İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
koçluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
koçluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2019 Cuma

Son 3 Gününüz Kalmış Olsa - Bir Konferansın Ardından İlk İzlenimler

16 Ekim’de İstanbul’da, Uluslararası Profesyonel Koçluk Derneği’mizin 7. Koçluk Konferansı gerçekleştirildi.  Bende tınlamaya devam eden izler bıraktı.   

Derneğimizin Başkanı Sayın Fatma Eser Ömeroğlu açılış konuşmasında çok özel yaşam hikayesini de anlatıyordu.  Hayatının bir noktasında, son üç gününün kaldığı söylenmiş olan bir insan olmanın hikayesi.  Düşünceler, duygular kafamda hızla uçuşurken ve gözlerimden yaşların süzülürken, hemen sol tarafımda oturan hanımın da aynı durumda olduğu fark etmiş ve birbirimize hafifçe gülümsemiştik.  Açıklıkla paylaşılan yürekten hikayeler ruhumuzun farklı köşelerine ulaşabiliyor.

Onu dinlemeye devam ederken, konuşmasında kendisi için önemli bir başlangıç olduğunu paylaştığı 1. Koçluk Konferansımıza, 2012 yılının Mart ayına ve yaşamıma dokunan ve ilham veren insanlara gitti. 

O ilk koçluk konferansı sayesinde tanıdığım ve 2017 yılında kaybettiğimiz, koçluğun öncülerinden Sir John Whitmore, o insanlardan biri.  Artık hayatta olmasa da, ilham almak için mesela Türkçe’ye “Performans için Koçluk” adı ile çevrilmiş olan kitabını okuyabilirsiniz.  İngilizce biliyorsanız internette kolaylıkla erişebileceğiniz konuşmalarını dinleyebilirsiniz.  Sir Whitmore, insanın kendini gerçekleştirmesi ve içindeki potansiyeli ortaya çıkarması adına farklı disiplinlerin bilgilerini birleştirerek bizlere yeni modellerle değerli bir yol açanlardan.  Işıklarda olsun.

Koçluğa gönül verenler Türkiye’de etik değerlere önem vererek, insan yaşamına katkı adına başarılı çalışmalar yapıyorlar. Hem kurumsal ve bireysel çalışmalar ile, hem de sosyal projeler ile.  Türkiye Koçluk Ailemizde çok özel insanlar, çok özel koçlar var.  16 Ekim’de de Eser Ömeroğlu açık yürekli paylaşımları ile ilham veriyordu.

Konuşmasından aklımda kalan bazı değerli notlar var.
Örneğin, yaşamak için üç günü kaldığını söylediklerinde aklında beliren soru hala kulağımda çınlıyor: “Yok olurken nasıl var olabilirsin?”

Gerçekten bugün yaşamak için sadece üç günüm olduğunu öğrenmiş olsam, ne düşünür, ne hisseder, neler yapmak isterdim?

Yaşamımın sonu geldiğinde bu aniden mi olacak, yoksa gerçekten beni sona getirecek günleri bilerek ve fark ederek mi yaşayacağım bunu bilmiyorum. Bir yandan bilmiyor olmak da yaşamın olumlu güzelliklerinden biri. Bununla birlikte o son geldiğinde, yaşamım ve ölümüm ile barışık olmak için keşkelerim olmaması gerektiğini artık biliyorum.  Mutluluğun anahtarı içimizdeki potansiyeli dolu dolu yaşabilmekten de geçiyor.  Başkalarının yaşamlarına katkı koyabilmek de kendimiz ve yaşam ile barışmanın, bütünleşmiş hissetmenin yollarından biri. İşte belki o nedenle, parçası olduğum Lions Kulüpleri Birliği ve diğer sivil toplum kuruluşlarında görev yapmayı kendim için önemli ve değerli buluyorum.  Gönüllülük belki o nedenlerle yaşamlarımızda başka şekilde elde edemediğimiz bir doyum sağlıyor.

Sayın Eser Ömeroğlu konuşmasında gönülülüğü üç kelime ile tarif etti. Şefkat, cömertlik ve gelecek kelimeleri ile. Karşılık beklemeden yapılan yardımdaki şefkatten, özgürce vermekten gelen cömertlikten ve umut taşıyan geleceğe hizmetten bahsetti. Gönüllü olmanın içimizde uyandırdığı güçten. Ben bu güce derinden inanıyor ve güveniyorum.  Dünyanın her köşesinde bu yola inanların yarattığı birliğin yaşamı yaşanır kılan en büyük güçlerden biri olduğuna.


7. Koçluk Konferansının bende uyandırdığı ve tınlamaya devam eden farklı düşünceler ve duygular var.  Bunları, ruhuma dokunduğu noktalar ile paylaşmaya devam edeceğim.

Tekrar buluşana kadar, sevgi ve ışıkla kalın.

1 Ocak 2015 Perşembe

Zeynep Kocasinan: Eğitmenlik, Danışmanlık Özgeçmişi

Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'ni birincilikle bitiren Zeynep Kocasinan, Cornell Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü'nden lisans derecesine sahip.

 ICF onaylı Erickson College "Koçluk Bilimi ve Sanatı", "Takım Koçluğu", "İnsan Potansiyeli Yönetsel Koçluğu" ve Innerlinks Frameworks Coaching Process eğitimlerini tamamlayarak Koçluk yapan Zeynep Kocasinan aynı zaman da 2004 yılından beri kendi resim atölyesinde resim çalışmalarına devam ediyor ve aralarında Genç Gelişim, Astrolife, Aşk Dergisi, Sabah Gazetesi ve Land of Lights gazetesinin de olduğu muhtelif Türkçe ve İngilizce dergi ve gazetelerde yazılar yazıyor, ekler hazırlıyor,

Yaratıcılık ve Kişisel Gelişim üzerine dersler veriyor.

Reiki (Usui Reiki Master), EFT, Jyorei,Inverse Akım Terapisi, Bio-enerji, Kuantum Uygulama Teknikleri, Meditasyon, Astroloji, Numeroloji, Aromaterapi, Bach Çiçek Özleri ve farklı enerji metotları üzerine çalışmalar ve uygulamalar yapıyor.

Reiki Master ve Dönüşüm Oyunu Kolaylaştırıcısı Zeynep Kocasinan, İngilizce, Türk İşaret Dili ve orta/az derecelerde İspanyolca, Almanca, Japonca ve Fransızca biliyor. 

Zeynep Kocasinan Fethiye'de yaşıyor.

6 Türkçe ve 2 İngilizce olmak üzere 8 kitabı bulunuyor.

01.01.2015

25 Mart 2012 Pazar

1.Ulusal Koçluk Konferansımız ve Sir John Whitmore’u Sevmek


2012 yılının Mart ayında, İstanbul’da, Türkiye’de yapılan ilk Ulusal Koçluk Konferansı’nda bir ‘Sir’i daha yakından tanıma şansına kavuştum.  Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nde hazırlık sınıfına başladığım yıllardan itibaren erkek öğretmenlerime, yurtdışında tanıdığın yaşlı veya protokol mensubu kişilere sir diye hitap ettiğim olmuştu.  Koçluk Konferansının açılış konuşmacısı Sir John Whitmore dünyada koçluğun gelişmesinde emeği olan dört beş kişiden biri olarak biliniyor. Üyesi olduğum Uluslararası Profesyonel Koçluk Derneği tarafından Türkiye için önemli bir ilk olan koçluk konferansına açılış konuşmasını yapmak üzere davet edilmiş.
Sir John’un nelerden bahsedeceğini doğrusu düşünmemiştim ancak konuşmaya başladığında söylediklerine duymayı düşüneceklerimden farklı bulmakla birlikte kendisine neden ‘Sir’ unvanının verildiğini anladığımı düşünmeden edemedim. Bu unvan boşuna verilmiyordu anlaşılan. 

*

Koçların neredeyse %75’inin kadın olduğundan bahsederek söze girdi Sir Whitmore.  Gözlerim ortalarında oturduğum konferans salonunda gezindi.  Konferans katılımcıları arasında bu aradan sanki çok daha yüksekti.  Araştırma sonuçlarına göre Türkiye’deki koçların %75’i kadındı ve Dünya’da da bu oran %69-63 arasındaydı.  Dünyadaki koçların en az üçte ikisi kadındı. “Kadınları sorunları ve soruları konuşmaya daha açıklar ve bir şeyi çözmek için farklı seçenekleri konuşmaya, değerlendirmeye daha açıklar,” diyordu Sir John.  Ona göre erkekler farklı seçenekleri ve alternatifleri düşünmeye daha kapalıydılar.

İyi bir koçun yapacağı gibi sorular sorarak devam edeceğini söyledi Sir John.  “Sizi biraz zorlayacağım,” dedi.  “Zorlandığımız da (esasından o ‘challenged’ kelimesini kullandı ve bu kelimeyi tercüme etmekte her zaman ben zorlanırım), karşımıza bizi zorlayan, bize meydan okuyan şartlar ve durumlar çıktığında, düşünmeye başlarız.  Daha çok düşünmeye başlarız,” diye devam etti.

Hiçbirimiz ne gerçektir, ne doğrudur bilmiyoruz,” dedi. “Çünkü hepimiz dünyayı kendi yaşam hikayelerimizin penceresinden görüyoruz.”  Deneyimlerimiz olaylara yüklediğimiz anlamları belirliyor.
Her bireyin farklılığını, farklı olma hakkını ve istediği her şeyi başaracak güce sahip olduğunu kabul ederek yola çıkmak, doğru yanlış güzel çirkin demeden özgür bir alan içinde insana ve yaşama bakmak koçluğun olmazsa olmazı.  Kolay mı?  Hiç kolay değil.  Ancak koçluğun dünyaya önerdiği ve koçların önce kendilerine sonra müşterilerinde yaşatmaya çalıştıkları ana pencere, ana yaklaşım bu.

*

Koçluğun meslek değişiklerinde, kariyer değişikliklerinde, önemli kararlardan ve değişimlerden önce kullanılabilecek bir destek olduğu söylenilir.  Koçluk daha çok şirketlerde, başarılı ve liderlik pozisyonlarına yükselen, farklı ve zorlu görevlere atanacak kişilere destek olmak için kullanılan (ve gerçekten daha çok büyük kurumsal şirketlerin yöneticileri ve liderleri için sağladıkları) bir insan kaynakları hizmeti olarak bilinir.  Bireysel olarak koçluk hizmeti alan kişiler vardır ama dünyada da Türkiye’de de koçluk daha çok kurumların bütçe ayırabildiği bir hizmet.  Bizde Türkiye’de çokça duyulan ‘öğrenci koçluğu’ çalışmalarının çoğu koçluk olmaktan öte ağırlıklı olarak ders desteği ve biraz da motivasyon çalışmalarıdır.  Dünyada kabul gören standartlara göre uygulanan koçluk ise çok daha özel bir çalışmadır. Bireyin, çocuğun, öğrencinin isteklerini netleştirmesine, hedefler belirlemesine ve hedeflerine doğru yol almasına destek veren birebir, birey ile koçun beraber yürüttüğü bir çalışmadır. Konferans boyunca farklı şirketlerin insan kaynakları yöneticileri koçluğun ne olduğunu doğru anlamanın ve anlatmanın üzerinde o kadar çok durdular ki.  Özetle bir danışmanlık olmadığını, akıl verme olmadığını hatırlatmalıyım.  Kişinin kendi isteklerini belirleme ve kendi cevaplarını bulmasına destek olan bir metod, bir yaklaşım.

Sir John Whitmore ikiyüzelli civarında koç ve büyük şirketin temsilcisinin kendisini dinlemek için heyecanla beklediği konuşmasının başındaki üç beş cümleden sonra “Biz koçluğa yeterince erken başlamıyoruz,” dedi. “Biz koçluğa çocuklarda, onlar iki üç yaşındayken başlamalıyız.”  İki üç yaş mı? Hmmm.

Ve devam etti. “Çocuklara ne yemek istersin diye sormuyoruz.  Çocuklara hangi oyunları oynamak istersin diye sormuyoruz.  Onun yerine anne babalar çocuklarına ne yapmaları gerektiğini söyleyip duruyorlar.  Sorun burada.” Ve Sir John İngiltere’de, konferanstan iki gün önce, 20 Mart tarihinde yayınlanan bir araştırmadan bahsetti.   Araştırmaya göre çocuklar eğer kendileri istedikleri zaman yemek yemelerine müsaade edilirse, yaşamda çok daha başarılı oluyorlarmış.  Başarı okulda, üniversitede, iş yaşamında, yaşamın tüm alanlarında kendini gösteriyormuş.  Uzun süreli bu araştırmanın sonuçları çok yeni yayınlanmış.  Yaşamın ana öğesi olan yemeği, gıdayı ne zaman alacağına karar verme hakkı olan, bu kontrole erken yaştan sahip olabilen çocuk yaşamı boyunca başarılı oluyormuş.  Çocukların birey olarak yetişkinler kadar hakkı olduğuna inanan bir aileden ve görüşten geliyorum.  Yaptığım kişisel gelişim çalışmalarındaki takip ettiğim ekoller çocukların özgürleşmesi ve özgün kuvvetlerini bulmaları üzerine.  Kavram ve bilgi hiç yabancı değil.  Ama benim için Ulusal Koçluk Konferansı’nda iş dünyasının önemli liderleri ve yöneticilerinin önünde söylenmiş olması çok önemli.  Benim için bu farklı dünyaların buluşması.  Birkaç yıl önce İskoçya’da, Findhorn Ekolojik Köyü’nde bir meditasyonda yaşamımda dahil olduğum ve çalışmalar yaptığım farklı grupların, çalışmaların, STK’ların bağımsız çemberler halindeyken, kendi özgün renklerini koruyarak olimpiyat halkaları gibi birleştiklerini görmüştüm. Sanki o birleşme ile hepsi aydınlanmış ve içlerinde dolaşan bir akım başlatmıştı.  Sir John Whitmore’u dinlerken gözümün önüne aynı halkalar gelmeye başlamıştı.  Renkleri aydınlanıyor ve kuvvetleniyordu.

Yemek tabakları ile çocuklarının arkasından koşan anneler geliyor gözümün önüne.  “Tabağındakileri bitirmeden sofradan kalkamazsın,” diyen anneler.  “Yemeğin arkadan ağlar,” diyen anneler.  Kişisel gelişim ve tamamlayıcı tıp çalışmalarım nedeni ile Sir John’un söyledikleri bana tabii ki yabancı değildi ama bir Ulusal Koçluk Konferansı’nda bunların söyleniyor olması bana ne kadar büyük bir mutluluk vermişti.  

Gülümsemekte olduğumu fark ettim.  “Anne babalar koçluk öğrenmeli.  Çocuklarına sorular sormalı,” diyordu Sir John.  Otuzlu, kırklı, ellili yaşlarımızda evde ve iş hayatında yaşadığımız birçok sorunun temeli esasında çok küçük yaşlarda atılıyordu.

Eğitim sisteminin değişmesi gerekiyor,” diye devam etti Sir John.  “Talimat vermek yerine koçluk modeline geçilmesi gerekiyor. Okulların değişmesi gerekiyor.  İş hayatının, şirketlerin değişmesi gerekiyor.” Sir John Whitmore’un oldukça dobra ve açık sözlü olduğunu söylemek zorundayım.  Yıllardır Büyük Britanya’nın ve Dünyanın farklı bölgelerinde yaptığı çalışmalar belli ki inançlarını netleştirmiş ve inandıklarını da söylemek istiyor.  Zorlamıyor ama o kadar net ve açık ifade ediyor ki etkilenmemek mümkün değil.  İçimden “Çok güzel, çok güzel” deyip durduğumu fark ediyordum.

*

Dünyada üst kademelerde iyi liderlik göremiyoruz,” dedi Sir John.  Bu konuda söyleyeceği farklı şeyler vardı.  İstanbul’da, Balmumcu’da, Point Otel’in ikinci bodrum katında oldukça iyi döşenmiş, kırmızı dinleyici koltukları toplantı katılımcılarına enerji katan, neredeyse tamamı dolu olan toplantı salonunda çıt çıkmıyordu.  Önünde gökkuşağı renklerini içeren koçluk konferansının logosunun da yer aldığı konferans afişi asılı olan kürsüden konuşan Sir John Whitmore, iddialı olmayan ama çok iddialı, bir söylev tadı taşıyan ama yüreğimin her hücresine sinen konuşmasını yaparken, notlarımı yanımdaki defterim yerine beyaz çizgili not kartlarıma yazmaya karar vermiştim.  Geçtiğimiz Ekim ayında Hollanda’daki Uluslararası Lions Kulüpleri Birliği Avrupa Forumu sırasında satın aldığımı hatırladığım bu beyaz kartlara.  Kartların şeffaf paketini sabah salona girdiğimde uzun bir sıranın koridor kenarındaki yerime oturur oturmaz açmıştım.  Tesadüf bu ya evdeki altmış yetmiş tükenmez kalem arasından yine aynı Lions Avrupa Forumu’nda, Maastricht’te satın aldığım, dışı lacivert ve sarı renklerde ve lacivert mürekkepli tükenmez kalemi yanıma almıştım. Sir John Whitmore’u dinlerken bir yandan da notlar alıyordum.  Ben bir konuşmacıyı not alırken çok daha iyi dinleyebiliyorum; ancak neden bilmem notlarımı yazarken bir yandan da kürsüdeki Sir Whitmore’un yüzünü görmek istedim. Bazen sadece ses yetmiyordu mesajı almam için.

İnsan becerilerimizi yitirdik,” dedi Sir John.  Teknolojini yaşamımıza girdiği seviyenin insan ilişkilerinde yarattığı aşılması zor olan mesafelere de değindi.  Gençler için heyecan verici olan bilgisayar, internet ve değişim dünyasının zaman kazandırmaktan çok zamanı ziyan ettiren özelliğinin iş yaşamı kadar ikili ilişkileri de zorladığını vurguladı. 

Aynı oda içinde birbiri ile sms mesajları ile sohbet eden gençlik dünyanın tümümün yeni gerçekliğiydi.  Ben internet, telefon, facebook, twitter dünyaları ile haşır neşirdim.  Bazen telefon etmeye zaman bulamadığımda kısa bir cep telefonu mesajı, sms atmayı çok daha kolay buluyordum.  Epostalar ile detaylı bilgi iletmeyi ve almayı ve bunu koşturmacalar içinde ne zaman fırsat bulursam yapabilmeyi seviyordum.  Uyku tutmadıysa gecenin ikisinde üçünde ya da bir konferansın kahve molası sırasında iPadimden mesela.  Telefon görüşmeleri çok daha uzun zaman alıyor gibi geliyordu.  Peki, o telefonun ve bilgisayarın ekranında beliren kelimeler sesin yerini tutabiliyor muydu gerçekten?  Sir Whitmore teknolojiyi yadsımıyordu ama yaşamakta olduğumuz değişimi, yaşamda ve iş hayatında ne kadar farklı alışkanlıklar ile bir araya geldiğimizi vurgulamak gerektiğine inanıyordu.

Lions Geçmiş Dönem Uluslararası Direktörlerimizden Sayın Lion Nesim Levi’nin kuşaklar arası iletişim ile ilgili bir sunumu geldi aklıma dinlerken.  Üyesi olduğum Fethiye Lions Kulübü Derneğimizin 2010-2011 Dönemi Başkanlığını yapmadan önce 2010 yılının Nisan ayında başkan adayları için düzenlenen bir eğitim kampına katılmıştım.  Kampın son gününün sabahında dinlemiştim Sayın Nesim Levi’yi.  Görüş sahibi üstatlar başarı için, huzur için, mutluluk için, hizmet edebilmek için bütünleşmemiz gerektiği ve bu yüzden eleştirmeden, kınamadan, yargılamadan birbirimizi anlamamız gerektiğini anlatıyorlardı.  Evet, iyi kötü haklı haksız yoktu.  “Eskiden öğrendiklerimizi unutmamız, silmemiz gerekiyor,” dedi Sir Whitmore, “We need to unlearn.”

Öğrendiklerimizi silmek, unutmak, bilgileri sıfırlamak…

Yaşamda doğru olduğuna inandığımız, inandırıldığımız birçok şey öğreniyoruz,” dedi Sir John. “Eskiyi unutmamız gerekiyor. Öncelikle eski bilgileri silmemiz gerekiyor; yoksa içimizde bir kavga başlar. Eskiyi silmezsek bir tarafımız eskiyi savunmaya başlar. “  Sir John Whitmore verdiği iki günlük bir seminerin en başında bir buçuk saat kadar bir süreyi eski bilgilerimizi silmeye ayırdığını vurguladı.  Doğrularına inandıklarımızı bir süre için bile olsa kenara bıraka bilmenin gerekliliğini. Yeniye yer açmadan bir çalışma yapmanın anlamsızlığından bahsetti.  Denememiz gerektiğinden.

Lider olarak kendimizi, işimizi, ülkemizi düşünerek gerçek bir lider olamayız,” dedi.  “Tüm dünyayı düşünerek, tüm dünyanın iyiliğini düşünerek hareket etmemiz gerekiyor.  Yarışmayı bırakmalıyız; ortak hareket etmeyi, beraberce hareket etmeye ihtiyacımız var,” diye devam etti. “Sadece ülkemizi düşünmek yetmez, dünyayı düşünmek zorundayız.


Dünyanın bütününü düşünmeden hangi işi yapıyor olursak olalım düşünce olarak, niyet olarak, enerji olarak iyi bir liderlik yapmak Sir Whitmore’a göre mümkün değildi.  Dünyanın birçok önemli şirket ve vakfına danışmanlık yapan, yazıları ve yaptıkları ile koçluk alanında temellerini atan bu üstadın etik değerleri her şeyin üzerinde tutması yüreğimde farklı bir heyecan uyandırmıştı.  İçine kendimi kaptırdığım birçok konuşmada olduğu gibi aklıma farklı düşünceler geliyordu.  İskoçya’daki Findhorn Ekoköyü’nü  yine düşünmeden edemedim.  Bu konuşma sırasında aklım ve ruhum bu ekolojik köye ve orada yapılan çalışmalara ne kadar sık gidip gelmişti. “Esas yapmamız gereken dünyayı korumak,” diyordu Sir John.  Findhorn’da, Japonya’da ruhsal ve enerji çalışmaları yaptığım gruplarında, çevre gruplarımızda hep bunları konuşuyorduk.  İş dünyasının öncelikleri ise dünyanın, Toprak Anamızın ihtiyaçları ile her zaman örtüşmüyordu. Örtüşmeye başlaması gerektiğini, örtüşmek zorunda olduğu hepimizin fark etme zamanı gelip geçiyordu.  Biz ilk Ulusal Koçluk Konferansımızda koçluğu tanıtmak ve ilerletmekten öte koçluğun bize hatırlattığı bütüncül dünya yaklaşımını konuşarak başlıyorduk. “Ne kadar güzel,” diyordum içimden, “Ne kadar güzel.”

*

Sir John koçluğu konuşmayı bir yana bırakarak IPCC’den, karbon emisyonlarını düşürmemiz gerektiğinden, son 15 yılda %25 artan karbon emisyonlarını 2050 yılında kadar %80 azatlama mesuliyetinin altından nasıl kalkacağımızı sorguluyor. “Biz bu konuda beraberce çalışmaya dün başlamalıydık,” diyor.  Yüreğimi bir heyecan ve mutluluk sarıyor.  Bir koçluk konferansında dünyadaki çok ünlü bir isim bunları konuşmayı seçiyordu.  Mutlu hissediyordum.  Dünyayı düşünmedikten sonra yaptıklarımız neye yarardı?  “Her ne yapıyorsak,” diyordu Sir Whitmore, “herkesin iyiliği için olmalı.” …  Sadece ailemin değil, sadece Fethiye’nin değil, sadece Türkiye’nin değil, sadece eğitmenlik danışmanlık işimin değil.  Herkesin iyiliği için.  Kendim için her ne yapıyorsam, yaparken başkasına zarar vermemeliyim.  Esas ölçek bu olmalıydı.  Yoksa, yoksa Yaradan’ın, Evren’in, bir başkasının bizi cezalandırmasına gerek yok, yarattığımız kötü doğa şartları, acımasız yaşam koşullarından kaçamıyoruz ki zaten.  Bir etme bulma dünyası içindeydik.  Niyetlerimizin sonuçları da, yaptıklarımızın sonuçları da bizi buluyordu sonunda.  Saklanabileceğimiz bir köşe yoktu, biz var olduğunu sanıp dursakta.  

Ah, Sir John, yüreğim için ne kadar doğru zamanda geldiniz.  Öğrendiğim, inandığım ne çok şey bir araya geldi bu konuşma sırasında.  Onlarca hocamın sesini duydum, rahmetli babamın sesini duydum. Bu iddiasız ama iddialı ve kuvvetli konuşma Sir Whitmore’un sakin ama kuvvetli ses tonu ile kalbimde yankılanıyordu.  Bu mesleklerden olan dostlarım alınmasınlar ama o kadar çok defa söyledi ki paylaşmak zorundayım, “Ben bankalara ve ilaç firmalarına danışmanlık yapmıyorum, onlara koçluk vermiyorum,” diyor Sir Whitmore.  “O firmalarda çalışan iyi insanlar vardır, ben en yukarıdaki liderlerinin daha çok kendilerini düşündüklerini görüyorum,” diyor.  Bu sektörlerin liderleri ve yöneticileri ile yaşadığı bazı örnekleri paylaşıyor. “İnsanoğlu kömür ve petrol ile elde ettiği yeni ve sınırsız sandığı enerji kaynakları ile mühendislik ile her şeyi aşabileceğine, kontrol edebileceğine inandı,” diyor. “Tüm eğitim sistemi buna odaklandı,” diye devam ediyor. “Kömür, petrol dünyanın ana parasıydı.  Biz faiz ile geçinmek yerine ana paramızı sanki sonu yokmuş gibi harcamaya başladık. Dünyamızı tükettik. Mühendisliği, bilgiyi kazanırken, bilgeliği yitirdik. Gücümüzü doğru kullanmayı unuttuk.” 

Şimdi de mühendislik mi dediniz Sir John? Ben mühendisim, rahmetli babam mühendisti, ağabeyim mühendis. Biz yıllarca inşaat işleri yaptık. Mühendislik mi diyorsunuz Sir Whitmore? Siz sanki benim yapbozumun parçalarının nasıl bir araya geldiğini anlatıyorsunuz.  Yaşamın beni inanmaya getirdiği noktayı, oraya giderken geçtiğim yolu özetliyorsunuz.  Fethiye geliyor gözümün önüne.  Bir an için sesler silikleşiyor, Fethiye’yi saran tepeleri karlı dağlar gözümün önüne geliyor.  Birkaç gün önce güneşli bir Fethiye sabahında Babadağ’ın ve Mendos’un zirvesindeki karın ne zaman eriyeceğini düşündüğümü hatırlıyorum.  Doğanın sesini İstanbul’dan çok Fethiye’de duyabiliyorum. Sizi seviyorum Sir John Whitmore.  Sizi çok yeni tanıyorum ama sizi seviyorum.

Dünyanın önemli spor koçlarından da biri olan Sir Whitmore bir sporcunun başarılı olabilmesi için başaracağına inanması ve olumlu düşüncelerde olması gerektiğini hatırlatıyor.  Başarısız olmaktan korkan bir sporcunun başarılı olmasının mümkün olmadığını vurguluyor. “Peki,” diyor, “korku yaratan, çalışanlarını korku ile kontrol eden iş dünyasının bu şekilde başarılı olması nasıl mümkün olabilir?”
Mükemmellik için korku hislerinden güven hissine dönmemiz şart,” diyor, “we need to move from fear to trust.” Ve koçluğun iş hayatında güven ortamını yaratmak için bir yönetim tarzı olarak elimizdeki en etkin yaklaşım olduğunu ifade ediyor.  Değişime açık olmadan, korkulardan özgürleşmeden, özgün olmadan, kendimizi tanımadan ve kendimize ve dünyaya dürüst olmadan, yola çıkılamayacağını anlatıyor.  “Siz kimsiniz?” diyor, “Who are you?” İşte, onu keşfedip o olun, diyor.  Yolumuz bu olmalı, diyor ve dünyadaki yollar içinde koçluğun çocuklarda, ebeveynlerinde, iş yaşamında, sosyal yaşamda, dünyanın bir ferdi olarak bizi kendimiz ile buluşturan en iyi yol olduğuna inanıyor. Bu sayede yaşamın yaşamaya değer hale getireceğine inanıyor.  Yaşamın dünyaya ve tüm insanlara saygı, sevgi, özgürlük ve özgünlükle yaşanması gerektiğine inanıyor Sir John Whitmore.


Sizi seviyorum Sir John Whitmore.  Bir saat on beş dakikaya ne kadar çok şey sığdırdınız. Aktarabildiklerim ve henüz paylaşamadıklarımla.  Kendime “Ben çok mu safım, çok mu hayalciyim,” derken, siz bana “Yola devam,” diyorsunuz.  Teşekkür ederim. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim.

Ve bu güzel konferansı organize eden, yollarımızı buluşturan, kavuşturan Uluslararası Profesyonel Koçluk Derneğimize ve International Coach Federation ICF Uluslararası Koç Federasyonu Türkiye Şubesi’ne de yürekten teşekkürler. İyi ki varsınız.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Danışmanlık ve Koçluk Ücret Bilgilendirmesi

Zeynep Kocasinan'ın bireysel danışmanlık ve koçluk seans ücreti 200 TL +KDV'dir.
Seans süreleri çalışmanın içeriğine göre 60 ila 90 dakika arasındadır.

11 Ekim 2011 Salı

Facebook'ta Zeynep Kocasinan Paylaşım Sayfası Açıldı

Facebook'ta kişisel gelişim, koçluk ve tamamlayıcı tıp üzerine paylaşımları için Zeynep Kocasinan Facebook Sayfası/Page açılmıştır.

Bağlantı/Link:
https://www.facebook.com/zeynepkocasinan

28 Aralık 2010 Salı

Kırılma An'ı


27 Aralık akşamı Uluslararası Profesyonel Koçluk Derneği’nin yeni yıl yemeği vardı. Neredeyse iki haftadır katıldığım ilk sosyal aktivite. Her gün dışarıda, gruplarla, toplantılarla, çalışmalarla geçen aylardan sonra Aralık ayı cebren durdurmuştu sanki beni.

13 Aralık’ta Konya’ya dönem başkanı olduğum Fethiye Lions Kulübü ile düzenlemiş olduğumuz gezi için gitmiştim. İki gün içinde Konya’yı dışarıya pek belli etmediğim ama hızla başlayan öksürüğüm ile kendini yine de gösteren halsizliğime rağmen gezmiş, kültür merkezindeki törene hatta Mevlana’ya Gönül Verenler Kurumsal Çalıştayı’nın bir bölümüne kısa da olsa katılmayı başarmıştım. 14 Aralık akşamında ilaca rağmen beni bitkin hissettiren yoğun halsizlik, grup ile beraber Fethiye’ye değil İstanbul’a geri dönmemin doğru olacağını söylemişti. Sanki ucu ucuna yakalanmış bir tren gibi İstanbul’daki evime vardıktan aşağı yukarı bir saat sonra iki gün süre ile yaşam benim için adeta tamamen durdu. Uzun zamandan beri ilk defa hiçbir şey yapmadan, gözlerimi açamadan saatlerce yattım, uyumaya bile imkân vermeyen bir yorgunluk ve kaybolmuşluk hissi ile. Sonra yavaş yavaş kendime gelmeye başladım. Kendime gelmem on gün kadar aldı. Yavaş, çok yavaş. Bu sürede bir eniştem oldukça büyük bir ameliyat olup hastaneden eve çıkmıştı bile. Benim yaşamım ise çok yavaşlamıştı. Zihnim hareket etmek istemeye başladığında bedenim mümkün olmadığını çok açık ve net olarak hissettiriyordu.

Bu hislerimi daha önce yazdım, yaşamın beni durdurduğunu biliyorum. Biliyorum bilmesine de dün akşam profesyonel koç arkadaşlarım ile yeni yıl yemeğinde birlikteyken hem kendi yaşamımı ve bundan sonra yapmak istediklerimi, hem de Konya ile başlayan bu durma sürecinde hepimizin yaşam yollarımızın benzerlik ve farklılıklarını düşünmeden edemedim. Bir yandan uzun süreden beri görmediğim koç dostlar ile sohbet ederken zihnimin bir yanı son yıllarımın bir hesabını çıkarıyordu sanki.

Ben danışmanlık, eğitmenlik ve koçluk yapıyorum. Daha çok kişisel gelişim ve tamamlayıcı tıp üzerine danışmanlık. Bu oldukça geniş bir alan. Yaşama ve insana çok farklı pencerelerden bakmayı gerektiriyor. Bazen bilincin, bazen bilinçaltının, bazen bedenin, bazen ruhun ve enerjinin pençelerinden. Aynı şeye farklı pencerelerden bakmak bir bütünlük hissi verir bana. Bireysel olarak tercih yapmam gerektiğinde enerji penceresinden bakmayı tercih ettiğimi, sanki bütünü oradan daha rahat görebildiğimi fark ederim. Bunun zor yanı gördüklerimi paylaşırken bu açının daha az bilinmesi, daha az kabul görmesi. Daha az tanınan bir penceredir enerji penceresi. Birçok kişinin gözle göremediğinin varlığını ispat etmek yükü ile karşılaşırım bazen. Üzerime almadığım ama benden beklendiğini hissettiğim bir yük. Doğru olduğunu gördüğüm, bildiğim ama henüz çok fazla insanın göremediği bir resmi paylaşmak her zaman kolay değildir.

Görmüyormuş gibi yaparken bulurum kendimi bazen. Ama beni ben yapan görüyor olduğum gerçeğini inkâr kendimi inkâr etmektir. O nedenle, gerekli gördüklerinde sıra dışı bulunmalarına rağmen bildiklerine kendilerini teslim edebilen hocalara hayranlık duyarım. Hesap kitap yapmadan kendileri olabildikleri için. Ben de hesap kitap yapmam kendimi dışarıya anlatmak anlamında. Ancak kendimi frenlediğimi biliyorum, bilerek değil, aniden ve ancak sonrasında farkına varabileceğim şekilde o farklı gözlerimi kapatırım. Bir insana baktığımda genel ruh halini, fiziksel ve ruhsal durumunu, zihnindeki endişeleri veya korkuları biliyor olmak isteyerek yaptığım bir şey değil. Özellikle bir teknik kullanarak yaptığım bir şey değil. Onlarca farklı teknik ile çalıştıktan sonra kendiliğinden gelişen bir şey. Bir insan bakınca gördüğüm bir şey. Bir insanı düşündüğümde hissettiğim bir şey. Hem görüp hem de görmemiş gibi davranmak belki samimi gelmediğinden, bilmiyor gibi farz ederim kendimi. O bilgileri kapatırım. Beş yaşında gözlerim bozulmaya ve uzağı görmemeye başladığımda ailemizde neden kimse gözlük kullanmadığı halde benim kullanmam gerektiğini düşünürdüm. Belki tüm ilkokul yıllarım boyunca düşündüm. Enerji çalışmaları ile tanıştıktan sonra beş yaşında ne olmuştu ki gözlerim bozulmaya başlamıştı diye sormaya başladım. İlk defa aynı yaşta bir diş hekimi ile tanışmıştım. Beş yaş birçok insanın yaşamında bir değişim ve farklılaşma noktası. Yaşadıklarımızın bir kısmı çok önceden yaptığımız seçimler. Tesadüf yok, yaşam rastgele değil. Hepimizin yaşamayı seçtikleri ve planladıkları var. Ruhun seçimlerine yaklaştıkça dış şartlarımız ne olursa olsun tatmin duygusuna sahip oluyoruz. Zihnin seçimleri ise dünyasal başarılar içinde yarım bırakabiliyor bizi. Bir münzevi hayatı sürmemiz gerektiği anlaşılmasın. Ruhunuz zenginlik, iş başarısı ile kendine bir yol seçmişse bu sesi de ne kadar zor olursa olsun dinlemek ve o yolda çalışmak gerekir. Ruhumuz ne diyor, ne istiyor, söylenen değil, senin nereden geldiği önemli. Benim duymaya çalıştığım ses bu.

Danışanlarım ile çalışırken hayatlarında farklı kırılma noktaları kendini gösterir. Ruhun karar aldığı anlardır, bazen yaşamı yukarı çıkaran, bazen derinden sarsarak kapatan. Kırılma noktaları vardır, hepimizin yaşamlarında var. Sorun diye adlandırılan birçok konu bu kırılma anlarının hediyesidir. Çoğu bu yaşamımızdan gelir, kimileri daha eskiden. Bazen de sorunlar üzerimize yüklenen yüklerden gelir. Yaşam sorumlulukları, iş ve aile sorumlulukları önemli yüklerdir. Bir de taşıdığımızın farkında olmadığımız enerjik yükler vardır. Sırtımıza bilerek veya bilmeyerek başka insanların, başka enerjilerin yüklediği yükler. Bu yüklerde sorun diye adlandırdığımız olay ve durumların kaynağıdır birçok zaman. Bu yükleri kaldırmaya başlayınca yaşam açılmaya, renklenmeye ve keyiflenmeye başlar.

Koçluk Derneği’nin yemeğinde koçluk mesleği ile insanlara gelecekteki hedeflerine ulaşmaları için destek olma yolunu seçmiş arkadaşlarım var. Koç olarak bir insana yardım etme yolunu seçmişler. Çoğu bu yola inanmış ve bu yol ile ilerliyorlar. Dünyada kabul görmüş etik kural ve prensiplerle çalışıyor. Çok başarılı arkadaşlar var. Benim koçluk desteği aldığım bir arkadaşım da yemekteydi dün akşam. Görüşmeyeli dört beş hafta olmuştu herhalde. En son bir araya gelişlerimizde bana koçluk yapmıştı. Tekrar netleşme ihtiyacı hissettiğim bir dönemde kendisinden destek rica etmiştim. Danışmanlık ve koçluk yapmak kendimiz üzerinde çalışmayı zorunlu kılar. Karşımıza çıkan her insan, her vaka, o insanların her sorunu danışmanın ve koçun yaşamında bir yerlere dokunur, kapalı ya da kapalı olduğu sanılan eski düşünce ve duygu dosyalarını açıverir. Bir danışmanın, bir koçun karşısındaki insana karşı görevini yerine getirebilmesi kendini karşısındaki insana yüzde yüz verebilmesini gerektirir. Yüzde yüz samimiyetle. Kendini unutarak. Yol olmak diye tarif eder koçlar. Bu duyguları bastırarak yapılamaz; düşünceler zihinden cebren kovulamaz. Yaşam boyu sürecek olsa da bir koç, bir danışman kendi yaşamını didik didik etmek zorundadır; bir nevi arzın merkezine yolculuktur bu.

Her danışanım ile onların dünyasına bir yolculuk yaparım. O kişiye ve duruma dair bilgiler gelir, görüntüler gelir. Dünyasına girerim; girdiğim için yardımcı olabilirim. Her dünya mutlulukları, acıları, başarıları, devleri, melekleri, karabasanları ile gelir. O yüzdende hakkı ile yapılan bir enerji çalışması esasında tonlarca yükün altına girmek hissini verir bazen. Hiçbir şey yapmıyor gibi görünerek tonlarca yükü kaldırmak, selden çamurla dolmuş evleri, mahalleleri, şehirleri temizlemek. İnşaat işleri ile uğraştığım günlerde gerçekten çok çalıştım, çok yoruldum. O işlerinde başka bir güzelliği ve yorgunluğu vardı. Enerji çalışmaları ise bambaşka bir dünya. Ve aynı bilgiye sahip bir insan karşınıza çıkmıyorsa genelde anlaşılmayacak olan bir dünya. Seçimin bedeli bu. Hediyenin bedeli bu. Sorarlar bazen Milli Piyango’dan bilet alsanıza, Sayısal Loto oynasanıza. Bir noktadan sonra enerji diliyle görmenin, duymanın, çalışmanın yolunda başka seçimler karşımıza çıkıyor. Biraz yalnız bir yol. Anlaşılamamayı kabul etmeyi gerektiren, anlaşılmak için çaba göstermeyi bıraktıran. Bırakmak zorunda bırakan. Evet, yürek istemeyi tam bırakamasa da anlaşılmayacağını kesinlikle kabul etmeyi gerektiren bir yol.

Ben enerji çalışmaları yapmayı seçtiğimi zannettim. Enerji aktarımı yapmayı öğrenmek istedim bu doğru. Enerjileri görmeyi, bilgiye ulaşabilmeyi de istedim, bu da doğru. Ancak görebilmenin ne anlama geldiğini ancak görebilmeye başladığımda anladım. O nokta isteyerek olmadı işte, aniden karşıma çıkıverdi. Ve yaşamımın bundan sonra getireceklerini görmeye başladım. Gerçek ile hayal edilen oldukça farklı. Öğrencilerimden ve danışanlarımdan “Biz ne zaman enerjileri görebileceğiz?”, “İnsanların hastalıklarını bilebilmek istiyorum”, “Geleceği bilebilmek istiyorum”, “İnsanların sorunlarını nasıl anlar hale gelebilirim?” gibi yüzlerce soru ile karşılaşıyorum. Bu cümleleri ben de sarf ettim. Zorlamayın, olması gerekiyorsa olacaktır”, “Sabırlı olun” ya da bazen “Bilmek her zaman kolay değildir,” şeklinde cevaplar verirken buluyorum kendimi. Genelde hazır olduklarında bilebileceklerini paylaşıyorum. En gerçek cevap bu sanırım. İstedikleri gerçekleştiğinde karşılarına çıkacak olan sorumluluğu anlatmaya çalışsam da tam olarak yapamadığımı biliyorum. Bilgiye ulaşabilmek büyük bir nimet, ancak yanında ayrılmaz hediyeleri ile geliyor. Yıllar geçtikçe kişilerin enerji çalışmaları yapmaları için daha az ısrarcı olduğumu ve bu yola çıkmak isteyenlerin yolu bulacağına teslim olmayı seçtiğimi görüyorum.

Koçlukta sevdiğim ve esasında enerji çalışmalarımda karşıma çıkan hocalarımın birçoğunun tarzı ile uyan bir yaklaşım var. İnsanın içindeki güce inanmak ve içindeki potansiyeli ortaya çıkmasına destek vermek. Koçun görevi koçluk hizmeti alan kişinin arzuladığı gerçek hedefleri ve istekleri ortaya çıkarması için çalışmak ve bu hedef oluştuktan sonra yine kişinin kendi yoğurt yiyişi ile hedefe ulaşması için destek vermek. Danışmanlık ise akıl veren, yolu gösteren kişi olmak gibi anlamlar içeriyor. Danışmanlığı koçluğa yakın bir tarz ile yapmayı seviyorum. Tarzım tamamen koçluk çizgisinde durmamı zorlaştırdığı için genelde koç kimliğimi çok tanıtmıyorum. Sadece koçluk yaparak yol gösterenlere saygım büyük. Benim gördüğüm resim, yaşamın getirdikleri farklı hareket etmemi gerektiriyor. Bu da benim yolum.

Koç arkadaşlar arasında oturup sohbet ederken, eğitimler, sertifikasyonlar, aşamalar, akreditasyonlar, birçok konu var konuştuğumuz bir koç olarak yetkin olmak yolunda. Birçok koç arkadaşım yaşam için seçtikleri yolda emin adımlarla ilerliyorlar. Ben de bir yandan daha yavaş adımlarla olsa da koçluktan kopamıyorum. Ancak ölçülmesi çok daha zor, elle tam tutulamayan gözle görülemeyenlerin dünyasında çalışırken kendimi kendime ve dünyaya ispat etmenin mümkün olmayacağı gerçeğini tam olarak kabul edemediğimi de görüyorum. Kabullenmekte hala zorlandığımı fark ediyorum.

Benim yaptığım enerji çalışmaları hiç görülemez, hiç bilinemez şeyler değil. Esasında evrende her bilgi, her yapılan, her düşünce, her bilgi, her zaman ulaşılabilir durumda. Benim sizin hakkınızda ne düşündüğümü, benim herhangi bir konudaki düşüncemi bilmeniz, bir işi hakkı ile yapıp yapmadığımı bilmeniz her zaman mümkün. Kinesiyoloji bu bilgiye ulaşmak için çok bilinen tekniklerden bir tanesi mesela. Farklı yollar var. Ama yine de zor. Sokaktan rastgelen çevireceğimiz bir kişinin bana bakarak yetkin olup olmadığımı söylemesi biraz zor. Sonuçlar görmeniz lazım. Ve inanın bizim çalışmalarda bazen sonuçlara bile inanmak zor olur, sonuçların enerji çalışmasından geldiğine inanmak zor olur.

Benim için geriye çok fazla seçenek kalmıyor. Ya her türlü tarifi, etiketi bir kenara bırakıp doğru olduğuna inandığım ölçülemez yolda ilerlemek ya da çoğunluğun kabul edeceği bir sistem içinde yürümek ve gelişmek. Uzun zamandır farkında olduğum bir yol ayrımı bu. Yol uzun zaman önce ayrıldı. Ben bir tanesinde yürürken bakıyorum ayağımın bir tanesi diğer yolun üzerinde de durmaya çalışıyor. Yollar kendi güzergâhlarında ilerledikçe bunu yapmak zorlaşıyor. Ne oradayım, ne buradayım. Peki, neredeyim o zaman?

Koç dostlarım ile konuşurken hepimiz yaşamımızda olan değişimlerden bahsettik. Biz söylemesek de yüzlerimiz değişimleri anlatıyordu sanki. Yaşamımda farklı kırılma anları yaşadım. Bazıları gerçekten bir andı, kimileri birkaç hafta, kimileri birkaç ay sürdü. Farklı kırılma anlarıyla dolu yıllar yaşadım. Şimdide bir yeni yılın arifesinde olduğumuz için değil yaşam benim için hazırlamış göründüğü için bir kırılma anındayım. Güvenlik ağları kurmadan, kurmaya ihtiyaç duymadan sadece sevdiğim ipte yürümeyi seçen bir ip cambazı olma zamanı. Güvenlik ağlarının ağırlığının ipte yürümeyi imkânsız kıldığını fark etme zamanı.

Değişim zamanı geldi mi pas geçilemiyor.

Yaşamın sürprizleri, herhalde ben de arzuladığım için, devam ediyor.

1 Ekim 2010 Cuma

Fethiye'de Kişisel Gelişim Konferansı


8 Ekim 2010 tarihinde Fethiye'de, Fethiye Belediyesi Kadın Meclisi, FETAV Vakfı ve Fethiye Lions Kulübü'nün ortak çalışması ile KİŞİSEL GELİŞİM için "FARKINDALIK-DEĞİŞİM-DÖNÜŞÜM" KONFERANSI düzenlenecektir.

Konuşmacılar, Endüstri Mühendisi, Eğitmen Ln. Zeynep Kocasinan, Psikoloji Bilim Uzmanı, Terapist Deniz Kader Şarlak ve Uluslararası Profesyonel Koçluk Derneği'nden Profesyonel Koç ve NLP Master Naci Demiral.

Konferans Fethiye Esnaf ve Sanatkarlar Odası Konferans Salonu'nda 8 Ekim 2010 Cuma günü Saat 16:00'da başlayacak.

Tüm Fethiyelileri bu konferansta görmek onur ve mutluluk verecektir.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Fethiye Belediye Başkanlığı'na İletişim Semineri


Zeynep Kocasinan 18 Ocak 2010 tarihinde Fethiye Belediye Başkanlığı'nda, Başkan Sn. Behçet Saatcı ve birim müdür ve yetkililerinden olusan 20 kişilik bir gruba "Yöneticiler için İletişim" başlıklı özel bir seminer verdi.


http://www.fethiyegundem.com/Default.asp?mxz=haber&hid=439

18 Temmuz 2009 Cumartesi

İlgi ve Yetenek

Üniversite sınav sonuçları açıklandı. Aileleri meslek seçimi telaşı aldı. Hangi meslekler daha geçerli, hangilerinin geleceği daha parlak konuşulup duruyor. Ama esas olan o mesleği yapacak ve yaşayacak olan kişi değil mi?

Gazetelerden birini okuyorum. Meslek seçiminde en önemli faktörleri söylemişler: İlgi ve Yetenek. Bence de özet bu. Sevmediğimiz işte başarılı olmamız mümkün mü? Ve hele o konuda yeteneğimiz varsa ilgi ile sonuç daha da ateşleniyor. Belki hepimiz biliyoruz ama aileleri buna ikna etmek mümkün mü – işte burada tıkanıyoruz. Bahsedip durduğumuz endişe ve korku kültürü ve bu inançları destekleyen sosyal şartlar aileleri kalıplar içinde düşünmeye zorluyor. “Ülkenin şartları belli, nasıl istediğini yap” diyelim diyorlar. Bir yandan hak veriyorum, ama doğru olduğunu kabul etmem mümkün değil.

Ben kişisel gelişim çalışmalarında genellikle erişkinlerle çalışıyorum. Ve yaptığımız çalışmaların çoğunda lise ve üniversite yıllarında yaptıkların seçimlerin memnun olmadıkları sonuçları üzerinde görüşüyoruz. Yani ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, eğer ilgilerini çeken şeyleri yapmıyorlarsa mutlu olamıyorlar. Gerçekten yeteneklerini ortaya çıkaran şeyler yapmıyorlarsa gayretlerine rağmen istediklerini derecede tatmin ve başarıyı yakalayamıyorlar. Bu kadar net.

Danışanlarımda ve koçluk müşterilerimde karşılaştığım durumlara bakıyorum. Seçtiği meslekte ve işte başarılı olmadığı için gelenler kadar, başarılı olduğu halde derin mutsuzluk içinde olan ve kendini başarısız hissedenler var. Peki, bu hislerin kaynağı ne? Bir de klasik tarifler ile çok başarılı olduğu halde sağlığı çok bozuk olan kişiler var. Peki, bu durumda beden ne söylemeye çalışıyor?



Koçlukta sorduğumuz bazı ana sorular var. Yaşam yolunda ilerlediğimizi ve değişmenin zor olduğunu düşündüğümüzde sormayı bıraktığımız sorular var. En önemlisi: Tam olarak ne istiyorum?
En son zaman bunu kendinize sormaya müsaade ettiniz? En son ne zaman bu soruya yürekten cevap verdiniz?

Çocuğunuzun, sevdiklerinizin ve kendi yaşamınızın biraz daha mutlu geçmesi için sadece ne istediklerini sorarak ve açık yürek ile dinleyerek büyük bir fark yaratabilirsiniz. Sadece bir soru ve o sorunun cevapları ile. Denemeye ne dersiniz?

Seçiyorum, Seçemiyorum


Bir kuzenimin oğlu bu yıl üniversite sınavlarına girdi. Sonuçlar açıklandı, iyi bir puan almış. Ancak şimdi de on beş gün içinde istediği bölümü ve üniversiteyi belirlemesi ve başvuru yapması gerekiyor. Yani hayatının en önemli kararlarından birini vermek üzere ve zorlanıyor.

Ben nasıl yapmıştım diye düşünüyorum. Yurtdışında okudum ama Amerika’da başvurduğum okul eğer burs vermezse gidemem diye Türkiye’de üniversite sınavlarına girmiştim. Bizim zamanımızda - ben de bu sözü söyleyenlerden oldum artık - sınava girmeden önce tercihler yapar ve bildirirdik. Sınav sonuçları açıklandığında puanımız değil kazandığımız okul ve bölümü öğrenmiş olurduk. Puanı öğrendikten sonra başvuru yapabilmek bir şans. Puanı oldukça yüksek olduğu halde istediği bölümlerin puanı çok yükseldiği için açıkta kalan çok başarılı arkadaşlarım olmuştu. Zaman değişiyor. Ama öğrendiğim kadarı ile üniversite giriş sınav sistemi bu hali ile kalmayıp değişmeye devam edecek.

Türkiye’de eğitim sistemi bir deneme tahtası olarak daha ilkokul yıllarında öğrenmekten bezgin hale gelen, ergenlik yılları hafta içi okulda hafta sonu dershanelerde geçen erken yorulan bir gençlik yetiştiriyor. Özellikle batıda üniversite yıllarında yoğun şekilde çalışan öğrencilere kıyasla, üniversiteye girmeye başaran Türk öğrenciler, belki de mesleki anlamda en önemli eğitim aşamasında o güne kadar ki yılların yorgunluğunu atmaya çalışıyor. Bu doğru bir sistem olamaz. Ve üniversite sınav sonuçları, binlerce sıfır puan alan öğrencinin durumu bir şeylerin doğru gitmediğini saklanamaz şekilde gösteriyor. Anaokulu sınıfından başlayan başarı telaşı çocukluklarını, gençliklerini yaşayamayan mutsuz nesiller yaratıyor. Bir müzik aleti çalmaya ayrılacak zamanın ders çalışmaktan çalınan zaman olarak algılanmaya başlandığı, bir sergi, konser ya da tiyatro giderken o sürede ders çalışmadığı için suçluluk duyan belki de doğruları şaşmış ama çaresiz hisseden ve belki de gerçekten çaresiz insanlar yaratıyoruz. Gelecek kaygısı sanki konuşmayı öğrendikleri andan itibaren bilinçaltlarına ince ince işlenmeye başlıyor. Kendi çocukluğunda çok ders çalıştığımı zannederken, şimdiki nesillerin hiç yaşamadığını düşünmeye başlıyorum. İlkokul beşinci sınıfta kolej giriş sınavına ve lise son sınıfta üniversite sınavına hazırlanırken birer yılımızı yitirdiğimi düşünürken şimdiki neslin çocukları çalışmaya daha okul öncesinde başlıyorlar.

Mutlu çocuk bulmakta zorlanıyorum. Bir sitem değil bu, bir gözlem. Anne babalar ve çocuklar arasında hep bir ders çekişmesi, neredeyse bu konuda huzurlu aile yok. Endişe hissi yaşamların bir parçası olmuş. Hep bir gerginlik, hep bir yetersizlik hissi. Kıyaslanan çocuklar, hep yetersiz gelen başarılar. Kendini yetersiz bulan anne babalar. Yetersiz kalacağında korkan çocuklar. … Neler oluyor? Ve neler olduğunun farkında mıyız?



Çocuğunuz sınavlarda başarılı oldu ve iyi bir puan aldı. İş burada da bitmiyor. Eğer çocuğunuz üniversiteye girecekse, peki mesleği ne olacak? Sizin veli olarak istedikleriniz var, çocuğun istekleri var. Çocuğun istemesi gerektiğini düşündükleri var. Çocuğun korkuları var. Ve belki de onun korkusu sizin onun için hissettiğinizin çok daha üzerinde. Türkiye’de endişe ve korku dolu olduğunu gördüğüm bir nesil yetişiyor. Çok şey bilmelerine rağmen kendine güveni tam olamayan, karşılamaları gereken şartlar daimi olarak zorlaşan bir nesil yetişiyor. Ve bence bu şartlar onları yaşama hiç de iyi hazırlamıyor. Kabahat gençlerin değil; onlar yaşamamayı kabul ediyor. Uymaları gereken eğitim sistemi onları yoruyor, köreltiyor ve yetersiz kılıyor. Öğretmenler bu sistemin belki istemeden aracısı olarak bu yükün altında eziliyor ve hem kendi ruhlarına hem de bu taze canlara istemeden eziyet ediyorlar. Bu mutsuzluk zinciri nasıl kırılır, bu beni uzun uzun düşündürüyor…



Dünyada erişkinler için çok farklı kişisel gelişim eğitimleri var. Birçok kişi öğrencilik yıllarındaki hatalı meslek seçimlerini daha sonraki yıllarda eğitimler alarak gidermeye çalışıyor. Doğrusu ben bizden sonra gelenlerin aynı sıkıntıları yaşamayacaklarını düşünürken onların artan seçenekler karşısında bizden fazla zorlandıklarını görüyorum. Yaşam imkân ve seçenek bollukları içinde farklı şekilde zorlaşıyor.

Ne kadar çok olumsuz sözcük sarf ettim. Esasında umudun çok büyük bir itici güç olduğuna yürekten inanıyorum. Ve dünyada daha yapıcı bir farkındalığın artmakta olduğuna da. Ama yeni nesillerin, gençlerin bunlardan yeterince yararlandığını düşünmüyorum. Sanki önce bozuyor, sonradan tamir etmeye çalışıyoruz.

Örneğin son yılların popüler yaklaşımı yaşam koçluğunu alalım. Kişisel gelişim yolumuzda destekleyici bir sistem. Kişi bir koç ile kendi kuvvetlendirme imkânı buluyor. Kendine mutluluk ve başarı getiren kararlar alma becerisini geliştiriyor. Koçluk kişinin kendine olan güvenini artırıyor. Peki, çocuklarda ve gençlerde bu sistem yeterince kullanılıyor mu? Öğrenci koçluğu adı altında çok hizmet satıldığını görüyorum. Ama bu koçluk çoğu zaman çocukların zaman ayırması gereken ayrı bir eğitime dönüşüyor.

Yine meslek seçimi konusu da gençlerin yalnız bırakıldığını düşündüğüm bir konu. Kendileri iyi üniversitelerden mezun meslek sahibi arkadaşlarımın çocuklarının meslek seçimi konusunda çok zorlandıklarını görüyorum. Çevrelerinde çok örnek olmasına rağmen. Ülkemizde eğitimini aldığı mesleği yapanlar dünyadaki örneklerine göre çok daha az. Bu da gençlerin meslekleri değerlendirmesini zorlaştırıyor. Ve değişen zamanların değişen mesleklerini ve bu mesleklerin gereklerini tarif etmek zorlaşıyor.

Koçluğun eğitim sistemine doğru olarak dâhil edilirse, daha mutlu, yaptıkları seçimlerin sonuçları ile daha mutlu nesiller yaratabileceğini düşünüyorum. Koçluk kişinin özündeki bilgiyi ve gücü ortaya çıkarma hedefi ile eğitimin sisteminde olması gereken odağı yakalıyor. Uygulamalar henüz emekleme aşamalarına bile gelmiyor. Yüreğim çocukların ve gençlerin yaşamlarının ilk yıllarından içlerindeki gücü keşfetmelerini diliyor.

11 Nisan 2009 Cumartesi

Veliler için Koçluk Yaklaşımları






Eğitmen ve Yaşam Koçu Zeynep Kocasinan, 3 Nisan 2009 Cuma akşamı Fethiye Menteşeoğlu İlköğretim Okulu Velilerine "Veliler için Koçluk Yaklaşımları ve Aileiçi İletişim" başlıklı bir seminer verdi. Fethiye Lions Kulübü Derneği'nin katkıları ve Menteşeoğlu İlköğretim Okulu Okul Aile Birliği'nin destekleri ile yapılan çalışmada öğrencilerin başarılarında ailenin görevi, beynin doğru kullanımı ve etkili dinleme gibi konular ele alındı. Fethiye Lions Kulübü Derneği Başkanı Vasfiye Doğan ve Menteşeoğlu İlköğretim Okulu Müdürü Besat Özkaraca'da konuşmaları ile velilere hitap ettiler. Seminer sırasında Zeynep Kocasinan öğrencilerin ve velilerin sınav hazırlıkları hakkında da bilgiler aktardı.

14 Ocak 2009 Çarşamba

Bir Kadın ve Bir Erkeğin Beraber Mutlu Olması Mümkün mü?




Sevgi dolu ilişkiler yaşamak ve mutluluğu yakalayabilmek için bir formül var mı?

Mutluluk sadece anne babalarımızın, belki dedelerimizin ve ninelerimizin ölüm bizi ayırana kadar diyerek yürüttüğü ilişkilerde mi yaşanabiliyor?

Yoksa yüreğimizin heyecan duyduğu anlar mıdır mutluluk?

Ve mutluluk ile gerçekten neyi kastediyorsunuz?

*

Soruları sıralamak kolay. Cevapları bulmak ise çok daha zor.

Ben uzun yıllar evli kaldıktan sonra bunu huzur ve sevgi ile yürütmeyi başaramayanlardanım. İki ruhu daha fazla darmadağın etmeden geç de olsa ayrılık zamanının geldiğini kabul edenlerden.

Başarı, başarısızlık, ya da sadece yaşamın akışı, bilmiyorum. Yaşam devam ediyor.

*

Aynı zamanda yaptığım koçluk ve tamamlayıcı tıp çalışmaları nedeni ile eşi ile problem yaşayan çok sayıda evli kişi ile karşılaşıyorum. Evlenmeden önceki dönemlerde sıkıntılar yaşayanlarda var, ancak evlilik bağı içerisinde sanki sorunları çözmek biraz daha zorlaşıyor.

7 yıllık süren bir evliliği devam ettirmeyi başaramamışken, kime söyleyecek ne sözüm olabilir, diye düşünmeden edemem zaman zaman. Ancak, her ilişkinin sonsuza kadar olması gerekmediğini de düşünürüm bir o kadar. Ben denedim, denedim ve belki en başından gerçekten birbirini mutlu etmesi mümkün olmayan iki insanın bir çekim ile bir araya gelmesi idi bizi yanıltan. Sonraki adımları atmakta acele ettik anlaşılan, ve yol bize ait değilse ne kadar güzel görünürse görünsün, götürdüğü yerlerde bize ait olmuyor. Şartlar ne olursa olsun mutlu edemiyor.

*

“Erkekler Mars’tan Kadınlar Venüs’ten” kitabının yazarı John Gray’i duymuşsunuzdur. Mars-Venüs serisinde Dr. Gray’in farklı kitapları var. Kadın ve erkeklerin yaşamda stres ile başa çıkmalarının ilişkilere etkisi, kadın ve erkeklerin genel olarak yaşama yaklaşımları ve var olma stratejilerinin belki de binlerce yıl öncesine dayanan kökenlerine iniyor. Güzel bilgiler var. Ancak bu psikologun diğer birçok hoca ve yazar gibi var saydıkları bir nokta iki insanın birbirlerine karşı duydukları sevgi bağının kuvvetli olması. İkinci varsayımda ilişkinin devamını iki tarafında istediği.

Ancak, ya derinlerde büyük yaralar varsa, bu yaraların iyileştirilebilmesi mümkün mü?

Yoksa sevgi, saygı, terbiyenin yitirilmesi ile insanlığımızı da yitirmeye başladığımız ilişkilerde, belki de yolların ayrılması mı en doğru çözüm?

*

Modern yaşamın ve hayat gailesinin kadınların yaşamını eskiye göre çok farklı etkilediği ortada. Eskiye oranla çok daha fazla kadın çalışmak zorunda. Gerek baba evine katkıda bulunmak, gerekse kurduğu ailesine katkıda bulunmak için. Tabi üretme ve yaşamda bir anlam bulmak için çalışmak isteyen çok kadın da var. Bu bir hak. Tabi benim ilk işe başladığım yıllarda evli kadınların çalışabilmek için eşlerinden izin almaları gereken günleri hatırlamayacak kadar da genç değilim.

Seçme ve seçilme hakkını kazanmaktan çok daha zor belki kadının yaşamının akışını seçme ve yaşama hakkı.

Kadının evde azalmayan yükü, çalışmasının ilişkisine getirdiği artılar ve eksiler, kadın ve erkek, karı ve koca arasındaki dinamikleri derinden etkiliyor. Bu darbelere maruz kalan ilişkileri korumak ve kurtarmak mümkün mü?

*

Erkeklerin bir ilişkide başarısı veya başarı beklentisinin testosteron seviyesini yükselttiğini ve birlikteliğe gösterdiği ilgi ve özeni artırdığı bulunmuş. Peki erkekler bu başarı hissini nasıl alabiliyorlar? Severek bir kadın ile bir arada olmak isteyen erkeklerde, eşlerini mutlu etmenin kendi mutluluklarında büyük payı olduğu görülmüş. Erkek mutluluk verdiğini görmeyi başarı olarak algılıyor. Bu anlamda takdir görmek, yaptıklarının kabul edilmesi, eşi tarafından istenilen konuları hatta sorumları çözebilmesi erkeğe büyük güven veriyor. Belirlenen hedefe ulaşmak hem erkeğin kendine güvenini artırıyor, hem de devam etme gücü veriyor. Bu nedenle erkeklerin çözüm bulamadıkları problemleri zihinlerin bir köşesinde dinlenmeye yatırdıkları, ve bu arada başarabileceklerini bildikleri daha küçük belki de büyük konu kadar acil olmayan işler ile ilgilendikleri görülmüş. Bu önemsiz işi tamamlayarak aldıkları başarı hissi ile tekrar büyük konuya dönerek ilerleme yolunu seçmek çok rastlanan bir davranış tarzı olmuş.

Kadınların rahatlayana kadar aynı konu hakkında konuşma ve duygularını aktarma arzuları bu nedenle erkekler için dayanılmaz hale gelebiliyor. Erkeklerin devam edebilmek için sorunlardan geçici bir süre içinde olsa uzaklaşma ihtiyaçları var. Kadınların ise bir konuya çözüm bulabilmek için önce içlerindeki duygu yoğunluğunu kelimeler ile yüreklerinden ve zihinlerinden atma ihtiyaçları var. Tabi bu aktarımı sırasında kadının aynı sorun hakkında, hem de çözüme yönelik olmayan, konuşmaları dinlemeye dayanamayan erkek ilgisiz olabilir. Bu iç dinamiği hissetmesi mümkün olmayan bir kadın kendini yalnız, ihmal edilmiş ve bu nedenle de güvensiz hisseder. Kadınlar sorunlar hakkında konuşurken her zaman çözüme yönelik yaklaşmazlar. Duyguların boşaltılması çok daha önceliklidir. Buna ihtiyaçları da vardır. Kadınların bir gruba ait olma, bir sosyal çevrenin parçası olma ihtiyaçları çok daha yüksektir, bu çevre sadece kendilerini ve eşlerini içeriyor bile olsa da.

*
Sevgimiz taze iken ilişkilerimizin maruz kaldığı baskıların pek de farkında olmayız. Tazeliğin getirdiği, sevginin gücünün, çekimin getirdiği bir güç olur. Ancak, yaşamın farklı evrelerinde iki kişi arasındaki bağın altında kaldığı etkilere ve değişimlerine açık yürek ve saygı ile bakmadığımız sürece, “biz” denilen birlikteliği yaşamamız zor.

İki kişinin bir araya gelerek bir olmasından bahsetmiyorum. İki’yi Bir yapmaya çalışmak belki de hayatlarımızdaki problem. ‘Bir’ olduğumuz ve bizimle birlikte ‘Bir’ kalmayı seçecek bir insan ile olmaya cesaretimiz var mı?

*

Sevgi, ilişkiler ve mutluluk üzerine sorulacak çok soru var. Cevaplarımızın arzularımızı yaşama şansı vermesi dileklerimle.

Z.


Günün Onaylaması: “Bolluk ve bereket içindeyim. Bütün ihtiyaçlarımı rahatlıkla karşılayacağım kaynaklara sahibim ve bunları kullanıyorum.” R. Şanal

Günün Sözü: “Yükseklere uzan, çünkü yıldızlar senin ruhunda gizlidir. Büyük düşler kur, çünkü her düşün ilerisinde bir hedef vardır.” Pamela Vaull Star


Zeynep’in Kitap Tavsiyesi: Ayn Rand ’ın bir kitabını okumaya ne dersiniz?