İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

7 Aralık 2025 Pazar

Var

Bulutların arkasında aydınlık var,

Sonsuz görünen gecenin ardında sabah,

Açmayan çiçekler için rengarenk açan binlercesi var,

Güçten gözü dönenlerin aksine

Sokağın köşesine bir kap su bırakan var,

Düşen çocuğun dizini üfleyerek silen,

Yaşlı teyzeye yerini veren,

Gökkuşağına bakıp sevinçle gülümseyen

Masumlardan dünyada daha çok var,


Sen boşver aldanma sahte kılıçlara,

Şatafat içinde kendini bilge diye satanlara,

Adaleti kendi için harcayanlara,


Sen sesi çok çıkanlara değil,

Sessiz çoğunluğa bak,

Onlardan dev bir ordu var bu dünyada.


*


İnsanoğlu nefes aldıkça umut her zaman vardır. 

Ve umut, her zaman ve durmadan, vicdansız karanlığı delmeye devam ediyor.


*

6 Aralık 2025 Cumartesi

"Özür Dilerim Abi"

Japonya'daki bir tanıdığım ile uzun bir görüşme yaptık dün.  Daha doğrusu daha çok o anlattı, ben dinledim.  Japoncam oldukça yavaş olmakla birlikte ilerliyor ve artık onu Japonca konuştuğunda çok daha iyi anlıyorum.  İngilizce konuşmakta zorlanıyor. Yazılı İngilizcesi daha iyi ama konuşurken Japonlara özgü utangaçlığı da devreye giriyor ve takılıyor. Ama anlaşıyoruz.  Bir çok konuda olduğu gibi iletişimde de niyetin önemini fark ediyorum. Ve karşımızdaki insanın niyetine olan güvenimizin önemini.

Japonya'ya ve Japonlara dair sevdiğim bir çok özellik var. Mesela Japonya'da hata yaptığımızda, istemeden bir zarar verdiğimizde özür dilemek gerçekten çok önemli ve kıymetli.  Galiba Güney Kore'de de özür dilemek böyleymiş ama Güney Kore'ye sadece bir kere gittim ve bu konuda sonradan dizilerinde izlediklerim dışında bizzat bir deneyimim olmadı. Aslında her yerdeki insanın ruhu için özür dilemek ve gerektiğinde özür almak önemli çünkü deneyim insanın özüne dair.  Son zamanlarda daha da hassas bakmaya çalıştığım 'helalleşme' , 'helalleşerek yaşamak' adına bunu daha çok önemsiyorum.  Belki bu nedenle, çok sevdiğim ülkemde, kimi insanların özür dilememek için binbir şekle girdiğini, haksızken haklı görünmek için kendini yitirdiğini görmek beni oldukça utandırıyor.  Bazen de kızdırıyor. Yine de bazı insanların reflekslerinde özür dilemek olduğunu ve en zor zamanlarda bile bu davranışı gösterdiklerini görmek de iyi geliyor. 

Paylaşacağım olayı, Türkiye'de yaşıyor, televizyon seyrediyor veya sosyal medya kullanıyorsanız, 2025 yılının Kasım ve Aralık aylarında mutlaka görmüşsünüzdür.  Tramvay istasyonunda bir genç kadın telefonuna bakarken farkına varmadan raylara doğru yürüyor. Gelen trenin altında kalmak üzereyken, bir güvenlik görevlisi tarafından kolundan geri çekilerek kurtuluyor.  Genç kadının kayıtlardaki ilk sözü, "Özür dilerim Abi".  (Abi'yi ağabey olarak değil de, sesi o an işitirmiş ya da tekrar işitmiş gibi hissetmeniz için 'abi' olarak yazıyorum.)  

Bu olayın görüntüsü defalarca karşıma çıktı.  Güvenlik görevlisinin hassasiyeti, dikkati, hızlı yaklaşımı gerçekten takdire şayan. Sonrasında yapılan bir röportajda güvenlik görevlisi, yaptığı önemli görevi, mütevazi bir şekilde ifade ederek "Anonsu duymamış, ufak bir tehlike atlattı," şeklinde aktararak, gösterdiği olumlu yaklaşımla da takdir toplamıştı.  Genç kadının milyonlarca insan gibi telefonundaki görüntülere ve seslere kapılmış olması hepimizin zaman zaman yaşadığı bir durumun vahametini tekrar gösteriyordu.  Bütün bunları fark ederken, benim dikkatim ısrarla başka bir yere çekiliyordu.  Genç kadının söylediği o ilk sözlere. "Özür dilerim Abi"ye.

Kurtarılan genç kadının ilk sözleri  "Özür dilerim Abi" oluyor.  Refleks olarak.  Muhtemelen hata yaptığını fark ettiği için, güvenlik görevlisi kendisini kurtarırken yere düştüğü için, görevliye zahmet verdiği için, sorumsuz davranışı için, refleks olarak özür diliyor.  Genç kadını tanımıyorum ve özellikle de kendisi ile ilgili bir araştırmayı şimdilik bilerek yapmadım; yorumlarımın, izleminleriminle saf kalması için.  Bunlarla birlikte, böyle ciddi bir hayati risk taşıyan olayı yaşayıp ilk sözlerinin özür sözcükleri olması benim kalbimde o insana dair çok sıcak şeyler hissettiriyor.  Güçlünün zayıfı ezmesinin maharet sayılmaya başlandığı, gittikçe kabalaştığı ve gaddarlaştığı hissini veren bu dünyada, görevini hakkıyla yapan nazik ve mütevazı bir güvenlik görevlisi ve en zor anlarından birinde bile insan kalmayı başardığı hissini veren genç bir kadın, beni, karşılaştığımız tüm hayatlarda bıraktığımız izler ve o izlerin ruhumuzdaki değişik izdüşümleri hakkında biraz daha ve daha derinden düşündürüyor.

Bunları düşünürken aklıma 1990'lı yılları başlarında yaşadığım bir olay aklıma geldi. Yıl sanırım 1993 ya da 1994'dü.  Şimdi resmi adı farklı olan ama bizim neslin Boğaziçi Köprüsü demekten vazgeçemediği köprüden araba kullanarak geçiyordum. O yıllarda henüz OGS, HGS gibi otomatik geçiş sistemleri yoktu ve Avrupa yakasından Anadolu yakasına giderken gişelerde geçiş ücretini nakit olarak ödemek gerekiyordu.  Araba ile gişeye yaklaştım ve ödeme için paramı uzattım.  Gişedeki görevli hanım bana baktı ve "Ücretinizi az önce geçen araç ödedi," dedi.  Sanırım ne olduğu anlamak için biraz duraksadım ve hangi araç olabilir bu diye önümdeki araçlara bakmaya çalıştım ama gişelerin ardında hızla akan trafik içinde seçmek mümkün değildi.  Yüzüme yansıyan o tatlı mutlulukla gişelerden geçip ilerlerken birden aklıma kısa bir süre öncesinde elime geçen İngilizce bir kitap gelmişti.  Yazarını ve adını şu anda hatırlamadığım, muhtemelen yitirdiğim bir kitap. O kitapta, belki basit iyilikler diye çevirebileceğimiz, zaman zaman rastgele iyilikler diye adlandırılan, yaşamı herkes için güzelleştirilecek iyilikler yapılması için madde madde öneriler yer alıyordu.  Aklımda kalan kadarı ile bunlardan bir tanesi "Pay the toll for the person behind you" idi, yani senden sonraki kişi için geçiş ücretini öde. Hala kim olduğunu bilmediğim o kişi bu kitabı okumuş muydu bilmiyorum ama bir köprü geçiş ücretimi ödeyerek, bana bugün bile beni tebessüm ettiren bir hoşluk yapmıştı.  

Bu olay bir konuyu daha düşündürdü.  Biliyorsunuz bir bağış, bir yardım yapıldığında, o kişinin adının bağışı yaptığı yere yazılması gibi bir sistem var.  Örneğin tefriş ettiğiniz bir hastane odasına, yaptırdığınız bir kütüphaneye ya da bir okul laboratuvarının kapısına. Bu uygulama eskiden daha azdı ama şimdilerde artık bu standart ve beklenen bir uygulama haline geldi.  Geldi ama yine Rahmet Babam Sinan Kocasinan'a dönmeden edemeyeceğim, Babam bu uygulamaya çok karşıydı.  Yaptığı yardımlarda bağış yapılan yerlere isminin yazılmasına hiçbir zaman izin vermedi. Bu konuşmaların yapıldığına şahit olduğumda, Babamı, bunun başka hayırseverleri de teşvik edeceğine ya da iyiliğin kimden geldiğinin bilinmesi için yapılmasının doğru olduğuna ikna etmeye çalışıyorlardı.  Rahmetli Babam ise ısrarla duruşundan vazgeçmedi ve hiçbir zaman yardımlarında, bağışlarında, kendisinden geldiğinin bilinmesine izin vermedi.  Kurumların katı kuralları nedeni ile başaramadığı nadir zamanlar belki olmuştur ama o yardım yaptığı bilinmeyen bir yardımsever oldu.  Bir elin verdiğini diğer elin bilmemesi. Bu gizliliğin kıymetini ve önemini anlamam da zaman aldı.  Yaşama farklı bir boyuttan bakabilenlerin görebildikleri başka bir manzara var ve onların görebildiklerini anlamak kolay olmuyor. 

Babamın bu yaklaşımı ara ara aklıma gelir. 2019 yılının başlarında da tekrar aklıma gelmişti.  O zaman Lions Kulüpleri Birliği'nin Ege ve Akdeniz Bölgelerinde çalışmalar yapan 118-R Federasyonunun, Federasyon Başkanlığını, Lions görev tanımı olarak Genel Yönetmenliğini yapıyordum.  Federasyon merkezimizde bir kütüphane olmamasını önemli bir eksik olarak görüp ikibin civarında, belki biraz daha aşkın sayıdaki Türkçe, İngilizce ve birkaç daha farklı dildeki kitaplarımı İzmir'in Bayraklı İlçesindeki merkezimize kitaplıklar yaptırarak hediye ettim.  Kütüphaneyi yaptığımız bölüm rahmetli olmuş başka bir Lionun adına organize edilmiş bir oturma bölümüydü.  O kişinin adına olan plaketin yanına kütüphanenin benim bağışım olduğunun yazılıp yazılmayacağını sordu bazı Lion arkadaşlar. Bunun çok gerekli olduğunu, kitapları benim bağışladığımın unutulacağını söylediler. Belki de haklıydılar ama kitaplara sahip çıkılmasını dileyerek ve umarak, yazılı bir iz bırakmadan kütüphaneyi Yönetim Çevremize, Federasyonumuza hediye ettim ve görev dönemin bitince de kitaplarımı İzmir'e teslim ederek ayrıldım.  Çocukluğumdan beri kitapların benim için ne kadar önemli olduğunu beni tanıyanlar çok iyi bilir.  Kendimce bu benim saygı duyduğum sivil toplum kuruluşuna ve bu kurumun kıymetli üyelerine kendimden verebileceğim en kıymetli veda hediyesiydi.  

Zaman zaman kitaplarımı çok özlerim, bir tanesi aklıma gelir hemen koşup belirli bir sayfasını, bölümünü, satırını okumak isterim. Bir yazı yazarken ya da bir araştırma yaparken kaynak olabilecek bir kitabım aklıma gelir.  Tabii ki yaşadığım Fethiye'den ve İstanbul'dan gidip hemen başvurmam mümkün olmaz. O zaman o kitapların olduklara yere iyilik getirmeleri diler ve onlara sevgilerimi yollarım. Bazen kimileriyle yirmi, otuz yıl geçirdiğim kitaplarımdan ayrılmış olmak içimi acıtır ve hata mı yaptım derim ama sonra şimdi daha çok insan okuyabilecek, o kitaplar daha çok insanda yaşayacak diyerek kendimi sakinleştiririm.

Babam beni övmek istediği zaman "Boynuz kulağı geçti," derdi.  Özür dilerim Babacığım, anlıyorum ki o pek mümkün değil ve olamayacak.  Edinilmiş sessiz olgunluğun, bütünü kendinden üstün tutmanın, muazzam bir bedeli var.  Ne o bedelleri ödemek, ne de o bedellerin ödenebileceği durumlara atılma cesaretini göstermek kolay bir iş değil.  Sadece bilin ki, siz bu dünyadan ayrılalı 21 yıl geçse de, benimle doğruları konuşmaya devam ediyorsunuz ve ben de duymaya ve anlamaya çalışıyorum hala. 

Ve teşekkürler Kayseri'deki o iki nazik kurtaran ve kurtarılan insana.  Teşekkürler sizler sayesinde içimde tazelenen iyiliğin peşinden gitmeye, 'iyi' olmaya olan inanca.

5 Aralık 2025 Cuma

Dedikodu

Rahmetli Babam Sinan Kocasinan'ın bir özelliği vardı.  Yanında dedikodu yapılması mümkün değildi. Kötü niyetle bile olmasa da başkası hakkında arkasından konuşulan bir sözün söylendiğine şahit olsa, hani lafı yetiştirmezdi, tam o değil ama, yeri geldiğinde mesela 'Zeynep şu durumda senin için şunu söyledi,' derdi.  Başlarda genç kız aklımla bunu neden yaptığını anlayamaz, hatta oldukça ters bulurdum.  Rahmetli Babamın bu yaklaşımı ile ne demek istediğini anlamam ise belki yirmili yaşlarıma gelmeme kadar aldı.

Dedikoduyu, başkasının arkasından konuşulmasını hiç ama hiç sevmezdi.  Kendisine en büyük kötülükleri yapanların bile arkasından konuştuğunu görmedim.  O tepkilerini, üzüntülerini, kırgınlıklarını sessizlikle yaşar ve sessizliği ile anlatırdı.  İnsanın bağırmak, çağırmak ve, belki ben çok o ifade şekli ile ifade etmeyi bilemesemde, küfür etmek isteyeceği bir yerde, bu dürtüleri durduracak içsel güce, kişiliğe, bir kere değil, yüz kere değil, bir ömür boyu sahip olmak kolay bir iş değil.  Sinan Kocasinan yüzlerce özgün özelliği ve farklı yaklaşımları ile bu nedenle çok ama çok özel bir insandı. Sinan Kocasinan'ın metodlarını ve yaklaşımlarındaki öğretiyi anlamak biraz zaman alırdı ama anladığınızda da unutulması mümkün olmayan bir bilgiyi sizin yaşamınıza katardı.  Nurlarda olsun.  

Başkalarına dair duyduğu sözleri, kimin söylediğiyle birlikte, hakkında konuşulan kişiye yeri geldiğinde söylemek, onun dedikodu ile baş etme yoluydu ve gerçekten de Babamın yanında herhalde hiç dedikodu yapamadık. Dedikodu bir anlamda boş konuşmaydı ve yaşamlarımızı işgal ediyordu.  Rahmetli Babam yakınmayı da sevmezdi ve doğrusu başkalarına yaptığı gibi benim de boş yakınmalarıma izin vermezdi. Hemen "Peki bu konuda sen ne öneriyorsun," derdi, "Sence ne yapılması lazım," derdi, "O zaman sence ne yapmak doğru," derdi.  Zihnimi hemen yakınmadan, şikayetten, sorundan veya sorunlu insandan çeker çıkarır ve daha iyi hissetmemi sağlamak için, çözüm üretmek için yapabileceklerime yönlendirirdi. Her zaman, her zaman, her zaman.  

Sorunlarda, şikayette ve yakınmada kalmak isteyen çoğumuzla, bu şekilde ısrarla doğruları kullanarak mücadele etmek, gerçekten ne kadar yorucu olmuş olmalı.  Sadece ailenizin bireylerine değil, yaşamınıza giren herkese bıkmadan, usanmadan gösterdiğiniz sabır için teşekkürler Babacığım.  Öğrenmek isteyen, gelişmek isteyen, fark etmek isteyen ne çok insana, kendi yollarınız ile ne çok şey öğrettiniz.

Belki Babamdan görerek öğrendiklerimle, şikayet etme arzusu içinde kabardığında, genelde biraz geri çekilip kendi kendime olaya, düşüncelerime ve bende uyandırdığı duygulara bakarım.  Çünkü başkaları ile hemen konuyu konuştuğumuzda, duygularımızın ve düşüncelerimizin, gerçekliği kendi renkleri ile boyayabildiğini ve o renklerin kolay silinemediğini yaşam bana öğretti.  "Ne bencil bir insan," derken bir insana bir olayda,  haklı da olabilirim; gerçekleri tam anlamadıysam, haksız da.  Evet, diyemem ki hiç yanılmıyorum, hiç kapılmıyorum duygularıma ve düşüncelerime, mümkün değil tabii ki; ama haksız olabileceğim ihtimalini aklımdan çıkartmıyorum.  İşte o iç değerlendirme, bendeki pişmanlıkları azaltıyor.  Rahmetli Babamın önemli bir doğru yaşamın kriteri olarak sık sık söylediği gibi, "başımı yastığa koyduğumda" daha huzurlu olabiliyorum.  

Belki o nedenle de, sık sık, sadece güne ve düne değil, tüm yaşamıma bakarım, tararım.  Birilerine bilerek veya bilmeyerek bir zarar vermiş olabilir miyim, borçlu kalmış olabilir miyim diye.  Ve eğer öyle bir tereddütüm olur ise, telafi etmeye çalışırım. Bazen, onbeş, yirmi, belki otuz yıl öncesinden bir an, bir anı aklıma geliverir, artık hayatta olmayan insanlara dair olaylar aklıma düşer. İşte o anlar en zorlarıdır,  hem objektif bakmak için, hem de arınmak için.  Genelde o yaşımdaki aklımın yetersizliğine dairdir o pişmanlıklar. O yaşta, o zamanki bilgimle o kadar akıl edebilmişimdir ama yaptıklarımda bugünkü aklımla hata görüyorsam, o zamanki beni bu işten sıyrılıvermek o kadar da kolay olmaz.  Belki tek hafifletici faktör niyettir. O zamanki niyetimin en doğrusunu yapmak olduğunu teyit ettiğimde sorumluluğumun yükünü omuzlarımdan atamam ama adeta tekrar nefes almaya başlarım. O farklı pişmanlık duygusunu bugünkü Zeynep'in daha iyi insan olması için içselleştirmeye çalışırım, çünkü bana göre pişmanlıkların en büyüklerinden biri yaşananlardan öğrenmemiş olmaktır.

Nereden mi geldik bu sabah bu dedikodu konusuna.  Vallahi bir telefon görüşmesi yetti bunca şeyi hatırlatmaya. Telefon çaldı, bugünlerde kulağımdaki bir sorun nedeni ile telefonla rahat görüşemiyorum, genelde mesajlaşıyorum ama bu defa ismi görünce konuşmamız gereken önemli bir konu olabilir diye hızla açtım.  Arayan telefonu açtığımın farkında olmadan yanındaki bir kişi ile benim hakkımda konuşuyordu.  Çok kötü bir şey değildi söylenen ama yüzüme bu şekilde söylemeyecekleri bir şeydi. Belki genelde bu gibi durumlarda duymazdan gelirdim ama Rahmetli Babamın yaklaşımını uyguladım bu defa. Duymamış gibi yapıp "İyi günler, merhaba" vesaire demek yerine, "Yok yok, " diyerek, söylediklerine yanıt vererek cevap verdim telefona. Telefonda, kısa mı uzun mu emin değilim, bir sessizlikten sonra arayan kişi hiçbir şey olmamış gibi devam etti konuşmasına.

Birçok kişi hakkında bir çok düşüncemiz olabilir.  Doğaldır.  Zihin durmaz ve onbinlerce düşünceyi durmadan üretir ve üretecektir de.  Bana göre farkında olmamız gereken, düşüncelerimizin dünyaya akışının sorumluluğu, insan olmanın sorumluluğu olarak sırtımızda kalacaktır yaşanan her anda.