İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
kişisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kişisel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2019 Cuma

Son 3 Gününüz Kalmış Olsa - Bir Konferansın Ardından İlk İzlenimler

16 Ekim’de İstanbul’da, Uluslararası Profesyonel Koçluk Derneği’mizin 7. Koçluk Konferansı gerçekleştirildi.  Bende tınlamaya devam eden izler bıraktı.   

Derneğimizin Başkanı Sayın Fatma Eser Ömeroğlu açılış konuşmasında çok özel yaşam hikayesini de anlatıyordu.  Hayatının bir noktasında, son üç gününün kaldığı söylenmiş olan bir insan olmanın hikayesi.  Düşünceler, duygular kafamda hızla uçuşurken ve gözlerimden yaşların süzülürken, hemen sol tarafımda oturan hanımın da aynı durumda olduğu fark etmiş ve birbirimize hafifçe gülümsemiştik.  Açıklıkla paylaşılan yürekten hikayeler ruhumuzun farklı köşelerine ulaşabiliyor.

Onu dinlemeye devam ederken, konuşmasında kendisi için önemli bir başlangıç olduğunu paylaştığı 1. Koçluk Konferansımıza, 2012 yılının Mart ayına ve yaşamıma dokunan ve ilham veren insanlara gitti. 

O ilk koçluk konferansı sayesinde tanıdığım ve 2017 yılında kaybettiğimiz, koçluğun öncülerinden Sir John Whitmore, o insanlardan biri.  Artık hayatta olmasa da, ilham almak için mesela Türkçe’ye “Performans için Koçluk” adı ile çevrilmiş olan kitabını okuyabilirsiniz.  İngilizce biliyorsanız internette kolaylıkla erişebileceğiniz konuşmalarını dinleyebilirsiniz.  Sir Whitmore, insanın kendini gerçekleştirmesi ve içindeki potansiyeli ortaya çıkarması adına farklı disiplinlerin bilgilerini birleştirerek bizlere yeni modellerle değerli bir yol açanlardan.  Işıklarda olsun.

Koçluğa gönül verenler Türkiye’de etik değerlere önem vererek, insan yaşamına katkı adına başarılı çalışmalar yapıyorlar. Hem kurumsal ve bireysel çalışmalar ile, hem de sosyal projeler ile.  Türkiye Koçluk Ailemizde çok özel insanlar, çok özel koçlar var.  16 Ekim’de de Eser Ömeroğlu açık yürekli paylaşımları ile ilham veriyordu.

Konuşmasından aklımda kalan bazı değerli notlar var.
Örneğin, yaşamak için üç günü kaldığını söylediklerinde aklında beliren soru hala kulağımda çınlıyor: “Yok olurken nasıl var olabilirsin?”

Gerçekten bugün yaşamak için sadece üç günüm olduğunu öğrenmiş olsam, ne düşünür, ne hisseder, neler yapmak isterdim?

Yaşamımın sonu geldiğinde bu aniden mi olacak, yoksa gerçekten beni sona getirecek günleri bilerek ve fark ederek mi yaşayacağım bunu bilmiyorum. Bir yandan bilmiyor olmak da yaşamın olumlu güzelliklerinden biri. Bununla birlikte o son geldiğinde, yaşamım ve ölümüm ile barışık olmak için keşkelerim olmaması gerektiğini artık biliyorum.  Mutluluğun anahtarı içimizdeki potansiyeli dolu dolu yaşabilmekten de geçiyor.  Başkalarının yaşamlarına katkı koyabilmek de kendimiz ve yaşam ile barışmanın, bütünleşmiş hissetmenin yollarından biri. İşte belki o nedenle, parçası olduğum Lions Kulüpleri Birliği ve diğer sivil toplum kuruluşlarında görev yapmayı kendim için önemli ve değerli buluyorum.  Gönüllülük belki o nedenlerle yaşamlarımızda başka şekilde elde edemediğimiz bir doyum sağlıyor.

Sayın Eser Ömeroğlu konuşmasında gönülülüğü üç kelime ile tarif etti. Şefkat, cömertlik ve gelecek kelimeleri ile. Karşılık beklemeden yapılan yardımdaki şefkatten, özgürce vermekten gelen cömertlikten ve umut taşıyan geleceğe hizmetten bahsetti. Gönüllü olmanın içimizde uyandırdığı güçten. Ben bu güce derinden inanıyor ve güveniyorum.  Dünyanın her köşesinde bu yola inanların yarattığı birliğin yaşamı yaşanır kılan en büyük güçlerden biri olduğuna.


7. Koçluk Konferansının bende uyandırdığı ve tınlamaya devam eden farklı düşünceler ve duygular var.  Bunları, ruhuma dokunduğu noktalar ile paylaşmaya devam edeceğim.

Tekrar buluşana kadar, sevgi ve ışıkla kalın.

2 Ekim 2016 Pazar

Lions Relife'da...

Lions Relife online dergisi için yazdığım yazılarımı aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz:


Keyifle olması dileğiyle.

17 Haziran 2016 Cuma

Çıtkırıldım

Bazen beklenmedik bir anda duyduğumuz bir kelime birçok anıyı, olayı hafızamızda bir anda saklı oldukları o bilinmez yerlerden çıkarıp önümüzde capcanlı görüntüler olarak getirebiliyor. Capcanlı. Bir kelime ile.

Sözlerin, kelimelerin hayatlarımızdaki yapıcı ve yıkıcı güçlerine inanıyorum. Kelimeleri olumluya yormanın önemine de.

Tabi bazı kelimeler anlamları ve enerjileri nedeni ile ne yaparsak yapalım olumlu kuvvete o kadar çabuk dönüşemiyor.  Genelde.  Yani, “kötü” kelimesi ile barışmak belki mümkün ama “kötüsün” cümleciğine dönüştüğünde, o enerjinin dalgasının bedenimizi ve ruhumuzu dövmesini engellemek o kadar kolay değil.

Kelimeler gerçekten güçlü. Bazen sihirli. 

Kelimelerin duyduğumuzdaki etkileri farklı. Okuduğumuzda yarattıkları dalgalar da bambaşka. Orada da gizemli bir dünya var.  Kelimeler kimilerimiz için yazıda ayrı bir hayat buluyor.

Yazı yazmak esasında mide bulantısı gibi bir duygu ile başlar. Ben de öyle başlıyor.  Oturup yazı yazayım diyerek yazı yazamıyorum ben.  Bir mide bulantısı başlıyor adeta.  Bazen çok güzel, bazen çok üzüntü veren bir “şey”le başlıyor. Bir olay, bir görüntü, bir kelime.

Ve getirdikleri düşünce ve duygular sadece beynimde değil bedenimde dolaşmaya başlıyor. Önce kendimi, gerçekten neredeysem, evde, ofiste, genelde volta atarken buluyorum. Dolaşırken. Dolaştığımı bir süre sonra fark etmiş oluyorum. Bakıyorum o duygu ile oturamaz, duramaz olmuşum.

Bazen o olayın hemen anında olmaz bu hal.  Mesela bir toplantının ortasındayımdır o sırada, veya havalimanında uçağa binmek üzereyimdir veya olay bir alışveriş merkezinde gözümün önünde cereyan etmiştir veya bir otelde, takside, minibüste.  Bazen fark etmem bu mide bulantısının daha önce yaşanmış o anlar nedeni ile olduğunu.

Semptomlarda genelde, genelde evime geldiğimde, o zaman kendini belli etmeye başlar. Yazıp içimden atmak istediğim bir şey vardır. Yazıp içimden atmam gereken bir şey vardır.  Ve ortam müsait olduğunda içimdeki Zeynep sinyal verir. Şimdi içinden atma zamanın olabilir, diye. 

İşte bir bakarım evin içinde volta atıyorum.  Sonraki adım bellidir.  Muhtemelen zaten açık olan bilgisayarımın başına geçerim ve yazarım. Bitene kadar.

*

İşte dün duyduğum bir kelime bu sabah, dünden beri ben fark etmeden kafamın içinde saklı yerlerinden tekrar gün yüzüne çıkardıklarını boşaltmamı ister gibi.  Bu akıma çok fazla direnemeyeceğim.

Bugünlerde Orhan Pamuk’un 2006 yılında Nobel Ödülü’nü alırken yaptığı “Babamın Bavulu” konuşmasının birkaç yazısıyla birlikte yer aldığı “Babamın Bavulu” kitabını tekrar okuyorum. İlk defasında gözü yaşlarla okuduğum bu kitabı sanırım beşinci defa okuyorum.  Ve bugünlerde yine tesadüfen Annemin evinde karşıma çıkan George Orwell’in, Penguin Kitapları’nın 20 kitaplık Great Ideas-Harika Fikirler serisinde yer alan kitabı “Why  I Write – Neden Yazıyorum”unu da okuyorum. Onları okuyor olmamın bu sabah duyduğum bu mide bulantısı ile ne kadar ilgisi var bilmiyorum ama bu iki yazarın kelimelerinin bu üzerimdeki hal ve karışıklık duygusu ile kalmak yerine yazmayı seçme isteğimi kuvvetlendirdiklerini söylemek zorundayım.

*

Bir kelime demiştik. Bazen bir kelime yetiyor.

Benim için bugün bu kelime çıtkırıldım.

Anlamını bilmediğimden tabii ki değil ama mide bulantımın nedenini anlayınca, çıtkırıldım kelimesi ile yüzleşebilmek için, bu kelimenin bende dokunduğu yerleri anlayabilmek için, genelde yapmayı sevdiğim gibi Türk Dil Kurumu’nun internet sitesine girdim ve anlamına tekrar baktım. 

Çıtkırıldım kelimesi sanırım benim ağzımdan hiç çıkmamıştı.  Hiç söylememiştim.  Bu kelimeyi bugüne kadar yazdığımdan da emin değildim. Bugünlerde popüler olan “Lugat365 Bazı Kelimeler Çok Güzel” kitabında yer alan ve daha çok dedelerimizin (rahmetli babamın), ninelerimizin dillerinde yeri olan 365 kelimenin çoğunu kullanmışken çıtkırıldım nedense benin lugatımda yer almamıştı.

Türk Dil Kurumu çıtkırıldım sıfatı için “Aşırı incelik, dayanıksızlık ve çekingenlik gösteren (kimse),” diyor.

Çıtkırıldım benim lügatımda yer almamıştı ama, bu sabah kafamın ve kalbimin içinde dolaşanlar, bu kelime veya bu kelimenin bende asıl çağrıştırdığı zayıflık, fiziksel veya ruhsal olarak zayıf olma hali ile ilgili bir isyan başlatıyordu.

Çıtkırıldım kelimesinin daha önce ağzımdan çıkmadığını söylemiştim.  O kelimeyi söylemiş olarak bu yazıyı yazabilmek için mutfakta çayını koymakta olan anneme seslendim.  Birkaç gün sonra Japonya’ya gidecek olduğum için evimde yani Fethiye’de değil İstanbul’da annemin misafiri olma şansını yaşadığım günlerden birindeydim.  Belki de bu yazıyı yazabilmek için olabileceğim en doğru yerde.

Kelimelerin dudaklarımdan dökülmesine izin verdim.
-           “Anne ben çıtkırıldım mıyım?”
-           “Nereden geldi şimdi bu aklına?” dedi Annem.

Önce yanıt vermedim, sonra “Yo, öylemesine,” falan gibi en anlamsız cevaplarımdan birini verdim.  Bir kelimenin, o kelimenin beni saatlerdir rahat bırakmadığını söylemedim.  O kendine göre çıtkırıldımın ne olduğunu tarif etmeye geçmişti ve sorumu fazlası ile anlamsız bulduğunu ve arkasındaki düşünceyi de tam çözemediğini fark etmemek mümkün değildi ama sanki konuyu kurcalamaması gerektiğini de annelik önsezileri ile hissetmişti sanki. Oraya girmedi.

Annelik duygularından bahsedince, annelik şefkatli ile çocukluğumdan beri beni canımı düşünmemekle adeta suçlayan, yapılması gerekenler için kendimi fazla zorladığımı ve yorduğumu, canımı gereksiz üzdüğümü söyleyip duran Anneme çıtkırıldım kelimesi ile bugün yaşadığım mücadeleyi anlatmam zor olabilirdi.  Ona ‘canını üzmek’ ifadesinin ne anlama geldiğini anlamaya başladığımı söyleyebilirdim aslında. 

Yaşamımda canımı düşünmediğim konusunda annemi haklı çıkaracak fazla örnek vardı.  Yerine göre fazlası ile gereksiz cesaretle kendi bedenimi ve ruhunu lüzumsuzca yorduğum zamanlar çok fazla olmuştu. Toz alerjisi için ilaçlar ile şantiyelere gitmeler, burkuk bilekler ile araba kullanmalar, iş seyahatlerine kaçmalar, ateşli ateşli evden ofise kaçmalar.  Sorumluluk hissimin dozunun kaçtığını söyleyip durmuş, sonra bana söz geçiremeyince bu konuda kötü örnek olmakla babamı tatlılıkla suçlar olmuştu. Bu konuda haksız da değildi belki. Ama beni etkileyen babamı örnek almam mı yoksa genlerden gelen bir davranış bozukluğu muydu bundan tam emin değilim doğrusu.

Yıllarca yerine göre bedenime rağmen, ağrılara rağmen, yorgunluklara rağmen, bireysel isteklerime rağmen hep çalışmaya, mücadele etmeye devam etmeyi seçmiştim. Doğru olanı yapmak, yapılması gerekeni yapmak, aileme, çevreme, işime, topluma sorumluluklarımı hani tabir yerindeyse kanımın son damlasına kadar yerine getirmek gibi değişik bir görev bilinci ile yaşadığımı itiraf etmek zorundayım. Böyle bir inanç ile.  Yaşamımın belki ilk otuz yılını böyle tarif etmem mümkün.

Son onbeş yıl içindeyse, adım adım, bu ‘rağmen’lerle yaşamanın doğru bir yol olmadığını keşfetmeye başladım. Adım adım.  Bu on beş yılda, bedenimin, kalbimin ve ruhumun bana adeta boyun eğişi ile ilerlemenin yaşamak için doğru olmadığına karar verdim. Kendimi düşünmeyi bir seçenek olarak dikkate almadan yaşamayı bırakmaya karar verdim.

Beni yakından tanıyanlar bilirler, maddiyat benim için hayatta hiçbir zaman öncelik olmadı. Yani çok çalıştıysam bu öncelikle sorumluluklar nedeni ile oldu. Kendimden çok başkalarına karşı hissettiğim sorumluluklar.  Sonra kendimi düşünmenin sorumsuzluk olmadığı kavramı ile barıştım.  Bana iyi gelen davranışlarında başkaları için de iyi olabileceğine. Şu meşhur “kazan-kazan” tabirinin doğru olabileceğini keşfetmeye başladım. İstediğim şeyi yapmanın başkalarına da iyi gelebileceğine.  Mesela en basiti, çocukluktan beri en çok yapmayı sevdiğim şeyi yaptığımda, yazı yazdığımda, bana yazılarımın onlara ne kadar iyi geldiğini, şifa olduğunu, moral verdiğini, umut verdiğini söyleyen insanlar ile karşılaşabildiğimi keşfettim.

Bu sabah kendimi İstanbul’da, Arnavutköy’de, annemin evinde volta atarken yakaladığım an aklımdan geçen anıyı fark ettim. Rahmetli babamla Ankara’da bir oteldeyiz.  Kayseri’den, bir karayolları inşaat işinin ihalesine girmeden önce iş yerini görüp Ankara’ya gelmişiz. Ertesi gün ihale var Karayolları Genel Müdürlüğü’nde.  Gündüz ateşlenmeye başlamışım ve ihale dosyasını tamamlamamız gerekiyor. Ateşim düşmek yerine çıkmaya devam ediyor, aldığım ateş düşürücüler sadece o prospektüsteki süreleri kadar etki gösteriyor ve ateşim 39, 39,5 dereceler gibi riskli bölgelerde gezinmeye devam ediyor.  Oteldeki havluları ıslatıp vücudumu soğutmaya çalışıyorum.  
Bir yandan otel odasında babamla ihale dosyasını hazırlamaya çalışıyoruz.  Gözlerim kararmaya başladığında havlular ile kendimi soğutarak ateşimi düşürmeye çalışıyorum.  Benden 43 yaş büyük babamdan pek bir destek talep istemem mümkün değil ama o da bana “Zeynep, kızım, ne yapalım, iyi misin?” diye soruyor. Ben bir yandan ne olacak halim diyorum ama ertesi gün ihale var ve her zaman yapmayı seçtiğim şeyi yapmayı seçiyorum ve “İyiyim Babacığım,” diyorum. “İdare ederim,” diyorum. İdare ediyorum da. Yani en azından havale geçirmeden ertesi sabahı ediyorum. Arada bazen on dakika, bazen yarım saat uzanıyorum ve kalkıp ihale dosyası üzerinde babamla çalışmaya devam ediyoruz.  Ertesi gün ihaleye de giriyoruz. İş bizim üzerimizde kalmıyor o ayrı.

Şimdi geriye dönüp bakıyorum ve “Bu hata” diyorum. Böyle davranmak hatalı.  Canıma yazık, ruhuma yazık.  Onlarca, böyle onlarca olay var hayatımda.  Kendimi bildim bileli zayıflığı, zayıf olma halini kabul etmemek adına, hastayım demedim, yorgunum demenim, üzgünüm demedim.  Yıllarca demedim. Gerçekten yıllarca. Şimdi düşününce, rahmetli babam 77 yaşında vefat etti ve belki o neredeyse hayatı boyunca demedi ama ben de son on beş yılda azalan dozlarda olmak üzere, halim ne olursa olsun söylemedim. Söylememeyi seçtim.

O yıllarda annemin iyi olup olmadığını anlamak için davranışlarımı kontrol ettiğini, halimi gözlerimden anlamaya çalıştığını bilirim.  Hasta olduğumu söylemezdim, üzgün olduğumu söylemezdim, takatim kalmadığını söylemezdim. Bunu saklamak için uğraşırdım adeta.  Mesele benim meselemdi, başkasını yormaya ve üzmeye gerek yoktu ki. Rahmetli babamın ve annemin rahatsızlıkları nedeni ile onları üzebilecek veya onlara ek bir yük getirebilecek bir durum yaratmamak önceliğimdi.

Sonra yıllar, yaşananlar, kitaplarımı yazmaya iten hikâyeler, bana kendimi düşünmeyi öğretmeye başladı. Kendimi düşünmemin şart olduğunu. İsteklerimi dikkate almam gerektiğini. Kendimi korumanın, kendimi düşünmenin bencillik değil sağlıklı bir şart olduğunu.  Kendimi düşünmemin ve korumanın başkalarını düşünmeme, başkalarını korumama mani olmadığını.

Yavaş yavaş, ki bu konuda hala biraz yol almam gerektiğini söylüyor annem, hastaysam hasta olduğumu söyleme başladım. İyi hissetmiyorsam bunu söylemeyi, canım acıyorsa bunu paylaşmayı, üzgünsem beni üzen duyguları ifade etmeyi seçmeye başladım.  Kendim olmayı ifadelerimde daha şeffaf ve açık olarak yaşamayı seçmeye başladım. Özellikle de son bir yıldır bu konuda daha net bir niyetim var.  Kendime rağmen bir şeyleri yapmak artık benim için bir seçenek değil. Sorumluluk bilincimin azaldığını söyleyemem. Sadece kendime eziyet etmemek konusunda kararlıyım.  Kuvvetin ve zayıflığın ne anlama geldiğini daha sağlıklı olarak kavrıyorum.  Çok şükür.

İşte bu nedenle, belki yaşamım boyunca kendimle verdiğim bu zorlu iç mücadele nedeni ile geçirdiğim bir rahatsızlıktan sonra dinlenmeye karar verdiğimde, bunu seçtiğimde, beni çok sevdiğini çok iyi bildiğim bir tanıdığımın bir espri olarak, belki aslında haydi kendini bırakma, haydi toparlan, sen güçlüsün, demek isteyerek “Ben sana bundan sonra çıtkırıldım diyeceğim,” demesi enteresan bir çınlama yaptı ruhumda ve bedenimde. 

Ben, neredeyse küveze girme sınırında, iki kilo beşyüz gram doğmuşum.  Çocukluğum kilo olarak hep zayıf bir çocuk olarak geçmişti ama ufak tefek olmam, zayıf olmam hiç dikkate almadığım bir özelliğim olmuştu. Kız çocuğu olmam beni etkilememişti.  Korkusuz değildim ama korkularımı yok sayarak çıtkırıldım olmamak, kız olmama rağmen, ufak tefek olmama rağmen güçlü olmak ve kalmak hep birinci önceliğim olmuştu.  Kendi başımın çaresine bakmak hedefim olmuştu.

İşte çıtkırıldım kelimesi kırkaltı yaşımı dolduralı neredeyse bir ay olurken yaşamda kendimi yıllarca ne kadar zora koştuğumu hatırlattı.  Çok şükür yaşamda daha dengeli olmayı seçtiğimi.  Bir insanı tanımanın, kendimizi tanımakta zorlanırken, o kadar kolay olmadığını. Ve en çok da kelimelerin o dev gücünü. 

Eyvallah demek lazım belki çıtkırıldım denilen Zeynep’e, güçlü olmaya çalışana olduğu kadar.

8 Şubat 2016 Pazartesi

Yaratıcılık Dünyası

Yaratıcılık çalışmalarının benim için önemini birçok arkadaşım ve bu konuda beraber çalışmalar yaptığımız dostlar biliyorlar.

Benim bireysel gelişim yolumda harika bir rehberim oldu ve bu nedenle keyifle ve büyük katkısına gönülden inanarak yaptırıyorum.

2016 yılında üç aylık bu çalışmalarımıza Fethiye ve İstanbul'da yeni gruplarımız ile başlayacağız. Bu çalışmalara ait duyuruları buradan ve Wordpress blogumdan ve Facebook sayfamdan duyuracağım. 

Bununla birlikte yaratıcılık süreçleri konusunda bireysel bir yolculuğun hikayesini okumayı arzu edenler, bu konuda farklı bir bilgi almak adına, bu çalışmayı daha önce beraber yaptığımız Değerli Dostum Sayın Selcan Yıldırıcı'nın çalışmamız hakkında yazdığı "Beyaz Sabah Sayfaları" adlı kitabını okuyabilirler. 

Sayın Selcan Yıldırıcı'nın bir kitabı daha var. İlk kitabı "1 2 3 Sıçra" da kişisel gelişim yolculuğunu anlatıyor ve kendisinin "Bir İki Üç SIÇRA" adı ile bir Facebook sayfası da var. Orada ilham veren sözlerin dünyası ile bizleri buluşturuyor.

Yaratıcılık, sağlık, sevgi, neşe ve bereket dolu günler bizimle olsun.
Saygı ve sevgilerimle.

28 Kasım 2015 Cumartesi

Yapmamız Gereken...


Günaydın,

Yaşamda hepimizin yürüdüğü yolda bize gereken esasında kimseye ihtiyaç duymadan ihtiyacımız olanı kendimizin keşfettiği ve yapmamız gerekeni kendimizin yapabildiği günler. Bu mümkün.  Ve hedefimiz de bu olmalı. Yaşam için. Reiki için. Neyi istiyorsak onun için.

Bu yolda, hepimizin bildiklerimizden, yaşadıklarımızdan, deneyimlediklerimizden öğrendikleri var.  Yaşadığımız için bildiğimiz.  Bağımsız olma yolunda işte paylaşmamız gereken tam da bu.  Nasıl bağımsız olmayı başarıyoruz?  Tamam, her zaman olmayabilir ama başarabilidiğimizde, başarabildiğimizde nasıl başarıyoruz.

Reiki adına bildiklerim var.  Bugün ve hangi günler bunu yapmak bana doğru gelecek ise bunu yapmaya gayret edeceğim.  Sizin başka türlü olması gerektiği ile ilgili hisleriniz ve/ya bilişleriniz varsa, bunu aynı yolda yürüyenler ile paylaşmak da sizin sorumluluğunuz.

Yeni bir gün başlıyor ve bu gün için ben de bu düşünceler dolaşıyor.

Hepinize saygı ve sevgilerimle.
Zeynep


7 Kasım 2015 Cumartesi

Standın İçinden Bakarken


34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'nda yayınevinin standında masam beni böyle bekliyordu.
Kitap Fuarı'nın o gerçekten ruhu doyuran sonsuz kitap zenginliği ne büyük mutluluk veriyor. 
Ve o dünyaya bir yayınevi standının içinden bakmak da keyifli.
Yaşam aradığımız kaynaklara gereken zamanda, gerektiğinde kolaylıkla ulaşmamızı sağlasın hep.
Sevgiyle.

34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı


Bugün İstanbul'da, TÜYAP 34. Uluslararası Kitap Fuarı başlıyor.

7-15 Kasım 2015 tarihleri arasında devam edecek olan Fuar'ın bu yıl ki teması "Mizah: Hayata Gülümseyerek Bakmak" ve buna ne çok ihtiyacımız var. Keyifle ve gülümseyerek olsun.

Bugün Fuar etkinlikleri içinde "Oktay Akbal" Paneli var, "Vedat Türkali'nin Edebiyatı ve Yeni Romanlarımız" Söyleşisi var. Yarın İlber Ortaylı'nın "Türklerin Tarihi" Söyleşisi var. O kadar çok aktivite var ki. 750 Yayınevi katılıyor Fuar'a. Siz hesap edin.

Ben bugün Saat 14:00-16:00 arası 8 Kitabımı basan ve E-kitap olarak da yayınlayan Cinius Yayınları'nın standında olacağım. Yayınevi gece bir eposta göndermiş, stand yerinde ufak bir yer değişikliği olduğunu iletmiş. Stand Adresi 'Salon 3 605D' olmuş. Fuar enerjisinin içinde farklı şekilde olacağım birkaç saat. Hayırlısı.
En önemlisi, gülümseyerek olsun. Fuar. Anlar. Anılar. Yaşam.
Gülümseyerek olsun.
Severek olsun.

2 Kasım 2015 Pazartesi

İnsan

Birkaç yıl önce Çin'e gitme fırsatım olmuştu.
Çin'de 'insanın' tarihini düşünmeden gezmek mümkün değil.
Türk ve Moğol akınlarından korunmak için M. Ö. 300-400'lerde yapılmaya başlayan Çin Seddi tarihin Dünya'daki önemli izlerinden biri. İmparatorlar gelmiş geçmiş. Yaşam bugüne, bugünkü Çin'in gerçeğine akmış.
Tarih bazen görünen izler bırakıyor, bazen manevi izler.
Bireysel tarihimizi, ülkelerimizin tarihini niyetlerimiz ile, davranışlarımız ile, yapmayı seçtiklerimiz ile yazıyoruz. Gücü elinde tutanlar daha çok ama hepimiz, hepimiz bu hikayenin satırlarını yazıyoruz.
Her an, her gün bizler için bir karar anı. Ne yapmayı seçeceğiz?
Yaptıklarım sevgi, anlayış, adaletle olsun. Ve yapabildiğim ne ise onu yaparak yaşamdan aldığımdan fazlasını vermek için olsun diyorum ben.
Bugün kendiniz için ve çevrenizdeki en az bir kişi için sizin ve onun yaşamına katkı getirecek, mümkünse kalıcı katkı getirecek neler yapabilirsiniz? Benim bugün kendim için sorum bu. Bugün neler yapabilirim? Bakalım yanıtları ile neler olacak.
Sevgiyle kalalım, içimizdeki o sihirli olumlu gücü hatırlayarak.

20 Ekim 2015 Salı

Önemli Bir Soru: İnsanlara Enerjimiz İle Ne Yapıyoruz?

Hepimizin arasında muazzam bir iletişim bağı var. Evrende gizli, saklı bir bilgi yok. Doğru hepimizin ulaşması için açık ve erişilebilir.
Duyabildiklerimizin, bilebildiklerimizin sınırlarını belirleyen niyetlerimiz. Aldığımız bilgi ile ne yapacağımız.
Ne kadar farkındalık sahibi olursak olalım, yaşamın geniş resminin bizim doğru olduğunu sandıklarımızdan fazla olabileceğini kabul etmeye cesaretimiz var mı?
Hepimizin arasında muazzam bir iletişim ve etkileşim bağı var. İnsanların arasında düşünceler ve aynı düşünceler gibi enerji akıp duruyor. Enerjimizin başkalarını nasıl etkilediğinin farkında mıyız? Enerjimiz düşündüğümüz veya temasta olduğumuz insanları yükseltiyor mu, yoksa onlardan enerji alıyor veya onları incitip düşürüyor mu?
Farkında olsak da, olmasak da enerjimizin başkalarına etkisi var.Yapıcı. Veya yıkıcı. Ve bu etkinin yapıcı veya yıkıcı olması bize bir hesap çıkarıyor. Etkilediğimiz insan ile aramızda bir hesap doğuruyor. Enerjiyi bir veriyorsak, yani enerjimizi insanları yükseltmek için kullanıyorsak verdiğimiz enerjiyi biz helal edebiliriz. Yine de izin almadan, izin olmadan başkasının yaşamlarına karışmamak gerektiğini hatırlamamız gerekiyor.
Niyetimizin gücü ile başkalarının yaşamlarına karışmadan, özgür iradelerine saygı ile olumlu olmaya karar verebiliriz. İncitmemeye, zarar vermemeye niyet edebiliriz.
Peki, enerjik olarak başkalarını yorduğumuzda, üzdüğümüzde, enerjilerini aldığımızda veya onları enerjimizin dalgaları ile incittiğimizde? Bu çok daha zor bir hesap. Ve insanların çoğu bilerek ve isteyerek değil istemeden enerjileri ile belki de onlara en yakın olanları, en çok destek olacak olanları incitiyorlar. Bazen adeta yıkıyorlar.
Hepimizin, özel bir enerji tekniği bilsek de bilmesek de enerjimiz ile, düşüncelerimiz, niyetlerimiz ile başkalarının üzerinde etkileri var. Fark etsek de etmesek de. Bilsek de bilmesek de. O yüzden fark edelim. Gözlemleyelim. Bilelim. Gözlemlemek, sormak bilmeye başlamak için inanın yeterli. Bizler esasında doğuştan Allah vergisi bir biliş yeteneğine sahip varlıklarız. Bunu kabul etmekte zorlanabiliyoruz o ayrı.
O zaman gelin farkına varalım. Soralım. Varlığımızın enerjisinin, düşüncelerimizin enerjisinin başkaları üzerindeki etkileri neler? Enerji göndermekten bahsetmiyorum, doğal olarak varoluşumuzun yaydığı enerji ne yapıyor? Gelin bunun hep farkında olalım. Başkalarına nasıl ulaşıyor, onları nasıl etkiliyor? Bunu nasıl olumlu kılabiliriz? Ve varsa enerjimiz ile verdiğimiz zararlar, olumsuz etkiler, bunları nasıl telafi edebiliriz?
Soralım. Yürekten, bütünün hayrı için niyetlenerek sorduğumuz soruların yanıtları gelecektir.
Hepimizin arasında muazzam bir bağ var. Doğru soruları soralım ve yanıtları ile hem kendi yaşamlarımızı hem de yaşamlarına dokunduğumuz insanların hayatlarını daha mutlu, daha aydınlık kılalım.
Yaşamak için doğduğumuz kader yollarımızı aydınlatalım.
Sevgiyle.

30 Ağustos 2015 Pazar

Türk İşaret Dili Öğrenme Zamanı Geldi

Türk İşaret Dili hakkındaki yazım Lions Relife Dergisi'nin online sitesinde yayında:

http://www.lionsrelife.com/kose-yazisi/turk-isaret-dili-ogrenme-zamani-geldi/

*

Ve,

Türk İşaret Dili'ni öğrenme maceramın iki aşaması 2015 yılının Temmuz ayı sonlarında tamamlandı. Şimdi öğrenmeye ve kullanmaya devam etme zamanı başlıyor.



19 Temmuz 2015 Pazar

Yeni Yazı Dizisi - Lions Relife Dergisi'nde

Yaşamı, tesadüfleri ve kaderin izlerini takip etmek adına, Lions Relife Dergisi'nin online sitesinde yeni bir yazı dizisine başladım.
Kendi tesadüflerinizi, yaşamın sihirli izlerini birlikte keşfetmek dileğiyle.

http://www.lionsrelife.com/kose-yazisi/tesaduflerin-izi-japonyadan-mi-gecer/

12 Mart 2015 Perşembe

İçimizdeki Cevher


İçimizde, hepimizin içinde keşfedilmeyi ve ortaya çıkarak yaşam bulmayı bekleyen ne çok yetenek ve zenginlik var.

Kimilerimiz bizdeki bu cevheri bularak hayat bulması için çalışan insanlar ile karşılaşma şansına sahip oluyoruz.

Bazense bizi doyuracak bir yaşamın arayışı içinde bizde saklı hazineyi kendimizin keşfetmesi ve ortaya çıkarması gerekiyor.

Bazen zorluklar bizi daha kuvvetli yaparken, bazen de önümüzü açanlar hızlı yol almamızı sağlıyorlar.

Yolumuz ne olursa olsun, emin olmamız gereken bir şey var. Nasıl olursa olsun, ne olursa olsun, ne kadar kolay veya zor olursa olsun, yaşamak için doğduğumuz yaşamı yaşamaya yaklaştığımızda doyum, mutluluk ve keyif oluyor. Çok zor bir yaşam bile, bir anından bile şikayet etmediğimiz bir yaşam oluyor.

Karşımıza çıkan her 'engel', her 'zorluk', üstesinden gelebileceğimiz için. Aşmamız, çözmemiz, keşfetmemiz ve üstesinden gelmemiz için. Belki engel ve zorluğa bakışımızı değiştirmek için.

Kendi gücümüzü keyif ve mutluluk ile keşfedeceğimiz bir yaşamın tadını hep alalım.

26 Şubat 2015 Perşembe


Yaşamda ilham aldığımız insanlarla olmak, başkalarına destek ve örnek olma istek ve gücümüzü kuvvetlendirsin.
Sevgi, saygı ve özgürlüğe de hürmetle.




15 Şubat 2015 Pazar

Devam Etmek


Yaşam ve yaşananlar ağır geldiğinde, yapabileceğimiz en iyi şey elimizden geleni yapmak, yapmaya devam etmek.

Olumlamalardan...


Mutlulukla öğrenme dolu günlere...

14 Şubat 2015 Cumartesi

"Kabul Ediyorum"

"I accept - Kabul ediyorum"

Yaşamda olanı görme, kabul etme ve bu sayede çözümler ve seçenekler üretme gücümüzün daha da artması dileğiyle.


13 Şubat 2015 Cuma

Sevgililer Günü


Sevgililer günü sevgi üzerine konuşmak için tatlı bir bahane. Romantik ilişkiler, eşler, sevgililer konusu bir yana, yürekten sevgi hissi, yürekten yayılan o enerji dünyadaki en yüksek frekans. 

Şartlı sevgi, yani şöyle olursan, böyle yaparsan, şunları kabul edersen seni severim anlamını taşıyan sevgi aynı sınırsız enerjiyi taşıyamıyor. Koşulsuz sevmek yaşamı ve insanları oldukları gibi kabul etmeyi içeriyor.

Bir insanı olduğu gibi kabul etmek onun kendini gelişmesi, arzularını gerçekleştirmesi, yaşam yolunu açması için destek vermemek anlamına tabii ki gelmiyor. Yeni seçenekler, fırsatlar sunmamıza engel değil. Aklımızda onlar için beliren olumlu imkanları paylaşmaya, hatta belki biraz ısrar etmemize bile engel değil. Yaşamın tüm gerçekliğini görmenin mümkün olmadığını ve bakış açımızın doğamızdan gelen sınırlılıklarını hatırlayarak yaşayalım yeter ki.

Kendi yaşam yolumuzdaki güzellikleri ve fırsatları görmekten ürktüğümüzde başkalarının desteğine ihtiyacımız olur. Herkesin olur.

Bununla birlikte esas olan, seçimi ve sonucu o insana bırakmak.

Bu bazen kader yolunu keşfedenlerin o gözleri yaşartan kendilerine sahip çıkmaları ya da yüreği de ağlatan kendilerini inkarı kabullenmeleri olabiliyor.

Bir insan için yapabileceğimizi yaptığımızı hep hissettirecek şey onlar için en iyisinin ne olduğunu sormaya ve düşünmeye devam etmek ve oldukları haldeki mükemmelliklerini hep hatırlayarak şartsız sevmektir.

Hepimizi çocuklar gibiyiz. Sevgi her zaman ve her zaman en büyük besinimiz.

7 Ocak 2015 Çarşamba

Yaratıcılığı Özgür Bırakmak


Yaratıcılığımızın önündeki belki gerçekten de var olan engellerden yakınmaya devam edebiliriz.
Ya da, elimizden geleni kadarını, yer açabildiğimiz kadarını yaparız.
Hani mesela ölmeden önce okumayı istediğimiz kitapların, uzun ve asla sonuna gelinemeyecekmiş hissini veren listesine bakarken, zamanımızın belki yetmeyebileceğini düşünü,p okumayı peşinen bırakmalı mı?
Hani "Tam hakkıyla olmayacaksa olmasın" diye sözlerimiz vardır. "Neden?" diye sorarım genelde bunu duyduğumda.
Yapılan, yapılabildiğini kadar yapılan, başlamamaktan, denememişlikten her zaman daha iyi gelir bana.