Nedeni
Neyin mi? Her gün yaşanan birbirine benzer hikayelerin.
Dün bir Derneğin düzenlendiği, Konya’dan davet ettikleri bir
tıp profesörünün tasavvuf üzerine konuşmasını dinlemeye gittim.
Cumartesi sabahı saat 10:00’da başlayacağını öğrendiğim
konuşmaya gidip gitmemeye Cumartesi sabahı 9 gibi uyanabildiğimde karar verdim.
Cuma günü konuşmayı yapacak olan Profesör ile tesadüfen bir
ziyaret sırasında tanışmış ve bir iki saat dinlemiştim. Yeni işi için kutlamak üzere ziyaret ettiğim
arkadaşımın okulunun sahibinin, aynı zamanda kişisel gelişim ile ilgili bir
dernek başkanı olan dostumuzun konuğu olan konuşması ile arkadaşımızın ofisinde
çay kahve içerken sohbet başlamış, beraber geldiğim dostları geri götürmek için
birkaç defa müsaade istemekle birlikte kalkamamıştım.
Esasında her zaman yapabiliriz ama ayıp olmasın, kimse alınmasın
derken kendi yaşamımız aksatıyoruz. Üç saate
yakın zaman sonra arkadaşımızın ofisinden ayrıldığımızda cep telefonumdaki on, onbeş cevapsız arama nezaketen telefonumu sessize almış olmamın da hata
olduğunu hatırlatıyordu. Hocanın bir iki
saat konuşmasını dinlemiş ve geri dönüş yolunda bu konuşmacının ertesi sabah
yapacağını öğrendiğimiz konuşmasının bu sohbetine ne kadar benzeyip
benzemeyeceğini eşinin iş yerine bıraktığım arkadaşımla yolda konuşmuştuk. “Yarın gelecek misin?” diye sorduğunda, “Şu
anda bilmiyorum,” demiştim.
Sohbet sırasında kendimi o kadar bitkin ve yorgun
hissetmiştim ki enerji olarak beni yükseltmeyen ortamlarda bulunmama tercihimi
uygulamanın doğru olduğunu hissediyordum.
Organizasyonu yapan derneğin başkanı olan dostumuza ve eşine ayıp olup
olmayacağı fikrini ise aklımdan tam olarak atamıyordum. Bana doğru gelen veya gelmeyenleri yaparak yaşamak
benim için eskisinden çok daha kolay. Bununla birlikte birilerinin bizi yanlış
anlamasından, örneğin düzenledikleri bir toplantıya katılmamış olmam için
üzülebilecekleri, düşünülmemiş hissetmeleri ihtimali bazen yargılarıma engel
olmaya devam ediyordu. Kafamın içindeki ses işlerimin arasında “Üzülürse,
alınırsa, darılırsa, değer vermediğimi düşünürse,” deyip duruyordu. Ah be Zeynep, sen insanlara yapman gerekeni
yapmak yaşamındaki herkes için en doğrusu deyip durmuyor musun? Eve, diyorum. İnanarak diyorum ve ben öyle yapıyorum.
Çoğunlukla.
Bazen de, yapamıyorum.
Cumartesi sabahı kendime göre oldukça geç uyandım ve akşam
artık açık tutma gücünü bulamadığım cep telefonumu açtım. Danışanlarım, öğrencilerim bilirler, onlara
beni istediğiniz zaman arayabilirsiniz, derim. Telefonum açıksa, duyarsam, müsaitsem açarım. Siz müsait mi diye düşünmeyin, telefonum
açıksa müsaitim, derim. Biraz yorucu bir seçimdir bu ve açıkçası gün boyunca
yaptığım uzunlu ve kısalı çok telefon konuşmasından sonra telefonumu seçerek
kapattığım da olur. Ama genelde
telefonum danışan ve öğrencilerimin bildiği gibi çalışmalarım boyunca
kapalıdır. Telefonda, sms ile veya
eposta ile derde deva olmak, öğrencilerin, müşterilerin sorularını yanıtlamak genelde
başka şehirlerde, başka ülkelerdeki kişilerin konularına bakmayı içerdiği için
esasında yanımda olan biriyle çalışmaktan daha zordur. Yine de her öğrencinin danışmaya ihtiyacı
olur. Benim Reiki ve diğer metotları öğrendiğim
zamanlarda olduğu gibi.
Dönelim Cumartesi sabahına.
O sabah bu konuşmaya gitmek istemiyordum. Yapacak bir çok işim vardı.
Kafamın içinde kendini hatırlatan ses konuşmasını tekrar ediyordu. “Bak, şimdi tesadüfen de olsa bu konuşmacının
getirtildiğini öğrendin, tanıştın da.
Tamam bir iki saat de dinledin ve alacakların varsa bunları da
aldın. Yine de bak Zeynep gitmezsen
alınabilirler şimdi. Zeynep bize değer
vermiyor, demesinler. Sen yine git. Duruma göre kalkarsın.n Tamam arkadaşların
kişisel gelişim konusu ile ilgileniyorlar ama olmamız gerekte yerde olmamız
gerekiyor sözü onlar için aynı anlama gelmeyebilir. Sen git yine. Ayıp olmasın. Yine yorgunluk
gelirse kalkarsın.” Vesaire vesaire vesaire.
Gitmemem gerektiği bildiğim, neden gitmemem gerektiğini
giderken tam bilmediğim konuşmaya gittim. Konuşmanın planlı saati olan saat 10:00’da
konuşmanın yapılacağı otele varmıştım. Dernek başkanı dostumuza ve bir gün önce
tanıştığım konuşmacıya günaydın dedim ve salonda yerime geçtim. Yerime geçtikten sonra o dermekten tanıdığım
birkaç kişi yanıma geldi, hoş geldiniz dediler.
Tanıdık yüzler daha azdı.
Kısa bir süre sonra kişisel
gelişim ile ilgili bu dernekte ikinci sorumlu kişi gibi olan ve birkaç yıldır
görmediğim bir hanımın salona geldiğini gördüm, kalktım, yanına yaklaşarak “Merhabalar,”
diye selam verdi. Beni şöyle bir süzdü, yüzüme baktı ve “Siz buralara gelir miydiniz?” dedi.
Başım çok hafif döndü. Göğsümün
ortasında bir şey sökülmüştü.
Uyandım. Kendime “Kadının enerji
ihtiyacı çok, uyan Zeynep,” dediğimi fark etim.
“Neden böyle söylediniz?” diye sorduğumu fark ettim.
Söylediği bana kırıcı gelen birkaç cümleden sonra, çalışmalarımıza
katılın gibi bir şeyler söyleyince, “Ben
de sizi özledim,” dedim, sarıldım ve yerime geçtim. Benzer konulara ilgi duyan ve yıllar
öncesinde de olsa beraber çalışmalar yapmış kişiler olarak bir hukukumuz vardı. Zorla başlayan benden ona enerji akışını
durdurmam lazımdı. Yerime geçtim. Hızla
kendimi ve mekanı doldurmaya başladım.
Kendi eğitimlerimde, toplantılarımda toplantı mekanlarına
enerji gönderirim, arındırırım, varsa başka konuşmacılara, dinleyicilere,
katılımcılara, destek veren personele enerji veririm. İsterlerse ve ihtiyaçları
varsa kullanmaları niyeti ile. Ortamın
herkes için güvenli olması, kimsenin birbirine olumsuz bir etkisinin olmaması
benim öğrendiğim usule göre enerji çalışmalarında hocanın, organize edenin
görevidir.
İnsanların enerji alanları birleşik kaplar gibidir. İnsanlar
bir araya geldiklerinde enerjisi çok olanların enerjisi doğal olarak daha az
olanlara akar. Bu doğal olarak olur.
Ancak bir de söz manipülasyonu ile bu doğal akışla olan dolma için sabrı
olmayanlar vardır ki onlar bir şekilde genelde sözle enerji kalkanlarımızı
düşürür ve enerjimizi çok daha hızlı olarak almaya başlarlar. Bir de, birleşik
kaplar yaklaşımında biz eşleştiğimizde yani enerji seviyemiz aynı olduğunda
enerji boşalması durur. Oysa enerjimizi emenler bazen bizi tüketene yani bir
damla bırakmaya kadar bunu yaparlar.
İşte bu tehlikelidir. Kimi
ilişkiler bu nedenle insanı tüketir, hasta eder, adeta bitirir. Çünkü yaşam
enerjimizi tamamen bitirir.
Bir iki yıldır görmediğim, karşılaşmadığım bu insanın
duyurduğunu öğrendiğim, davet edilmediğim, tesadüfen öğrendiğim bu
organizasyonlarına ben seçerek gelmiş olmasam ben bile yıllarca bu hanımın davetlerini
reddettiğimi falan zannedecektim. “Siz
buralara gelir miydiniz?” Ne kadar
harika bir karşılama cümlesi. Merhaba, değil. Nasılsınız, değil. Hoş geldiniz,
değil. İyi ki geldiniz veya sizi tekrar görmek güzel, hiç değil.
Kısa bir süre sona başka bir dernekten başka bir tanıdık
daha salona girdi. Yaşça benden büyük bu
ablamıza merhaba demek için yerimden kalktım.
Merhaba dedikten sonra ağzımdan “Sizi özlemişim,” sözlerinin çıktığını
çıktıktan sonra fark ettim. Bu hanım merhaba’ma merhaba ile cevap vermişti ama
ikinci cümlesi “Özleyen insan arar,” oldu. Yüz ifadesi, ses tonu, cümlenin enerjisi
ikinci bir tokat niteliğindeydi. “Sen
nasılsın,” dememişti, “iyi misin,” dememişti.
Merhaba deyip geçsene Zeynep. Yaşam
tekrar hatırlatmıştı. Bu esasında zarif, ince düşünceli ve yıllardır bireysel
gelişim ve enerji ile ilgilenen hanımın yıllar içinde benzer şekillerde nasıl
enerjimi aldığını gözümün önünden geçen film şeridi gibi hatırladım. O bu yolla, başkalarından beslenmeye devam
ediyordu.
Enerjimizi bir anda eksiltme gücüne sahip o süper masum,
atanın bazen bildiği bazen enerjiyi emmek için otomatik olarak farkına varmadan
attığı enerji kancaları beklemediğimiz anlarda gelir. Zaten bunun olacağını düşündüğümüzde
kalkanlarımız çok daha çabuk devreye girer.
Aklımıza önceden gelmediyse
yaşarken fark etmeye başlarız. Eh zaten
gitmek istemiyordun oraya, enerjik olacağı aklına gelmedi mi? Bazen gelmiyor. Hoca moca insan insandır.
İnsan yaşayarak öğreniyor, hatırlıyor, biliyor.
Yaşam bazen “Okuduğun kitapları boş ver, alfabenin önemini hatırla,”
diyor. Yaşam alfabenin temeli üzerine
yazılıyor.
İster hoca olun, ister üstatların üstadı, beklemediğiniz bir
anda ve kalkanlarınızı indirdiğiniz anlarda insanların basit bir cümle ile
attıkları enerjik oklar, kılıçlar sizi yaralar, enerji alanınızı deler, ve
boşalırsınız. Enerji tekniklerini biliyorsak bunu anında fark eder ve kendimizi
tekrar yenilemeye ve doldurmaya başlarız.
Soru şudur: Kendimi
doldurabiliyorum, enerji alanımız onarabiliyorum, tekrar doldurabiliyorum. Peki, bunu yapabilmem bana bilerek veya
bilmeyerek zarar verenlerle olmamı gerektiriyor mu?
Soru şu: Olmamam
gerektiğini hissettiğim yerlerde olmamayı seçmek için bu hissin doğruluğunu kaç
yüz kere yaşamam gerekiyor?
Allah’ın hakkı üçtür, derler. Tasarruf ve bireysel
ulanışımız ile ilgili konuşma başlamadan önce salona tanıdığım iki dost daha
girdi. Toplantı başlamak üzereydi. Yine yerimden kalktım merhaba demek için.
Dostlara hürmet. “Merhaba, hoş geldiniz,”
dedim. “Ah, Zeynep Hanım burada mısın, Kendin
geliyorsun, bize haber vermiyorsun”, dedi o iki tanıdıktan biri. Yüzüne gülümsedim ve sadece gerçeği
söyleyebildim, “Az önce karar verdim gelmeye.”
Bu salona son gelen dostlar ile zaman zaman kişisel gelişim üzerine
sohbetlerde bir araya gelirdik. Hatta bir gün önce de Facebook’taki kapalı bir
grubumuzda kendisine, bu ay çok hızlı değişen iş durumum nedeni ile program yapmakta, net
program günleri belirlemekte zorlandığımı ve Kasım ayında tekrar buluşmaya
geçmemizi rica etmiştim. Programım çok değişken, mahcup olmak istemiyorum, Kasım’dan sonra net olabilirim,
demiştim.
“Kendin geliyorsun, bize haber vermiyorsun.” Üç.
Yerime oturduğumda haber vermiyorsun diyen kişi ile sohbet
için başka dostların katılımı ile bir iki ayda bir buluştuğumuzu ama doğrusu
STK çalışmaları dışında böyle bir çalışmaya, konuşmaya, buluşmaya hiç ama hiç
beraber gitmediğimizi fark ettim. Daha
önce ne ben onu, ne de o beni bu tarz
bir konuşmaya çağırmamıştı. Gelip gelmemek
konusunda kendim karar vermediğim bir yere başkasını davet etmediğim için hiç de rahatsız hissetmediğimi
fark ettim.
Niyetimiz önemlidir.
İyilik düşünüyorsak, niyetimiz iyiyse ve başkasına zarar vermiyorsak,
doğru olan takılmadan devam etmektir. Karşımızda üç yaşında, beş yaşında bir
çocuk varsa kızabilir miyiz? Ama o çocuk
elinde bir taş yüzüme doğru atıyorsa buna da müsaade etmemek lazım. Çünkü bir
gün o taşı attığı kişi onun canını yakabilir veya verdiği zarar için pişman
olabilir. Çocuk olduğunu fark etmek kızmama mani olsa da taşı atmasına engel
olmaya, veya belki daha doğrusu taştan kendimi korumama engel değildir.
O sabah o salona neden gittiğimin ve neden gitmek
istemediğimin nedeni aynıydı.
Enerjiyi okumak, almak, vermek, insanların niyetlerini
görmek, bilmek, fark etmek esasında çok kolay şeylerdir. Yapmamız gerekenleri bilmek de kolaydır,
yapmak biraz daha zor olsa da. Ki o da kolaydır.
İnsanların enerjilerinin çok düşük seviyede olması sizin
enerjinizi zorla almak için kuvvetleri olmadığı anlamına gelmez.
Zor olan, benim için zor olan insanların Yaradan’dan, Kaynak’tan,
yüreklerinde hep kaynağı var olan sevgiden beslenmek yerine, başkalarından,
başka insanlardan, arkadaşlarından, eşlerinden, çocuklarından, insanların
enerjilerinden beslenmeyi seçmeleridir.
Bu kadar sınırsız bir dünyada bu kadar sınırlı şekilde beslenmek,
başkalarını tüketerek yaşamak. Acı olmalı.
Kişisel gelişim ve bireysel uyanış üzerine bir konuşmadan önceki 10-15
dakikada enerjimi kaptırmaktan çok, enerjimi alanların açlıkları yüreğimi
acıttı. İnsanlar kendilerini doldurmayı
bilmiyorlar. Benzini olmayan bir araç
gibi ilerlemeye çalışıyorlar.
Konuşmacının bir gün önce zaten dinlediğim çok benzer
formatta devam eden iki küsur saatlik konuşması sırasında başta aniden ve
yüreğimden sökülerek verdiğim enerjiyi severek ve isteyerek vermeye devam
ettim.
Herşeyin bir nedeni olduğunu bilerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder