İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

7 Şubat 2009 Cumartesi

Ben Böyle Yaşamaya Devam Edebilir miyim?


Aşağı yukarı 15-16 aydır yaşamıma giren yeni kavramlar var: Küresel ısınma, ekolojik ayak izi, çevre koruma, sürdürülebilirlik.
Peki, yaşamımın diğer 36 yılında dünyaya zarar vererek mi yaşadım? Eh, istemeden de olsa tahmin ettiğimden daha fazla vermiş olabilirim. Neyi doğru yapmam gerektiğini bildiğimi sansam da, bilmediğimi biliyorum artık.



Türkiye’de ekmeğin karne ile verildiği dönemleri bilen bir anne ve babamın çocuğuyum ben. Babam 1927 doğumluydu, Annem ise 1940 doğumlu. Onların yaşadıkları savaş yıllarının tasarruf, tutumluluk, eldekini koruma ve iyi kullanma hakkında onlara öğrettiği çok şeyler var. Ben ilkokul yıllarımda Türkiye’de benzin kuyruklarını gördüm, yağ kuyruklarını daha az hatırlıyorum, ama hafif de olsa benim de yaşamımdan geçti o günler.

Ancak gerek bir Amerikan lisesinde okumuş olmam, gerekse üniversite yıllarını Amerika’da geçirmiş olmam, ya da sadece İstanbullu olmak insanı dünyanın kaynaklarını kullanmak ve tüketmek konusunda biraz daha sorumsuz yapıyor. Özellikle İstanbul’da beton denizi içinde yüzerken doğanın bir parçası olduğumuzu unutuyoruz adeta.

Büyük şehirlerde bilgi ve imkânların fazlalığı bizi beklenin tersine daha duyarsız hale getirebiliyor.

Amerika’ya gittiğim ilk yıllarda bozulan şeylerin tamir edilmek yerine atıldığını ve yerine yenisinin alındığını görmek beni şaşırtmıştı. Bir ayakkabı veya çanta tamircisi yoktu ortalıkta. Ütü bozulduğu zaman belki gidecek bir servis vardı garanti kapsamında, ama ya sonrasında. Neredeydi Türkiye’de her mahallede bulunan ve neredeyse her şeyi düzeltebilen tamirciler? Bir yirmi yıl içinde bizde neredeye aynı duruma geldik.

İstanbul ve yaşamımız dünyada hangi şehirlere benziyor diye düşünürüm arada. Şehir yapısı olarak İstanbul’u Barselona’ya benzetsem de İstanbul ve Türkiye’deki yaşamın ve yaşam tarzlarının Avrupa’ya benzediğini söylemek zor. Türkiye 1990’ların başında beri küçük Amerika, küçük A.B.D. olma yolunda ilerliyor. Tüketim alışkanlıklarımız bu yolu en hızlı takip eden özelliklerimizden.

Bir İstanbullunun tüketim alışkanlıkları ile dünyaya etkisi bir NewYorkluyu geçmeye başladı adeta.

Tüketiyoruz. Tüketmenin ve tüketiyor olabilmenin özenilir olduğu bir dönemleri yaşıyoruz. Ama bu kelime sadece bir kelime olarak baktığımızda çağrıştırdığı diğer anlamlar neler oluyor?

Ama alışkanlıkları değiştirmek o kadar kolay değil.



2007 yılının Ekim ayında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde katıldığım bir Uluslararası Çalıştay’dan beri ben kendime göre ciddi olarak tüketim alışkanlıklarımı değiştirmeye gayret ediyorum. Atıkların geri dönüşümü çevre koruma ve küresel ısınma için önemli. Ama esas çözüm atıkları geri dönüştürmek değil, geri dönüştürülmesi gereken atık miktarını azaltmak gibi görünüyor. Bu düşünce tarzı bizi bambaşka bir tüketim yaklaşımına götürüyor. Belki anne babalarımızın, dede ve ninelerimizin çok iyi bildiği, ama bizim unutmaya başladığımız yaklaşımları.



Bir giysi sizin için ne zaman eski sayılır? Babam okul yıllarında yamalı kıyafetler ile okula gelen çok arkadaşı olduğunu söylerdi. “İnsanların giysileri eski olabilir, asla bu yüzden kimseyi yargılama ve küçümseme” diye tembih ederdi. Çocukluk yıllarında iki en fazla iki belki üç çift ayakkabıları olduğundan ve bunlardan bir çiftinin mutlaka ‘bayramlık’ diye adlandırdığı ve özel günlere ait olduğunu hatırlatırdı.

Yurtdışına gittiğimde çevre konularına kendini adamış ve bu konularda bireysel olarak yaptıklarımızın önemine inanan birçok dostumun, hocamın giysileri hep dikkatimi çeker. Önemli bir konuşmacının konferansını dinlemeye gidiyorum. Türkiye’de ve Dünya’da da alışmışız, konuşmacı iki dirhem bir çekirdek giyinmiş olacak. Belki Türkiye’de dış görünüze biraz daha fazla mı önem veriyoruz acaba? Konferans sırasında bir bakıyorum konuşmacı belli ki uzun yıllardır giymekte olduğu temiz ama pek de yeni olmayan pantolon, gömlek ve hırkası ile konuşmakta. Temiz ama bariz şekilde pek de yeni olmayan.

Mesela ODTÜ’deki çalıştayda Brezilyalı bir hanım eğitmen vardı. Eğitim verdiği 4 gün boyunca oldukça şık 3 elbise giydi. Ancak hanımın kendisini uzun yıllardan beri tanıyanlardan şu cümleyi duyduk “May bu elbiseleri Birleşmiş Milletlerdeki toplantılarda da giyiyor.” Bir vakfın Birleşmiş Milletlerdeki temsilciliğine de yapan bu hanım beğendiği çok az miktarda giysiye sahipti ve bunları daimi olarak kullanıyordu. Ben sonradan internette bu eğitmen hanım ile ilgili araştırma yaparken, oradaki fotoğraflarda da tanıdık elbiselerine rastladım hep.

Bu eğitmenler alıp kullandıkları her giysinin, her eşyanın yapılmasında tüm aşamalarda kullanılan tüm kaynakların tüketimini, ortaya çıkan karbon salınımlarını ve ortaya çıkan birim zararı birey olarak nasıl giderebileceklerini ciddi olarak dikkate alıyorlardı.

Çok uçak yolculuğu yapıyorlarsa, dünyada ihtiyaç olan bölgelerde ağaç diktiriyorlardı. Ve eğer mümkün ise uçak yolculuğu yerine tren ile yolculuk etmeye gayret ediyorlardı. ODTÜ’de bu konuların öncülüğünü yapan iki hocamız var, Prof. Dr. İnci Gökmen ve Prof. Dr. Ali Gökmen. Onlar Ankara’dan İstanbul’a gelecekleri zaman uçak, otobüs veya araba kullanmıyor. Tren hatta yataklı tren ile seyahat ediyorlar. Türkiye’de uçak bilet fiyatlarının oldukça düştüğü ve uçak ile seyahatin teşvik edildiği günlerde, bir uçak yolculuğumuzun çevreye etkilerinin farkında mıyız?

Ben gerçekten çok sık uçuyorum, gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdışına gittiğim zamanlarda. Bir yıl içinde yurtiçinde en az 25-30 uçuyorum, 50-60’ı bulduğu yıllar oldu. 2008’de biri Japonya’ya olmak üzere 5 yurtdışı seyahatim oldu. Çoğu eğitimler ve dernek çalışmaları için ve bir iki tanesi de çevre konuları ile ilgili çalışmalar için gittiğim seyahatler oldu. Belki ben 2008 yılında ne kadar kaynak tükettim?

İş dönüp yaşam tarzımıza geliyor. Ben böyle yaşamaya devam edebilir miyim? Böyle yaşama hakkım var mı? Ve yaşıyorsam, bu tercihlerimin etkilerini ortadan kaldırmak, bertaraf etmek için neler yapabilirim?

Ekim 2007’den beri ve özellikle geçen ayında Haziran ayında İskoçya’daki Findhorn’a yaptığım geziden beri gerçekten, uçak yolculuklarım dışında, daha az “tüketmeye” özen gösteriyorum. Kaynakları özenli kullanmaya. Ve geri dönüştürmek değil daha az atık üretmek gerektiğini fark ediyorum.

Ben her hafta birkaç kitap almadan duramazdım, son altı ayda gerçekten mutlaka sahip olmam gerekmiyorsa almıyorum. Yurtdışında inanın çok kitap okunmasına rağmen buna bile dikkat ediyorlar. Kütüphanelerden yararlanıyorlar, kitap grupları kuruyorlar ve kitaplarını paylaşıyorlar. Bizde de bu vardır, kitapları paylaşırız. Bence buradaki fark tasarrufu ve paylaşımı sadece gereksiz para harcamamak için değil, bu tüketimin çevreye etkisini azaltmak düşüncesi ile de yapıyorlar.

Gardırobumdaki giysileri inceliyorum. Nelere eski, nelere yeni diyorum – buna bakıyorum. Üç dört yıl önce artık eskidi diyerek ayırdığım giysi ve eşyalarımı tekrar kullanmaya başlıyorum. Seviyorsam ve kullanılabilir haldeyse varsın biraz eski yüzlü olsun hırkam. Alışkanlıklarımı değiştirmeye çalışıyorum.

Anne babalarımızın zaten yaptığı, belki birçoğunuzun yaptığı şeyler. Savurgan sorumsuz bir insandım diyemem, ama hayata fazla batılı yaklaşan bir ekol ile yaşar olmuşum bir süredir. Şimdiler de kendime gelmeye çalışıyorum.

Bu nedenle Fethiye’ye geldiğim günlerde eskiden hissetmediğim bir sıkıntı yaşıyorum. Buradaki evim klima ve elektrikli ısıtıcılar ile ısınıyor. Yılın çok uzun bir dönemi güneşli olan bu bölgede gerçekten evin sıcak su ısıtıcısı dışında güneşi kullanmıyor olmamız çok büyük bir eksiklik. Dünyanın uzun kışları olan bölgelerinde bile kısıtlı güneşli günlerden yararlanmaya çalışırken biz yüz binlerce insanın yaşadığı il ve ilçelerimizi elektrikli ile ısıtmaya çalışıyoruz. Burada bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Fethiye geri dönüşüm anlamında çok iyi çalışan bir şehir, ancak kışın ısıtma konusu bence ele alınması gereken büyük bir yara. Sadece bu İlçenin değil tüm Türkiye’nin ele alması gereken bir konu.

Alışkanlıklar kolay değişmiyor ama benim düşünce yapımda ve alışkanlıklarımda büyük değişiklikler olmaya başlıyor.

Bu beni nereye götürecek zaman gösterecek, ama en azından yaşadığım dünya sanki varlığını korumaya gayret ettiğim için bana biraz daha gülümseyerek bakıyor. Ya da ben öyle olduğunu düşünüp huzur buluyorum.