İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
Japon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Japon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ağustos 2020 Çarşamba

Japonya'ya Teşekkür




Bugün bir teşekkür daha etmek istiyorum. Esasında birkaç kişiye.

Yaşadığımız Pandemi süreci, yüreğimize gelen teşekkürleri söylemenin önemini bana farklı şekilde hatırlatıyor. Geleceğin belirsizliğini biraz daha yoğun olarak hissettiğimiz bu günler, söylemek istediklerimizi söylemeyi, en azından bana, daha çok hatırlatıyor.

Japonya'ya yaptığım seyahatlerin en az iki tanesi Wakayama Lions Kulübü Üyesi, Değerli Türk Dostu Sayın Lion Seiji Mukaiyama'nın Türk-Japon Dostluğu adına düzenlediği konserler nedeniyleydi. 2010 yılında Ooshima Adası'na ve oradaki şehitliğe ziyaretim ise, başka bir nedenle Japonya'da bulunduğum bir gezide, Sayın Mukaiyama'nın daveti ve evsahipliğe ile geçirdiğim bir günde gerçekleşmişti.

Sayın Mukaiyama, Lions MD118 Konseyimiz ve Lions 118R Yönetim Çevremiz ile ortak çalışmaları ile 2010 ve 2011 yıllarıda İstanbul'da ve İzmir'de iki Türk-Japon Dostluk konseri de düzenledi. Bu konserlerin masraflarını karşılamakla kalmadı, Japonya'daki konserlerinde olduğu gibi Türkiye'deki konserlerininde de gelirlerini Türk Lions Ailemize bağışladı. 

Japonya'da 2020 yılının Temmuz ayında düzenlediği ilk Türk-Japon Dostluk konserinin gelirini, üyesi olmaktan onur ve mutluluk duyduğum Muğla Fethiye Lions Kulübümüze bağışlamıştı. Biz de bu bağış ile AKUT Fethiye Ekibi ile ortak bir çalışma yaparak bazı gerekli cihazların teminini sağlamıştık.

Sayın Lion Seiji Mukaiyama, detaylara verdiği önem, titiz çalışma şekli, ince düşünceli yaklaşımı, zerafeti, nezaketi, Türk-Japon dostluğuna inancı, bana ve Türk Lions Ailemize verdiği ve gösterdiği değer ve bunu yaptığı çalışmaların her alanına yansıtması ile bana her zaman ilham veriyor. Kendisi ile Japonya'yı farklı boyutları ile tanırken belki yaşama dair de çok şey öğrendim diyebilirim. Kendisine her zaman müteşekkir olacağım. 

11 Mart 2011 tarihinde Tōhoku bölgesinde yaşanan 9 büyüklüğündeki Büyük Japonya Depreminde, Japonya'nın içme suyu bulma konusunda bir sorun yaşadığını öğrenince, Antalya Lions Kulüplerimizin temin ettiği ve gönderimini organize ettiği içme suyunun Japonya'da dağıtılmasında köprü oldu. 

Bu vesile ile, 2010-2011 döneminde Antalya Lions Kulübü'nün başkanlığını yapan Sayın Lion Feridun Uyar'a ve Antalya Falez Lions Kulübü'nün başkanlığını yapan Sayın Lion Cengiz Halil Candurmaz'a da, tüm emeği geçenler ile birlikte tekrar teşekkür ediyorum. Anlamlı bir çalışma yapmamıza ve bize her zaman destek olan Japonya'ya, belki manevi değeri önemli olan bir katkı sağlama şansı yarattılar. Japon Lions Ailesi de bu değerli destek nedeni ile kendilerine 2011 yılında takdir ve teşekkür belgeleri takdim etmişlerdi.

Tabii tüm bu organizasyonların ve çalışmaların yapılabilmesi için dil bariyerini aşabilmek gerekiyordu. Son on yıldır ara ara devam ederek ve son on ayda da daha sıkı bir program ile öğrenmeye devam etmeye çalışsam da, Japonca gibi bir dili öğrenmek kolay değil. Bu teması kurabilmemiz, on yılı aşkın bir süredir devam eden çalışmaları sürdürebilmemiz, çok değerli bir Türk, Japonya'da öğretim görevlisi olarak bulunan ve yaşayan Sayın Halit Mizrakli sayesinde olabildi. Sayın Mızraklı disiplinli ve özverili yaklaşımı, çalışkanlığı, bilgisi ve tecrübesi ile sadece iletişimde önemli bir köprü olmakla kalmadı, bir çok organizasyonun çok önemli aşamlarını organize ve koordine etti. Kendisine yürekten teşekkür ediyorum. Türk-Japon Dostluğuna, Türk Lions ve Japon Lions Ailelerine katkısı gerçekten çok büyük. 

Ve şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, Japon arkadaşlarım Sayın Halit Mızraklı Kardeşim ile tanıştıklarında, Sayın Mızraklı'nın Japonca'sının kendi Japoncalarınından bile iyi olduğunu söylemişlerdi. Diliyorum bu Değerli Kardeşimin yolu her zaman iyiliklerle açık olur.

