İstanbul’daki resim atölyemi 2004 yılının 17 Aralık günü
açmıştım.
Babamın vefatından tam 3 ay sonra.
Esasında onun yokluğunda kendim için bir şeyler yapmayı
seçiyor olmaktan biraz suçluluk duyduğumu itiraf etmeliyim. Bununla birlikte,
babam Sinan Kocasinan’ı tanıyor onlarından çok iyi bildiği gibi insanın hep
kendini aşması gerektiğine inanan bu adamın hayatı, çevresindeki insanları
belki onların fark edemediği ama bir şekilde kendisinin görmeyi başardığı en
üst potansiyellerine ulaştırmaya çalışmakla geçmişti. Mühendis olarak. İşveren
olarak. Ağabey olarak. Dost olarak. Baba olarak. Vazgeçmeyen bir azimle. Değişik bir
mütevazılık, heyecan, inanç ve sabırla.
Ve kimi zaman sırf bu nedenle belki yanlış anlaşılmayı ve
bir süre için de olsa sevilmemeyi göze alarak. Çünkü sonunda, çoğu insan onun
ne demek istediğini, kendileri için ne yapmak istediğini anlarlardı. Dediklerinin kendi iyiliği için değil,
onların iyiliği için, doğru olan olduğu için olduğunu anlamak, kabul etmek
kolay olmazdı. Tıpkı vefatından sonra
taziyeye gelen üst kademedeki yönetici ve bürokratların bana sanki bir itiraf
gibi ısrarla “Sinan Ağabey haklıymış,” demeleri gibi.
Babam aferin bekleyen bir adam değildi. Belli ki
çocukluğunda da, gençliğinde de kuvvetli gözlem yeteneği ile takip ettiği
yaşamın doğrularını keşfetmek ve o yolda ilerlemek gibi bir amacı
sahiplenmişti. Ben doğmadan çok önce
öldükleri için rahmetli babaannemin ve dedemin bundaki etkileri ne kadardı
bilmiyorum. Ama 1927 doğumlu olan babam da, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında
doğan o neslin çocuklarında olduğu gibi, Kurtuluş Savaşı’nı kazanmayı başarmış
bir neslin azminin hayat bulduğunu söylemek mümkün olabilirdi. Ondaki o muazzam vazgeçmeme azminin beni
etkileyen yönü bu azmi kendi çıkarına olan şeyler için değil, doğru olduğuna
inandığı şeyler için kullanmasıydı.
Babam doğruları savunmak konusunda hiçbir zaman korkmadı.
Cesur kalmayı ve mücadeleye etmeyi başardı.
Yaşam zaman zaman onu bu nedenle çok yıprattı. Maddi, manevi, zorladı. Ama vazgeçirmeyi başaramadı. Sorgulamayı belki son nefesine kadar
bırakmayan bu ufak tefek sarışın mavi gözlü adam, yaşamındaki tüm kayıp, yenilgi
ve yaralara rağmen gerçekten asil bir şekilde savaştı.
*
Babamdan en çok ne öğrendim diye düşünüyorum. Onu en çok hangi özellikleri ile tarif
edebilirim?
Çalışkanlık, sabır ve sebat.
Babamın vazgeçtiğini görmedim. Vazgeçtiğini hiç görmedim. Sadece vefatından birkaç gün önce, “Babacığım
siz bu rahatsızlıkları aşabilirsiniz,” dediğimde, o meşhur yarım tebessümü ile
bana mavi gözleriyle bakıp güldüğünde vücudumdan bir ürpermenin geçtiğini
hatırlıyorum. Bu defa, bu defa artık
vazgeçiyordu galiba.
*
Babam bir Cuma günü vefat etti ve bir 17 Eylül günü toprağa
verdik. Çalışma temposu nedeni ile Pazartesi günü ofise gittiğimde yaşama adapte
olmakta zorlanıyordum. Ve nasıl oldu ise
resim yapmaya başladım. Ofisimizde on
iki yıllık iş hayatımda neredeyse hiç yapmadığım gibi müzik açtım. Ruh halime
uyan bir şarkı seçtim ve o şarkıyı tekrara ayarlayarak çalarken resim
yaptım. 7 resim. 1 metreye 1,20 metre 7
tuvale. Beyaz ve mavinin tonları ile. Ve
çok çok az pembe, kırmızı kullanarak.
Yedinci resim bittiğinde ben de artık içimdekilerin o an için
tükendiğini hissediyordum.
Bu kaç saat sürdü ve o şarkı kaç defa çaldı gerçekten hiç
bilmiyorum.
Yıllardır resim yapıyordum ama o gün benim resimle buluşmamda bir devrim yarattı. O günden sonra yaşamımda daha önce yapmadığım
gibi, bir hamlede çok uzun süre resim yapabildiğim zamanlar açılacaktı. Yaptığım resimlerin ebatları büyüyecekti.
Babamın ölümü ile yaşamımda resimle ilgili sanki değişik bir
kapı açılmıştı.
*
O ofisimde resimle geçen Pazartesi gününden, o 19 Eylül 2004
gününden sonra neredeyse her gün resim yapmaya başladım. Gece, gündüz, işten bulabildiğim
her fırsatta.
Ve işte bu nereden geldiği belli olmayan yoğun akım bir anda
kendi resim atölyemi açma kararını verdirdi. 17 Aralık 2004 tarihi de yaşamımdaki milatlardan
biri oldu.
Evime kendi yaptığım resimleri asmaya kendi resim atölyemi
açtıktan sonra başladım. Çok sayıda
sergi açtım. Yazı yazmanın benim için
çok değerli olduğunu çocukluğumdan beri biliyordum ama resim yapmaya olan
tutkumun yoğunluğunu babamı toprağa verdikten iki gün sonra keşfettim.
*
Bugün 7 Ağustos.
Babam Sinan Kocasinan’ın doğum günü.
Ve ben mutluyum.
Doğumuyla, ölümüyle, bana verdiği nefesle bende yaşamaya
devam ediyor babam.
Bugün, belki bir babadan daha çok, her gün kıymetini daha
çok keşfettiğim hep özlenecek bir hoca olarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder