6 Ekim 2016 Perşembe
Yeni Yazım Lions Relife'da...
http://www.lionsrelife.com/kose-yazisi/dunyayi-sen-mi-kurtaracaksin/
5 Ekim 2016 Çarşamba
5 Ekim'de Fethiye'de Lions Hizmet Çalışmaları İle Özel Bir Gün Yaşadık
Değerli Dostlar,
Üyesi olmaktan büyük onur ve mutluluk duyduğum Muğla Fethiye Lions Kulübümüzün 5 Ekim tarihindeki çalışmaları hakkında genel hatları ile bir paylaşım yapmak istiyorum.
5 Ekim 2016 tarihinde Lions 118-R Yönetim Çevresi Genel Yönetmenimiz Sayın Lion Cahit Kisioglu Muğla Fethiye Lions Kulübümüze Genel Yönetmen ziyaretlerini gerçekleştirdiler. Kendi Kulüplerine ve Genel Yönetmen 1. Yardımcımız Sayın Tuna Yükselen'in Kulübü İzmir Phokaia Lions Kulübü'ne ziyaretlerinin akabinde kendilerini Fethiye görmek bizler için çok anlamlıydı.
Genel Yönetmen Ziyaretinin akabinde Fethiye Belediye Başkanlığı ile birlikte organizasyonu gerçekleştirilen "Lions'un 100. Yılında 100 Günlük Ağacı" dikimine katıldılar.
Sonraki açılış yine Lions 100. Yıl Miras Projeleri kapsamında Fethiye Belediyesi ile ortak bir çalışma olarak hazırlanan "Fethiye Hatırası" noktasının açılışıydı.
Günün sonunda Sayın Genel Yönetmenimizin de katılımı ile bizleri yalnız bırakmayan Fethiye'deki STK temsilcileri ile bir araya geldik, paylaşımlarda bulunma şansını yakaladık.
Bu toplantı ve çalışmaların detayları ileriki günlerde Muğla Fethiye Lions Kulübü sayfamızda paylaşılarak iletilecektir, bununla birlikte, bu aktivitelerimizi büyük bir emek, özen ve titizlikle hazırlayan Muğla Fethiye Lions Kulübü Başkanımız Sayın Lion Arzu Yeni'ye, Yönetim Kurulu'na, Kulüp Üyelerimize ve Fethiye Belediye Başkanlığımıza ve destek veren Müdürlüklerine yürekten teşekkürlerimizi sunmak isterim. Çok sevdiğimiz Fethiyemiz için, doğayı korumak için değerli çalışmalar ortaya çıkarmak adına işbirliği ve özveri ile çok emek verdiler.
Fethiye Belediye Başkan Yardımcımız Sayın Mete Karacadağ, Kültür ve Sosyal İşleri Müdürümüz Sayın İlksen Halime OK, Park ve Bahçeler Müdürümüz Sayın Durmuş Sazcı ve Ekipleri çalışmalardaki katkıları kadar bugün yanımızda olarak bizleri Çok Değerli Fethiyemize hizmet etmek adına daha da yüreklendirdiler. Yerel yönetimler ile sivil toplum kuruluşları ve gönüllülerinin ortak çalışmaları adına örnek oldular, umut verdiler.
Sayın Cahit Kişioğlu Genel Yönetmenimiz, Yönetim Çevresi Sekreterimiz Sayın Lion Bahar Yarar Gülen'nin de katılımı ile, gerek bu resmi ziyaretleri, gerekse bizler için önemli olan bu üç aşamalı "8 Ekim Lions Dünya Hizmet Günü" aktivitelerinde, miras proje açılışlarındaki varlıkları ile bizleri hem onurlandırdılar, hem de çok mutlu ettiler. 5 Ekim 2016 tarihi Fethiye Lions Kulübü Ailesi olarak hep hatırlayacağımız özel bir gün olacak. Yürekten teşekkürlerimizi sunarız.
12. Bölge Başkanımız, Değerli Üyemiz Sayın Lion Esin Urganci Artun 'a da katılım, katkı ve aramızda oldukları için çok teşekkür ederiz.
Açılış ve toplantılarımızın farklı etaplarında bizi yalnız bırakmayan sivil toplum kuruluşlarının başkan ve temsilcilerine de yürekten teşekkür ve şükranlarımızı sunarız. Onların çalışmaları bizler için çok değerli, varlıkları bizler için hep anlamlı.
Fethiye için, Ülkemiz için birlik ve işbirliği içinde nice faydalı hizmetlerde buluşmak dileğiyle.
Yürekten saygılarımla paylaşırım.
Ln. Zeynep Kocasinan
Lions 118-R Yönetim Çevresi
Genel Yönetmen 2. Yardımcısı
4 Ekim 2016 Salı
Dünyayı Sen mi Kurtaracaksın?
21 Nisan 2012 Cumartesi
Bravo Zentara
Zentara/Kadın Sosyal Dayanışma Derneği Bahar Şenliği 17 Nisan 2012 tarihinde başlamıştı. Her gün doyurucu etkinliklerle devam ediyor. Bahar Şenliği kapsamında 22 Nisan'a kadar Fethiye'de, 23 Nisan'da Göcek'te etkinlikler devam edecek.
İthaki Yayınevi'nin katılımları ile Zentara'da devam eden Kitap Sergisi'ni bugün görme şansım oldu. 22 Nisan akşamına kadar hem Zentara'yı ziyaret edebilir, hem de kitaplara göz atabilirsiniz.
Ekim aylarında kurulan bir dernek olmalarına rağmen hızla çalışmaya başlamışlar. Zentara'nın Çalış Sevgi Parkı yanındaki mekanlarında farklı atölye çalışmaları yapıldığına da öğrendim.
(Sevgi Parkı üyesi olduğum Fethiye Lions Kulübü Derneği'nin bu yılki Lions dünya ağaç dikimi kampanyası çerçevesinde yöremizin özel ağacı günlük ağaçlarından diktiği bir park. Ne güzel bir tesadüf.)
Hem tüm Zentara grubuna hem de Kurucu Başkanları Sayın Nesibe Sevgi Öndeş'e de yürekten tebrikler.
25 Mart 2012 Pazar
1.Ulusal Koçluk Konferansımız ve Sir John Whitmore’u Sevmek

5 Ocak 2012 Perşembe
Sızı...
16 Aralık 2011 Cuma
Alzheimer'ın Fethiye'de Düşündürdükleri

Dışarıda yeni başlayan sağanak yağmur Fethiye Belediyesi Kültür Merkezi’nin çatısını dövmeye başladığında Türkiye Alzheimer Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Mersin Şubesi Başkanı Sn. Selami Gedik’in Alzheimer Konferansı başlayalı ancak on, on beş dakika olmuştu. Sayın Selami Gedik, üyesi olduğum Fethiye Lions Kulübü Derneği’nin Kurucu Başkanı Sayın Lion Burcu Döğerli Gül’ün ve eşinin yakın dostuymuş. Türkiye’deki Lions Yönetim Çevreleri 2011-2012 Dönemi için Alzheimer Hastalığını yıl boyunca Türkiye’nin tamamında ele almaya karar vermişlerdi. Fethiye Lions Kulübü olarak bizler de Burcu Hanım’ın katkıları ile Fethiye’de bir konferans organize etmeyi planlamıştık.
Uzun bir süre park yeri aradıktan sonra Uğur Mumcu Parkı’nın içinde otoparkta Kültür Merkezi’ne oldukça uzak bir noktada arabamı park ederek, hızla salona gitmiştim. İçeri girdiğimde ışıklar söndürülmüştü. Sahnede konuğumuz takdim ediliyordu. Hemen müsait bulduğum bir yere oturdum. Not defterimi çıkarmak üzere çantamı açtığımda dün döndüğüm Antalya seyahatimde not defterlerimi bilgisayarımın çantasına koyduğumu hatırladım. Salonda biraz ışık yapacaktı ama telefonumun not defterine not almaktan başka şansım yoktu.
Annemin, babamın ve ailemizde ben dahil birçok kişinin rahatsızlıkları nedeni ile birçok farklı hastalık ile aşinaydım. Danışmanlık ve koçluk çalışmaları sırasında da bir çok kişi rahatsızlıkları paylaşırlardı. Mühendis olmama rağmen hastalık ve tıbbi terimler dağarcığım oldukça genişti. Öyle ki özellikle rahmetli babamın hastane girişleri yaparken hastalıklarını sıralamaya başladığımda kaydı yapan personel istinasız olarak sağlık personeli veya hemşire olup olmadığımı sorarlardı. Alzheimer kelimesinin ise bu dağarcıkta yeri olmamıştı. Bu konferans neredeyse hiçbir fikrim olmayan bu hastalık konusunda bilgi sahibi olmayı sağlayacaktı.
Salon oldukça doluydu. Fethiye Sağlık Meslek Yüksekokulu’ndan öğrenciler de konferansı dinlemeye gelmişlerdi. Sahne dışında karanlık olan salona baktığımda her yaş grubundan insan bulunduğunu fark ettim. Belki de normalde böyle bir havada dışarı çıkmayacak olan yaşlılar da gelmişlerdi. Selami Bey’in konusunu iyi bilen, Türkiye’de bu konudaki önemli isimlerden olduğunu söylemişlerdi.
Geçmiş Dönem Başkanlarımızdan biri bana Selami Bey’in doktor olduğunu aktarmıştı ama konuşmanın başında Selami Bey “Alzheimer konusunu çok iyi bildiğim için beni doktor sanırlar ama ben işletmeyiciyim,” diyerek konuya açıklık getirdi. Aklım rahmetli babamın anlattığı bir hikayeye gitti. Yıllar önce babam bir firmanın baraj inşaatı şantiyesini ziyaret ediyor. Baraj inşaatları inşaat makineleri ile yapılan inşaatlar oldukları için makinelerin bakımı, işletilmesi işin çok önemli bir parçasıdır. Bu tarz inşaatlarda inşaatın başındaki ve genelde inşaat mühendisi olan bir şantiye şefinin yanında bir de makine şefi vardır. Tüm makinelerin alım, bakım, tamir, kullanım ve işletimlerini takip eden, makine operatörleri, formenler, yağcılar, tamirciler, kısaca tüm personelden, makinelerin en üst sorumlusu. Kimilerine göre inşaat şantiyelerinin en zorlu görevlerini yapan kişilerdir makine şefleri. Özellikle baraj inşaatları gibi yolun bittiği bir dağ başında en yakın ilçeden, bazen en yakın köyden kilometrelerde uzakta şantiyeyi çalışır durumda tutmak için muazzam bir çalışma gerektirir. Şantiye şefleri ve makine şefleri şantiyelerin tanrıları gibidir. Emirleri demiri keser ve olmazı oldururlar.
Ne diyordum. Evet, babam şantiyeye ziyarete gidiyor. Makine atölyesine de uğruyor. Makine şefi tertemiz bembeyaz bir önlük ile kendisini karşılıyor. Babam kendisine inşaatta kullandıkları makineler, makinelerde işin özelliğine göre yaptıkları modifikasyonlar ve bunun gibi birçok özel konuda sorular soruyor. Makine şefinin bilgisi babamı çok etkiliyor ve mezun olduğu İstanbul Teknik Üniversitesi’nin büyük bir hayranı olan babam “İTÜ’lü müsünüz?” diye soruyor. “Hayır,” cevabını veriyor şef hafif bir tebessümle. “O zaman ODTÜ mezunusunuz?” diyor babam. Makine şefi birkaç saniye duruyor, “Sinan Bey, ben Çapa mezunuyum,” diyor.
Karşısındaki, hayranlık uyandıracak kalan bilgili makine şefinin tıp doktoru olmuş olması babamın asla unutmadığı bir deneyim oluyor. Bu ve bunun gibi kim bilir kaç deneyim yaşamış olmalı ki “Diploma önemli değildir,” derdi babam. “Diploma bir kağıt parçasıdır. Ne bildiğin, esas önemli olan odur.”
“Ağabeyin okumasa da olur ama kızım sen mutlaka okumalı ve meslek sahibi olmalısın,” derdi babam. İlkokul yıllarımda bunu söylediğini hatırlarım. O İTÜ’den İnşaat Yüksek Mühendisi olarak mezun olmuştu. Okumanın önemine inanırdı.
Bilginin ne kadar farklı şekillerde edinilebileceğine dair beraber çalıştığımız yıllarda paylaştığı yüzlerce hikayenin bazıları zihnimde çok net; bazıları ise flulaşıyor.
İşte Fethiye Kültür Merkezi Salonu’nda Selami Bey’i dinlemeye başladığımda aklıma gelen hikayeleri bir kenara bırakıp tekrar onun anlattıklarına odaklanıyor. “Alzheimer, Dün Bugün Yarın” olarak isimlendirmiş konferansını Sn. Selami Gedik. Ve Alzheimer üzerinde çalışmaya annesine 13 yıl önce Alzheimer hastalığı teşhisi konulması ile başlamış. 13 yıldır annesine o bakıyormuş. Annesinin aynı şeyi defalarca tekrar tekrar sorduğunu fark etmesi ve bir gün evdeki buzdolabının içinde konulmuş olan kaşık ve çatalları görmesi ile başlıyor annesinin teşhis süresi. Önce evdeki yardımcı hanımın yanlışlıkla buzdolabına çatal bıçakları koyduğunu sanırken, annesinin evdeki farklı eşyaları çok farklı yerlerde saklamaya başladığını keşfediyorlar o gün. “Bir cumartesi günüydü,” diye paylaşıyor Sn. Selami Gedik. O pazartesi günü yapılan bir yazılı test ve MR çekimleri ile annesine Alzheimer teşhisi konuluyor ve Alzheimerlıların dünyasını keşfetmeye başlıyor.
Annesinin hastalığını 1. Evrede yakalamışlar. Alzheimer hastalığı 7 evreden oluşuyormuş en son safhasına kadar. Ve bir hasta bir evrede bir ay ile üç yıl arasında kalabiliyormuş. Evrelerin ilerlemesini yavaşlatmak hastanın ömrünü uzatmak mümkün oluyor. “Bunu duyduğum da mutlu olmuştum,” diyor Sn. Selami Gedik, “Annemi hemen kaybedeceğim korkum hafiflemişti.”
Alzheimer’in genetik bir yönünün olduğunun düşülmesine rağmen bunamanın yaşlanma ile gelen doğal bir sonuç olmadığını paylaşıyor Selami Bey. “İhtiyarlık insan kendini yaşlı hissettiğinde başlar,” diyor. Pasteur’un kuduz aşısını 60 yaşında bulduğunu paylaşıyor. Mimar Sinan’ın kıymetli eserlerini 70 yaşından sonra vermeye başladığını.
Alzheimer’a dair bir çok veri paylaştı. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde her 69 saniye de bir Alzheimer teşhisi konuluyormuş. Türkiye’de farklı çalışmalara göre 250 bin ila 300 bin arası Alzheimer Hastası olduğu tahmin edilmekle birlikte sadece 15 bin hasta tedavi altındaymış. Hastalarından takriben yüzde beşi tedavi görüyor anlamına geliyor bu.
Alzheimer’i önlemek için en çok yürümeyi öneriyor Sn. Selami Gedik. Kardiovasküler kondisyonu sağlayan faaliyetleri öneriyor. Ayrıca daha fazla eğitim almış, yüksek mesleksel başarı sağlamış ve mental-zihinsel stimülasyon ile yaşayan kişiler bu hastalık daha az görülüyormuş. Aşırı zihinsel ve fiziksel yorgunluklar tetikleyici olabiliyormuş. “Dinlenmek gereklidir,” diyor Sayın Gedik. Sonra yıllarda Fethiye ve İstanbul arasında yaptığım, Türkiye’nin ve Dünya’nın farklı köşelerine yapıp durduğum seyahatlerim geliyor aklıma. Kendimi çok yoruyor olabilir miyim? Kulağım tekrar Sn. Selami Gedik’in sözlerine odaklanıyor. “Aşırı diyet de risk yaratır,” diyor.
Alzheimer’lı hastaların zaman zaman evden kaçabildiklerini, aşırı saldırgan ataklar yaşayabildiklerini, kaybolduklarında söylemek istedikleri kelimeleri hatırlayamadıkları için evlerini tarif edemediklerini, dertlerini anlatamadıklarını paylaşıyor. Kişi kelimeleri hatırlayamıyor çünkü bu hastalık nedeni ile beyindeki kıvrımlar derinleşiyor, beyin küçülüyor, beta amyloid proteini plaklaşarak hücreler arası iletişimi kesiyormuş.
Beyin bir yandan endüstri mühendisliği eğitimim sırasında öğrendiğim bir sistem ile bilgileri yitirmeye başlıyor. “Last In First Out.” Son giren ilk çıkar. O nedenle yakın geçmişi hatırlamayan bir hasta çocukluk anılarını tüm detayları ile hatırlayabiliyor. Selami Bey’in annesi kendi babasını hatırlıyormuş ama Selami Bey’in babasını ancak bahsi başka bir kişi açtığında hatırlıyor ve bahsediyormuş.
Alzheimer’a dair söylenebilecek o kadar çok şey var ki. Geçmişte farklı akıl hastalıkları ile karıştırılabilen bu hastalığın işaretlerinden bazıları tekrar eden sorular, eşya kullanma becerisinin azalması, basit matematik işlemlerini yapma becerisinin yitirilmesi ve yer ve zamanı karıştırmak. Alzheimer hastaları, hastalık başladığında normal yaşamlarındaki karakterlerden zıt karakter özellikleri gösterebiliyorlar. Çok sakin olan bir kişi çok sinirli olabiliyor. Bir yakınınızın Alzheimer olabileceğini düşünüyorsanız bir nörologa başvurmanız gerekiyor. Daha önce bahsettiğim gibi yazılı bir test ve MR çekimi ile teşhis konulabiliyor. Beta amyloid plakları MR’da görülebiliyor.
…

Ben hastalıkları zihinsel nedenleri de olduğuna inananlardanım. Korkuların, inançların, düşüncelerin bedenimizi de şekillendirdiğine. Zihinsel düşünceler ile hastalıkları eşleştirmede dünyadaki en ünlü isim Louise L. Hay. O Alzheimer Hastalığı'nın yaşamı terk etme arzusu ve hayatı olduğu gibi kabul edememekten kaynaklandığına inanıyor ve bu düşüncelerden, bu hastalıktan uzaklaşmak adına şu olumlamayı öneriyor: "Her şey doğru zaman ve mekan sıralaması içinde gelişiyor. Her şey olması gerektiği gibi oluyor."
…
Ve 16 Aralık 2011 tarihinde, Fethiye Belediyesi Konferans Salonu’nda verilen bu önemli konferansın organizasyonu için üyesi olduğum Fethiye Lions Kulübü Dönem Başkanı Sn. Ln. Seniha Öztürk’e, kıymetli katkıları için Kurucu Başkanımız Sn. Ln. Burcu Döğerli Gül’e, Kurucu Üyemiz ve Geçmiş Dönem Bölge Başkanlarımızdan Sn. Ln. Yonca Döğerli’ye ve katkıda bulunan üyelerimize sadece Fethiye Lions Kulübüm ve Lions MD118-R Yönetim Çevremiz adına değil, tüm Fethiye adına yürekten teşekkürler.
Sağlık, mutluluk, bereket ve huzur dolu bir ömür dileklerimle.
26 Aralık 2010 Pazar
KONYA
Bu yıl 17-18 yıldan sonra Konya'ya tekrar gitme şansım oldu. Çocukluğunda annem, babam ve ağabeyimle yaptığımız birkaç yolculukta Konya'dan geçtiğimizi hatırlarım. En son gezim ise üniversiteden Türkiye'ye dönüp babam ile çalışmaya başladıktan sonra olmuştu.
Bir akşam vakti varmıştık Konya'ya. A dını şimdi hatırlayamadığım otelimizin önünde arabamızdan inmiştik. Otelin görevlisi valizlerimizi taşımak için gelmişti. Biz otelin giriş kapısına doğru yürürken babam "Birazdan duyacaklarına şaşırma," demişti. Ve biz henüz otele girmeden önce akşam ezanı okunmaya başlamıştı. Gerçekten bir anda onlarca camiden okunan ezan sesleri birbiri ile birleşerek farklı bir ses oluşturmuştu sanki. Bir koro. Türkiye'nin dört bir köşesindeki şehirlere, kasabalara, köylere gitmiş olan babam Konya'da ezan seslerinin farklı yükseldiğini biliyordu. Babamın Konya ile eski aile bağları olmasına rağmen Konya bizler için bir memleket olmadı hiç. Akrabamız yoktu bu şehirde. Babamın çok net hatırlayamadığım anıları vardı Konya’da. Konya Hz. Mevlana’nın şehri olarak çok defa karşıma çıksa da yolum çok düşmemişti işte. Babamla gittiğimiz o sefer de bir iş seyahati için yolumuzu oraya düşürmüştü. O günlerde ne Mevlana Müzesi'ne gidebilmiştim ne de cami veya türbe ziyareti yapabilmiştim. Bamya çorbası içtiğimi hatırlamıyorum, etli etmek yemiş olma ihtimalim var ama dedim ya Konya'ya sayılı gün için ve iş nedeni ile gelince bambaşka bir yolculuk yaşamıştım.
Yıllar sonra dönem başkanlığını yaptığım Fethiye Lions Kulübü’nün üyeleri ve misafirleri ile Konya'ya yaptığımız bu yeni yolculuk çok daha farklı olacaktı. Grubumuz Fethiye'den Konya'ya otobüs ile seyahat edecek, bende o günlerde İstanbul'da olduğum için 13 Aralık Pazartesi sabahı İstanbul'dan Konya'ya uçarak gruba katılacaktım. O erken sabah uçağı ile Konya'ya vardığım gün tüm Türkiye birkaç gündür süren soğuk hava dalgasının etkisi altındaydı. O günlerde Türkiye'yi etkisi altına alan hava Fethiye’ye yirmi küsur yıl sonra kar getirdiği gibi Fethiye’den Konya’ya ulaşım yolunun birçok bölümünü de ulaşıma kapatmış ve geçilmesi zorlu bir hale getirmişti. 12 Aralık gecesi Fethiye'den yola çıkması gereken otobüs ancak ertesi sabah 7'de yola çıkabilmişti. Benim uçağımın tarifeye göre kalkış saati de 07:10'du. Zamanında kalkan uçağım Konya'ya vardığında grubumuzun varmasına daha saatler vardı.
Havaş servisi ile Anıt'a gittim, oradan da bir taksi ile kalacağımız Dündar Otel'e. Beni otele götüren taksi şoförü ile konuşurken yıllar önce geldiğim Devlet Su İşleri binalarından bir tanesinin Havaş otobüsünden indiğim durağın tam karşısında olduğunu öğrendim. Konya’dan Fethiye’ye geçmeyi planladığım için elimde iki valiz vardı, ve otobüsten inip taksiye binerken etrafıma pek bakmamıştım. Şehir çok farklı gelmişti. Lions grubu şehre akşama doğru ancak varacaktı ve bu arada ben Konya'da ne yapabilirim diye düşünürken, gezimizi organize eden ve Fethiye'de bir seyahat acentası olan Geçmiş Dönem Başkanlarımızdan Sn. Yonca Döğerli’nin kızı, ve Fethiye Lions Kulübü Kurucu Başkanı Sn. Burcu Gül’ün ablası Sn. Pınar Döğerli Başerkafaoğlu rehberimiz Altan Bey'i aramış ve benimle ilgilenmesini rica etmişti. Son birkaç haftadır başımda dolaşmakta olan aksilikler zinciri sonlanacak mıydı? Şansım geri dönüyordu galiba. O pazartesi günü Konya ile mükemmel bir buluşma günü olacaktı.
Konya'dan İstanbul'a döneli on günü geçti ve gece tam uyumaya hazırlanırken Konya Sille'ye dair bir gezi haberine rastladım. Konya'ya uçakla vardığım sabah rehberimiz beni grubumuz Konya'ya varmış olsa beraber kahvaltı edeceğimiz Sille’deki Sille Konağı'na kahvaltıya götürmüştü. Hatta çıkışta konağı işleten ailenin annesi bir teyze ile fotoğraf çektirmiştim. Tesadüf televizyonda işte tam bu konak vardı ve konağı işletenlerden o teyze konuşuyordu. Esasında açık televizyonun karşısında elimdeki Norbekov kitabını okurken ses kulağıma tanıdık gelmiş ve başımı kitaptan kaldırıp ekrana bakmıştım. İşte o teyze konuşuyordu. Kendine özgü bir konuşma tarzı vardı. Kendisi ile kahvaltı sırasında konuştuğumuzda bana ve rehberimize de bahsettiği pansiyonlarından bahsediyordu televizyonda. Soba ile ısınan, doğal şekilde hazırlanmış köy evi şeklinde düzenlenmiş pansiyonlarından.
Sille'de kayalara oyulmuş bir kiliseyi ve kayalar oyulmuş diğer yapıları, dış restorasyonu tamamlanmış ama henüz açılmamış bir kiliseyi, bir mum atölyesini görme şansım oldu. Kaplumbağa şeklinde yeşil mumlar aldım kendime ve anneme, ve bir de çam ağacı şeklinde mumlar aldım. Aldığım ağaçlar da yeşildi, yeşil ve parıltılı. Hızla geçen 2010 yılının sonları yaklaşıyordu.
Sabah İstanbul'da uçağa binerken uçağa yolcu alımının yapıldığı kapının üzerindeki ekranda Konya Havalimanı'ndaki hava sıcaklığı -17 derece olarak görünüyordu. Sille'nin yenilenmiş sokaklarında yürürken güneş yüzümü biraz ısıtıyor olsa da kat kat giyinmiş olmama rağmen sıcak gelmemişti. Köyün içinde yürürken güneşin değmediği yerlerde buzlara basıp kaymamak için dikkatli olmam gerekmişti. Konya’da birkaç gün öncesinde şehri beyazlatan kar yağışı durmuş ve güneşli bir günle beni karşılamıştı. Ancak hava İstanbul ve Fethiye'deki gibi nemli olmasa da oldukça soğuktu.
Son yıllarım, özellikle son altı ay oldukça yoğun ve hareketli geçmişti. Ancak son haftalarda bilgisayarlarımla çok büyük sorunlar yaşamıştım. Yapmam gereken bir çok iş yarım kalmış, uzun yıllar emek verdiğim çalışmalarımı yitirmiştim. Hele birşeylerin kaybolması hissi ben de büyük huzursuzluk yaratmıştı. Hard disklerim zarar gördü, yedek disklerin kayboldu. Uzun yıllara ait dokümanlarımı, bilgileri ve belgeleri yitirdim.
Hani bir yerlerden belirivermelerini beklemiyorum dersem yalan olur ama kabullenmek zorunda olduğum kayıplar ile karşı karşıyayım. Muhtemelen ortaya çıkmayacaklar. Çok eskiden beri gelen fotoğraf, doküman ve bilgileri yitirdiğim günlerde aynı zamanda yeni tamamladığım bir kitabı da yitirdim. Son bir iki haftadır revizeleri ile uğraştığım, yaptığım ilaveler ile çok güzelleşmeye başladığını düşündüğüm bir kitabı neredeyse yayınevine göndermek üzereyken hem bilgisayarımı hem de yedek hard diskimi kaybettiğim için yitirdim. Düzeltmelerden önceki haliyle içime sinmeyen bir taslağı epostalarımın arasında var, ancak o taslağı tekrar düzeltmeye elim gitmiyor bir türlü. O son birkaç günde yayınevine bir nüsha göndersem mi diye aklıma ne kadar sık geldiğini hatırlıyorum. Kontrol için baskı işlerimi yapan basım grafik firmasına bir nüsha göndersem mi diye onlarca defa aklıma geldiğini de. İşaretlerin ve tesadüflerin, akla gelen düşüncelerin önemini başkalarına bolca anlatıyorum ama bazen koşma halinde yaşarken kendi yaşamıma dair sesleri duymayı unutuyorum. Duyuyorum belki, koşuyorum ya, hani çok uzun zamandır aksaklıkların yaşamımda azalmasına alışmışım ya, sesleri duymanın ve hemen harekete geçmenin önemini bazı konularda atlamaya başlamışım.
Konya'ya gitmeden birkaç gün önce oluyor bunlar. Kitapta birçok farklı şeyden bahsederken bir yandan da eşyalar, anılar, ve yaşamı kabul etmek, olanı kabul etmek üzerine düşüncelerimi de bolca paylaşmıştım. Konya gezisi öncesi bana biraz fazla gelen bir kabul dersi ile karşı karşıya kalmıştım. Son zamanlarda karşıma çıkan en büyük kabul dersi ile. Çok kısa bir süre içinde, sanki bir anda hayatımda ne kadar elektronik alet varsa arızalanmıştı sanki. Elimi attığım bilgisayar arızalanıyordu. Evdeki telefon hattım bile arızalanmıştı. İletişim, hızlı iletişim benim için olmazsa olmaz olmuştu. Fiziksel olarak neredeyse daimi olarak hareket halindeydim ve teknoloji de bu hareketlilik içinde dünya ile bağlantımı sağlıyordu. Sonra sanki teker teker sigorta şalterleri kapanmaya başladı. Birşeyler beni durmaya zorluyordu. Terzi kendi söküğünü dikemez derler ya ben de her ne kadar evrenin mesajlarını duymaya açık olsam da kendime dair mesajlarda bazen ısrarla yanılabiliyorum. ... Belki de yanılmam gerekiyordu kimbilir...
Konya gezisine, gezi öncesi iki üç hafta ve 15 Aralık'ta Konya'dan İstanbul'a döndüğüm günden bugüne anlatılacak çok şey var. Son bir iki yıldır yaşadığım ve alıştığım tempodan çok farklı gelişen bir ay yaşıyorum. Bu günlerin getirdiklerini paylaşmak istiyorum. Ama bu gece televizyonda Sille Konağı'na ve Konya gezimin sabahına tekrar kısacıkta olsa geri gittiğimde yazmak istediğimi fark ettim. Bugün Akmerkez'deki Teknosa mağazasına gidip yeni bir bilgisayar aldım ve o bilgisayardaki Office programının yüklenmesinde de bir problem çıktı ve bilgisayarı ancak altı yedi saat sonra akşam sekiz buçuk civarında teslim alabildim. Güler yüzle ve sabırla bilgisayarımı hazırlayan Teknosa personeli bana gecikmeden dolayı defalarca özür dilediler. Ancak görünüşteki aksaklığın gündüz ve akşam yaptıklarımın yolunu açtığını biliyorum. Yaşamımda aksaklık diye niteliğim şeyler azaldıkça aksaklık diye adlandırdığımız şeylerin nimetlerini unutmaya başlamışım galiba. Görebilirsek yaşamın ipuçları tesadüfler hep bizimle esasında... Kaybettiğim kitabımda yaşamı ve olayları kabul etmeye dair derslerle karşılaştığımdan bahsederken bu dersi öğrendiğimi zannettiğimi ise şimdi fark ediyorum.
Yaklaştığı mıknatısları bozan, hatta bu nedenle dükkânlarına girmemesini rica eden dükkân sahipleri ile karşılaşan bir hocam var. Benim bilgisayarlar ile yaşadığım aksaklıkların enerjimin etkisinden olduğunu düşünmüyor olsam da özellikle son bir ay içinde yaşamın beni durdurmak adına çalışmakta olduğunu görmezden gelemiyorum. Yıllar öncesinde durmam gerektiğinde beni cebren durduran bilek rahatsızlıklarım bu defa yaşamımın ayrılmaz parçası olan teknolojik aletler ile olmadık sıkıntıları karşıma çıkarıyordu. İşin ilginç tarafı bu aksaklıkların ne kadar ters görünseler de benim için faydalı hatta gerekli olduğunu televizyonda Sille Konağı'nı gördüğümde tüm bedenimde tekrar hissediyordum.
13 Aralık günü özel Konya turumda Mevlana Müzesi'ni sonunda ziyaret ettim. Müze'nin girişinde hatların bulunduğu odada, girişte sol taraftaki camın üzerinde annemin ebrusu üzerine yazılmış olan hatı da gördüm. Yıllar önce babamın ve ağabeyimin gördüğü o pencereyi ve üzerindeki eseri görmek bana yeni nasip oluyordu. Annemin ebrularının farklı hattatların ellerinden çıkan eserler ile İstanbul'un adlarını bilmediğim onlarca camiinde yaşadıklarını ise Konya'dan döndükten sonra öğrenecektim.
Macera devam ediyor ve sanırım yüreğim tekrar yazmak istiyor.
1 Ekim 2010 Cuma
Fethiye'de Kişisel Gelişim Konferansı
8 Ekim 2010 tarihinde Fethiye'de, Fethiye Belediyesi Kadın Meclisi, FETAV Vakfı ve Fethiye Lions Kulübü'nün ortak çalışması ile KİŞİSEL GELİŞİM için "FARKINDALIK-DEĞİŞİM-DÖNÜŞÜM" KONFERANSI düzenlenecektir.
28 Eylül 2010 Salı
LIONS Japon Türk Dostluk Konseri Yapıldı




Wakayama Lions Kulübü üyesi Kıymetli Japon dostum Bay Seiji Mukaiyama ile tanışmam ile Wakayama ve Fethiye Lions Kulüpleri arasındaki dostluk Lions 118-R Yönetim Çevresi Genel Yönetmeni Sn. Ln. Nasuhi Öndersev'in ve Lions Geçmiş Dönem Uluslararası Direktörü Prof. Dr. Hayri Ülgen'in katkıları ile Lions Türk Japon Dostluk Konserine dönüştü.





Söz Yazarı, Besteci Lion Bay Seiji Mukaiyama, 118-R Yönetim Çevresi Genel Yönetmenimiz Sn. Ln. Nasuhi Öndersev, Geçmiş Dönem Uluslararası Direktörümüz Prof. Dr. Hayri Ülgen, Lions Konsey Başkanımız Sn. Ln. Erim Erinç Dinç, 118-T Y.Ç. Genel Yönetmeni Sn. Ln. Erdinç Gökhan, 118-E Y.Ç. Genel Yönetmeni Sn. Ln. Gökhan Berker ve organizasyona ev sahipliği yapan 118-Y Y.Ç. Genel Yönetmeni Sn. Ln. Rıdvan Eyüboğlu ve konser organizasyonunda emeği geçen Burgaz Ada Lions Kulübü Üyeleri ve konsere sponsorluk yapan Çağdaş Factoring firması yetkilileri ile,




1 Temmuz 2010 Perşembe
Fethiye Lions Kulübü

Zeynep Kocasinan 20 Haziran 2010 tarihinde Fethiye Ece Saray Oteli'nde yapılan devir teslim töreni ile Fethiye Lions Kulübü Derneği'nin 2010-2011 dönemi dernek başkanlığı görevini almıştır. Görev süresi 1 Temmuz 2010-30 Haziran 2011 tarihleri arasındadır.
7 Haziran 2009 Pazar
Behçet Bey'i Farklı Kılan Ne?

Bugün üyesi olduğum Fethiye Lions Kulübü Derneği olarak dönem başkanı Sn.Vasfiye Doğan ve kulüpten arkadaşlarım ile birlikte Fethiye Belediye Başkanı Sn. Behçet Saatcı’yı makamında ziyaret ettik. Genel bir nezaket ziyaretiydi bu. Ve bir yandan konuşmalara hem iştirak edip hem de dinlerken, bir idareciyi ne başarılı yapar diye düşündüm. Üçüncü defa belediye başkanı seçilen Behçet Bey’i farklı kılan neydi?
Behçet Bey ile ilk defa ne zaman tanışmıştım? Fethiye’deki ikinci resim sergimin açılışın da mı, yoksa Fethiye Belediye Spor Yelken Kulübü’ndeki gençler ile buluşmasında mı? Hatırlayamıyorum. Fethiye’ye gelip gideli dört yılı biraz geçti ama sanki çok uzun zamandır Fethiyeliymişim gibi hissediyorum. Ve bazı anıların detayları biraz silikleşmeye, bazen de sıraları karışmaya başlıyor.
Sahi, neydi Behçet Bey’i farklı kılan?
Öncelikle herkese her an kapısının açık olduğunu hissettirmesi diyeceğim. İnsana güven veren bir his bu. Birilerinin bizi dinlediği ve dinleyeceği hissi çok kuvvetlendirici bir şey. Şehrindeki herkesin derdini dinlemeye gönüllü olduğu hissini veren bir tarzı var Behçet Bey’in. İnsana kıymet veriyor. Bunu hissettiriyor, davranışları ile gösteriyor. Ve sanki ben de bu günlerde insana kıymet verenleri daha çok arıyorum. Belki ben de onlara bunun kıymetini bildirmek istiyorum.
Behçet Saatcı her yaştan, her konumdan ve şarttan insan ile iletişim kurmayı pek güzel başarıyor. Buna gayret ettiğini gösteriyor. Çocukların Behçet Amcası duygularını hissetmekten ve yaşamaktan çekinmeyen bir insan olarak oldukça sahici ve gerçek olarak duruyor karşımızda. Yapmacık ve sahte ilişkilerin yaşamlarımıza girmeye başladığı bu günlerde Fethiye yüreği ısıtan dostlukların tadını sanki başkanının duruşunda da alıyor.
Sabah saatin dördü, yani ertesi sabah olmak üzere. Ve ben hakiki olan üzerine düşünmeden edemiyorum bu gece. Gerçek sevgi, gerçek inanç, gerçek duygu ve düşünceler üzerine düşünüyorum. Etraf sessiz. Sanki çıt çıkmıyor. Az önce nereden geldiği ve nereye gittiği belli olmayan bir motosikletin sesi sessizliği bir anlığına böldü, ama ben daha çok, ve belki de bir süredir duymadığım kadar parmaklarımın altındaki klavyenin çıkardığı sesleri duyuyorum. Ne kadar da yüksek.
Her anımızda, yaşadığımız her anda, karşılaştığımız her insanla ve attığımız her adımda, bir karar alıyoruz. Hakiki olup olmama kararı. Yürekten olup olmama kararı. Sevip sevmemek kararı. Hepimizin bir bütünün parçaları olduğuna inanmak veya yalnızlığımızın kaderimiz olduğunu kabul etmek kararı.
Bu gece uzunca bir süredir düşünmekte olduğum bir fikrin kesinliği yataktan kaldırdı beni. Henüz uyumuş değildim, ama beni yataktan kaldıran ruh hali yaşamın karşıma çıkardıklarını kabul etmek ve buna şükretmek gereğini bedenimin sanki her hücresinde hissetme haliydi.
Behçet Saatcı’yı farklı kılan esasında hepimizi farklı kılabilen şeydi. Tüm maskelerden arınmış olarak sevdiğimiz şeyleri tüm yüreğimizle yapmaya giriştiğimizde bizi saran kuvvet ve heyecan.
Benim için bu, kim bilir kaç gece yarısı beni uykudan uyandıran veya uyutmayan yazmaya duyduğum ihtiyaç ve sevgiydi. Gecelerde, gündüzlerde beni kaleme kâğıda, bilgisayarın başına götüren arzu. Belki sizin benim yazdıklarımı duymaya ve okumaya ihtiyacınız olmayabilir, ama benim beni bekleyen yarına uyanabilmem için yapmam gerekiyor. Kısa bir ziyaret düşüncelerimi farklı yerlere taşıyor.
Allah mahcup etmesin. Yüreğinin yolunda yürümek isteyenlerin yolu hep açık olsun.