İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

3 Ağustos 2020 Pazartesi

"Şimdi Sensiz Nasıl Yapacağım..." Ya Da Devam Etmemizi Ne Sağlıyor?

İlkokuldayken beni öğrenmeye iten, öğrenmeyi sevdiren neydi bilmiyorum ama 1990 yılında karma eğitime geçen ve adı Üsküdar Amerikan Lisesi olan okulum Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nde, öğretmenlerimiz kadar sınıf arkadaşlarımın öğrenme isteğinin beni de kendimi geliştirmek için isteklendirdiğinin farkındayım.

Büyüdüğümüz ortamın ve bu ortamdaki bizi besleyen yapıcı rekabet ve yoldaşlığın gelişimimize etkilerini daha iyi anlamak istiyorum.

Esasında pandemiden bir süre önce sporcuların hayatları ile ilgili yapmaya başladığım bir çalışma ile, koçlarının da bakış açısı ve yaklaşımlarıyla şekillenen kendini geliştirme adanmışlığını inceliyorum.  Sakatlıklarla birlikte ve sakatlıklara rağmen devam etmelerini sağlayan etkenleri.  Ve, olumlu örneklerin buna etkisini. 

Yakınımızdaki örnekler,  tarihteki örnekler, bizim de yapabileceğimize inandıran örnekler.  Zorlukların aşılabileceğine inanmamızı sağlayan, zorlukları aşmak için gayret etmemizi sağlayan örnekler.

Neler ve kimler bize destek veriyor?  

Çok geniş bir konu.  Sonucu nereye varır bilmiyorum ama bunu araştırıyor olmanın beni geliştirdiği kesin. 

Çocukluğumda ya da gençlik yıllarımda sporun hiçbir dalı ile mesela amatör lisanslı olacak kadar ilgilenmedim.  İlk spor lisansımı kırklı yaşlarımda karate öğrenirken aldım.  

O nedenle, bedenimin sınırlarını ya da beynimin bedenime hükmetmesinin sınırlarını yeni yeni tanıyorum. Antremanda bir adım daha atacak halim kalmadığını düşündüğümde en az yirmi tekme daha atabildiğimi, gücüm sıfırlandı dediğimde elli şınav ve elli mekik çekebildiğimi, antreman sonrası şimdi arabamı kullanıp nasıl eve gideceğim dediğimde ve bir şekilde güç toplayıp eve vardığında nasıl iyi hissettiğime hayret ettiğim karate antremanlarım ile deneyimlemeye başladım.  Bu üç, beş yıllık yeni bir bilgi benim için ve bunu öğrenmek konusunda yolun başındayım.

Ya da dayanılmaz görünen kas ağrılarım bir sonraki karate antremanına kadar geçtiğinde antrenmana giderken duyduğum mutluluk belki sporcuların hissettiklerinin neler olabileceğini en azından hayal edebilmemi sağlıyor.  Araştırmaya çalıştığım konu ile biraz da olsa bağlantı kurmamı kolaylaştırıyor.

Bu anlamda Karate’ye, ve beni karate ile bir anlamda tanıştıran önce kuzenim Erdoğan Aydın’a ve tabii ki yönlendirdiği Değerli Hocam Sayın Ömer Habeş’e çok teşekkürler.  

İkisi de, kırk yaşına kadar spor salonunda spor yapmak dışında düzenli bir spor yapmamışsın, bu yaşta karate mi öğrenilir demediler.  İstiyorsan neden olmasın, dediler, teşvik ettiler, yüreklendirdiler.  Ve Sayın Ömer Habeş Hocam, yıllar içinde, hoşgörüsü ve biliyorum ki beni teşvik etmek arzusu ile kahverengi kuşağımı takdim ettiğinde sporun neden her insanın yaşamında mutlaka olması gerektiğini, belki biraz geç olsa da anlamaya başladığı hissettim.  



Bilmediğimiz bir tadı almak ve sonrasında onu canımızın çekmesi gibi, bir şeylerin yoksunluğunu ancak tadını biliyorsak hissedebiliyoruz.  Özleyebilmek için sevebilmek, isteyebilmek için tanımak, arayabilmek için varlığını bilebilmek gerekiyor.

Esasında babamın tenis ve güreş ile uzun süre ilgilendiğini ve her ikisini de omuzundan sakatlanınca bıraktığını, rahmetli Yusuf İzzettin dedemin ve Mahmure Babaannemin kayak yaptıklarını biliyorum. Ve tabii ki yaşadıkları dönem nedeni ile iki dedemin ve babamın da ata iyi bindiklerini de biliyorum.  Benim ise çocukluk ilgi alanlarım kitap, yazı, matematik, müzik oldu. Kimbilir belki sonraki yıllarda yaşamımı oldukça etkileyecek olan vertigonun kaynağı olan kulağımdaki hassasiyet nedeniyle spor konusunda daha çekimser kaldım. Genelde.  

Rollerblade’i çok sevmeme rağmen ne paten kayarken, ne kayak öğrenirken rahat edememiştim. Koşu takımındayken ayak bileklerim sakatlanmış ve sonra tenis oynarken bir lifimi koparınca ve iyileştikten sonra arka arkaya iki bileğimde de incinmeler devam edince, fizik tedaviler faydalı olmuş olsa da, bir daha tenis de oynamak içimden pek gelmemişti.   Herhalde yüzmenin hayatım boyunca bazen kışları da devam eden şekilde yaptığım tek kesintisiz spor ve hareket olduğunu söyleyebilirim.

Bunu söylerken Karate öğrenmeye başladığım günler aklıma geliyor.  Vertigo ilaçlarımı neredeyse alınabilecek en yüksek dozlarda alırken, yani başımın çok kötü döndüğü ve yaşamımı alt üst ettiği bir dönemin ilaçlarla normalleşmeye başladığı bir dönemde başlamıştım Karate’ye.  Yapma derler diye kimseye söylemek istememiştim.  O nedenle, doktor da olan kuzenim Erdoğan dışında Karete’ye başladığımı neredeyse kimse uzun süre bilmemişti.

Sporcuların hayatını araştırırken daha çok farkettiğim şeylerden biri, çevresinde benzer bir sporcu olmadığı halde başarılı olabilenler olsa da,  aynı koç ile aynı ortamda çalışan genç sporcuların gruplar halinde daha çok başarılı olabildiklerini görüyoruz.  Bir salondan, bir Kulüpten birçok yıldız sporcu çıkması gibi.

Bazen de, bir ülkede, daha önce çok ilgi görmeyen bir sporda başarılı bir kaç sporcu çıkmasından sonra o sporun o ülkenin gençleri arasında nasıl kalıcı olarak popüler olabildiğini ve hatta o ülkenin o spor dalında dünyada bir merkez haline gelebildiğini görebiliyoruz. Birkaç sporcunun yarattığı enerji muazzam bir yol açabiliyor.

Bunları koçların başarısına bağlamak mümkün. Ve tabii ki sporcuların yaptıkları spordan keyif almaları, yapmayı istemeleri gerekiyor.  Yetenek belki işin olmazsa olmazı ve o yeteneğini birilerinin de keşfetmiş olması gerekiyor ama yetenek yapılan şeye duyulan ilgi, istek ve sevgi ile yerini buluyor.  İyi yaptığımız şeyi sevme eğilimimiz var; bununla birlikte, yetenek başarıyı garantilemiyor.

İlgi alanımızı benzer hisseden insanlar ile paylaşmak bizi teşvik ediyor.  Ben de Karate dojomuzda bunun tadını biraz aldım diyebilirim.  Mesela resim yapanlar da resim atölyelerinde bunu hissedeler aslında.  Kalabalık bir resim atölyesinde kısıtlı bir çalışma alanında başkaları ile birlikte çalışmak kendi atölyemizde çok daha geniş bir mekanda tek başımıza rahat rahat çalışmaktan daha verimli ve başarılı olabiliyor.  Ben tek başıma resim yapmayı da çok severim ama sporda olduğu gibi resim yaparken de etkileşim, örnekleme, ilham alabilmek bizi teşvik ediyor, geliştiriyor, verimliliğimizi artırabiliyor.

Sporcuların yaşamlarını incelerken, yeteneklerini keşfedenlerin, koçların, onları doğru koçlar ile buluşturanların büyük katkıları var.  Bununla birlikte, Türkiye’de daha az örnek bulabilmekle birlikte, yabancı sporcular ile yapılan röportajlarda, basın toplantılarındaki konuşmalarında, sporcuların, beraber çalıştıkları arkadaşlarından nasıl ilham aldıklarını ve yapıcı bir rekabet ortamı sağlandıysa, kendilerini geliştirmeye ve çalışmaya nasıl motive olabildiklerini görebiliyoruz.

Bugün beni bu konuda bir şeyler yazmaya iten şey aslında Twitter’da karşıma çıkan kısacık bir video oldu.  Tüm bunları hatırlatan ve düşündüren.  Bir sporcu başka bir sporcuya sarılıp ağlıyordu.  



Aslında yıllardır takip ettiğim bu iki sporcu altı yıl gibi bir süre aynı koç ile çalışan, dünya şampiyonaları ve olimpiyatlarda birincilik mücadelesinde birbirlerine önemli rakip olan iki sporcuydu.  

Videoda, olimpiyat şampiyonu olan sporcu aynı olimpiyatlarda üçüncü olan sporcuya sarılıp ağlıyordu.   Nedeni ise beni de şaşırtmıştı.  

İkinci olimpiyat altın madalyasını biraz önce almış ve dalında 66 yıldır yakalanamamış olan büyük bir başarıyı elde etmiş olan sporcu, az önce yıllardır aynı koç ile birlikte antreman yaptığı arkadaşının sporu bırakma kararı aldığını öğrenmişti.  

Videoda göz yaşları içindeki iki olimpiyat altın madalyalı şampiyonun kısık sesle söylediği şu sözler duyuluyordu:  “Şimdi sensiz nasıl yapacağım…” 

Beni etkileyen bir şey de, yıllarca müsabakalarda, farklı ülkelerden oldukları için ülkelerini de en iyi şekilde temsile etmek için, güçlerini sonuna kadar kullanarak azimle mücadele eden, Türkçe’de ezeli rekabet dediğimiz bir kazanma ve başarma arzusu ile yarışan bu iki sporcunun, onca yıl müsabaka dışında dost olabilmeleri ve dostluklarını bu baskı altında bile koruyabilmiş olmalarıydı.  

Dünya şampiyonu ünvanını birkaç kez birbirlerinden alıp verdiklerine şahit olmuştum.  Her ikisinin yüzünde de şampiyonluğu kaybetmiş olmaktan duydukları büyük üzüntüyü ama mesela madalya seramonisinde arkadaşlarının şampiyon olmasından gerçekten mutlu olabildiklerini, kalpten gelen bir samimiyet ve sevinç ile kutlayabildiklerine şahit olmuştum.  Aynı yolu seçen insanların dayanışmasının ve yoldaşlığının güzelliğini görmemi de sağlamışlardı doğrusu. 

Düşünmeden edemiyorum. Gerçek bir şampiyon olmak kazanırken olduğu kadar kaybederken de yaptıklarımızla belli oluyordu galiba.

Ve, sağlıklı bir rekabet, bizi sevgi ve başarı ile ileri götürebilen çok yapıcı, adeta sihirli bir güç olabiliyordu.


Bu konuda yazılacak çok şey var.  Biraz daha araştırmam, biraz daha bilgi toplamam gerekiyor.

Sadece, 
bugün için söylemek istediğim, 
yürüdüğümüz yolda, 
her nereye gitmek istiyorsak,  
ilham alabileceğimiz,
sevgi dolu yoldaşlarımız çok olsun.

Hiç yorum yok: