İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
konya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
konya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Aralık 2011 Cuma

"Mevlana, Aşkın Kitabı"ndan...

Coleman Barks'ın derlediği "Mevlana Aşkın Kitabı"ndan, Sayfa 59:

Su Çarkı


Dostlar, bir arada kalın.

Dağılıp uyumayın.

Dostluğumuz uyanık kalmaktan

yapılmıştır.

Su çarkı suyu kabul ediyor

ve dönüp onu veriyor,

ağlayarak.

Bu şekilde bahçede kalıyor,

Oysa başka bir yuvarlaklık

kuru dere yatağında yuvarlanıp

ne istediğini düşündüğü şeyi arıyor.

Burada kal, her anla titreyerek,

bir cıva damlası gibi.


26 Aralık 2010 Pazar

KONYA



Bu yıl 17-18 yıldan sonra Konya'ya tekrar gitme şansım oldu. Çocukluğunda annem, babam ve ağabeyimle yaptığımız birkaç yolculukta Konya'dan geçtiğimizi hatırlarım. En son gezim ise üniversiteden Türkiye'ye dönüp babam ile çalışmaya başladıktan sonra olmuştu.

Bir akşam vakti varmıştık Konya'ya. A dını şimdi hatırlayamadığım otelimizin önünde arabamızdan inmiştik. Otelin görevlisi valizlerimizi taşımak için gelmişti. Biz otelin giriş kapısına doğru yürürken babam "Birazdan duyacaklarına şaşırma," demişti. Ve biz henüz otele girmeden önce akşam ezanı okunmaya başlamıştı. Gerçekten bir anda onlarca camiden okunan ezan sesleri birbiri ile birleşerek farklı bir ses oluşturmuştu sanki. Bir koro. Türkiye'nin dört bir köşesindeki şehirlere, kasabalara, köylere gitmiş olan babam Konya'da ezan seslerinin farklı yükseldiğini biliyordu. Babamın Konya ile eski aile bağları olmasına rağmen Konya bizler için bir memleket olmadı hiç. Akrabamız yoktu bu şehirde. Babamın çok net hatırlayamadığım anıları vardı Konya’da. Konya Hz. Mevlana’nın şehri olarak çok defa karşıma çıksa da yolum çok düşmemişti işte. Babamla gittiğimiz o sefer de bir iş seyahati için yolumuzu oraya düşürmüştü. O günlerde ne Mevlana Müzesi'ne gidebilmiştim ne de cami veya türbe ziyareti yapabilmiştim. Bamya çorbası içtiğimi hatırlamıyorum, etli etmek yemiş olma ihtimalim var ama dedim ya Konya'ya sayılı gün için ve iş nedeni ile gelince bambaşka bir yolculuk yaşamıştım.

Yıllar sonra dönem başkanlığını yaptığım Fethiye Lions Kulübü’nün üyeleri ve misafirleri ile Konya'ya yaptığımız bu yeni yolculuk çok daha farklı olacaktı. Grubumuz Fethiye'den Konya'ya otobüs ile seyahat edecek, bende o günlerde İstanbul'da olduğum için 13 Aralık Pazartesi sabahı İstanbul'dan Konya'ya uçarak gruba katılacaktım. O erken sabah uçağı ile Konya'ya vardığım gün tüm Türkiye birkaç gündür süren soğuk hava dalgasının etkisi altındaydı. O günlerde Türkiye'yi etkisi altına alan hava Fethiye’ye yirmi küsur yıl sonra kar getirdiği gibi Fethiye’den Konya’ya ulaşım yolunun birçok bölümünü de ulaşıma kapatmış ve geçilmesi zorlu bir hale getirmişti. 12 Aralık gecesi Fethiye'den yola çıkması gereken otobüs ancak ertesi sabah 7'de yola çıkabilmişti. Benim uçağımın tarifeye göre kalkış saati de 07:10'du. Zamanında kalkan uçağım Konya'ya vardığında grubumuzun varmasına daha saatler vardı.

Havaş servisi ile Anıt'a gittim, oradan da bir taksi ile kalacağımız Dündar Otel'e. Beni otele götüren taksi şoförü ile konuşurken yıllar önce geldiğim Devlet Su İşleri binalarından bir tanesinin Havaş otobüsünden indiğim durağın tam karşısında olduğunu öğrendim. Konya’dan Fethiye’ye geçmeyi planladığım için elimde iki valiz vardı, ve otobüsten inip taksiye binerken etrafıma pek bakmamıştım. Şehir çok farklı gelmişti. Lions grubu şehre akşama doğru ancak varacaktı ve bu arada ben Konya'da ne yapabilirim diye düşünürken, gezimizi organize eden ve Fethiye'de bir seyahat acentası olan Geçmiş Dönem Başkanlarımızdan Sn. Yonca Döğerli’nin kızı, ve Fethiye Lions Kulübü Kurucu Başkanı Sn. Burcu Gül’ün ablası Sn. Pınar Döğerli Başerkafaoğlu rehberimiz Altan Bey'i aramış ve benimle ilgilenmesini rica etmişti. Son birkaç haftadır başımda dolaşmakta olan aksilikler zinciri sonlanacak mıydı? Şansım geri dönüyordu galiba. O pazartesi günü Konya ile mükemmel bir buluşma günü olacaktı.

Konya'dan İstanbul'a döneli on günü geçti ve gece tam uyumaya hazırlanırken Konya Sille'ye dair bir gezi haberine rastladım. Konya'ya uçakla vardığım sabah rehberimiz beni grubumuz Konya'ya varmış olsa beraber kahvaltı edeceğimiz Sille’deki Sille Konağı'na kahvaltıya götürmüştü. Hatta çıkışta konağı işleten ailenin annesi bir teyze ile fotoğraf çektirmiştim. Tesadüf televizyonda işte tam bu konak vardı ve konağı işletenlerden o teyze konuşuyordu. Esasında açık televizyonun karşısında elimdeki Norbekov kitabını okurken ses kulağıma tanıdık gelmiş ve başımı kitaptan kaldırıp ekrana bakmıştım. İşte o teyze konuşuyordu. Kendine özgü bir konuşma tarzı vardı. Kendisi ile kahvaltı sırasında konuştuğumuzda bana ve rehberimize de bahsettiği pansiyonlarından bahsediyordu televizyonda. Soba ile ısınan, doğal şekilde hazırlanmış köy evi şeklinde düzenlenmiş pansiyonlarından.


Sille'de kayalara oyulmuş bir kiliseyi ve kayalar oyulmuş diğer yapıları, dış restorasyonu tamamlanmış ama henüz açılmamış bir kiliseyi, bir mum atölyesini görme şansım oldu. Kaplumbağa şeklinde yeşil mumlar aldım kendime ve anneme, ve bir de çam ağacı şeklinde mumlar aldım. Aldığım ağaçlar da yeşildi, yeşil ve parıltılı. Hızla geçen 2010 yılının sonları yaklaşıyordu.

Sabah İstanbul'da uçağa binerken uçağa yolcu alımının yapıldığı kapının üzerindeki ekranda Konya Havalimanı'ndaki hava sıcaklığı -17 derece olarak görünüyordu. Sille'nin yenilenmiş sokaklarında yürürken güneş yüzümü biraz ısıtıyor olsa da kat kat giyinmiş olmama rağmen sıcak gelmemişti. Köyün içinde yürürken güneşin değmediği yerlerde buzlara basıp kaymamak için dikkatli olmam gerekmişti. Konya’da birkaç gün öncesinde şehri beyazlatan kar yağışı durmuş ve güneşli bir günle beni karşılamıştı. Ancak hava İstanbul ve Fethiye'deki gibi nemli olmasa da oldukça soğuktu.

Son yıllarım, özellikle son altı ay oldukça yoğun ve hareketli geçmişti. Ancak son haftalarda bilgisayarlarımla çok büyük sorunlar yaşamıştım. Yapmam gereken bir çok iş yarım kalmış, uzun yıllar emek verdiğim çalışmalarımı yitirmiştim. Hele birşeylerin kaybolması hissi ben de büyük huzursuzluk yaratmıştı. Hard disklerim zarar gördü, yedek disklerin kayboldu. Uzun yıllara ait dokümanlarımı, bilgileri ve belgeleri yitirdim.

Hani bir yerlerden belirivermelerini beklemiyorum dersem yalan olur ama kabullenmek zorunda olduğum kayıplar ile karşı karşıyayım. Muhtemelen ortaya çıkmayacaklar. Çok eskiden beri gelen fotoğraf, doküman ve bilgileri yitirdiğim günlerde aynı zamanda yeni tamamladığım bir kitabı da yitirdim. Son bir iki haftadır revizeleri ile uğraştığım, yaptığım ilaveler ile çok güzelleşmeye başladığını düşündüğüm bir kitabı neredeyse yayınevine göndermek üzereyken hem bilgisayarımı hem de yedek hard diskimi kaybettiğim için yitirdim. Düzeltmelerden önceki haliyle içime sinmeyen bir taslağı epostalarımın arasında var, ancak o taslağı tekrar düzeltmeye elim gitmiyor bir türlü. O son birkaç günde yayınevine bir nüsha göndersem mi diye aklıma ne kadar sık geldiğini hatırlıyorum. Kontrol için baskı işlerimi yapan basım grafik firmasına bir nüsha göndersem mi diye onlarca defa aklıma geldiğini de. İşaretlerin ve tesadüflerin, akla gelen düşüncelerin önemini başkalarına bolca anlatıyorum ama bazen koşma halinde yaşarken kendi yaşamıma dair sesleri duymayı unutuyorum. Duyuyorum belki, koşuyorum ya, hani çok uzun zamandır aksaklıkların yaşamımda azalmasına alışmışım ya, sesleri duymanın ve hemen harekete geçmenin önemini bazı konularda atlamaya başlamışım.

Konya'ya gitmeden birkaç gün önce oluyor bunlar. Kitapta birçok farklı şeyden bahsederken bir yandan da eşyalar, anılar, ve yaşamı kabul etmek, olanı kabul etmek üzerine düşüncelerimi de bolca paylaşmıştım. Konya gezisi öncesi bana biraz fazla gelen bir kabul dersi ile karşı karşıya kalmıştım. Son zamanlarda karşıma çıkan en büyük kabul dersi ile. Çok kısa bir süre içinde, sanki bir anda hayatımda ne kadar elektronik alet varsa arızalanmıştı sanki. Elimi attığım bilgisayar arızalanıyordu. Evdeki telefon hattım bile arızalanmıştı. İletişim, hızlı iletişim benim için olmazsa olmaz olmuştu. Fiziksel olarak neredeyse daimi olarak hareket halindeydim ve teknoloji de bu hareketlilik içinde dünya ile bağlantımı sağlıyordu. Sonra sanki teker teker sigorta şalterleri kapanmaya başladı. Birşeyler beni durmaya zorluyordu. Terzi kendi söküğünü dikemez derler ya ben de her ne kadar evrenin mesajlarını duymaya açık olsam da kendime dair mesajlarda bazen ısrarla yanılabiliyorum. ... Belki de yanılmam gerekiyordu kimbilir...


Konya gezisine, gezi öncesi iki üç hafta ve 15 Aralık'ta Konya'dan İstanbul'a döndüğüm günden bugüne anlatılacak çok şey var. Son bir iki yıldır yaşadığım ve alıştığım tempodan çok farklı gelişen bir ay yaşıyorum. Bu günlerin getirdiklerini paylaşmak istiyorum. Ama bu gece televizyonda Sille Konağı'na ve Konya gezimin sabahına tekrar kısacıkta olsa geri gittiğimde yazmak istediğimi fark ettim. Bugün Akmerkez'deki Teknosa mağazasına gidip yeni bir bilgisayar aldım ve o bilgisayardaki Office programının yüklenmesinde de bir problem çıktı ve bilgisayarı ancak altı yedi saat sonra akşam sekiz buçuk civarında teslim alabildim. Güler yüzle ve sabırla bilgisayarımı hazırlayan Teknosa personeli bana gecikmeden dolayı defalarca özür dilediler. Ancak görünüşteki aksaklığın gündüz ve akşam yaptıklarımın yolunu açtığını biliyorum. Yaşamımda aksaklık diye niteliğim şeyler azaldıkça aksaklık diye adlandırdığımız şeylerin nimetlerini unutmaya başlamışım galiba. Görebilirsek yaşamın ipuçları tesadüfler hep bizimle esasında... Kaybettiğim kitabımda yaşamı ve olayları kabul etmeye dair derslerle karşılaştığımdan bahsederken bu dersi öğrendiğimi zannettiğimi ise şimdi fark ediyorum.

Yaklaştığı mıknatısları bozan, hatta bu nedenle dükkânlarına girmemesini rica eden dükkân sahipleri ile karşılaşan bir hocam var. Benim bilgisayarlar ile yaşadığım aksaklıkların enerjimin etkisinden olduğunu düşünmüyor olsam da özellikle son bir ay içinde yaşamın beni durdurmak adına çalışmakta olduğunu görmezden gelemiyorum. Yıllar öncesinde durmam gerektiğinde beni cebren durduran bilek rahatsızlıklarım bu defa yaşamımın ayrılmaz parçası olan teknolojik aletler ile olmadık sıkıntıları karşıma çıkarıyordu. İşin ilginç tarafı bu aksaklıkların ne kadar ters görünseler de benim için faydalı hatta gerekli olduğunu televizyonda Sille Konağı'nı gördüğümde tüm bedenimde tekrar hissediyordum.

13 Aralık günü özel Konya turumda Mevlana Müzesi'ni sonunda ziyaret ettim. Müze'nin girişinde hatların bulunduğu odada, girişte sol taraftaki camın üzerinde annemin ebrusu üzerine yazılmış olan hatı da gördüm. Yıllar önce babamın ve ağabeyimin gördüğü o pencereyi ve üzerindeki eseri görmek bana yeni nasip oluyordu. Annemin ebrularının farklı hattatların ellerinden çıkan eserler ile İstanbul'un adlarını bilmediğim onlarca camiinde yaşadıklarını ise Konya'dan döndükten sonra öğrenecektim.

Macera devam ediyor ve sanırım yüreğim tekrar yazmak istiyor.

29 Aralık 2008 Pazartesi

Ait Olduğumuz Topraklar


Yaşamın bizi farklılıklar ile kucakladığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Bir yandan oldukça homojen, aynılığı destekler görünen bir toplumda yaşıyor olmamızı hissetmeme rağmen, yine de benim topraklarım burası. İstanbul, Malatya, Fethiye, Konya, Harput ve Çelikhan. Başka ait olduğum bir yer yok, burası benim memleketim.

Okul yıllarımdan başlayan maceram yaşamımın farklı noktalarında farklı dinlerden, dillerden, ırklardan insanlar ile bir araya gelmemi sağladı. 12 yaşımda Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ne başlamam ile başlayan bu süreç sanırım benim yaşama bakış açımı da derinden etkileyecekti. Bu konu benim sık sık bahsettiğim bir konu, ama bu gece tekrar yazmak istiyorum. Tekrar ve tekrar.

Basında haberler yayılıyor. Irak’taki savaş artık Amerika’daki dizilerin bile parçası oldu. Benim Amerika’da okuduğum yıllarda Türkiye’nin coğrafyadaki yeri arkadaşlarım için oldukça büyük bir muamma idi başlarda. Arkadaşlarımın kimileri dünya vatandaşı olmaya açıldı, kimileri ise kapalı Amerika’lı dünyalarında kalmayı seçtiler. Ta ki 11 Eylül olaylarına kadar. Bu tarih bir nevi milattır - dünya coğrafyasında bulunduğumuz bölgenin tanınması ve bilinmesi için. Ne kadar üzücü bir ders. Öğrenildiyse tabi ki.

Amerika’da bir Türk olmak benim için zor değildi o günlerde. Hatta havalı bir şey olduğunu bile söylemem mümkün. Aynı sınavlardan geçerek, aynı şartlar altında mücadele vererek okumayı başardığımız okullarda, aynı anfileri paylaşarak yola çıkmıştık. Doğrusu birçok Amerikalı arkadaşımın yurtdışından gelip orada okuyor olmanın esasında o kadar da kolay bir şey olmadığını anladıklarını pek sanmıyorum. Ailelerimize mektup yazdığımız o günler geride kaldı, ve Amerika’da bir Türk olarak var olmanın şartları ise artık değişiyor.

Türkiye’den Amerika hakkında haberdar olmak artık çok kolay. Televizyon ve internet aradaki mesafeleri oldukça azalttı. Ancak Amerika’da bir yabancı olmak, özellikle Orta Doğu’ya yakın bir bölgeden gelerek Amerika’da yabancı olmak artık farklı anlamlar taşıyor.

Başka bir memleketim yok, Türkiye benim ait olduğum topraklar. Ancak Türk olmak, Türkçe konuşuyor olmak, Kurtuluş Savaşı’nda bu ülke için savaşmış dedelerimin olması, benden farklı bir dine ait, benden farklı dilleri konuşan, farklı topraklarda yaşayan insanlara karşı insafsız ve nefret dolu olmaya itebilir mi?

Zorlanıyorum. Neredeyse dünyanın her yerinden yüzlerce insan ile tanışmışken, dostluklar kurmuşken, onları nasıl yargılayabilirim?

Zor alanlar bunlar, ve ben gerçekten zorlanıyorum.

*

Evimde orkidelerim var. Onlara elimden geldiği kadar iyi bakmaya çalışıyorum. Ve bazen hızla bir dalın büyüdüğünü görürüm, tomurcuklar oluşur. İçimi bir sevinç kaplar. Ve bazen o içinde çiçeği taşıyan tomurcuğunun kurumaya başladığını görürüm. Açmak yerine vazgeçmeyi seçmiştir. Neyi farklı yaptım diye sorarım, neyi yanlış yaptım. Bir çiçek olacaktı, ve şimdi yere düşmüş cansız bir tomurcuk.

İnsan ilişkileri de aynen böyle değil mi?



*

Tamamlayıcı tıp metotlarında bilinen metotlardan bir tanesi de çiçek özleridir. Çiçeklerin kimyasal özelliklerinden çok enerjilerinin iyileştirici yönlerinden faydalanmayı içeren bu teknikte, dünyanın farklı bölgelerinden toplanmış çiçekleri ile duygusal ve ruhsal sıkıntılarımızın geçirilerek en doğru potansiyelimize ulaşmamız hedeflenir. Bach ve Bush çiçek özleri dünyada en çok tanınmış olanlarından.

Bu çiçekler kolumuzun ağrısını geçirmiyor, ya da onları midemizi rahatlatmak için kullanmıyoruz. Ruh hallerimize göre bize uygun olan çiçeği buluyoruz. Bir sevdiğimizi kaybettik ve büyük acı içinde miyiz? Bir çiçek bize yardımcı olabilir. Karanlık korkumuzu yenmek veya her akşam eve gelip gelmeyeceğini korku ile beklemekten vazgeçemediğimiz çocuğumuz ve eşimiz için duyduğumuz endişeyi gidermek için bir çiçeğe ne dersiniz? Mimulus’a veya Red Chestnut-Kırmızı Kestane çiçeğine ne dersiniz?

Ve bu çiçekler dünyanın neresinde yetişmiş olursa olsun ve biz dünyanın neresinde olursak olalım, bizlere, hepimize aynı güzelliği ve faydayı veriyor. Müslüman, Budist veya Hıristiyan olup olmadığımıza bakmadan. Ten rengimiz ile de ilgilenmiyorlar. Sadece duygularımızı soruyorlar. ‘Derdin ne? Ne hissediyorsun? Seni üzen ne? Ve yardım ediyorlar. Tam anlamı ile kendimiz olabilmemiz için.

*

Sadece çiçekler ile değil, enerji çalışmaları ile de yüzlerce farklı dinden, farklı ırklardan, farklı diller konuşan insan ile çalıştım. Örneğin gözlerinizi kapatıp Reiki vermek üzere ellerinizi bir kişinin omuzlarına koyduğunuzda hissedeceğiniz şey, tüm farklılık olarak adlandırdığımız renklerden ve seslerden arınmış bir enerjidir. O kişiye ait birçok özel bilgiyi taşır ama tüm farklılıkları içinde o kadar da aynıdır ki. Tekrar, tekrar ve tekrar deneyimlediğim bir şey.

Şimdi bana öz’de farklı olduğumuzu mu söylemek istiyorsunuz? Nasıl kabul edebilirim, aksini, ne kadar benzer olduğumuzu o kadar çok defa hissetmişken.

*

Sevgi gönderiyorum Tayland’a, Endonezya’ya, Avustralya’ya ve Fas’a. Sevgi gönderiyorum New Jersey’e, San Diego ve San Francisco’ya. İngiltere’ye sevgi gönderiyorum ve İskoçya’ya. Rio’ya ve Ekvator’a sevgi gönderiyorum. Bolivya üzerinden olabilir. Ya da Japonya. Tüm sevdiklerime, ve yaşam yollarımın kesiştiklerine… Yollarımız da yüreklerimiz gibi açık olsun.

*

Ait olduğumuz bir toprak ve bize ait çiçeklerimiz olabilir. Ama lütfen farklı olduğumuzu söylemeyin bana. Nasıl birlikte olabiliriz, bunun için ne dersiniz, lütfen bana bunu anlatın.

Sevgiyle,
Z.

______________________________________________________________
Günün Onaylaması: “Yaşam tüm ihtiyaçlarımı fazlası ile bana sunuyor. Yaşama güveniyorum.” Louise L. Hay

Üstatlardan: “Şans her zaman kuvvetli bir şeydir. Oltanın her zaman atılı olmasına müsaade et; hiç beklemediğin sularda balık bulabilirsin.” Ovid

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi
: “Şiddetsiz İletişim” Yazar: Michael Rosenberg
______________________________________________________________
www.serbestyazarlar.com sitesindeki yazılarından.