaşamak için doğmayı seçtiğimizi söyleyen bilgeler de var.  Yani bulduğumuzun tam da aradığımız olduğunu söyleyenler.

*

Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı” kitabının girişinde yazan bir söz var. Belki de en çok paylaşılan sözü. “Gerçek zafer, savaşmadan kazanılan zaferdir; gerçek önder savaşmadan kazanan önderdir.” Kitabı bu sözü okuduktan sonra okumaya başlıyorsunuz ve yaşamın gerçeği olarak kabul edilmiş savaşın temel aksiyomlarına ve matematiğine dair, bir yandan çok da bariz görünen gerçekleri içeren, bir el kitabı ile buluşuyorsunuz.

*  


Kitaplar kapılar aralıyor.  Bilinen ve bilinmeyen tarih, gerçek zafer ve gerçek önderlerin hikayelerini zamana yazmaya devam ediyor.

Hiç yorum yok: