İlkokul arkadaşlarımdan biri Facebook'ta ilkokul
günlerimizden bende olmayan bir sınıf fotoğrafımızı yollamış. O fotoğrafı görünce ve bugün bana iki farklı
şehirden gelen iki benzer konu üzerindeki soruları okuyunca aklım birçok
düşünceye, olaya gitti. Başarı,
başarısızlık, yaşam, yaşamı keşfetmek üzerine.
*
İlkokula, İstanbul'da, evimizin tam karşısındaki, Dolmabahçe
Sarayı'nın arkasındaki tepede ve Vişnezade Camii'nin hemen yanında olan Süheyla
Artam İlkokulu'nda gittim. Okuma yazma
öğrenmeye başladığımız birinci sınıfta, sınıfımda okuma yazma öğrenen
öğrenciler içinde sanırım son üç öğrencinin içindeyim. Okul yılında aylar ilerliyor, okuma yazmayı
öğrenen sınıf arkadaşlarımız kırmızı kurdelelerini yakalarına mutlulukla takıyorlardı. O kırmızı kurdeleler siyah önlüklerine
iğnelenirken arkadaşlarımın yüzündeki gülümsemeyi hatırlarım. O nedenle
gururdan daha çok sevinç ve mutlulukla parladıklarını hatırlarım.
O günlerde, benim okuma yazmayı , özellikle okumayı
sökememiş olmam nedeniyle ben de bilemediğim bir çaresizlik içindeydim.
Olmuyordu işte. Oysa üç dört basamaklı
matematik işlemlerini, toplama ve çıkarmaları daha anaokuluna başlamadan önce
yapabiliyordum. Matematikte bir sorunum
yoktu. Ama okuyamıyordum işte. Okuyamıyordum.
Ne öğretmenim, ne ailem bana bu konuda hiçbir eleştiri
getirmiyordu. Okuyamadığımı kimse
söylemiyordu ama sınıfımdaki arkadaşlarım yapıyorlardı işte. İspatı kırmızı
kurdeleleri de alıyorlardı. Ben
yapamıyordum.
Bir akşam Rahmetli Babam ile Annemin salonda fısıltı ile bu
konudaki endişelerini konuştuklarını onlara fark ettirmeden dinlemeyi
başarmıştım. Sonraki günlerde Babam hiç yapmadığı ve o günlerden sonra bir daha
da hiç yapmayacağı şekilde bana akşamları ders çalıştırmaya çalışıyordu. Bir türlü beceremediğim dört harfli
kelimeleri okumayı bana öğretmeye çalışıyordu.
Çizgilerim, harfleri yazımım da belli ki çok kötüydü. Bunu da yine bana söylendiği için değil ama evde
merakla duymak için gayret göstererek keşfetmiştim. Annem rahmetli Babama "Ne yapacağız Sinan?"
diyordu. Babamın yanıtını ise hiç duymadım. Muhtemelen, her zaman yaptığı gibi,
yanıt vermek yerine, neler yapabileceğini düşünmeye başlamıştı bile.
Sonunda birinci sınıfı bitirmeden sınıfın ya sonuncu ya da
sondan birkaç önceki öğrencisi olarak okuma yazmayı öğrendim. Sorsam annem hatırlar mı bilmiyorum ama o
detayı ben de aklıma net yazmamışım.
Kırmızı kurdelem önlüğüme takıldığında, bunu atlattım diye düşündüğümü
hatırlıyorum. Yüz ifadem kim bilir nasıldı diye merak ediyorum şimdi. O güne ait bir fotoğraf yok. Mutluluğun yüzüme nasıl yansıdığını hayalime
bırakıyorum.
*
İlkokulu birincilikle bitirdikten sonra, o yıllarda beşinci
sınıfta bitirdiğimiz ilkokuldan sonra gideceğimiz ortaokul ve liseyi belirlemek
için, tüm liseler Anadolu Lisesi olarak adlandırılmaya başlamadan önce, özel
ortaokul ve liselere ve Anadolu Liselerine gidebilmek için girmemiz gereken
sınava hazırlanmıştım. O yıllarda
sınavlar iki aşamalı yapılıyordu. İlk sınavda Türkiye’de ilk 700’e girmeyi
başarmıştım. İkinci sınavda ise
sıralamada binküsurlardaydım. Birinci
tercihim olan ve ağabeyimin o yıllarda okuduğu Robert Kolej’e giremedim. İkinci
tercihim olan Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ni kazandım. Ağabeyimin gittiği okula gidemediğim için çok
ağladığımı hatırlarım.
Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ne başladığım ilk yıl hazırlık
sınıfı yılımızdı. Yani özellikle İngilizce öğrenmemizin hedef alındığı, resim,
müzik ve matematik gibi derslerin varsa bile çok hafif olarak üzerinde
durulduğu bir yıl. Herşey İngilizce öğrenmemiz
içindi. Bir devlet ilkokulu’ndan geldiğim için hiç İngilizce bilgim yoktu.
Ağabeyim Robert Kolej’deki üçüncü yılına, ortaokul ikiye geçmişti ama İngilizce
adına yes ve no kelimeleri dışında hiçbir şey bilmiyordum. Kolej sınavları olarak da bilinen ortaokul giriş
sınavlarına hazırlanmam gerektiğin için, yani belki, İngilizceyi gireceğim
okulda öğrenmem ya da hangi okula girersem orada öğretilecek olan dili öğrenmem
düşünülmüş olabilir. Bunu da aileme hiç sormadım.
Doğrusu okullarımızın bize gerektiği zaman gerekeni
vereceğine dair bir inancımız vardı. Ve esasında bu inanç benim okul yaşamımda
hep doğru çıktı. Okullarım her aşamada bana vermesi gerekeni verdi. Bunun birçok insanın okul yaşamındaki deneyimlerine
uymadığını ise zamanla keşfettim. Gerçekten anaokulundan üniversiteden
mezuniyetime kadar ne kadar şanslı bir dönem geçirdiğimi sonradan fark ettim. Bu konuda da söylenecek çok şey var ama gelin
onu sonraya bırakalım.
Hazırlık sınıfına başladım ve sorun yine başladı. İngilizce
öğrenmeyi beceremiyordum.
Arkadaşlarımın
bir kısmı İstanbul’un ve Türkiye’nin farklı şehirlerinin başarılı özel
ilkokullarından geliyor ve İngilizce biliyorlardı. İçlerinde yurtdışında
bulunmuş ve ailesinde bizim lisemizden mezun olan veya çok iyi İngilizce
bilenler vardı. Benim annem ve babam
Fransızca biliyorlardı. Ağabeyim Robert
Kolej’deydi ama benden sadece iki yaş büyüktü. Onun da dersleri başından
aşkındı. Doğrusu ben de yardım
istemedim. Nasıl yapacağım diyordum. Ben
nasıl öğreneceğim. Anlayamıyordum.
Beceremiyordum.
Notlarımız eve
iletiliyordu ama annem veya babam bu konuda bana bir şey söylemiyorlardı. Mutlaka ki gözlüyorlardı. Hani bugünlerde olsa hemen ek özel ders
aldırılır böyle bir durumda diye düşünüyorum. Ama bana özel ders
aldırmadılar. Bocalamaya devam ettim.
Derslerimi dinliyordum, çalışıyordum, elimden geleni yapıyordum. Olmuyordu, oluyorsa bile sınırda oluyordu. Hazırlık sınıfının ikinci dönemi ilerlerken
sınıfta kalabileceğimi düşünmeye başladım. Bu benim gibi ilkokulda okumayı
öğrendikten sonra hep okulun en başarılı öğrencisi olan Zeynep için bir
felaketti. Sınıfta kalmak.
Elimden geleni yapmaya devam ettim. İngilizce'yi esasında öğrenmek
istiyordum. Seviyordum. Olmuyordu, sadece öğrenmeyi, konuşmayı,
yazmayı yeterince beceremiyordum. Yılın
sonunda İngilizce’den 10 üzerinden 4,5’tan 5 alarak sınıfı geçtim ve ortaokul
birinci sınıfa geçmeye hak kazandım. 4,5’tan
5 alarak.
Sonrasında yine ilkokulda olan gibi bir süreç başladı. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nde ortaokulu ve
liseyi birincilikle bitirdim ve üniversitenin verdiği burs ile Cornell
Üniversitesi’nde mühendislik okumak üzere burs alarak üniversite eğitimim için
Amerika Birleşik Devletleri’ne gittim.
*
Geriye dönüp
baktığımda anneme ve rahmetli babama büyük bir teşekkürüm var. Bu olanlar sırasında ben olanları zaten
gözlerken, kendime yol açmaya çalışırken, başarmaya çalışırken bana varsa bile
tereddüt ve endişelerini hiç yansıtmadılar.
Sadece birkaç defa meraklı çocukların her zaman başarabildiği gibi
fısıltı ile yaptıkları özel konuşmalarını dinlemeyi başardım ve doğrusu orada
bile kendilerinin bile benimle ilgili endişelerini bu kadar kapalı ve bu kadar
az dillendirmeleri ne kadar doğruymuş.
Yüzlerinden kaygılarını okuyabiliyordum ama ne mutlu ki kelimeleri ile
bunu gerçek kılmadılar. Yapamıyorsun
demediler, neden yapamıyorsun demediler, kızmadılar, azarlamadılar,
zorlamadılar.
Yanımdaydılar ama sanki
yani yürümeyi öğrenen bir çocuğa yapılan gibi hareket etmem için gereken
mesafeyi hep bıraktılar. Çünkü benim
yapmam gerekiyordu. Benim öğrenmem,
nasıl öğrenebileceğimi keşfetmem, benim yolumu bulmam gerekiyordu. Benim yapmam gerekiyordu. Okumayı öğrenecek
olan bendim, İngilizce’yi öğrenmeyi becermesi, başarması gereken bendim. Öğretenler öğretiyordu. Öğrenmek, bunun yolunu bulmak benim
görevimdi.
*
Geçmişin muhasebesini her zaman yapmak mümkün değil. Bugün gelen bir fotoğraf ve iki eposta bana
bu yılları tekrar hatırlattı.
Sınıfın
okuma yazma öğrenemeyen çocuğu olmaktan, çok hızlı okumayı başardığım için ne
kadar açık ve hızlı okumanın mümkün olduğunu göstermek için öğretmenlerin bana
farklı sınıflarda sesli okumalar yaptırdığı bir öğrenci olmuştum.
İngilizceyi öğrenmeyi başaramayan bir küçük
kız iken yıllar sonra Amerika’da Amerikalı öğrencilerden İngilizce derslerinde
daha iyi notlar alan, eğitimini almamış
olsam da İngilizce’den Türkçe’ye, Türkçe’den İngilizce simültane tercüme
yapabilen, İngilizce yazılar yazan, yayınlayan bir insan olmuştum. Mühendislik okuyor olmama rağmen Amerika’daki
hocalarımın İngilizce’ye çok farklı bir yeteneğimin olduğunu söylediklerine
inanmayarak şahit olmuştum. Yazıp konuşuyordum işte. Bunun neresi özeldi.
İngilizce'ye bir yeteneğim olduğu cümlesini üniversiteden sonraki yirmi küsur
yılda o kadar çok duydum ki. İngilizce'yi öğrenemeyen ve bu nedenle neredeyse
sınıfta kalacak olan kızın yeteneği.
O nedenle bana farklı nedenlerle herhangi bir konuda başarı
ve başarısızlık üzerine sorular geldiğinde hayatımdaki bu iki deneyimi
hatırlarım. Okumayı becerememekten okul
birincisi olmaya, ve esasında bu hiç de önemli değil, esas kitaplara aşık
olmaya, binlerce kitap sahibi olmaya ve kitap okumaya doyamama, kitap yazma
arzusuna dönüşen yoluma bakarım. Ya
birileri o ilkokul birinci sınıfta bu kız yapamıyor deseydi? Beceremeyecek deselerdi? Bundan adam
olmayacak deselerdi? Ya da hazırlık
sınıfında, bu kızda dil yeteneği yok deselerdi? Diğer konularda iyi ama dil buna göre değil deselerdi? Beni tanıyanlar bilir sadece İngilizce değil, yabancı dilleri konuşmak, öğrenmek, o dillerde okumak benim en büyük tutkularımdan biri. Bunlar olmasa, hayatımda İngilizce olmamış olsa kim olurdum bilmiyorum.
…
Okul ve öğrencilik yılları kadar kişisel gelişim yolunda da kendimizi
keşfediyoruz. Yol bazen kolay olacak.
Bazen sabır isteyecek. Beceremiyorum
veya olmuyor diyerek dövünebiliriz, yakınabilir, sızlanabiliriz. Bunu seçmek her zaman elimizde.
Ya da deneyebiliriz.
Denemeye devam edebiliriz.
Yapmaya, elimizden geleni yapmaya devam
edebiliriz.
Yaşam bana bugüne kadar defalarca farklı şekillerde gösterdi
ki anahtar yapmakta ve yapmaya devam etmekte.
Yaparsak, istersek, denersek, oluyor.
Seçim bizim elimizde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder