İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

18 Kasım 2017 Cumartesi

29 Yıl Önce

Yaşamda unutamadığımız bazı anlar vardır. Sihirli anlar. Mesela 29 yıl sonra bile tüm renkleri ve bizde bıraktığı hislerle hatırladığımız anlar.

Ben 1988 yılında Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nden mezun oldum. Aynı yılın Ağustos ayında Amerika Birleşik Devletleri’ne, mühendislik okumak için Cornell Üniversitesi’ne gitmiştim.  
Okulun birinci ayı bitmek üzereyken yaşadığım bir gün, o günkü tatlı heyecan hep aklımda kaldı.  Ve bu 18 Kasım günü Amerika’daki o gün yine tüm canlılığı ile aklımda tekrar gezindi.  Mutluluk, hüzün ve teşekkürle.

Mezun olduğum okul, Cornell Üniversitesi New York Eyaletinde Ithaca isimli gerçekten doğası da harika olan bir kasabanın  yanında kurulmuş güzel bir üniversitedir.  Akademik başarısı kadar güzel kampüsü ile bilinen üniversiteye burslu olarak kabul edilmem o yıllarda beni Amerika’ya göndermeye belki o kadar da istekli olmayan ailemin bana izin vermesini sağlamıştı. 

Bu yeni macera için bir yandan çok hevesliydim. Diğer yandan ailemden, İstanbul’dan, Türkiye’den uzak olmak kendisini hissettiriyor ve dört yılın bu uzak memlekette nasıl geçeceğini kendime bile hissettirmemeye çalışarak dert ediyordum.  Sonrasında insanoğlunun o muazzam adaptasyon yeteneği ile üniversitedeki odamın, yabancı bir ülkenin bir gün ev gibi hissedebileceğini o günlerde henüz bilmiyordum.

O gün, derslerimin büyük bir bölümü bitince biraz dinlenmek için yatakhanedeki odama dönmek istemiştim.  Yatakhanemiz oldukça büyük bir binaydı. Cornell’deki birinci sınıf kız öğrencilerinin kaldığı, ikiyüzden fazla öğrenciyi barındıran, 1920’lerde yapılmış Gotik tarzda bir binaydı.  Balch Hall taş duvarları, bahçe ve avluları ile Cornell’deki en özgün yatakhane binalarından biriydi.  Benim odamın olduğu bölümün girişinde öğrencilerin kullanımı için bir oturma odası bölümü vardı. Orada da bir televizyon.

İşte o gün, o tarihi binanın merdivenlerinden çıkıp odama geçerken televizyonda bir görüntü gözüme takıldı.  Ekranda bir sporcu vardı.  Ve Türk bayrağı.  Televizyondaki spikerin İngilizce heyecanlı konuşmaları.  

Ekranda Naim Süleymanoğlu’nun görüntüleri vardı. Ben omzumda o günlerde kullandığım mor renkli sırt çantam, orada kalakalmış, görüntüleri ayakta seyrediyordum. 

20 Eylül 1988 günü Naim Süleymanoğlu Seul Olimpiyatlarında silkmede 190 kg’ı, toplamda 342,5 kg kaldırarak Dünya Rekorunu kırıyor ve şampiyon oluyordu. Bu küçük dev adam, dünya ve olimpiyat rekorlarını kırıyor, Türkiye’ye olimpiyatlarda güreş dışında ilk altın madalyasını kazandırıyor, kendi kilosundan üç kat fazla kiloyu kaldırarak bunu yapabilen ilk halterci olarak tarihe geçiyordu.

Sonrasında Naim Süleymanoğu 1988 yılının Ekim ayında Time dergisine de kapak olacak ve benim Amerika’daki ilk günlerinde bir Türk olarak ülkemle gurur duymamı sağlayacaktı.

Naim Süleymanoğlu’nun Türkiye’ye dönüş hikayesini o günü yaşamış olan tüm Türkler gibi ben de tabii ki biliyordum.  Ama uzak bir memlekette, yeni bir yaşama adapte olmaya çalıştığım o günlerde, Cep Herkülü Naim Süleymanoğlu’nun bu özel olimpiyat hikayesi bana azim, dayanma gücü, başarı, inanç ve belki de en çok, imkansız denileni başarmak adına çok farklı şeyler söylüyordu.

Yaşamımızdan insanlar geçiyor. Tanıdığımız ve tanımadığımız. Ve o insanlardan bazıları, yaşamları ile yaşamlarımızı değiştiriyor.   İşte Naim Süleymanoğlu da, insanın yapabileceklerine dair hayal gücümüzün sınırlarını belki de farkında olmadan değiştiriyordu.

*


1992 yılında Dünyanın En İyi Sporcusu da seçilen Naim Süleymanoğlu’nu 18 Kasım 2017 tarihinde kaybettik. Allah rahmet eylesin.  Yaşamında bizlere verdiği ilhamla hep huzurda, ışıklarda olsun.

Hiç yorum yok: