İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com

19 Ekim 2014 Pazar

Nedeni

Nedeni
Neyin mi? Her gün yaşanan birbirine benzer hikayelerin.

Dün bir Derneğin düzenlendiği, Konya’dan davet ettikleri bir tıp profesörünün tasavvuf üzerine konuşmasını dinlemeye gittim. 

Cumartesi sabahı saat 10:00’da başlayacağını öğrendiğim konuşmaya gidip gitmemeye Cumartesi sabahı 9 gibi uyanabildiğimde karar verdim.
Cuma günü konuşmayı yapacak olan Profesör ile tesadüfen bir ziyaret sırasında tanışmış ve bir iki saat dinlemiştim.  Yeni işi için kutlamak üzere ziyaret ettiğim arkadaşımın okulunun sahibinin, aynı zamanda kişisel gelişim ile ilgili bir dernek başkanı olan dostumuzun konuğu olan konuşması ile arkadaşımızın ofisinde çay kahve içerken sohbet başlamış, beraber geldiğim dostları geri götürmek için birkaç defa müsaade istemekle birlikte kalkamamıştım. 

Esasında her zaman yapabiliriz ama ayıp olmasın, kimse alınmasın derken kendi yaşamımız aksatıyoruz.  Üç saate yakın zaman sonra arkadaşımızın ofisinden ayrıldığımızda cep telefonumdaki on, onbeş cevapsız arama nezaketen telefonumu sessize almış olmamın da hata olduğunu hatırlatıyordu.  Hocanın bir iki saat konuşmasını dinlemiş ve geri dönüş yolunda bu konuşmacının ertesi sabah yapacağını öğrendiğimiz konuşmasının bu sohbetine ne kadar benzeyip benzemeyeceğini eşinin iş yerine bıraktığım arkadaşımla  yolda konuşmuştuk.  “Yarın gelecek misin?” diye sorduğunda, “Şu anda bilmiyorum,” demiştim.

Sohbet sırasında kendimi o kadar bitkin ve yorgun hissetmiştim ki enerji olarak beni yükseltmeyen ortamlarda bulunmama tercihimi uygulamanın doğru olduğunu hissediyordum.  Organizasyonu yapan derneğin başkanı olan dostumuza ve eşine ayıp olup olmayacağı fikrini ise aklımdan tam olarak atamıyordum.  Bana doğru gelen veya gelmeyenleri yaparak yaşamak benim için eskisinden çok daha kolay. Bununla birlikte birilerinin bizi yanlış anlamasından, örneğin düzenledikleri bir toplantıya katılmamış olmam için üzülebilecekleri, düşünülmemiş hissetmeleri ihtimali bazen yargılarıma engel olmaya devam ediyordu. Kafamın içindeki ses işlerimin arasında “Üzülürse, alınırsa, darılırsa, değer vermediğimi düşünürse,” deyip duruyordu.  Ah be Zeynep, sen insanlara yapman gerekeni yapmak yaşamındaki herkes için en doğrusu deyip durmuyor musun?  Eve, diyorum.  İnanarak diyorum ve ben öyle yapıyorum. Çoğunlukla.

Bazen de, yapamıyorum.

Cumartesi sabahı kendime göre oldukça geç uyandım ve akşam artık açık tutma gücünü bulamadığım cep telefonumu açtım.  Danışanlarım, öğrencilerim bilirler, onlara beni istediğiniz zaman arayabilirsiniz, derim. Telefonum açıksa,  duyarsam, müsaitsem açarım.  Siz müsait mi diye düşünmeyin, telefonum açıksa müsaitim, derim. Biraz yorucu bir seçimdir bu ve açıkçası gün boyunca yaptığım uzunlu ve kısalı çok telefon konuşmasından sonra telefonumu seçerek kapattığım da olur.  Ama genelde telefonum danışan ve öğrencilerimin bildiği gibi çalışmalarım boyunca kapalıdır.  Telefonda, sms ile veya eposta ile derde deva olmak, öğrencilerin, müşterilerin sorularını yanıtlamak genelde başka şehirlerde, başka ülkelerdeki kişilerin konularına bakmayı içerdiği için esasında yanımda olan biriyle çalışmaktan daha zordur.  Yine de her öğrencinin danışmaya ihtiyacı olur.  Benim Reiki ve diğer metotları öğrendiğim zamanlarda olduğu gibi.

Dönelim Cumartesi sabahına.  

O sabah bu konuşmaya gitmek istemiyordum. Yapacak bir çok işim vardı. Kafamın içinde kendini hatırlatan ses konuşmasını tekrar ediyordu.   “Bak, şimdi tesadüfen de olsa bu konuşmacının getirtildiğini öğrendin, tanıştın da.  Tamam bir iki saat de dinledin ve alacakların varsa bunları da aldın.  Yine de bak Zeynep gitmezsen alınabilirler şimdi.  Zeynep bize değer vermiyor, demesinler.  Sen yine git.  Duruma göre kalkarsın.n Tamam arkadaşların kişisel gelişim konusu ile ilgileniyorlar ama olmamız gerekte yerde olmamız gerekiyor sözü onlar için aynı anlama gelmeyebilir.  Sen git yine. Ayıp olmasın. Yine yorgunluk gelirse kalkarsın.” Vesaire vesaire vesaire.

Gitmemem gerektiği bildiğim, neden gitmemem gerektiğini giderken tam bilmediğim konuşmaya gittim. Konuşmanın planlı saati olan saat 10:00’da konuşmanın yapılacağı otele varmıştım. Dernek başkanı dostumuza ve bir gün önce tanıştığım konuşmacıya günaydın dedim ve salonda yerime geçtim.  Yerime geçtikten sonra o dermekten tanıdığım birkaç kişi yanıma geldi, hoş geldiniz dediler.
Tanıdık yüzler daha azdı. 

Kısa bir süre sonra kişisel gelişim ile ilgili bu dernekte ikinci sorumlu kişi gibi olan ve birkaç yıldır görmediğim bir hanımın salona geldiğini gördüm, kalktım, yanına yaklaşarak “Merhabalar,” diye selam verdi. Beni şöyle bir süzdü, yüzüme baktı ve “Siz buralara gelir miydiniz?” dedi.  Başım çok hafif döndü.  Göğsümün ortasında bir şey sökülmüştü.  Uyandım.  Kendime “Kadının enerji ihtiyacı çok, uyan Zeynep,” dediğimi fark etim.  “Neden böyle söylediniz?” diye sorduğumu fark ettim. 

Söylediği bana kırıcı gelen birkaç cümleden sonra, çalışmalarımıza katılın gibi bir şeyler söyleyince,  “Ben de sizi özledim,” dedim, sarıldım ve yerime geçtim.   Benzer konulara ilgi duyan ve yıllar öncesinde de olsa beraber çalışmalar yapmış kişiler olarak bir hukukumuz vardı.  Zorla başlayan benden ona enerji akışını durdurmam lazımdı. Yerime geçtim.  Hızla kendimi ve mekanı doldurmaya başladım.

Kendi eğitimlerimde, toplantılarımda toplantı mekanlarına enerji gönderirim, arındırırım, varsa başka konuşmacılara, dinleyicilere, katılımcılara, destek veren personele enerji veririm. İsterlerse ve ihtiyaçları varsa kullanmaları niyeti ile.  Ortamın herkes için güvenli olması, kimsenin birbirine olumsuz bir etkisinin olmaması benim öğrendiğim usule göre enerji çalışmalarında hocanın, organize edenin görevidir. 

İnsanların enerji alanları birleşik kaplar gibidir. İnsanlar bir araya geldiklerinde enerjisi çok olanların enerjisi doğal olarak daha az olanlara akar. Bu doğal olarak olur.  Ancak bir de söz manipülasyonu ile bu doğal akışla olan dolma için sabrı olmayanlar vardır ki onlar bir şekilde genelde sözle enerji kalkanlarımızı düşürür ve enerjimizi çok daha hızlı olarak almaya başlarlar. Bir de, birleşik kaplar yaklaşımında biz eşleştiğimizde yani enerji seviyemiz aynı olduğunda enerji boşalması durur. Oysa enerjimizi emenler bazen bizi tüketene yani bir damla bırakmaya kadar bunu yaparlar.  İşte bu tehlikelidir.  Kimi ilişkiler bu nedenle insanı tüketir, hasta eder, adeta bitirir. Çünkü yaşam enerjimizi tamamen bitirir.

Bir iki yıldır görmediğim, karşılaşmadığım bu insanın duyurduğunu öğrendiğim, davet edilmediğim, tesadüfen öğrendiğim bu organizasyonlarına ben seçerek gelmiş olmasam ben bile yıllarca bu hanımın davetlerini reddettiğimi falan zannedecektim.  “Siz buralara gelir miydiniz?”  Ne kadar harika bir karşılama cümlesi. Merhaba, değil. Nasılsınız, değil. Hoş geldiniz, değil. İyi ki geldiniz veya sizi tekrar görmek güzel, hiç değil. 

Kısa bir süre sona başka bir dernekten başka bir tanıdık daha salona girdi.  Yaşça benden büyük bu ablamıza merhaba demek için yerimden kalktım.  Merhaba dedikten sonra ağzımdan “Sizi özlemişim,” sözlerinin çıktığını çıktıktan sonra fark ettim. Bu hanım merhaba’ma merhaba ile cevap vermişti ama ikinci cümlesi “Özleyen insan arar,” oldu.  Yüz ifadesi, ses tonu, cümlenin enerjisi ikinci bir tokat niteliğindeydi.  “Sen nasılsın,” dememişti, “iyi misin,” dememişti. 

Merhaba deyip geçsene Zeynep. Yaşam tekrar hatırlatmıştı. Bu esasında zarif, ince düşünceli ve yıllardır bireysel gelişim ve enerji ile ilgilenen hanımın yıllar içinde benzer şekillerde nasıl enerjimi aldığını gözümün önünden geçen film şeridi gibi hatırladım.  O bu yolla, başkalarından beslenmeye devam ediyordu.

Enerjimizi bir anda eksiltme gücüne sahip o süper masum, atanın bazen bildiği bazen enerjiyi emmek için otomatik olarak farkına varmadan attığı enerji kancaları beklemediğimiz anlarda gelir.  Zaten bunun olacağını düşündüğümüzde kalkanlarımız çok daha çabuk devreye girer.    Aklımıza önceden gelmediyse yaşarken fark etmeye başlarız.  Eh zaten gitmek istemiyordun oraya, enerjik olacağı aklına gelmedi mi?  Bazen gelmiyor. Hoca moca insan insandır. İnsan yaşayarak öğreniyor, hatırlıyor, biliyor.  Yaşam bazen “Okuduğun kitapları boş ver, alfabenin önemini hatırla,” diyor.  Yaşam alfabenin temeli üzerine yazılıyor.

İster hoca olun, ister üstatların üstadı, beklemediğiniz bir anda ve kalkanlarınızı indirdiğiniz anlarda insanların basit bir cümle ile attıkları enerjik oklar, kılıçlar sizi yaralar, enerji alanınızı deler, ve boşalırsınız. Enerji tekniklerini biliyorsak bunu anında fark eder ve kendimizi tekrar yenilemeye ve doldurmaya başlarız. 

Soru şudur:  Kendimi doldurabiliyorum, enerji alanımız onarabiliyorum, tekrar doldurabiliyorum.  Peki, bunu yapabilmem bana bilerek veya bilmeyerek zarar verenlerle olmamı gerektiriyor mu? 
Soru şu:  Olmamam gerektiğini hissettiğim yerlerde olmamayı seçmek için bu hissin doğruluğunu kaç yüz kere yaşamam gerekiyor?

Allah’ın hakkı üçtür, derler. Tasarruf ve bireysel ulanışımız ile ilgili konuşma başlamadan önce salona tanıdığım iki dost daha girdi.   Toplantı başlamak üzereydi.  Yine yerimden kalktım merhaba demek için. Dostlara hürmet.  “Merhaba, hoş geldiniz,” dedim.  “Ah, Zeynep Hanım burada mısın, Kendin geliyorsun, bize haber vermiyorsun”, dedi o iki tanıdıktan biri.  Yüzüne gülümsedim ve sadece gerçeği söyleyebildim, “Az önce karar verdim gelmeye.”  Bu salona son gelen dostlar ile zaman zaman kişisel gelişim üzerine sohbetlerde bir araya gelirdik. Hatta bir gün önce de Facebook’taki kapalı bir grubumuzda kendisine, bu ay çok hızlı değişen  iş durumum nedeni ile program yapmakta, net program günleri belirlemekte zorlandığımı ve Kasım ayında tekrar buluşmaya geçmemizi rica etmiştim.  Programım çok değişken, mahcup olmak istemiyorum, Kasım’dan sonra net olabilirim, demiştim.    

“Kendin geliyorsun, bize haber vermiyorsun.” Üç.

Yerime oturduğumda haber vermiyorsun diyen kişi ile sohbet için başka dostların katılımı ile bir iki ayda bir buluştuğumuzu ama doğrusu STK çalışmaları dışında böyle bir çalışmaya, konuşmaya, buluşmaya hiç ama hiç beraber gitmediğimizi fark ettim.  Daha önce ne ben onu, ne de o  beni bu tarz bir konuşmaya çağırmamıştı.  Gelip gelmemek konusunda kendim karar vermediğim bir yere başkasını davet  etmediğim için hiç de rahatsız hissetmediğimi fark ettim.

Niyetimiz önemlidir.  İyilik düşünüyorsak, niyetimiz iyiyse ve başkasına zarar vermiyorsak, doğru olan takılmadan devam etmektir. Karşımızda üç yaşında, beş yaşında bir çocuk varsa kızabilir miyiz?  Ama o çocuk elinde bir taş yüzüme doğru atıyorsa buna da müsaade etmemek lazım. Çünkü bir gün o taşı attığı kişi onun canını yakabilir veya verdiği zarar için pişman olabilir. Çocuk olduğunu fark etmek kızmama mani olsa da taşı atmasına engel olmaya, veya belki daha doğrusu taştan kendimi korumama engel değildir.

O sabah o salona neden gittiğimin ve neden gitmek istemediğimin nedeni aynıydı.

Enerjiyi okumak, almak, vermek, insanların niyetlerini görmek, bilmek, fark etmek esasında çok kolay şeylerdir.  Yapmamız gerekenleri bilmek de kolaydır, yapmak biraz daha zor olsa da. Ki o da kolaydır.

İnsanların enerjilerinin çok düşük seviyede olması sizin enerjinizi zorla almak için kuvvetleri olmadığı anlamına gelmez.

Zor olan, benim için zor olan insanların Yaradan’dan, Kaynak’tan, yüreklerinde hep kaynağı var olan sevgiden beslenmek yerine, başkalarından, başka insanlardan, arkadaşlarından, eşlerinden, çocuklarından, insanların enerjilerinden beslenmeyi seçmeleridir.  Bu kadar sınırsız bir dünyada bu kadar sınırlı şekilde beslenmek, başkalarını tüketerek yaşamak. Acı olmalı.  Kişisel gelişim ve bireysel uyanış üzerine bir konuşmadan önceki 10-15 dakikada enerjimi kaptırmaktan çok, enerjimi alanların açlıkları yüreğimi acıttı.  İnsanlar kendilerini doldurmayı bilmiyorlar.  Benzini olmayan bir araç gibi ilerlemeye çalışıyorlar. 


Konuşmacının bir gün önce zaten dinlediğim çok benzer formatta devam eden iki küsur saatlik konuşması sırasında başta aniden ve yüreğimden sökülerek verdiğim enerjiyi severek ve isteyerek vermeye devam ettim.

Herşeyin bir nedeni olduğunu bilerek.

Hiç yorum yok: