İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

9 Kasım 2014 Pazar

Kırmızı Kurdeleli Yaşam

İlkokul arkadaşlarımdan biri Facebook'ta ilkokul günlerimizden bende olmayan bir sınıf fotoğrafımızı yollamış.  O fotoğrafı görünce ve bugün bana iki farklı şehirden gelen iki benzer konu üzerindeki soruları okuyunca aklım birçok düşünceye, olaya gitti.  Başarı, başarısızlık, yaşam, yaşamı keşfetmek üzerine.

*


İlkokula, İstanbul'da, evimizin tam karşısındaki, Dolmabahçe Sarayı'nın arkasındaki tepede ve Vişnezade Camii'nin hemen yanında olan Süheyla Artam İlkokulu'nda gittim.  Okuma yazma öğrenmeye başladığımız birinci sınıfta, sınıfımda okuma yazma öğrenen öğrenciler içinde sanırım son üç öğrencinin içindeyim.  Okul yılında aylar ilerliyor, okuma yazmayı öğrenen sınıf arkadaşlarımız kırmızı kurdelelerini yakalarına mutlulukla takıyorlardı.  O kırmızı kurdeleler siyah önlüklerine iğnelenirken arkadaşlarımın yüzündeki gülümsemeyi hatırlarım. O nedenle gururdan daha çok sevinç ve mutlulukla parladıklarını hatırlarım. 

O günlerde, benim okuma yazmayı , özellikle okumayı sökememiş olmam nedeniyle ben de bilemediğim bir çaresizlik içindeydim. Olmuyordu işte.  Oysa üç dört basamaklı matematik işlemlerini, toplama ve çıkarmaları daha anaokuluna başlamadan önce yapabiliyordum.  Matematikte bir sorunum yoktu. Ama okuyamıyordum işte. Okuyamıyordum.

Ne öğretmenim, ne ailem bana bu konuda hiçbir eleştiri getirmiyordu.  Okuyamadığımı kimse söylemiyordu ama sınıfımdaki arkadaşlarım yapıyorlardı işte. İspatı kırmızı kurdeleleri de alıyorlardı.  Ben yapamıyordum.

Bir akşam Rahmetli Babam ile Annemin salonda fısıltı ile bu konudaki endişelerini konuştuklarını onlara fark ettirmeden dinlemeyi başarmıştım. Sonraki günlerde Babam hiç yapmadığı ve o günlerden sonra bir daha da hiç yapmayacağı şekilde bana akşamları ders çalıştırmaya çalışıyordu.  Bir türlü beceremediğim dört harfli kelimeleri okumayı bana öğretmeye çalışıyordu.  Çizgilerim, harfleri yazımım da belli ki çok kötüydü.  Bunu da  yine bana söylendiği için değil ama evde merakla duymak için gayret göstererek keşfetmiştim.   Annem rahmetli Babama "Ne yapacağız Sinan?" diyordu. Babamın yanıtını ise hiç duymadım. Muhtemelen, her zaman yaptığı gibi, yanıt vermek yerine, neler yapabileceğini düşünmeye başlamıştı bile.

Sonunda birinci sınıfı bitirmeden sınıfın ya sonuncu ya da sondan birkaç önceki öğrencisi olarak okuma yazmayı öğrendim.  Sorsam annem hatırlar mı bilmiyorum ama o detayı ben de aklıma net yazmamışım.  Kırmızı kurdelem önlüğüme takıldığında, bunu atlattım diye düşündüğümü hatırlıyorum.  Yüz ifadem kim bilir nasıldı diye merak ediyorum şimdi. O güne ait bir fotoğraf yok.  Mutluluğun yüzüme nasıl yansıdığını hayalime bırakıyorum.

*

İlkokulu birincilikle bitirdikten sonra, o yıllarda beşinci sınıfta bitirdiğimiz ilkokuldan sonra gideceğimiz ortaokul ve liseyi belirlemek için, tüm liseler Anadolu Lisesi olarak adlandırılmaya başlamadan önce, özel ortaokul ve liselere ve Anadolu Liselerine gidebilmek için girmemiz gereken sınava hazırlanmıştım.  O yıllarda sınavlar iki aşamalı yapılıyordu. İlk sınavda Türkiye’de ilk 700’e girmeyi başarmıştım.  İkinci sınavda ise sıralamada binküsurlardaydım.  Birinci tercihim olan ve ağabeyimin o yıllarda okuduğu Robert Kolej’e giremedim. İkinci tercihim olan Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ni kazandım.  Ağabeyimin gittiği okula gidemediğim için çok ağladığımı hatırlarım.

Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ne başladığım ilk yıl hazırlık sınıfı yılımızdı. Yani özellikle İngilizce öğrenmemizin hedef alındığı, resim, müzik ve matematik gibi derslerin varsa bile çok hafif olarak üzerinde durulduğu bir yıl.  Herşey İngilizce öğrenmemiz içindi. Bir devlet ilkokulu’ndan geldiğim için hiç İngilizce bilgim yoktu. Ağabeyim Robert Kolej’deki üçüncü yılına, ortaokul ikiye geçmişti ama İngilizce adına yes ve no kelimeleri dışında hiçbir şey bilmiyordum.  Kolej sınavları olarak da bilinen ortaokul giriş sınavlarına hazırlanmam gerektiğin için, yani belki, İngilizceyi gireceğim okulda öğrenmem ya da hangi okula girersem orada öğretilecek olan dili öğrenmem düşünülmüş olabilir. Bunu da aileme hiç sormadım. 

Doğrusu okullarımızın bize gerektiği zaman gerekeni vereceğine dair bir inancımız vardı. Ve esasında bu inanç benim okul yaşamımda hep doğru çıktı. Okullarım her aşamada bana vermesi gerekeni verdi.  Bunun birçok insanın okul yaşamındaki deneyimlerine uymadığını ise zamanla keşfettim. Gerçekten anaokulundan üniversiteden mezuniyetime kadar ne kadar şanslı bir dönem geçirdiğimi sonradan fark ettim.  Bu konuda da söylenecek çok şey var ama gelin onu sonraya bırakalım.

Hazırlık sınıfına başladım ve sorun yine başladı. İngilizce öğrenmeyi beceremiyordum.  

Arkadaşlarımın bir kısmı İstanbul’un ve Türkiye’nin farklı şehirlerinin başarılı özel ilkokullarından geliyor ve İngilizce biliyorlardı. İçlerinde yurtdışında bulunmuş ve ailesinde bizim lisemizden mezun olan veya çok iyi İngilizce bilenler vardı.  Benim annem ve babam Fransızca biliyorlardı.  Ağabeyim Robert Kolej’deydi ama benden sadece iki yaş büyüktü. Onun da dersleri başından aşkındı.  Doğrusu ben de yardım istemedim.  Nasıl yapacağım diyordum. Ben nasıl öğreneceğim. Anlayamıyordum.  Beceremiyordum.  

Notlarımız eve iletiliyordu ama annem veya babam bu konuda bana bir şey söylemiyorlardı.  Mutlaka ki gözlüyorlardı.  Hani bugünlerde olsa hemen ek özel ders aldırılır böyle bir durumda diye düşünüyorum. Ama bana özel ders aldırmadılar.  Bocalamaya devam ettim. Derslerimi dinliyordum, çalışıyordum, elimden geleni yapıyordum.  Olmuyordu, oluyorsa bile sınırda oluyordu.  Hazırlık sınıfının ikinci dönemi ilerlerken sınıfta kalabileceğimi düşünmeye başladım. Bu benim gibi ilkokulda okumayı öğrendikten sonra hep okulun en başarılı öğrencisi olan Zeynep için bir felaketti.  Sınıfta kalmak.

Elimden geleni yapmaya devam ettim. İngilizce'yi esasında öğrenmek istiyordum.  Seviyordum.  Olmuyordu, sadece öğrenmeyi, konuşmayı, yazmayı yeterince beceremiyordum.  Yılın sonunda İngilizce’den 10 üzerinden 4,5’tan 5 alarak sınıfı geçtim ve ortaokul birinci sınıfa geçmeye hak kazandım.  4,5’tan 5 alarak.

Sonrasında yine ilkokulda olan gibi bir süreç başladı.  Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nde ortaokulu ve liseyi birincilikle bitirdim ve üniversitenin verdiği burs ile Cornell Üniversitesi’nde mühendislik okumak üzere burs alarak üniversite eğitimim için Amerika Birleşik Devletleri’ne gittim.

*

Geriye dönüp baktığımda anneme ve rahmetli babama büyük bir teşekkürüm var.   Bu olanlar sırasında ben olanları zaten gözlerken, kendime yol açmaya çalışırken, başarmaya çalışırken bana varsa bile tereddüt ve endişelerini hiç yansıtmadılar.  Sadece birkaç defa meraklı çocukların her zaman başarabildiği gibi fısıltı ile yaptıkları özel konuşmalarını dinlemeyi başardım ve doğrusu orada bile kendilerinin bile benimle ilgili endişelerini bu kadar kapalı ve bu kadar az dillendirmeleri ne kadar doğruymuş.  Yüzlerinden kaygılarını okuyabiliyordum ama ne mutlu ki kelimeleri ile bunu gerçek kılmadılar.  Yapamıyorsun demediler, neden yapamıyorsun demediler, kızmadılar, azarlamadılar, zorlamadılar.  

Yanımdaydılar ama sanki yani yürümeyi öğrenen bir çocuğa yapılan gibi hareket etmem için gereken mesafeyi hep bıraktılar.  Çünkü benim yapmam gerekiyordu.  Benim öğrenmem, nasıl öğrenebileceğimi keşfetmem, benim yolumu bulmam gerekiyordu.  Benim yapmam gerekiyordu. Okumayı öğrenecek olan bendim, İngilizce’yi öğrenmeyi becermesi, başarması gereken bendim.  Öğretenler öğretiyordu.  Öğrenmek, bunun yolunu bulmak benim görevimdi.

*

Geçmişin muhasebesini her zaman yapmak mümkün değil.  Bugün gelen bir fotoğraf ve iki eposta bana bu yılları tekrar hatırlattı.  

Sınıfın okuma yazma öğrenemeyen çocuğu olmaktan, çok hızlı okumayı başardığım için ne kadar açık ve hızlı okumanın mümkün olduğunu göstermek için öğretmenlerin bana farklı sınıflarda sesli okumalar yaptırdığı bir öğrenci olmuştum.  

İngilizceyi öğrenmeyi başaramayan bir küçük kız iken yıllar sonra Amerika’da Amerikalı öğrencilerden İngilizce derslerinde daha iyi notlar alan,  eğitimini almamış olsam da İngilizce’den Türkçe’ye, Türkçe’den İngilizce simültane tercüme yapabilen, İngilizce yazılar yazan, yayınlayan bir insan olmuştum.  Mühendislik okuyor olmama rağmen Amerika’daki hocalarımın İngilizce’ye çok farklı bir yeteneğimin olduğunu söylediklerine inanmayarak şahit olmuştum. Yazıp konuşuyordum işte. Bunun neresi özeldi. İngilizce'ye bir yeteneğim olduğu cümlesini üniversiteden sonraki yirmi küsur yılda o kadar çok duydum ki. İngilizce'yi öğrenemeyen ve bu nedenle neredeyse sınıfta kalacak olan kızın yeteneği.

O nedenle bana farklı nedenlerle herhangi bir konuda başarı ve başarısızlık üzerine sorular geldiğinde hayatımdaki bu iki deneyimi hatırlarım.  Okumayı becerememekten okul birincisi olmaya, ve esasında bu hiç de önemli değil, esas kitaplara aşık olmaya, binlerce kitap sahibi olmaya ve kitap okumaya doyamama, kitap yazma arzusuna dönüşen yoluma bakarım.  Ya birileri o ilkokul birinci sınıfta bu kız yapamıyor deseydi?  Beceremeyecek deselerdi? Bundan adam olmayacak deselerdi?  Ya da hazırlık sınıfında, bu kızda dil yeteneği yok deselerdi?  Diğer konularda iyi ama dil buna göre değil deselerdi?  Beni tanıyanlar bilir sadece İngilizce değil, yabancı dilleri konuşmak, öğrenmek, o dillerde okumak benim en büyük tutkularımdan biri. Bunlar olmasa, hayatımda İngilizce olmamış olsa kim olurdum bilmiyorum.


Okul ve öğrencilik yılları kadar kişisel gelişim yolunda da kendimizi keşfediyoruz.  Yol bazen kolay olacak. Bazen sabır isteyecek.  Beceremiyorum veya olmuyor diyerek dövünebiliriz, yakınabilir, sızlanabiliriz.  Bunu seçmek her zaman elimizde.

Ya da deneyebiliriz.  

Denemeye devam edebiliriz.

Yapmaya, elimizden geleni yapmaya devam edebiliriz.

Yaşam bana bugüne kadar defalarca farklı şekillerde gösterdi ki anahtar yapmakta ve yapmaya devam etmekte.  Yaparsak, istersek, denersek, oluyor.

Seçim bizim elimizde.

Hiç yorum yok: