İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
Resim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Resim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Mart 2025 Pazartesi

Soyut Çalışmalarda Zeynep Kocasinan'ın Yorumu


Zeynep Kocasinan
, sanat yaşamına lise yıllarında başlamış ve yurtiçi ile yurtdışında çeşitli atölye ve workshop'lara katılmıştır. 2004 yılında İstanbul'da kendi resim atölyesini açarak profesyonel çalışmalarına devam etmiş, 2013'ten itibaren ise Fethiye Şövalye Adası'ndaki atölyesinde eserlerini üretmektedir. 

Sanatçı, özellikle soyut resim alanında eserler vermekte olup, çalışmalarında yaratıcılığı ön plana çıkarmaktadır. Farklı karma sergilerde ve özel gösterimlerde yer almıştır.

Çok sevdiği Fethiye'de, Fethiye Belediyesi Kültür Merkezi'nde 2006, 2007 ve 2016 yıllarında sergiler düzenlemiş, bu sergilerde soyut ve yarı soyut eserlerini sanatseverlerle buluşturmuştur. 

Zeynep Kocasinan'ın soyut resimleri, izleyicilere farklı yorumlar ve duygusal deneyimler sunmayı amaçlayan, renk ve biçimlerin özgün kullanımını yansıtan eserlerdir. 

Zeynep Kocasinan'ın soyut resimleri, renk ve biçimlerin özgün kullanımıyla izleyiciye dinamik ve çok katmanlı bir görsel deneyim sunuyor. Eserlerinde genellikle renklerin enerjisi ve geçişleri ön planda. Bu da resimlerine derinlik ve hareketlilik katıyor.

Sanatçının işleri, dış dünyayı birebir yansıtmak yerine, duygular, düşünceler ve soyut kavramları ifade etmeye yönelik. Kimi eserlerinde yumuşak geçişler ve armonik renk paletleri, kimi çalışmalarında ise kontrastın ve sert fırça darbelerinin getirdiği dramatik etki öne çıkıyor.

Sanatsal anlatım dili açısından, özgür ve deneysel bir yaklaşımı benimsediği söylenebilir. Resimlerinde, doğa ile soyut formlar arasındaki ilişkiyi araştıran bir estetik anlayışı dikkat çekiyor. Bu da izleyicinin hayal gücünü devreye sokmasını sağlayan, çok yönlü bir algı deneyimi sunuyor.

Eğer Kocasinan’ın eserlerine daha yakından bakarsanız, belirli bir anlatının veya hissin parçalarını yakalayabilir, ancak tam anlamıyla belirgin bir figüratif anlatım yerine, kişisel yorumunuza göre değişen imgelerle karşılaşabilirsiniz. Bu, onun sanatını sadece görsel değil, aynı zamanda duyusal bir deneyim haline getiren önemli bir özellik.

Sanat anlayışıyla ilgili olarak, özellikle renk kullanımı ve kompozisyon dengesi konusunda güçlü bir hisse sahip olduğu söylenebilir. Eserleri, hem dekoratif bir çekiciliğe hem de derin anlam katmanlarına sahip olabilir. Eğer soyut sanata ilgi duyuyorsanız, Kocasinan’ın eserleri izleyicide merak uyandıran ve keşif hissi yaratan türden.

Sanatçının eserleri ve sanatsal yaklaşımı hakkında daha fazla bilgi edinmek için kişisel Türkçe ve İngilizce dillerindeki bloglarını ziyaret edebilirsiniz. 

7 Mart 2025 Cuma

Zeynep Kocasinan’ın Resimleri Instagram’da @zeynepkocasinan_art

Zeynep Kocasinan suluboya, yağlıboya, akrilik boya ve karışık teknik resimlerini Instagram'da bulabilirsiniz.

17 Aralık 2004 tarihinde ilk resim atölyesini İstanbul'da açan Zeynep Kocasinan, resim çalışmalarına Fethiye'deki atölyesinde devam etmektedir.

@zeynepkocasinan_art   (Zeynep Kocasinan Art / ZK Art Studio)



23 Ağustos 2021 Pazartesi

Onlara...


Bu yaşamda yaş almak bir şans.

Bununla birlikte, yıllar geçtikçe sevdiklerimizi, değer verdiklerimizi yolcu etmeye şahit olmak gerekiyor.

Varsa güzellikleri ya da zorlukları, onlarsız yaşayacağımızı kabul etmek. Onlar sanki aramızda dolaşmaya devam ederken.

Özlemin farklı tatları, farklı zorlukları var.  Mesela seslenememek.  Söyleyemediğimiz adlar birikiyor mesela.  Boş bir sahilde, ve kolay değil o sahilleri bulmak, hani bağırarak o isme seslenebilmek istiyor insan.  Uzaklarda görüp, buradayım ben haydi gel, diye seslenebilmek.

Geçen yıllar sevdiklerimizle, değer verdiklerimizle vedalaşmayı gerektiriyor. Fark ediyorum ki her geçen yıl daha çok.

Bir yandan da özlemek, özleyebilmek sevmiş olmanın, sevebilmiş olmanın hediyesi değil mi? Ama yine bir yandan, yitirmenin verdiği ardı ardına gelen üzüntüler sevmekten korkutmuyor mu biraz?  

Tabii bazen değer verdiklerimizin o değere layık olmadıklarını keşfetmek de var bu hayatta. Hayal kırıklıkları belki özlemlerden daha çok.  Yüreğimizdeki kesikler çoğalıyorken diğer yandan kalbimizi, bizi şefkatle kucaklayanlar, kimi sihirli anlarda, iyi ki yaşıyorum, dedirtiyor.  Dünyanın renklerini berraklaştıran, belirginleştiren bir umut yayılıyor güne ya da geceye.

Yokluğuna üzülebildiklerimiz, bir yandan varlıkları ile, tanışıklıklarımız ne kadar uzun ya da kısa olsun, bizi, belki de biz fark etmeden, değiştirebilenler, büyütenler.  

İz bırakanlar çoğunlukla hissettirdikleri sevgi ile kalbimizde ölümsüzleşiyorlar. 

...

Kelimeleri seviyorum. Hep sevdim.  Söyleyebilmek, daha doğrusu yazabilmek, ruhumu özgürleştiriyor.  Bunu yapacak gücü ve daha çok yapabilecek gücü istiyorum.

Yine de, bazen kelimeler yetmiyor.  Ya da kelimelere güç yetmiyor.  Bazı anlarda.  Bazen bir fotoğraf söylemek istediklerimizi farklı bir dilde anlatıyor.  Bir kareye bir ömür sığıyor.  Bazen de adını bulamadığımız o duygular için renkler gerekiyor.  

Resimle yirmi küsur yıldır devam eden maceramda resmin ruhumuzun için ne anlama gelebildiğini bir yandan da yeniden keşfediyorum galiba.

...

Sadece renklerin dilinde söyleyebildiklerimiz ile, bu günlerde yolcu ettiğimiz iz bırakanlara özlem ve sevgiyle...

3 Ocak 2021 Pazar

Renklerin Günlüğü

Son bir yıldır belki de eksikliğini en çok hissettiğimiz şeylerden biri etkileşim ve yaşamın akışının bize sağladığı ilham.

Neredeyse yaşamımın tamamında iş, sosyal çalışmalar ve imkan oldukça sadece keyif almak için seyahat ettim.  Ve yaşamın neredeyse bu anlamda durma noktasına geldiği bu günlerde, hareket etmenin, etrafımızdan olanların biri etkilemesine, içimizdeki uyandırmak kadar yeni düşünce ve duygu yolları açmak gibi sihirli bir yönü var.   İstanbul'da Atatürk Havalimanındaki bekleme salonunda arkamdaki koltukta oturanların yaptığı sohbet, Japonya'da bir hızlı tren yolculuğunda ikram satışı yapan görevlinin yaklaşımı, Toronto'daki CN Kulesi'nden güneşli bir Temmuz gününde şehre bakarken gelip geçen diğer turistlerin görüntüleri ve konuştukları, Londra'da bir konser arenasına giderken binilen teknedeki yolcuların heyecanlı hali, kokular, renkler, şekiller, sesler.  Ve etrafımızdakilerin çeşitliliği ile renklenen ve harekete geçen hayat.

Ve tabii bunları yaşayarak ifade etmek, sözlerimizle, yaptıklarımıza, ve burada da kısıtlanmış durumdayız ve ifade edememenin belki farkında bile olmadığımız etkilerini yaşıyoruz.

Hem etkilenmek hem ifade etmek için kendimize kanallar açmamız gerekiyor.

Bu etkileşimlerin yoksunluğu ile zayıflamamak için, yaşamlarımızı canlı tutabilmek adına bu ilhamı ve enerjiyi hayatlarımıza bir yol bulup davet etmeye devam etmek gerekiyor. 

Yoğun olarak hissettiğim bu. 

Ve bu nedenle, bugünden sonra sizleri de yaptığım bir şeyi yapmaya davet etmek istiyorum.

Renkleri o gün için, o an için içinizde olanı dışarı çıkarabilmek için kullanmak.

Eğer yoksa kendinize bir boya seti alın. Boya kalemleri, pastel boya, sulu boya seti, ya da canınız neyi çekiyorsa.  Resime dair hiçbir bilginiz olmayabilir ve elinize boya kalemini en son ortaokulda ya da lisede almış olabilirsiniz.  Bahsettiğim şey resim yapmaya dair değil,  eğer sizde o konuda bir istek uyandırırsa internet dünyasının zenginliği ile o yolda da yürüyebilirsiniz ama şimdiki hedefimiz kelimeler yerine renkler ile içinizdekini dışa vurmanız.

İster sessizce, ister bir müzik açarak önünüze bir kağıt alın ve kalbinizden, evet size bu ne ifade ediyor ise kalbinizden geçen rengi, renkleri seçerek boyayın. Durmak isteyene kadar. Durmak istediğiniz süre ne kadarsa o kadar süre.  Bu süre muhtemelen başlarda kısa olacaktır ama eğer uzun süre oluyorsa, belki yarım saati başta geçmemenizi öneririm.  Bu şekilde ifade etmenin, bir nevi konuşmanın yorucu olabileceğini de fark edebilirsiniz.  Tüm bunlarla birlikte,  gün içinde ve düzenli şekilde bunu her gün yaptığınızda hafiflediğinizi, rahatladığınızı ve yaşamla çok daha rahat başa çıkabildiğinizi göreceksiniz.

Zaten resim yapıyorsanız belki önerebileceğim farklılık, eğer zaten o şekilde yapmıyorsanız,  sadece kalbinizden gelen renkleri ve şekilleri konuşurken kullandığımız gibi gelimeler gibi kullanmak ama onların biz kontrol etmeden, ana dilimizi konuşur gibi akmasına izin vermek.

Mesele Picasso, Monet, Cezanne olmak değil, kullanmadığımız bir dille ifade etmek.  Belki biraz Fahrelnissa Zeid cesaretini davet etmek güzel olabilir. Önerdiğim bu çalışma bir nevi renk ve şekillerle bir günlük tutmak.

O günlük, kendimizi anlamak ve tanımak için de bizlere çok değerli bir rehber olabilir.

Yaşamın renklerinin sizlere mutluluk getirmesi dileğiyle.

Yürekten sevgiler.

7 Haziran 2019 Cuma

22


Dün akşam kuzenlerimin Fethiye’deki otelinde kalan misafir akşam yemeğinden ayrılırken yanıma geldi ve sordu, “Zeynep, hala resim yapıyor musun?”  Neredeyse iki yıldır görmediğim Rodney’in resim yaptığımı hatırlamasına ve sormasına şaşırmıştım.

Bir yandan bunu bugünlerde sormasına da şaşırdım çünkü gerçekten tekrar resim yapabilmek için en azından dört beş gündür tatlı bir mücadele içindeyim. Ve tuvallerimi dışarıya çıkarmış olmama rağmen elime ne fırça ne de boya alamamıştım. Büyük çalışma masamın üzerine koyduğum irili ufaklı yedi tuvale takriben üç gündür sadece bakıyordum.

Bu sabah birkaç tanesinin masadaki yerini değiştirmiştim ama elime fırça almayı da düşünmemiştim.  Henüz o enerjiyi bulamamıştım.

Resim yapmak değişik bir iç enerjiye sahip olmayı gerektiyor. En azından benim için. İçimizdeki duyguları yansıtmak ve dışarıya akıtmak bir efor gerektiriyor. Bazen üç dört saat ara vermeden resim yaptığımda başımın dönmeye başladığını fark ederim. Bu vertigodan ya da tiner veya boya kokusundan değildir.  Aşağı yukarı 4-5 yıldır Fethiye’de çoğunlukla açık havada resim yaptığım için, bu havasızlıktan da değil.  Çok uzun bir yürüyüşten veya yüzmeden sonra  ya da zorlu bir karate antrenmanından sonra dizlerimin bağı çözülecekmiş gibi gelen o yorgunluk hissine benzer bir his.  Sanki kolumu kıpırtadamayacakmışım gibi gelir.  

Resim yapmaya başladığım yıllarda, ben de önce ünlü ressamların resimlerini, sonra da fotoğraflarda gördüklerimin resimlerini yaparak başladım.  Sonra bir kitabımda paylaştığım tesadüfler beni duyguların resmini yapmak diye tarif edebileceğim bir yola itti.  Ve resim yapmak benim için farklı bir mutluluk kaynağı olurken bir yandan da beni özgürleştirir oldu.   

Neredeyse iki yıl önce, 2017 yılının Ekim ayında Fethiye’de, tamamlanmamış yirmi iki tuvali bırakmıştım. Ben resimlerimi teker teker tamamlamam. Resim yapmaya başladığım ilk yıllarda keşfettiğim bu özelliğim ile artık barışığım.  Sadece yağlıboya ile çalıştığım yıllarda bu bir mecburiyet iken, akrilik boyalar ile başlayan dostluğumuzdan sonra bu, bir çalışma tarzına dönüştü.  

Bir sergide yer alacak resimleri bir bütün olarak düşünüyorum. Bir bütünün parçaları olarak, ve o nedenle de tüm parçaların üzerinde neredeyse aynı anda çalışırım. Belki bazıları biraz daha önce biter ama genelde resimlerin hepsini aynı günlerde tamamlarım.  

Sergilerde o bütünlüğü görmek hoşuma gider. Bununla birlikte farklı insanların farklı parçalara çekildiğini görürüm.  Birlikte çalışmama rağmen resimlerde bir bütünlük olmasına rağmen renkler çok farklı şekilde kendini gösterebilir.  Yıllar içerisinde formlar değişir.  Bu farklılıkları ve değişimleri gördükçe resim yapmaya devam etmek gerektiğine daha çok inanırım.  2000 yılındaki milenyum resimleri, 2003 yılındaki resimlerim ya da 2017 yılının resimler bana ait olduklarını bir şekilde hissettirseler de gerçekten o kadar farklılar ki.  El yazımızın yıllar içinde değişmesi gibi resimlerimizde öngörülmesi zor bir şekilde değişiyor.  Bu değişimi görmek beni heyecanlandırıyor.  Buna şahit olmak da değişik bir duygu.  Bir gün bir resim üzerinde çalışırken, ki bu genelde bir resim üzerinde çalışmaya başladıktan sonra oluyor, yeni bir form, yeni bir şekil, yeni bir renk karışımı beliriyor. Daha önce hiç çizmediğim bir şey karşıma çıkıyor.  Daha önce hiç çıkarmadığımız bir sesi çıkarmak ve o sese önce şaşırmak sonra da sevinmek gibi bir şey.

Önümüzdeki bir ay için beni özellikle İstanbul’da, biraz İzmir’de ve Lions’un Milano’da katılacağım yıllık dünya toplantısı için farklı maceralar bekliyor. Bununla birlikte muhtemelen bir yılı aşkın bir süredir ara verdiğim için içimde biriken yeni sesler henüz onları duymamış olsam da bu bekleyişte beni de heyecanlandırıyor.

İstanbul’a gitmeden önce resimler üzerinde çalışmaya başlayabilecek miyim henüz bilmiyorum.  Sembolik olarak da olsa başlamak istiyorum.   Yine de yapmaya başlamanın sihrini bilmekte birlikte, kendimi zorlamamayı da öğrendim.  Olması gereken vakti geldiğinde zahmetsizce ve keyifle açılıyor.

22 yarı tamamlanmış tuval beni bekliyor.  Bakalım onlar için hayalini kurduğum 22 hikayeyi Milano dönüşü nasıl anlatacaklar…

7 Ağustos 2016 Pazar

Babam

İstanbul’daki resim atölyemi 2004 yılının 17 Aralık günü açmıştım.
 
Babamın vefatından tam 3 ay sonra.

Esasında onun yokluğunda kendim için bir şeyler yapmayı seçiyor olmaktan biraz suçluluk duyduğumu itiraf etmeliyim. Bununla birlikte, babam Sinan Kocasinan’ı tanıyor onlarından çok iyi bildiği gibi insanın hep kendini aşması gerektiğine inanan bu adamın hayatı, çevresindeki insanları belki onların fark edemediği ama bir şekilde kendisinin görmeyi başardığı en üst potansiyellerine ulaştırmaya çalışmakla geçmişti. Mühendis olarak. İşveren olarak. Ağabey olarak. Dost olarak. Baba olarak.  Vazgeçmeyen bir azimle. Değişik bir mütevazılık, heyecan, inanç ve sabırla.

Ve kimi zaman sırf bu nedenle belki yanlış anlaşılmayı ve bir süre için de olsa sevilmemeyi göze alarak. Çünkü sonunda, çoğu insan onun ne demek istediğini, kendileri için ne yapmak istediğini anlarlardı.  Dediklerinin kendi iyiliği için değil, onların iyiliği için, doğru olan olduğu için olduğunu anlamak, kabul etmek kolay olmazdı.  Tıpkı vefatından sonra taziyeye gelen üst kademedeki yönetici ve bürokratların bana sanki bir itiraf gibi ısrarla “Sinan Ağabey haklıymış,” demeleri gibi.

Babam aferin bekleyen bir adam değildi. Belli ki çocukluğunda da, gençliğinde de kuvvetli gözlem yeteneği ile takip ettiği yaşamın doğrularını keşfetmek ve o yolda ilerlemek gibi bir amacı sahiplenmişti.  Ben doğmadan çok önce öldükleri için rahmetli babaannemin ve dedemin bundaki etkileri ne kadardı bilmiyorum. Ama 1927 doğumlu olan babam da, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında doğan o neslin çocuklarında olduğu gibi, Kurtuluş Savaşı’nı kazanmayı başarmış bir neslin azminin hayat bulduğunu söylemek mümkün olabilirdi.  Ondaki o muazzam vazgeçmeme azminin beni etkileyen yönü bu azmi kendi çıkarına olan şeyler için değil, doğru olduğuna inandığı şeyler için kullanmasıydı.

Babam doğruları savunmak konusunda hiçbir zaman korkmadı. Cesur kalmayı ve mücadeleye etmeyi başardı.  Yaşam zaman zaman onu bu nedenle çok yıprattı.  Maddi, manevi, zorladı.  Ama vazgeçirmeyi başaramadı.  Sorgulamayı belki son nefesine kadar bırakmayan bu ufak tefek sarışın mavi gözlü adam, yaşamındaki tüm kayıp, yenilgi ve yaralara rağmen gerçekten asil bir şekilde savaştı.

*

Babamdan en çok ne öğrendim diye düşünüyorum.  Onu en çok hangi özellikleri ile tarif edebilirim?

Çalışkanlık, sabır ve sebat.

Babamın vazgeçtiğini görmedim.  Vazgeçtiğini hiç görmedim.  Sadece vefatından birkaç gün önce, “Babacığım siz bu rahatsızlıkları aşabilirsiniz,” dediğimde, o meşhur yarım tebessümü ile bana mavi gözleriyle bakıp güldüğünde vücudumdan bir ürpermenin geçtiğini hatırlıyorum.  Bu defa, bu defa artık vazgeçiyordu galiba.

*

Babam bir Cuma günü vefat etti ve bir 17 Eylül günü toprağa verdik. Çalışma temposu nedeni ile Pazartesi günü ofise gittiğimde yaşama adapte olmakta zorlanıyordum.  Ve nasıl oldu ise resim yapmaya başladım.  Ofisimizde on iki yıllık iş hayatımda neredeyse hiç yapmadığım gibi müzik açtım. Ruh halime uyan bir şarkı seçtim ve o şarkıyı tekrara ayarlayarak çalarken resim yaptım.  7 resim. 1 metreye 1,20 metre 7 tuvale.  Beyaz ve mavinin tonları ile. Ve çok çok az pembe, kırmızı kullanarak.

Yedinci resim bittiğinde ben de artık içimdekilerin o an için tükendiğini hissediyordum.
Bu kaç saat sürdü ve o şarkı kaç defa çaldı gerçekten hiç bilmiyorum.

Yıllardır resim yapıyordum ama o gün benim resimle buluşmamda bir devrim yarattı.  O günden sonra yaşamımda daha önce yapmadığım gibi, bir hamlede çok uzun süre resim yapabildiğim zamanlar açılacaktı.  Yaptığım resimlerin ebatları büyüyecekti.

Babamın ölümü ile yaşamımda resimle ilgili sanki değişik bir kapı açılmıştı.

*

O ofisimde resimle geçen Pazartesi gününden, o 19 Eylül 2004 gününden sonra neredeyse her gün resim yapmaya başladım. Gece, gündüz, işten bulabildiğim her fırsatta.

Ve işte bu nereden geldiği belli olmayan yoğun akım bir anda kendi resim atölyemi açma kararını verdirdi.  17 Aralık 2004 tarihi de yaşamımdaki milatlardan biri oldu.

Evime kendi yaptığım resimleri asmaya kendi resim atölyemi açtıktan sonra başladım.  Çok sayıda sergi açtım.  Yazı yazmanın benim için çok değerli olduğunu çocukluğumdan beri biliyordum ama resim yapmaya olan tutkumun yoğunluğunu babamı toprağa verdikten iki gün sonra keşfettim.

*

Bugün 7 Ağustos.  Babam Sinan Kocasinan’ın doğum günü.

Ve ben mutluyum.

Doğumuyla, ölümüyle, bana verdiği nefesle bende yaşamaya devam ediyor babam. 


Bugün, belki bir babadan daha çok, her gün kıymetini daha çok keşfettiğim hep özlenecek bir hoca olarak.

15 Nisan 2016 Cuma

15 Nisan Dünya Sanat Günü

Bugün Leonardo Da Vinci'nin doğum günü. 
Ve Dünya Sanat Günü.
2012 yılından beri 15 Nisan Dünya Sanat Günü olarak kutlanıyor.

Bildiğim kadarı ile Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Türkiye'nin önerisi ile UNESCO'ya bağlı Uluslararası Sanat Birliği tarafından kabul ediliyor.
Hayatımıza bu anlamda yeni giren bir gün.

İzmir de bugünü sanatla iç içe kutlamaya hazırlanıyor.
Yaşamın telaşı, acıları, sorunları içinde ruhun sesi kendine alan arıyor. Gün boyu farklı aktiviteler var.

Bugün, İzmir Resim ve Heykel Müzesi, Kültürpark Sanat Galerisi'nde Lions 118-R Yönetim Çevremize bağlı İzmir Teos Lions Kulübü'nün de katkıları ile organize edilmiş olan bir sergi var. "Barış İçin Sanat" teması ile.
Barış'a ve yüreklerimizdeki barış ruhuna inançla, ben de bir resimle bu sergide olacağım.

Sözlerimiz, düşüncelerimiz kadar yaşamda yaptıklarımız da hep barış ve anlayış ruhu için olsun. Yaptıklarımızın yönü hep barışa dair olsun. Yüreğimizdeki barış, Ülkemizdeki barış.
Hep inandığımız doğru bugün de kendini hatırlatıyor:
"Yurtta Barış, Dünya'da Barış"
...

14 Şubat 2016 Pazar

Sevgi olsun...


Sevgi hep olsun yaşamlarımızda.
Sevmek mümkün olsun. 
Sevilmek de, mümkünse.

Resim, bu yıl Lions Barış Afişi Yarışması'nda Mansiyon Ödülü alan Fethiye Mustafa Karslıoğlu İlköğretim Okulu öğrencisi Melisa Kabak'ın afişi. Ne güzel çizmişsin Sevgili Melisa.

23 Ocak 2016 Cumartesi

Sergiden An'lar, "Yolu Yürümek", Teşekkür

Fethiye Belediyesi Kültür Merkezi Sergi Salonu'nda  18-22 Ocak 2016 tarihlerinde gerçekleştirdiğim Resim Sergisi'ne Fethiye'de gösterilen ilgiye yürekten teşekkür ediyorum.  

Facebook'taki Zeynep Kocasinan sayfamda sergi albümüne yer verdim.

Burada da sergiden bazı kareleri paylaşıyorum.

Yolu saygı, sevgi, neşe ve duygularımızın gerçekliğine sadık kalabilme gücü ile yürümek nasip olsun.

Yürekten saygı ve sevgilerimle.
Zeynep Kocasinan

















18 Ocak 2016 Pazartesi

"Yolu Yürümek" Sergi Özgeçmişi


Zeynep Kocasinan
Resim Sergisi
18-22 Ocak 2016
Fethiye Belediyesi Kültür Merkezi
Sergi Salonu

*

Zeynep Kocasinan

Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ni birincilikle bitirdi. Amerika Birleşik Devletleri’nde Cornell Üniversitesi’nde yılda dünyada 12 öğrenciye verilen başarı bursu ile Endüstri Mühendisliği okudu. Aile Şirketleri Yönetimi, Dış Ticaret ve İnşaat Muhasebesi eğitimleri ile başlayan kendini geliştirme süreci profesyonel koçluk ve bireysel gelişim alanlarında onlarca eğitim alarak bu alanlarda uzmanlaşmasına imkan sağladı. 1992 yılından aile inşaat şirketlerinde 2015 yılına kadar görev yapan Zeynep Kocasinan şirket genel müdürlüğü ile inşaat saha çalışmalarını sonlandırdı. 

Sanatçı resim çalışmalarına, inşaat işlerine ek olarak profesyonel olarak devam etmiştir.  2004 yılında İstanbul’da açtığı kendi resim atölyesinde ana konu olarak yaratıcılık başlıklı atölye çalışmaları düzenlemiştir.  Resim çalışmalarına 2013 yılından beri Fethiye Şövalye Adası’ndaki resim atölyesinde devam etmektedir.

Özellikle 2007 yılından itibaren resim çalışmalarının yaratıcılık çalışmalarını kişisel gelişim atölyesi çalışmaları altında daha detaylı ve üç aylık programlar çerçevesinde yapmaktadır.
Fethiye’de 2006, 2007 yıllarında Fethiye Belediyesi Kültür Merkezi’nde sergiler açan Kocasinan’ın bu sergi Fethiye’deki üçüncü sergisidir.


İngilizce ve az derecelerde Almanca, İspanyolca, Japonca ve Fransızca bilen Zeynep Kocasinan Türk İşaret Dili eğitimi almış olmaktan mutluluk duyuyor. 6 Türkçe, 2 İngilizce olmak üzere 8 Kitabı bulunuyor.

19 Temmuz 2015 Pazar

Yeni Yazı Dizisi - Lions Relife Dergisi'nde

Yaşamı, tesadüfleri ve kaderin izlerini takip etmek adına, Lions Relife Dergisi'nin online sitesinde yeni bir yazı dizisine başladım.
Kendi tesadüflerinizi, yaşamın sihirli izlerini birlikte keşfetmek dileğiyle.

http://www.lionsrelife.com/kose-yazisi/tesaduflerin-izi-japonyadan-mi-gecer/

17 Temmuz 2009 Cuma

Futurism


Yolunuz Londra'ya düşerse Tate Modern'de gerçekten görülmeye değer bir sergi var: Futurism. Öneriyorum. 20.Eylül.2009 tarihine kadar açık olacak...

Sevgilerimle,
Z.

29 Ocak 2009 Perşembe

Roma-Hatay-Tunus hattında...


Mozaikler benim hiç ilgi alanım olmadı. Ta ki son aylarda ardı ardına karşıma çıkmaya başlayana kadar.

Bundan birkaç ay önce yabancı bir hocam yaptığı mozaiklerin fotoğraflarını göndermiş. Zeugma’dan bir parçayı, ve bir de ressamını bilmediğim Napolyon’u betimleyen bir yağlıboya tabloyu mozaik olarak yeniden yorumlamış. Fotoğraflara bakarken düşünmeden edemedim, bir insanı mozaik ile bunu yapmak için iten nedir?

Beni resim yapmaya iten güçten farklı bir şey miydi bu? Yoksa benim için resim yapmak ne ise mozaikte onlara aynı hisleri mi veriyordu?


Ocak ayında İstanbul’dan Dalaman’a uçarken Türk Hava Yolları’nın Skylife dergisinde Hatay’daki mozaik müzesi hakkında bir haber vardı. Normalde belki de dikkatimi çok çekmeyecek olan bu yazıyı hemen okumaya başladım. Daha iki, üç hafta önce Aralık ayında Tunus’a yaptığım bir gezi sırasında dünyanın en büyük mozaik müzesi olarak adlandırılan Bardo Müzesi ’ni gezmiştim.

Mozaik deyince aklım yine yıllar öncesine gidiyor. İtalya’ya yaptığımız bir gezi’de programda Roma da vardı. Roma’da, Vatikan’daki St. Peter Kilisesi’ni gezerken kiliseyi gezdiren rehber bir bölümün önünde durmuş ve buradaki resmin özelliğini sormuştu. Bu kiliseyi iyi tanımıyordum, ve resmin özelliğini de bilmiyordum doğrusu. Biraz sessizlikten sonra grubun arkasında duran annem tur rehberine seslendi “O resim bir mozaik”. Buymuş demek rehberin sorduğu. Bu kilisenin içindeki resimlerin birçoğu zamanın aşındırmasına ve yıpranmalara karşı mozaikten yapılmıştı.

Beni bu mozaik resimlerden çok hemen girişte sağdaki bir bölümdeki heykel etkilemişti. Mikelanj’ın demişlerdi, Hz. İsa yetişkin halinde Hz. Meryem’in kucağında cansız bedeni ile yatarken…



Bardo Müzesi’ni gezerken grupta bulunan Türklerden bazıları Hatay Müzesi’ndeki mozaiklerin çok daha güzel olduğundan, renklerinin çok daha canlı olduğundan bahsediyorlardı.

Ben Hatay’a gitmiştim, ama Mozaik Müzesi’ne değil. 1992 yılının sonbaharında Yayladağı’nda yapılacak olan ‘Yayladağ Barajı’nın yerini görmek için gitmiştik. Hatta akşam hava karardığı için geceyi Yayladağı’ndaki bir otelde geçirmiştik. Amerika’dan döneli daha iki ay kadar olmuştu ve burası benim için oldukça farklı bir manzaraydı. Babamla bana otelin içinde tuvaleti olan ‘aile odası’ olarak adlandırılan tek odasını vermişlerdi. Ertesi sabah yola çıkmak için kalktığımızda salon bölümünde sıralı yataklarda yatanların arasından geçerek dışarı çıkmıştık. Ve araba ile kıvrıla kıvrıla giden yoldan Samandağ’ına indiğimizi hatırlıyorum.

Yayladağı’na gitmeden önce Hatay’da Devlet Su İşleri’ne uğramıştık. Bize yer ile ilgili bilgileri vermesi için mühendis bir beyi görevlendirmişlerdi. Öğle saati gelince bir yemek yemek istedik, ve Harbiye’ye gitmemizi önerdiler. Babam da yanımızda olan mühendis beyi bizimle beraber yemek yemesi için davet etti.

Hatay’da da Harbiye varmış meğer. Yemek ve mezeler gerçekten çok lezzetli ve güzeldi, hala tadı damağımda. Aklıma daha çok kalan bölüm ise hesap ödeme bölümü. Yemeğin sonlarına yaklaşmakta olduğumuz bir aşamada babamın bana gözleri ile bir işaret yaptığını gördüm, “Zeynep git içerde hesabı öde” demekti bu. Müsaade istedim ve masadan kalktım. Sözde sessizce hesabı ödeyecektim.

Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Lokanta sahibi Hatay’da misafirler hesap ödeyemez diyerek ödememi kabul etmez mi. “Aman yapmayın etmeyin, bakın babam en büyük, olmaz, hem o bey babamın davetlisi, lütfen alın hesabı” diyerek çok dil döktüm; yok. Aşırı ısrarıma dayanamayıp bu defa masaya gidip ödemeyi yapmam için Hataylı misafirimizin iznini almazlar mı… Gitti bizim sözde sessizce yapacağımız incelik. Babamın uzaktan kısmen duyabildiğim ısrar ve rica cümleleri sonrasında benden ödemeyi aldılar. Ben de utana sıkıla masadaki yerime döndüm.

Hatay’a ve Harbiye’ye tekrar gitmek nasip olmadı. Yayladağ Barajı İnşaatı’nın ihalesi girdik ama kazanamadık. O baraj da tamamlandı ve 10 yıl kadar önce hizmete girdi sanırım. Ben tekrar Hatay’a gitmek istiyorum. Bu defa hem mozaik müzesini görmek ve hem de Harbiye’de güzel bir yemek için…

25 Ocak 2009 Pazar

Turner'in Kıymetini Bilmek


2002 yılında Zürih sokaklarında tanıştım ben JMW Turner ile. Ve bakış açım değişti.

En başta Turner’a karşı. Karşı karşıya olmak farklı bir şeymiş. Ve ne kadar güzel çekilirse çekilsin bir fotoğrafın bir Turner resmini tüm ruhu ile aktarması mümkün değilmiş. Ben Zurih sokaklarında gezerken bir postere tutuldum. Belki ve çoğu ilk defa sergilenen 200 kadar Turner resmi ile aynı odalarda bulundum, aynı havayı soludum.

Thomas Kinkade’e Amerikalılar “Painter of Light – Işığın Ressamı” diyorlar. Kinkade günümüzde hayal dünyalarını çizen bir ressam. 1775-1851 yılları arasında yaşayan İngiliz ressam William Turner yarattığı bambaşka dünyalar ile o dönemlerde “Işığın Ressamı” olarak anılıyor.

Turner ışığı ve rengi dönemine göre o kadar farklı ve yaratıcı olarak kullanıyor ki büyük eleştirilere maruz kalıyor. Beni çok etkileyen çok resmi var. Ancak söylemek zorundayım kimi resimlerinin önünde ayrılmak mümkün olmuyor, sanki insanı başka bir dünyanın içine çekiyor.

Zürih’te sergiyi gezerken serginin sesli kayıt kulaklığını da almıştım, bu sanki yeni keşfettiğim ressamı daha iyi anlayabilmek için. Tabi bizlerin birkaç yüzyıl sonra yaptığımız yorumlar Turner’ı ne kadar doğru tarif edebilirse. Beni etkileyen kendi sözleri.

Turner’i görmek gerekiyormuş, bilmiyordum, o ilk buluşma an’ından sonra yaşadığım şaşkınlık her Turner resmi görüşümde devam ediyor.

Londra Tate Müzesi en büyük Turner koleksiyonlarından birine sahip, ancak ben Turner ile Zurih Kunsthaus’da tanıştım, organize edilen büyük retrospektif sergide.



Londra’daki “The National Gallery – Ulusal Galeri”de de Turner’in resimlerini görmek mümkün. Britanya’daki En Mükemmel Resim seçilen “Fighting Temeraire”yi de burada görmeniz mümkün.

Joseph Mallord William Turner, yaşarken kıymeti bilinebilen ressamlardan. Daha 30’una varmadan tanınıyor, 1807’de Kraliyet Akademisi’nde Perspektif Profesörü oluyor. Güneş ve günışığı O’nu çok etkiliyor, ve bunu da ifade ediyor zaman zaman. Avrupa seyahatlerinde, Alp’lere yaptığı yolcuğu ressamı gerçekten etkileyen dönemleri.

Turner’in beni en çok etkileyen resimlerinden biri “Huzur-Deniz’de Cenaze, Peace –Burial at Sea”. Ressam David Willte’nin denizde yapılan cenaze törenini ve ölünün denize bırakılmasını resmeden Turner, geminin yelkenlerini simsiyah yapar. Ruhunu yansıttığı bu renk seçimi çok eleştiri alır. Turner’ın bunlara cevabı ise “Keşke daha siyah yapabilseydim” oluyor

21 Ocak 2009 Çarşamba

Ruhumun Parmak İzi



Resim yaparken bazen 1 metreye 2 metre bir tuval ve kullandığım spatüller küçük gelir. Gider bir sünger alırım, ya da eldivenlerimi giyip ellerim ile boyamaya devam ederim. Bazense 0 numaralı bir suluboya fırçası fazla kalın gelir yapmak istediğim çizgiler için. O an için neyin uygun olduğunu o an’da yüreğim belirler.

Ben önden uzun tasarlamalar ile resim yapmayı çok uzun zamandır bıraktım. Tasarlayan ben ile yapan ben arasında geçen zamanda farklı bir ben var artık. Ön çalışmalarımı yaparım, bunu yapmamayı kastetmiyorum. Ancak iş fiilen yapmaya geldiğinde, hangi Zeynep duruyorsa tuvalin karşısında resmi yapan da iş de O’dur. Yapılması gerekeni değil içimden yapmak geleni yaparım.

“Zeynep senin tarzına benzer bir sergi var aman kaçırma” der bazen beni çok yakından tanımayan arkadaşlarım. Daha yakından tanıyanlar bilirler. Benim yaptığım gibi resim yapanları görmek güzeldir, ancak öğrenmek için değil, faydalanmak için değil, o ressamı daha iyi tanımak ve anlamak için, bir insanı tanımak için. İlham almak içinse şiir okumak isterim, bir romanı okumak veya müzik dinlemek isterim. Yaşamak, hissetmek ve sonra da yapmak hissettiklerime dair.

Picasso olamam ben, Dali olamam, Fikret Mualla olamam ben, Halide Edip Adıvar, Orhan Veli veya Orhan Pamuk olamayacağım gibi. Sadece ve sadece Zeynep Kocasinan olabilirim ben.

Başkaları gibi olmaya çalışabilirim; başarmam mümkün değil.

Bana ait bir ses var içimde. Ve işte o ses benim esas parmak izim.

İçimdeki ses ruhumun parmak izi.

*

Goethe: “Yapabileceğiniz ya da yapabileceğinize inandığınız bir şey varsa harekete geçin. Eylemde sihir, zarafet ve güç vardır.”

19 Ocak 2009 Pazartesi

İstanbul'u Arzulayan Resimler


Mayıs ayıydı. 2005. Barselona’ya tekrar gidiyordum, İstanbul’a çok benzettiğim bu şehre. Ve ilk yolculuğumdan farkı belki artık bu topraklarının dilinin bana o kadar da yabancı olmamasıydı.

Doğrusu Figueres’e, Dali’nin şehrine gitmek başta programda yoktu, ama 1-1,5 saatlik bir yolculuktan sonra Dali Müzesi’nde bulmuştum kendimi. Gerçekten de enteresan bir hayal dünyasında.



Sabancı Müzesi’ne Picasso sergisi ilk Barselona seyahatimden ve oradaki Picasso Müzesi’ni gördükten sonra gelmişti. Kasım 2005’ten Mart 2006’ya kadar Picasso gezindi İstanbul Boğazı’nda. Ve şimdi Dali, ve gitmesine az kaldı.

Her müzenin ayrı bir ruhu var, resimlerin ayrı bir ruhu olduğu gibi. Ve her resmin enerjisinin biz insanlar gibi olmak istediği yerler, dolaşmak istediği topraklar var. Bazen kök salacakları yerleri çabuk bulurlar. Bazense onlar da bizler gibi yüreklerinin çağırdığı yeri arar dururlar.

İstanbul’da Arkeoloji Müzesi farklıdır. İstanbul Modern ve Sabancı Müzeleri de bu şehri müzeleri olan diğer şehirler ile artık daha çok bağlıyor sanki.

Fethiye Müze Müdürlüğü’ne her gidişimde yüreğim biraz burkulur. Bu toprakların sunduğu tarihi korumakta, kollamakta, paylaşmakta neden bu kadar zorlanıyoruz diye. Ortaokul yıllarında ilk defa gittiğim Londra’daki British Museum’u gezdiğim günlerdeki hayretimi hatırlıyorum. Aynı tarihlerde İstanbul’da gezebildiğim Müzeler Topkapı Sarayı Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’ydi. Londra’ya gittiğim aynı yıl Paris’te Louvre Müzesi’ni de gezme şansım olmuştu. Ağabeyim Yaman ile müzede saatlerce kaldıktan sonra müzenin kapanma saatinin yaklaşmakta olduğunu fark edip koşarak yetişmiştik bazı bölümlerine. O günden sonra belki 4-5 defa daha Paris’e gitme şansım oldu. Ve karar verdim Louvre’ı gezme macerası bitmez. Ve bu güzel bir şey.

Bir yeğenim var altı yaşında. O Salvador Dali’nin İstanbul’daki sergisine benden önce gitti, anaokulu sınıfı ile. Ben ortaokul’da Mona Lisa ile tanıştım. Yine de çok şanslıydım. Ancak devir değişiyor, ne dersek diyelim dünya ile Türkiye arasındaki sınırlar artık çok farklı renkler ile çiziliyor.



Son Japonya seyahatimde Kurashiki’deki Ohara Sanat Müzesi’ni gezmiştim. Kurashiki, Okayama’nın batısında gerçekten rüya gibi küçük bir tarihi şehir. Ve bu şehirdeki Ohara Müzesi’nde Signac, Toulouse-Lautrec, Gauguin, Renoir ve Degas gibi sanatçıların eserlerini görmek mümkün. Orada bir Rothko gördüğümü de hatırlıyorum. Ohara Sanat Müzesi’nin bir özelliğine Japonya’da Batı eserlerinin daimi olarak sergilendiği ilk müze olması. Müzenin yeni bölümlerinde Japon, Yakın ve Uzak Doğu eserlerini de görmek mümkün.

*

Müzeler resimlere ev sahipliği yapıyor. Aramızda olan veya olmayan sanatçılardan bize emanet kalanlara bir yuva sağlıyor. Resimler de, heykeller de bizlerin arzuladığı gibi geceleri ruhlarının huzurda olacağı ve gündüzleri yaşam ile karışabilecekleri mekânları arıyor. Bir ev, bir müze veya bir atölye. Ve kimi resimler kapalı dolaplarda, depolarda gün ışığına çıkacakları zamanı bekliyorlar.

Haydi İstanbul misafirperverliğe devam. Kim bilir hangi ressam seninle kucaklaşmak istiyor.

2 Ekim 2007 Salı

Ressam Zeynep Kocasinan 2.Kadın ve Sanat Etkinliğinde

01-17.Mart.2007 tarihleri arasında Fethiye Belediyesi Kültür Merkezi'nde "Yolu Yürümek" başlıklı resim sergisini açan Ressam Zeynep Kocasinan, 08-30.Mart.2007 tarihleri arasında da Marmaris Ticaret Odası ve Muğla Üniversitesi gibi farklı kurum ve kuruşlar tarafından desteklenen "2. Kadın ve Sanat Etkinliği" resim sergisinde yer aldı.

http://www.maksev.org/galeri/zeynep_kocasinan/index.htm