2012 yılının Mart ayında, İstanbul’da, Türkiye’de yapılan
ilk Ulusal Koçluk Konferansı’nda bir ‘Sir’i daha yakından tanıma şansına
kavuştum. Üsküdar Amerikan Kız
Lisesi’nde hazırlık sınıfına başladığım yıllardan itibaren erkek
öğretmenlerime, yurtdışında tanıdığın yaşlı veya protokol mensubu kişilere sir diye hitap ettiğim olmuştu. Koçluk Konferansının açılış konuşmacısı Sir
John Whitmore dünyada koçluğun gelişmesinde emeği olan dört beş kişiden biri
olarak biliniyor. Üyesi olduğum Uluslararası Profesyonel Koçluk Derneği
tarafından Türkiye için önemli bir ilk olan koçluk konferansına açılış
konuşmasını yapmak üzere davet edilmiş.
Sir John’un nelerden bahsedeceğini doğrusu düşünmemiştim
ancak konuşmaya başladığında söylediklerine duymayı düşüneceklerimden farklı
bulmakla birlikte kendisine neden ‘Sir’ unvanının verildiğini anladığımı düşünmeden
edemedim. Bu unvan boşuna verilmiyordu anlaşılan.
*
Koçların neredeyse %75’inin kadın olduğundan bahsederek söze
girdi Sir Whitmore. Gözlerim ortalarında
oturduğum konferans salonunda gezindi.
Konferans katılımcıları arasında bu aradan sanki çok daha yüksekti. Araştırma sonuçlarına göre Türkiye’deki
koçların %75’i kadındı ve Dünya’da da bu oran %69-63 arasındaydı. Dünyadaki koçların en az üçte ikisi kadındı.
“Kadınları sorunları ve soruları
konuşmaya daha açıklar ve bir şeyi çözmek için farklı seçenekleri konuşmaya,
değerlendirmeye daha açıklar,” diyordu Sir John. Ona göre erkekler farklı seçenekleri ve
alternatifleri düşünmeye daha kapalıydılar.
İyi bir koçun yapacağı gibi sorular sorarak devam edeceğini
söyledi Sir John. “Sizi biraz zorlayacağım,” dedi.
“Zorlandığımız da (esasından o
‘challenged’ kelimesini kullandı ve bu kelimeyi tercüme etmekte her zaman ben
zorlanırım), karşımıza bizi zorlayan,
bize meydan okuyan şartlar ve durumlar çıktığında, düşünmeye başlarız. Daha çok düşünmeye başlarız,” diye devam
etti.
“Hiçbirimiz ne
gerçektir, ne doğrudur bilmiyoruz,” dedi. “Çünkü hepimiz dünyayı kendi yaşam hikayelerimizin penceresinden
görüyoruz.” Deneyimlerimiz olaylara
yüklediğimiz anlamları belirliyor.
Her bireyin farklılığını, farklı olma hakkını ve istediği
her şeyi başaracak güce sahip olduğunu kabul ederek yola çıkmak, doğru yanlış
güzel çirkin demeden özgür bir alan içinde insana ve yaşama bakmak koçluğun
olmazsa olmazı. Kolay mı? Hiç kolay değil. Ancak koçluğun dünyaya önerdiği ve koçların
önce kendilerine sonra müşterilerinde yaşatmaya çalıştıkları ana pencere, ana
yaklaşım bu.
*
Koçluğun meslek değişiklerinde, kariyer değişikliklerinde,
önemli kararlardan ve değişimlerden önce kullanılabilecek bir destek olduğu
söylenilir. Koçluk daha çok şirketlerde,
başarılı ve liderlik pozisyonlarına yükselen, farklı ve zorlu görevlere
atanacak kişilere destek olmak için kullanılan (ve gerçekten daha çok büyük
kurumsal şirketlerin yöneticileri ve liderleri için sağladıkları) bir insan
kaynakları hizmeti olarak bilinir.
Bireysel olarak koçluk hizmeti alan kişiler vardır ama dünyada da
Türkiye’de de koçluk daha çok kurumların bütçe ayırabildiği bir hizmet. Bizde Türkiye’de çokça duyulan ‘öğrenci
koçluğu’ çalışmalarının çoğu koçluk olmaktan öte ağırlıklı olarak ders desteği
ve biraz da motivasyon çalışmalarıdır.
Dünyada kabul gören standartlara göre uygulanan koçluk ise çok daha özel
bir çalışmadır. Bireyin, çocuğun, öğrencinin isteklerini netleştirmesine,
hedefler belirlemesine ve hedeflerine doğru yol almasına destek veren birebir,
birey ile koçun beraber yürüttüğü bir çalışmadır. Konferans boyunca farklı
şirketlerin insan kaynakları yöneticileri koçluğun ne olduğunu doğru anlamanın
ve anlatmanın üzerinde o kadar çok durdular ki.
Özetle bir danışmanlık olmadığını, akıl verme olmadığını
hatırlatmalıyım. Kişinin kendi
isteklerini belirleme ve kendi cevaplarını bulmasına destek olan bir metod, bir
yaklaşım.
Sir John Whitmore ikiyüzelli civarında koç ve büyük şirketin
temsilcisinin kendisini dinlemek için heyecanla beklediği konuşmasının
başındaki üç beş cümleden sonra “Biz
koçluğa yeterince erken başlamıyoruz,” dedi. “Biz koçluğa çocuklarda, onlar iki
üç yaşındayken başlamalıyız.” İki üç
yaş mı? Hmmm.
Ve devam etti. “Çocuklara
ne yemek istersin diye sormuyoruz.
Çocuklara hangi oyunları oynamak istersin diye sormuyoruz. Onun yerine anne babalar çocuklarına ne
yapmaları gerektiğini söyleyip duruyorlar.
Sorun burada.” Ve Sir John İngiltere’de, konferanstan iki gün önce,
20 Mart tarihinde yayınlanan bir araştırmadan bahsetti. Araştırmaya göre çocuklar eğer kendileri
istedikleri zaman yemek yemelerine müsaade edilirse, yaşamda çok daha başarılı
oluyorlarmış. Başarı okulda,
üniversitede, iş yaşamında, yaşamın tüm alanlarında kendini gösteriyormuş. Uzun süreli bu araştırmanın sonuçları çok
yeni yayınlanmış. Yaşamın ana öğesi olan
yemeği, gıdayı ne zaman alacağına karar verme hakkı olan, bu kontrole erken
yaştan sahip olabilen çocuk yaşamı boyunca başarılı oluyormuş. Çocukların birey olarak yetişkinler kadar
hakkı olduğuna inanan bir aileden ve görüşten geliyorum. Yaptığım kişisel gelişim çalışmalarındaki takip
ettiğim ekoller çocukların özgürleşmesi ve özgün kuvvetlerini bulmaları
üzerine. Kavram ve bilgi hiç yabancı
değil. Ama benim için Ulusal Koçluk
Konferansı’nda iş dünyasının önemli liderleri ve yöneticilerinin önünde
söylenmiş olması çok önemli. Benim için
bu farklı dünyaların buluşması. Birkaç
yıl önce İskoçya’da, Findhorn Ekolojik Köyü’nde bir meditasyonda yaşamımda
dahil olduğum ve çalışmalar yaptığım farklı grupların, çalışmaların, STK’ların
bağımsız çemberler halindeyken, kendi özgün renklerini koruyarak olimpiyat
halkaları gibi birleştiklerini görmüştüm. Sanki o birleşme ile hepsi
aydınlanmış ve içlerinde dolaşan bir akım başlatmıştı. Sir John Whitmore’u dinlerken gözümün önüne
aynı halkalar gelmeye başlamıştı.
Renkleri aydınlanıyor ve kuvvetleniyordu.
Yemek tabakları ile çocuklarının arkasından koşan anneler
geliyor gözümün önüne. “Tabağındakileri
bitirmeden sofradan kalkamazsın,” diyen anneler. “Yemeğin arkadan ağlar,” diyen anneler. Kişisel gelişim ve tamamlayıcı tıp
çalışmalarım nedeni ile Sir John’un söyledikleri bana tabii ki yabancı değildi
ama bir Ulusal Koçluk Konferansı’nda bunların söyleniyor olması bana ne kadar
büyük bir mutluluk vermişti.
Gülümsemekte olduğumu fark ettim. “Anne
babalar koçluk öğrenmeli. Çocuklarına
sorular sormalı,” diyordu Sir John. Otuzlu,
kırklı, ellili yaşlarımızda evde ve iş hayatında yaşadığımız birçok sorunun
temeli esasında çok küçük yaşlarda atılıyordu.
“Eğitim sisteminin
değişmesi gerekiyor,” diye devam etti Sir John. “Talimat
vermek yerine koçluk modeline geçilmesi gerekiyor. Okulların değişmesi
gerekiyor. İş hayatının, şirketlerin
değişmesi gerekiyor.” Sir John Whitmore’un oldukça dobra ve açık sözlü
olduğunu söylemek zorundayım. Yıllardır Büyük
Britanya’nın ve Dünyanın farklı bölgelerinde yaptığı çalışmalar belli ki inançlarını
netleştirmiş ve inandıklarını da söylemek istiyor. Zorlamıyor ama o kadar net ve açık ifade
ediyor ki etkilenmemek mümkün değil. İçimden
“Çok güzel, çok güzel” deyip durduğumu fark ediyordum.
*
“Dünyada üst
kademelerde iyi liderlik göremiyoruz,” dedi Sir John. Bu konuda söyleyeceği farklı şeyler
vardı. İstanbul’da, Balmumcu’da, Point
Otel’in ikinci bodrum katında oldukça iyi döşenmiş, kırmızı dinleyici
koltukları toplantı katılımcılarına enerji katan, neredeyse tamamı dolu olan
toplantı salonunda çıt çıkmıyordu.
Önünde gökkuşağı renklerini içeren koçluk konferansının logosunun da yer
aldığı konferans afişi asılı olan kürsüden konuşan Sir John Whitmore, iddialı
olmayan ama çok iddialı, bir söylev tadı taşıyan ama yüreğimin her hücresine
sinen konuşmasını yaparken, notlarımı yanımdaki defterim yerine beyaz çizgili
not kartlarıma yazmaya karar vermiştim.
Geçtiğimiz Ekim ayında Hollanda’daki Uluslararası Lions Kulüpleri
Birliği Avrupa Forumu sırasında satın aldığımı hatırladığım bu beyaz kartlara. Kartların şeffaf paketini sabah salona
girdiğimde uzun bir sıranın koridor kenarındaki yerime oturur oturmaz
açmıştım. Tesadüf bu ya evdeki altmış
yetmiş tükenmez kalem arasından yine aynı Lions Avrupa Forumu’nda,
Maastricht’te satın aldığım, dışı lacivert ve sarı renklerde ve lacivert
mürekkepli tükenmez kalemi yanıma almıştım. Sir John Whitmore’u dinlerken bir
yandan da notlar alıyordum. Ben bir
konuşmacıyı not alırken çok daha iyi dinleyebiliyorum; ancak neden bilmem
notlarımı yazarken bir yandan da kürsüdeki Sir Whitmore’un yüzünü görmek
istedim. Bazen sadece ses yetmiyordu mesajı almam için.
“İnsan becerilerimizi
yitirdik,” dedi Sir John.
Teknolojini yaşamımıza girdiği seviyenin insan ilişkilerinde yarattığı
aşılması zor olan mesafelere de değindi.
Gençler için heyecan verici olan bilgisayar, internet ve değişim
dünyasının zaman kazandırmaktan çok zamanı ziyan ettiren özelliğinin iş yaşamı
kadar ikili ilişkileri de zorladığını vurguladı.
Aynı oda içinde birbiri ile sms mesajları ile sohbet eden
gençlik dünyanın tümümün yeni gerçekliğiydi.
Ben internet, telefon, facebook, twitter dünyaları ile haşır
neşirdim. Bazen telefon etmeye zaman
bulamadığımda kısa bir cep telefonu mesajı, sms atmayı çok daha kolay buluyordum. Epostalar ile detaylı bilgi iletmeyi ve
almayı ve bunu koşturmacalar içinde ne zaman fırsat bulursam yapabilmeyi
seviyordum. Uyku tutmadıysa gecenin
ikisinde üçünde ya da bir konferansın kahve molası sırasında iPadimden mesela. Telefon görüşmeleri çok daha uzun zaman
alıyor gibi geliyordu. Peki, o telefonun
ve bilgisayarın ekranında beliren kelimeler sesin yerini tutabiliyor muydu
gerçekten? Sir Whitmore teknolojiyi
yadsımıyordu ama yaşamakta olduğumuz değişimi, yaşamda ve iş hayatında ne kadar
farklı alışkanlıklar ile bir araya geldiğimizi vurgulamak gerektiğine
inanıyordu.
Lions Geçmiş Dönem Uluslararası Direktörlerimizden Sayın
Lion Nesim Levi’nin kuşaklar arası iletişim ile ilgili bir sunumu geldi aklıma
dinlerken. Üyesi olduğum Fethiye Lions Kulübü
Derneğimizin 2010-2011 Dönemi Başkanlığını yapmadan önce 2010 yılının Nisan
ayında başkan adayları için düzenlenen bir eğitim kampına katılmıştım. Kampın son gününün sabahında dinlemiştim
Sayın Nesim Levi’yi. Görüş sahibi
üstatlar başarı için, huzur için, mutluluk için, hizmet edebilmek için
bütünleşmemiz gerektiği ve bu yüzden eleştirmeden, kınamadan, yargılamadan
birbirimizi anlamamız gerektiğini anlatıyorlardı. Evet, iyi kötü haklı haksız yoktu. “Eskiden
öğrendiklerimizi unutmamız, silmemiz gerekiyor,” dedi Sir Whitmore, “We need to unlearn.”
Öğrendiklerimizi silmek, unutmak, bilgileri sıfırlamak…
“Yaşamda doğru
olduğuna inandığımız, inandırıldığımız birçok şey öğreniyoruz,” dedi Sir
John. “Eskiyi unutmamız gerekiyor. Öncelikle
eski bilgileri silmemiz gerekiyor; yoksa içimizde bir kavga başlar. Eskiyi
silmezsek bir tarafımız eskiyi savunmaya başlar. “ Sir John Whitmore verdiği iki günlük bir
seminerin en başında bir buçuk saat kadar bir süreyi eski bilgilerimizi silmeye
ayırdığını vurguladı. Doğrularına
inandıklarımızı bir süre için bile olsa kenara bıraka bilmenin gerekliliğini. Yeniye
yer açmadan bir çalışma yapmanın anlamsızlığından bahsetti. Denememiz gerektiğinden.
“Lider olarak
kendimizi, işimizi, ülkemizi düşünerek gerçek bir lider olamayız,”
dedi. “Tüm dünyayı düşünerek, tüm dünyanın iyiliğini düşünerek hareket etmemiz
gerekiyor. Yarışmayı bırakmalıyız; ortak
hareket etmeyi, beraberce hareket etmeye ihtiyacımız var,” diye devam etti.
“Sadece ülkemizi düşünmek yetmez, dünyayı
düşünmek zorundayız.”
…
Dünyanın bütününü düşünmeden hangi işi yapıyor olursak
olalım düşünce olarak, niyet olarak, enerji olarak iyi bir liderlik yapmak Sir
Whitmore’a göre mümkün değildi. Dünyanın
birçok önemli şirket ve vakfına danışmanlık yapan, yazıları ve yaptıkları ile
koçluk alanında temellerini atan bu üstadın etik değerleri her şeyin üzerinde
tutması yüreğimde farklı bir heyecan uyandırmıştı. İçine kendimi kaptırdığım birçok konuşmada
olduğu gibi aklıma farklı düşünceler geliyordu.
İskoçya’daki Findhorn Ekoköyü’nü yine düşünmeden edemedim. Bu konuşma sırasında aklım ve ruhum bu
ekolojik köye ve orada yapılan çalışmalara ne kadar sık gidip gelmişti. “Esas yapmamız gereken dünyayı korumak,”
diyordu Sir John. Findhorn’da,
Japonya’da ruhsal ve enerji çalışmaları yaptığım gruplarında, çevre
gruplarımızda hep bunları konuşuyorduk.
İş dünyasının öncelikleri ise dünyanın, Toprak Anamızın ihtiyaçları ile
her zaman örtüşmüyordu. Örtüşmeye başlaması gerektiğini, örtüşmek zorunda
olduğu hepimizin fark etme zamanı gelip geçiyordu. Biz ilk Ulusal Koçluk Konferansımızda koçluğu
tanıtmak ve ilerletmekten öte koçluğun bize hatırlattığı bütüncül dünya
yaklaşımını konuşarak başlıyorduk. “Ne kadar güzel,” diyordum içimden, “Ne
kadar güzel.”
*
Sir John koçluğu konuşmayı bir yana bırakarak IPCC’den,
karbon emisyonlarını düşürmemiz gerektiğinden, son 15 yılda %25 artan karbon
emisyonlarını 2050 yılında kadar %80 azatlama mesuliyetinin altından nasıl
kalkacağımızı sorguluyor. “Biz bu konuda
beraberce çalışmaya dün başlamalıydık,” diyor. Yüreğimi bir heyecan ve mutluluk
sarıyor. Bir koçluk konferansında
dünyadaki çok ünlü bir isim bunları konuşmayı seçiyordu. Mutlu hissediyordum. Dünyayı düşünmedikten sonra yaptıklarımız
neye yarardı? “Her ne yapıyorsak,” diyordu Sir Whitmore, “herkesin iyiliği için olmalı.” … Sadece ailemin değil, sadece Fethiye’nin
değil, sadece Türkiye’nin değil, sadece eğitmenlik danışmanlık işimin
değil. Herkesin iyiliği için. Kendim için her ne yapıyorsam, yaparken
başkasına zarar vermemeliyim. Esas ölçek
bu olmalıydı. Yoksa, yoksa Yaradan’ın,
Evren’in, bir başkasının bizi cezalandırmasına gerek yok, yarattığımız kötü
doğa şartları, acımasız yaşam koşullarından kaçamıyoruz ki zaten. Bir etme bulma dünyası içindeydik. Niyetlerimizin sonuçları da, yaptıklarımızın
sonuçları da bizi buluyordu sonunda.
Saklanabileceğimiz bir köşe yoktu, biz var olduğunu sanıp dursakta.
Ah, Sir John, yüreğim için ne kadar doğru zamanda geldiniz. Öğrendiğim, inandığım ne çok şey bir araya
geldi bu konuşma sırasında. Onlarca
hocamın sesini duydum, rahmetli babamın sesini duydum. Bu iddiasız ama iddialı
ve kuvvetli konuşma Sir Whitmore’un sakin ama kuvvetli ses tonu ile kalbimde
yankılanıyordu. Bu mesleklerden olan
dostlarım alınmasınlar ama o kadar çok defa söyledi ki paylaşmak zorundayım, “Ben bankalara ve ilaç firmalarına
danışmanlık yapmıyorum, onlara koçluk vermiyorum,” diyor Sir Whitmore. “O
firmalarda çalışan iyi insanlar vardır, ben en yukarıdaki liderlerinin daha çok
kendilerini düşündüklerini görüyorum,” diyor. Bu sektörlerin liderleri ve yöneticileri ile
yaşadığı bazı örnekleri paylaşıyor. “İnsanoğlu
kömür ve petrol ile elde ettiği yeni ve sınırsız sandığı enerji kaynakları ile
mühendislik ile her şeyi aşabileceğine, kontrol edebileceğine inandı,”
diyor. “Tüm eğitim sistemi buna odaklandı,”
diye devam ediyor. “Kömür, petrol
dünyanın ana parasıydı. Biz faiz ile
geçinmek yerine ana paramızı sanki sonu yokmuş gibi harcamaya başladık.
Dünyamızı tükettik. Mühendisliği, bilgiyi kazanırken, bilgeliği yitirdik. Gücümüzü
doğru kullanmayı unuttuk.”
Şimdi de mühendislik mi dediniz Sir John? Ben mühendisim,
rahmetli babam mühendisti, ağabeyim mühendis. Biz yıllarca inşaat işleri
yaptık. Mühendislik mi diyorsunuz Sir Whitmore? Siz sanki benim yapbozumun
parçalarının nasıl bir araya geldiğini anlatıyorsunuz. Yaşamın beni inanmaya getirdiği noktayı,
oraya giderken geçtiğim yolu özetliyorsunuz. Fethiye geliyor gözümün önüne. Bir an için sesler silikleşiyor, Fethiye’yi
saran tepeleri karlı dağlar gözümün önüne geliyor. Birkaç gün önce güneşli bir Fethiye sabahında
Babadağ’ın ve Mendos’un zirvesindeki karın ne zaman eriyeceğini düşündüğümü
hatırlıyorum. Doğanın sesini
İstanbul’dan çok Fethiye’de duyabiliyorum. Sizi seviyorum Sir John
Whitmore. Sizi çok yeni tanıyorum ama
sizi seviyorum.
Dünyanın önemli spor koçlarından da biri olan Sir Whitmore
bir sporcunun başarılı olabilmesi için başaracağına inanması ve olumlu
düşüncelerde olması gerektiğini hatırlatıyor.
Başarısız olmaktan korkan bir sporcunun başarılı olmasının mümkün
olmadığını vurguluyor. “Peki,” diyor,
“korku yaratan, çalışanlarını korku ile
kontrol eden iş dünyasının bu şekilde başarılı olması nasıl mümkün olabilir?”
“Mükemmellik için
korku hislerinden güven hissine dönmemiz şart,” diyor, “we need to move from fear to trust.” Ve
koçluğun iş hayatında güven ortamını yaratmak için bir yönetim tarzı olarak
elimizdeki en etkin yaklaşım olduğunu ifade ediyor. Değişime açık olmadan, korkulardan
özgürleşmeden, özgün olmadan, kendimizi tanımadan ve kendimize ve dünyaya
dürüst olmadan, yola çıkılamayacağını anlatıyor. “Siz
kimsiniz?” diyor, “Who are you?”
İşte, onu keşfedip o olun, diyor.
Yolumuz bu olmalı, diyor ve dünyadaki yollar içinde koçluğun çocuklarda,
ebeveynlerinde, iş yaşamında, sosyal yaşamda, dünyanın bir ferdi olarak bizi
kendimiz ile buluşturan en iyi yol olduğuna inanıyor. Bu sayede yaşamın
yaşamaya değer hale getireceğine inanıyor. Yaşamın dünyaya ve tüm insanlara saygı, sevgi,
özgürlük ve özgünlükle yaşanması gerektiğine inanıyor Sir John Whitmore.
…
Sizi seviyorum Sir John Whitmore. Bir saat on beş dakikaya ne kadar çok şey
sığdırdınız. Aktarabildiklerim ve henüz paylaşamadıklarımla. Kendime “Ben çok mu safım, çok mu hayalciyim,”
derken, siz bana “Yola devam,” diyorsunuz.
Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim.