İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

1 Ocak 2017 Pazar

Çember

Bir süredir yazı yazmıyordum.  Birkaç aydır yoğun bir çalışma dönemim var.  Bununla birlikte, itiraf etmek zorundayım belki de beni yazı yazmaktan asıl uzak tutan şey özellikle son iki aydır Türkiye’de ardı ardına, artan bir sıklık ile yaşanan olaylardı.

İçimde büyüyen acı, kızgınlık, isyan, çaresizlik hislerini nefrete dönüştürmeden sabırda kalmaya çalışmaya çalıştım.  Son ayların duygu dünyamdaki özeti bu.

Gündelik yaşama gelince, elimden geleni yapmaya odaklandım.  Yapabileceklerimi yapmaya.  Dernek çalışmalarım ile ilgilendim. İstanbul’daki ofisimin kentsel dönüşüm nedeni ile yıkılacağı haberi gelince onu toparlamak ve taşımak için kendimi Fethiye’den tekrar İstanbul’un göbeğinde Beşiktaş’ta, Balmumcu’da buldum.

Bu süreçte, ne kadar yorulmuş olsam da kendimi işle meşgul etmek de iyi geldi doğrusu.  Yorgunluk, yapılacakları planlamak, ofisi toplarken arşivimizde karşıma çıkan evraklar, fotoğraflar, anılar, geçmişin benim için değerli insanlarını, anlarını bana hatırlattı.  Sevmiş olmanın, sevilmiş olanın, insanın yaşamına değer katan insanlar ile aynı zamanı paylaşmış olmanın verdiği bir kuvvet ile sarıldım sanki.  O yalnız olmadığımızı, bize değer verildiğini hissettiren duygu ile farklı bir umudu hatırladım.

*

Yeni yıldan önceki iki akşam iki ayrı dost meclisinde bulundum.  Birincisi yeni yılda Londra’ya taşınacak olan kuzenlerimin arkadaşları ile buluştukları veda yemeği, ikincisi ise kimisi ortaokul yıllarından can dostum olan, kimilerini 1990’lı yıllardan beri tanıdığım çok sevdiğim arkadaşlarım ile bir araya geldiğimiz bir yeniyıl yemeğiydi.

Her iki akşam kalbime, aklıma, ruhuma iyi geldi. Kuzenlerim sayesinde yeni tanıştığım insanlar kadar beni onbir yaşından beri, çocukluğumdan beri tanıyan arkadaşlarım ile olmak yaşamda bize en büyük kuvveti veren şeyin, yüreği açık, dostluğu seven, saygılı, hoşgörülü, açık fikirli, yaşamı kendini geliştirmek için, hayata katkı koymak için yaşayan insanlar ile birlikte olmak olduğunu tekrar hatırlattı.

İstanbul’daki bu iki akşamda, özellikle kendi çok yakın arkadaşlarım ile buluştuğum akşamda, şunları söylerken buldum kendimi. Ben artık İstanbullu olmaktan çok Fethiyeliydim.  Bir zamanlar İstanbul’daki sosyal yaşamın, kültürel yaşamın bir anlamda tam ortasındayken, şimdilerde gündemden kopmamış olmakla birlikte o aktif çemberin dışında olduğumu hissediyordum.  Fethiyeli olmayı seçerek dışında kalmayı seçmiştim.  Mesela, İstanbul’da yeni açılan mekanları açıldığı o ilk günlerde görüp keşfeden ben İstanbul’un en popüler on mekanı gibi şu meşhur onlu listelerdeki adreslerden çoğunu bilmiyordum.  Arada gittiğim bir tanesi çıkarsa ben bile şaşırıyordum.  30 Aralık akşamı arkadaşlarım Nazım Hikmet Oratoryosun'nun ne kadar güzel olduğundan bahsetmişlerdi.  “Evet, gazetelerde okudum, ben şimdilerde haberleri böyle takip ediyorum,” demiştim tebessüm ederek.

Onlara Fethiye’deki, ve daha sık olarak gitmeye başladığım İzmir’deki, yaşamın beni ne kadar mutlu ettiğinden bahsederken buldum kendimi.  Tabii ki bunları ilk defa duymuyorlardı ama ben belki de ilk defa kendimi bu kadar çok Fethiyeli, kasabalı hissediyordum.  İstanbul’da hala bir ofisim, bir atölyemiz ve aile evimiz olmasına rağmen İstanbullu hissetmeyi bırakıyordum ben galiba. Ben kasabalı olmayı sevmiştim.
Şimdi Fethiye’ye kasaba diyerek gerçekten çok ama çok sevdiğim ve beğendiğim Fethiye’yi hafife aldığım anlaşılmasın.  Fethiye denilen o güzel ilçe Türkiye’deki birçok ilden daha çok imkanlara sahip. Bunun farkındayım ve bu da beni cezp ediyor ama ruh olarak Fethiye bir ilçe, bir kasaba ve güzelliğinin büyük kısmı da buradan geliyor.  Benim demek istediğim, sadece, İstanbul’un göbeğindeki bir yaşamdan gerçekten bambaşka bir hayat tarzına geçmek bizim çevremizdeki çok alışılmamış bir tercihti.  Benim yoğun bir istekle yaptığım bir tercih.  Ve ben Fethiye’de yaşayan bir İstanbullu olmaktan çok Fethiyeli olmaya mutlulukla başlamıştım.

Ve bu tercih benim her gün “İyi ki de yapmışım,” dediğim bir tercih.  Sadece farklı bir yaşamı tercih ettiğimin de bilincindeyim.  Daha sakin, gündemden daha uzak, yerine göre hareketten, güncelden, moda olandan da uzak.  Hayattan haberdar olmaktan uzak değil belki ama hareketin ortasında olmaktan uzak.  Arkadaşlığın, insani temasın, doğallığın daha yoğun yaşandığı, biraz kenarda kalmışlık hissini taşıyan ama doğanın içinde olmanın ve kendine zaman ayırabilmenin verdiği güzellikle renklenen ve yüreği doyuran bir uzaklıkta olmak.

*

Sen iki gün gündemden, güncelden uzak olmaktan bahset dur, Türkiye’nin acı gündemi yeni yılda beni İstanbul’da buldu.  Haberlerde gördüğümüz olayların bir anlamda şahidi olmak ne demek hatırlattı.
Bu yıl yeni yıla İstanbul’da annemin yanında, ailemiz ile girmeye karar vermiştim.  İşlerim nedeni ile zaten İstanbul’daydım, burada kalmak doğru geldi.  Annem rahatsızlıkları nedeni ile sokağa rahat çıkamadığı için evde olmayı tercih ettik.  

Doğrusu Arnavutköy’de yeni yıl günü ve akşamı muazzam bir sakinlik vardı.  Genelde böyle zamanlarda çok işlek olan sahil yolundan neredeyse sayılı araba geçiyordu.  Son on gündür bir canlı bomba tehdidi olduğu söylentisi ile polis özellikle akşamları kimi yolları kapatıyordu.  Hep cıvıl cıvıl görmeye alıştığımız Arnavutköy’deki lokantalar bomboştu. Esasında İstanbul’da hareketli görmeye alıştığımız tüm mekanlar, sokaklar, bölgeler genelde boştu.  Belediyelerin ağaçları ve sokakları ışıklarla donatarak getirmeye çalıştıkları yeniyıl neşesinin herkese uzak olduğunu pek aşikardı. Yeni yıl günü de İstanbul bence tam da bu ürkek ruh halindeydi.

Gece yarısı yeni yıla girdikten göre ailecek kucaklaşmalar, kutlama telefon görüşmelerimizi yaptıktan sonra yavaş yavaş günü bitirmeye hazırlanırken, beni ilk uyandıran şey, “Arabayı sağa çek, sağa çek,” sesi ile adeta sahil yolunu inleten anons oldu.  Bir panzer hızla ilerlemeye çalışıyor ve neredeyse bomboş olduğu için yolda sakince ilerleyen arabadan acil yol istiyordu. Bunu kısa süre sonra siren sesleri ile hızla geçen polis arabaları izledi.  Sonra siren sesleri devam etti. Sahil yönünde her iki yönde hızla ilerleyen ambülansların siren sesleri.  Arnavutköy’den Ortaköy yönüne gidenler. Arnavuköy’den Bebek yönüne devam edenler. 

Aşikardı.  Bir şeyler oluyordu.

Televizyonu kapatmıştık. Açmadık. Ben de açmadım. 

Alınacak acı haber kotamızı dolduralı çok olmuştu.  Devam eden ambulans sesleri ile uykuya daldım.

*

1992 yılında Türkiye’de işe başladığım yıllarda terör olayları ülkemizin en önemli gündem maddelerinden biriydi.   Özellikle o yıllarda Adıyaman’da bir baraj inşaatı yapmakta olduğumuz için, şantiyelerimizdeki çalışanlarımızın, şantiyelerimizin güvenliği açısından her saniye tetikte olmak, gece gelebilecek her telefona hazırlıklı olmaya çalışmak bana yabancı bir his değildi.  Şantiyemizdeki patlayıcı madde deposu ile artan güvenlik riski, şantiyedeki köy korucularının varlığı, bekçilerimizin, ki o zamanlar özel güvenlik tabiri çok kullanılmıyordu, görüntüsü aklımda hep canlı.

Son yıllar daha da karmaşık bir Türkiye ve Dünya’da yine acılı rüzgarlar estiriyor.

Bugün, 1 Ocak 2017 sabahında, İstanbul’da, Arnavutköy’de, evimizin salonunda oturmuş, incelemeler nedeni ile trafiğe kapatıldığı için araç geçmeyen sahil yoluna bakarak düşünüyorum.  Hiç adetim olmadığı üzere televizyon açık.  Ana haber kanallarında yeni yılın Ortaköy’deki o acı ilk saatlerine dair aynı kısa görüntüler aynı kısa haberler ile dönüp duruyor.

Yaşam çemberinin merkezinde, kenarında, dışında neredeyim bilmiyorum. Çok da önemli bulmuyorum. Hepimiz merkezi kendimiz olan bir yaşam çemberinde yaşıyoruz.  Genişleyen halkalar ile Dünya’ya ve birbirimize bağlanıyoruz.


Etrafımda ne olursa olsun, kararlıyım, iyiliğe, dostluğa, kardeşliğe, sevgiye, hoşgörüye ve barışa olan inancımı sağlam tutacağım.  Bununla birlikte, Türkiye’nin ve Dünya’nın gündemini ve ülkemizin mücadelesini çok daha objektif, çok daha detaylı ve çok daha aktif olarak takip etmek ve anlamak her zamankinden daha önemli geliyor.  Karamsarlık ve çaresizlik girdabına kapılmadan.  Çözümün, yaşatılmak istenilen bu hislerden ötede, birlik olmaktan, bilgiden gelen sağlam cesaretten ve aydınlık günlere inançla birlikte çalışmaktan geçtiğini bilerek.

Hiç yorum yok: