Bugün ne yapmayı seçeceğim?
Bugüne kadar kaçırdığım fırsatlara mı yanacağım? Elimdekini alan, beni yaralayan, fırsatlarımı
çalanlara kızmaya devam mı edeceğim?
Daha iyisi olabilir diye yakınmaya devam mı edeceğim?
Bugün ne yapmayı seçeceğim?
Babam ben doğduğumda benim şu anda olduğum yaşlardaymış. Yeni bir canın mesuliyetini aldığı yaşlar
benim bu yaşamı boşa mı harcadım diye sorguladığım yaşlar.
Bu yaşamda yapmak istediklerimi gerçekleştirmeye vaktim yetmeyeceği
hissine kapılırım bazen. Bir korku alır beni. Bir panik hissi. Bir atak gibi gelir ve beni sarar. Bu hissin kaynağı benim düşüncelerim
olabilir. Bu hissin kaynağı benim önümü kapatan başka bir enerjinin bende
doğurduğu düşünceler, hisler olabilir.
Yaşamımdaki
her olumsuzluğun çıkış noktası benim zihnim olmayabilir.
Yine de her olumsuzluğu dağıtabilme gücü benim seçimlerimde.
Gerçekten üzerimize bazen öyle bir olumsuz enerji gelir ki
kafamızı kaldıramayız. Gün kapkara
görünür. Herşey ama her şey karanlık
görünür. Güneş karanlık, dostlar
karanlık, gün karanlık, gece zifiri. Böyle anlar var. Varlar.
Bazen bir şey, bir enerji her şeyi bize karanlık gösterir. Bazen o her neyse etrafımızdaki her şeyin enerjisini
emer. O his gerçektir. Olay gerçektir. Yani bana “Zeynep çık bu olumsuz
düşüncelerden,” derseniz, yapamam.
Yapamam. Yapacak enerjim yoktur.
Siz pırıl pırıl güneşi görünce bendeki güneş tutulmasını nasıl
anlayacaksınız? Güneş tutulmaları
vardır.
Güneş tutulmaları vardır ve güneş tutulmalarının özelliği - sonsuza
kadar sürmezler. Geçerler. Sadece zifiri
güneş tutulmalarında güneşin tekrar etrafı aydınlatacağını unuturuz bazen. Karanlıkta geçen günler güneşin doğacağını
bize unutturur. Hatırlamak zorlaşır. Güneş tutulmalarını değiştiremeyiz.
Güneşle, ayla, dünyayla savaşamayız.
İnsan olarak doğamız bu düzenin içinde var olmak. İşte ruhun güneş tutulmaları da savaşmak için
değildir. Sabretmek içindir. Beklemek içindir. Geçmesini beklemek için.
Doğduysak bir nedeni var. Nefes almaya devam ediyorsak göreceklerimiz
var. Yaşayacaklarımız ve yapmamız gerekenler var. Güneş tutulmalarına aldanmadan, kanmadan o izi
sürmeye devam etmek için doğduk. Bu
sözleri ezbere kabul etmek zor. Kim demiş
ki? Doğru olduğunu gören mi var? Hepsi bizi oyalamak için bir kandırmaca olabilir
mi? Ya aldanıyorsak, ya geçekten güneş
kaybolduysa. Aldanmış olabiliriz, değil
mi?
Değil. Hayat öyle
beklenmedik anlarda öyle kapılar açıyor ki, insan olduğu yerde dizlerinin
üzerine çökmek ve şükretmek istiyor. Bu
hissi hiç yaşadınız mı? Öyle bir şey
olur ki, ayakta duruyorsunuzdur ve bir anda sanki dizlerinizin bağı çözülür ama
daha ötesi sanki bir şey sizi yere çeker. Dizlerinizin üzerine çökmek hatta
secdeye varmak istersiniz. Kimi zaman da
yaparsınız. Nasıl olduğunu anlamadan. Şükredilecek anlar bir anda gelir. Güneş
tekrar bir anda doğar. Yaşama sevinci
bir anda sanki her damlası ile sizi yeniden yaratan bir şelale gibi tüm
varlığınızı doldurur. Aniden.
Ben bu dünyaya neden geldim? Neden doğdum? Artık inandığım gibi neden doğmayı
seçtim? Neden Zeynep, neden Türkiye,
neden İstanbul ve Ithaca ve Malatya ve Elazığ ve Fethiye? Neden Çelikhan, neden
Şövalye Adası?
Yaşamamız gereken yaşam kolay olmayabilir. Gerçek mutluluk kolaylıktan çok yapmamız
gerekeni yapmış olmanın verdiği muadili olmayan doyumdan geliyor. Sihrini iliklerimize kadar hissettiren.
Her nefes sonraki an için bir hazırlık, bir kutlama, bir
heyecan. Her nefes yaşam denen macera
için. Nefes olduğu sürece var olan.