Uluslararası Lions Dernekleri 118-T Yönetim Çevresi’nin 14
Ocak 2012 Cumartesi günü Sarıyer Belediye Başkanlığı ve Alzheimer Vakfı ile
birlikte düzenleyeceği, Lions Alzheimer Projesi kapsamındaki “Demans Alzheimer
Semineri”nin duyurusunu gördüğümde o günlerde İstanbul’da olacağım için,
katılma fırsatım belki olur, diye geçirmiştim içimden. Sarıyer İstanbul’daki evime yakın sayılırdı. İstanbul’un mesafelerine göre yakın en
azından.
Seminerin bir gün öncesinde Türkiye’de Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin kurucusu, Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın ve Ordinaryüs lakaplı
efsane futbolcu Lefter Küçükandonyadis’in vefatı ile ilgili haberler Türkiye’yi
sarsmıştı. İnandıkları doğrular ile
yaşamı seçen insanların ruhlarımıza, yüreklere farklı bir dokunuşları var. Bu haberlerin ertesi günü, yağmurlu ve soğuk
bir Cumartesi öğleninde Alzheimer seminerini dinlemek için Boğaz’ın sahil
yolundan Sarıyer’e doğru ilerlerken ailelerimizden kaybettiklerimiz ile kişisel
tarihimizin de önemli bir kısmı kaybettiğimizi düşünmeden edemedim.
Alzheimer yaşlılıkta görülen bir hastalıktı. Babamı düşünmeden edemedim. Bu hastalık ile ilgisi olduğu için
değil. Sevdiklerimizi kaybetmenin acısı
üzerine düşünceler geçtiği için belki.
Alzheimer hastalığı sevdiklerimizi yaşarken kaybetmemize neden olan bir
hastalıktı.
Salona vardığımda ise sıcak sahlep ikramı ile karşıladı
Lions MD 118-T Yönetim Çevresi’nin görevli Lionları. Hüzün hissi yerini dostluğa bırakmıştı.
Seminerin iki kıymetli konuşmacısı vardı. Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi
Geriatri Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Ahmet Turan Işık ve uzmanlık tezini Alzheimer ve Parkinson
hastalarının nöropsikolojik ve elektrofizyolojik değerlendirmeleri üzerine
yazmış olan Nörolog Dr. Gülüstü Kaptanoğlu.
Yurt içinde ve yurt dışında Alzheimer ve Demans üzerine farklı
çalışmalar yapmış olan bu iki hekim yaşlılar, yaşlı yakınları, bunama üzerinde
çalışma yapan iki hekimde herhalde en çok ihtiyaç duyulan saygı, sabır ve
şefkatli yaklaşımı yaşıyorlardı.
Seminerin iki saati aşan süresi boyunca bu dingin ve sabırlı
yaklaşımlarını hiç yitirmediler. Ben
anneme ve aile büyüklerimize yeterince sabırla yaklaşıyor muyum diye kendimi
sorgularken yakaladım birkaç defa.
Bundan bir ay
kadar önce, 16 Aralık’ta, Fethiye’de, üyesi olduğum Fethiye Lions Kulübü
Derneği tarafından organize edilen, Türkiye Alzheimer Derneği Mersin Şubesi
Başkanı Sayın Selami Gedik’in bir konuşmasını dinlemiştim. Alzheimer’a dair ilk bilgilenmem o gün
başlamıştı. Çok ama çok yeni bir konuydu
benim için. Daha fazla bilgi sahibi
olmak için elle tutulur bir nedenim de yoktu. Yaptığım kişisel gelişim veya
eğitim çalışmalarında bir demans hastası ya da hasta yakını ile de çalışma
yapmamıştım. Şimdi düşününce bu beni
biraz şaşırtıyor. Farklı nedenlerle
karşıma çıkan yüzlerce hastalık hakkında fikrim vardı ama Alzheimer bunların
arasında değildi.
Bu soğuk ve
yağmurlu İstanbul öğleninde Sarıyer’deki salon doluydu. Bu seminerin ne kadar
yerinde bir çalışma olduğunu seminer başladıktan daha sonra anlayacaktım.
Konuşmacılar
anlatımlarına başlamadan önce dinleyicilere bir seminerden çok bir sohbet
toplantısı yapmak istediklerini, öncelikle dinleyicilerin sorularını dinlemek
istediklerini ve sunumlarını ve aktarımlarını bu sorulara göre yapacaklarını aktardılar. Tüm sorulara yanıt verdiklerinden emin olmak
istiyorlardı. Toplantının başlığını
ortaklaşa “Başarılı Yaşlanma ve
Alzheimer’dan Korkmamak” olarak koymuşlardı. Gelen sorulardan Alzheimerlı bir hastaya
bakmanın zorluklarını daha iyi anlamaya başlıyordum. Ve sanırım hasta
yakınlarında aynı hastalığı yaşama korkusu oluşuyordu.
Benim sorum
yoktu. Alzheimer hastalığını
tanımıyordum. Ben bu hastalığı Lions’ın
2011-2012 Dönemi için tüm Türkiye’de uyguladığı Lions Alzheimer Projesi
sayesinde öğrenmeye başlamıştım.
Ailemizde hiç Alzheimer hastası olmamıştı. Rahmetli anneannem ömrünün
son yıllarında yaşlılık emareleri göstermişti ama öğrenmeye başladığım yeni bilgilere
göre onun yaşadıklarının Alzheimer’la pek ilgisi yoktu.
Alzheimer
hastaları eskiyi hatırlıyorlardı ama bir saat önce yaptıklarını, on dakika önce
yaptıklarını unutabiliyorlardı. 16
Aralık’ta Fethiye’de yapılan toplantıda buna dair bir bilgi hatırlıyordum. İlk giren son çıkar prensibi. Hasta en son öğrendiği şeyleri genelde en
erken unutuyordu. “Az önce ilaçlarını alıp almadığını hatırlamıyor ama torunlarının
isimlerini hatırlıyor,” diye paylaştı bir hasta yakını. Benzer paylaşımlar çoktu. Eskiyi çok iyi hatırlayan bir kişinin, bir
hafta öncesini, bir gün öncesini, bir saat öncesini hatırlamamasını hasta
yakınları anlayamıyordu. Eski daha zor
hatırlanmaz mıydı? Oysa Alzheimer
hastalığının bulgularından biriydi bu.
Yaşlılıkla
ilgili sağlık sorunları dünyada artıyordu çünkü dünya nüfusu yaşlanıyordu. Doç. Dr. Ahmet Turan Işık’ın paylaşımlarına
göre 2050 yılında Avrupa nüfusunun yüzde yirmi beşinin altmış beş yaşın
üzerinde olması bekleniyordu. 2011 yılının Mayıs ayında yayınlanan bir Geriatri
Kongresi’nin basın toplantısında Türkiye'de 50 yıl önce 50 olan ortalama yaşam süresinin günümüzde, 73,8'e uzadığı
bildirilmişti.
Demans kelimesinin bunama anlamına
geldiği, Alzheimer’ın bir demans şekli olduğu ilk paylaşımlar arasındaydı. Bir beyin tümörü iyi huylu da olsa demans
benzeri bir tablo ortaya çıkarabiliyordu.
Başa alınan her travma bir risk faktörü olabiliyordu. Ancak çocuklukta yaşana fiziksel baş
travmalarının yaralı bir beyin yarattığı söylense de çocukluktaki hızlı
fiziksel yenilenme nedeni ile sorun yaşanmayabileceğini de aktarıyorlardı.
Başarılı yaşlanma nedir sorusuna, her
işini kendi yapabilen ve tecrübelerini başkana aktarabilen insan olmak şeklinde
bir tarif yaptılar. Tüm soruları, tüm
konuları Sayın Işık ve Sayın Kaptanoğlu bir ekip olarak ele aldılar ve
yanıtladır. Gösterdikleri sabırlı,
şefkat ve ilgi dolu yaklaşım gerçekten etkileyiciydi. Tüm soruları aynı önemi vererek
yanıtlıyorlardı.
Yıkanmak Alzheimer hastalarında bir
sorun olabiliyordu. Bu hastalar idrar
kaçırma sorunu da yaşayabiliyorlardı.
Doktorlarımız bunun hastalığın ilerlemesinin doğal bir sonucu olduğunu,
nasıl nezle olan bir kişinin burnunun akmasını doğal karşılıyorsak, bunu da
doğal karşılamamız gerektiğini vurguladılar.
Bu hastalığın normal bir davranışıydı.
Bu bir hastalıktı. Anlaşılıyordu
ki bu konu hasta yakınlarının kabul etmekte zorlandıkları ya da utandıkları bir
konuydu. Bu konudaki paylaşımları
dinlerken aldıkları cevaplar ile ailelerin rahatladıklarını görüyordum. Başka ailelerin de aynı sorunlar ile
uğraşmakta olduğunu da görüyorlardı.
Hastalığı daha yakından tanıyorlardı.
Tanırsak, bilirsek huzur bulabilirdik.
Bunu hissetmiştim dinlerken Alzheimerlı hastalar ile iletişimde
doğruluktan ayrılmamak gerekiyordu.
Hastalar unutkanlık yaşadıkları için ölen bir kişinin yaşadığını
zannedebiliyorlardı mesela. Kimi aileler
hasta ile o kişi yaşıyormuş gibi sohbeti sorun yaratmadan sürdürmeyi
seçiyorlardı ama bir nokta da hasta kendine gelebiliyor ve neden bana yalan
söylüyorsunuz, o öldü diyebiliyorlardı.
Neden böyle bir şey yaşandığını merak etmişti bir aile. “Doğrudan
şaşmayın,” dedi Sayın Kaptanoğlu. “Yalan söylemeyin.” Hastalar her an aynı seviyede unutkanlık
yaşamıyorlardı. Ancak hastaları
sinirlendirecek bir şekilde itiraz edilmemesi de gerekiyordu. Doktorlarımız böyle bir durumda konuyu
değiştirmeyi önerdiler.
Alzheimer
hastaları çabuk sinirlenebiliyorlardı.
Çabuk ajite olabiliyorlardı. “Ancak birkaç saat sonra hastaya bahsettiğiniz
kişinin hayatta olmadığını bir şekilde söylemek gerekir,” dedi Dr. Gülüstü
Kaptanoğlu. “Mesela uzun zamandır
kabristana gitmedik, ziyaret mi etsek?” diye konuyu açabilirsiniz diye bir
öneri getirdi. Hastayı üzmeden,
kırmadan, sinirlenmeden doğruları söylemenin yolunu bulmak gerekiyordu. Muhtemelen kolay değildi ama bu net cevap
yine birçok aileyi çok rahatlatmış göründü.
Birçoğu hasta ile onun yarattığı hayali gerçeklerle konuşuyorlardı ve
ikiliklerden, hatalı şeyler söylemekten rahatsız oluyor ve ne yapacaklarını
bilemiyorlardı. “Doğrudan şaşmayın,” diye tekrar etti Sayın Kaptanoğlu.
Gece uyanan Alzheimer hastalarının
halüsinasyon diye tanımlanabilecek şeyler söylediklerini paylaştı bazı hasta
yakınları. Bunun nedeni demanslı
hastanın derin uykudan aniden uyandığı için rüya ile yaşamı karıştırmasından
kaynaklanabileceğini ve genelde normal karşılanması gerektiğini ilettiler.
Her Alzheimer hastası için kişiye
özel tedaviler belirlenmesi gerektiğini iletirken her demanslı hastanın bir
anlamda bir anneye ihtiyaç duyduğunu da ilettiler. Şefkat, ilgi ve sabırla yaklaşacak bir
anne. Kadınların bu bakım görevini
erkeklere göre daha iyi yapabildiklerini de ilettiler. Alzheimerlı bir hasta annesinden sürekli
şefkat gören ve büyümek istemeyen bir çocuk gibidir dediler. Fethiye’deki konuşmada Sn. Selami Gedik’in 13
yıldır annesine baktığını paylaştığını hatırladım bunları dinlerken.
Demanslı hastalara bakmanın paylaşılmış demans denilen bir sürecin
yaşanmasına neden olduğundan da bahsedildi.
Bir hasta yakını “Alzheimer
hastalarına bakanlar daha çok mu Alzheimer’a yakalanıyor?” diye
sormuştu. “Siz farz edin gözlüğünüzü unuttunuz.
Hasta yakını olmayan bir kişi bunun üzerinde durmazken Alzheimer’ı bilen
bir kişi, yoksa ben de mi hasta oluyorum, diyerek endişelenebilir,” diye
cevap verdi Dr. Gülüstü Kaptanoğlu.
Korunmak için ne yapılabilir? Sorunların bir kısmı da bu konuya aitti. Sağlıklı dengeli beslenme, egzersiz ve sosyal
yaşamın içinde olmak Alzheimer’a karşı koruyan bir yaşam tarzını tarif
ediyor. Tüm ilave besin takviyelerinin
bilinç olarak alınması gerektiğini ve gerekli tahlil ve ölçümler yapılmadan
alınacak gıda takviyelerinin karaciğer toksititesi ve kanama gibi şikayetler
doğurabileceğini özellikle vurguladılar.
Sayın Doç. Dr. Ahmet Turan Işık sayesinde geriatri konusunu
daha iyi anlama şansına kavuştuk.
Egzersizin sağlıklı yaşam için ne kadar önemli olduğu belki aşikar ancak
yürümenin Alzheimer’ı önlemek için çok önemli olduğunu yine de vurgulamaya
gerek var belki. Yerim dar, yenim dar demeden nerede fırsat olursa yürümeyi
öneriyor Sayın Işık.
Ve demansın tedavisinin bir anlamda yalnızlığın tedavisi
olduğunu da paylaşıyor hekimlerimiz.
Sosyalleşmenin ne kadar önemli
olduğunu seminer boyunca vurguladılar. “Bir dizi seyredip dedikodusu yapmak da bir
zihinsel aktivitedir,” diye paylaştılar. Erken evredeki bir demans
hastasının ergene benzediğini. İnadın
hastada ters tepebileceğini de. “Israr etmeyin ama bezdirmeden hatırlatın,”
diye tarif etti Dr. Gülüstü Kaptanoğlu.
Alzhmeimer hastalarının bir çoğu anlaşılan uyku sorunları yaşıyor. Sık uyanıyorlar, derin uyuyamıyorlar ve biraz
da bu nedenle sinirli oluyorlar, düşünceleri net olmuyor. Uyku uyumayan insanın aklının başında
olamayacağını hatırlatıyorlar. Uykusuz kaldığımda
gerçekten ne kadar da huzursuz ve hatta huysuz olabildiğimi düşünmeden
edemiyorum. Gündüzleri hep bir uyku
halinde olan hastaların bir çoğunun geceleri uyuyamadıkları için bitkin
olduklarını ve hastayı takip eden hekimin verebileceği bir uyku ilacı ile
sorunun giderebileceğini aktarıyorlar.
Ancak Alzheimerlı hastalarda ilaç kullanımı konusunda çok dikkatli
olunması gerektiğini de vurguluyorlar.
Her unutkanlığın Alzheimer’dan
kaynaklanmadığını da bilmek gerekiyor.
Tiroit hastalıkları dikkat eksikliğine yol açabiliyormuş. Genç yaşlarda yaşanan depresyon bir demans
nedeni olabiliyormuş.
Alzheimer seminerinde o kadar çok
bilgi paylaşıldı ki. Ama benim için en
doyurucu yönü dinleyicilerin hepsinin sorularının dikkate alınması ve teker
teker cevaplanmasıydı. Hasta yakınları
için belki en hassas tavsiye “Siz
kendiniz için ne isterdiniz, sevdiğiniz için onu yapın,” ifadesiydi.
Sarıyer Belediye Başkanlığı o
Cumartesi günü Evlendirme Dairesi Salonu’nu bu seminer için tahsis etmiş. Konuyla çok ilgili olduklarını farklı
şekillerde gösterdiler. Sağ olsunlar.
Alzheimer’ı
tanımaya devam ediyorum. Tüm hastalara
şifa ve hasta yakınlarına kuvvet ve sağlık diliyorum. Uluslararası Lions 118-T Yönetim
Çevresine, Dönem Genel Yönetmeni Sayın
Lion Nuray Marçak’a, 1. Bölge Lions Kulüplerine, Yaşlılar ve Alzheimer
Komite Başkanı Sn. Ln. Zeynep Arslan Gezgin’e,
Aykü Sn. Ln. Nursen Çelikel’e, 1.Bölge Kulüpleri Başkanı Sn. Ln. Ayşen
Ağma’ya, Sarıyer Belediye Başkanlığı’na,
Alzheimer Vakfı’na ve değerli hekimlerimize bu kıymetli seminer çalışması için
yürekten teşekkürler.
İki saati aşkın bir süre sonra
Sarıyer’den ayrılırken dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. İstanbul kışın en
soğuk günlerinden birini yaşıyordu. Arabama
gidene kadar yağan karla ıslanmamak için renkli büyük şemsiyemi açtım. İçimde tarifi zor bir huzur hissi vardı.