Eğer Pandemi süreci yaşanmıyor olsaydı Mayıs ayında Sayın Seiji Mukaiyama'nın üyesi olduğu Wakayama Lions Kulübü'nün 60. Kuruluş Yıl Dönümü kutlamalarına katılmak için Japonya'da olacaktık. Yaşamın bizler için farklı planları varmış. Bununla birlikte, başta Sayın Seiji Mukaiyama ve Sayın Halit Mızraklı olmak üzere, farklı kampanyalar ile Türk Lions Ailemize destek gönderen tüm Japon Lionlara, tüm Japon Lions Yönetim Çevrelerine tekrar yürekten teşekkür ediyorum. Diliyorum ki gösterdikleri dostluk ve dayanışma onları daha da kuvvetlendirsin.

Yürekten sevgilerimle.


21 Aralık 2019 Cumartesi

Biraz Buzun Prensi Enerjisi

Bana bugün biraz Yuzuru Hanyu lazım.  Biraz naiflik, biraz azim, biraz zerafet, biraz çocuksu neşe.  

İki defa Olimpiyat altın madalyası sahibi Japon erkek patenci Yuzuru Hanyu’yu tanıyorsanız eğer bugün ihtiyaç duyduğum enerjiyi sanırım anlayabilirsiniz.

Yaşamın haberlerle birlikte bazen daha da gaddar, daha da acımasız görünen dünyasında kalbini sevgide, nezakette tutanlara, bunu yansıtarak yaşayanlara ihtiyacımız var.  Kendi bireysel yolculuğunu başkanlarını incitmeden yaşamaya özen gösterenlere duyduğum sevgi, saygı, özlem sanki her gün artıyor.

Belki Japonya’yı, en azından benim deneyimlediğim Japonya’yı, Japon dostlarımı bu yüzden hep çok sevdim. Ve sevmekten öte, mesela Fethiye’de, evimin balkonunda belki Dünya’daki en güzel doğa manzaralarından birine bakarken, canım Japonya’da olmayı çeker.  Her zaman ruhumun ait olduğunu düşündüğüm evimde belki de tek özlediğim yerdir Japonya ve özellikle oradaki birkaç yer.  

Bundan birkaç yıl önce, yaşamın belki de bana koşturmayı bırak demek istediği günlerde, birkaç ay Fethiye dışına seyahat edememiştim.  Vertigo nedeni ile.  Bir yandan ruhumun ve bedenimin en iyi şifa bulacağı yerin Fethiye olacağını hissederken, bir yandan da Kyoto’yu çok özlemiştim mesela.  Ama öyle böyle değil, gözlerimden yaş gelmişti düşünürken. Belki daha çok orada hissettiğim mutluluğu hatırlamanın verdiği mutluluk, ve biraz da özlemle.

Türkiye’de çocukluğunu 1970’lerde ve ortaokul lise yıllarını 1980’lerde geçiren birçok çocuk ve genç gibi ben de efsane Romen jimnastikçi Nadia Comenaci’nin ve buzpatencilerin hayranlarındandım.  Özellikle de yine efsane patenciler Jayne Torvill ve Christopher Dean’in.  

1984 yılında, Olimpiyatlarda onların Bolero’sunu seyrettiyseniz sanırım etkisi halen sizinledir.  Artistik puanlarda o günlerin puanlama sistemi ile tüm türlerden 6.0 tam puan alarak bir ilki yaşatmışlardı.  Nadia Comenaci’nin ilk tam 10 puanı alışı gibi.  Yuzuru Hanyu da, o tam 10 puanın etkisi gibi bir çok puanlama sınırını aşarak paten dünyasını başka mükemmeliyet ufuklarına taşıyanlardan oldu.

İngiliz Torvil-Dean çiftinin yarıştıkları ve o Bolero ile hatırlamak istediğim Saraybosna’da, o günlerde, sonradan şehri ve ruhumuzu derinden yaralayacak olan savaşın ipuçları var mıydı diye merak ederim zaman zaman.  Bir anlamda aile köklerimizinde bir ucunun dayandığını Bosna’nın başkentinde ilk uyuduğum geceyi de sanırım ömrüm boyunca unutamayacağım.  

Türkiye’de ve Dünya’da, gecelediğim en kötü oteller, en kirli odalar, zorlu hastane odaları, cenaze evleri dahil, hiçbir gece o kadar kötü bir gece geçirdiğimi hatırlamıyorum. Çok keyifli bir gezide, gerçekten kocaman bir yatağı olan büyük, çok şık ve konforlu bir otel odasında, sanki ruhumu her yönden sıkıştıran, kendimi sokağa atıp durmadan koşarak kaçma isteği uyandıran, tarifi çok zor bir rahatsızlık hissi ile günün doğmasına dua etmiştim.  Oradaki çok acı günlerin enerjisi, kalbimi derin bir üzüntü hissi ile sanki avucunun içine almıştı.  Bosna Hersek’ten ayrıldıktan gelen rahatlama ile sonradan tam anlamıyla farkına vardığım o geceyi de sanırım ömür boyu hatırlayacağım.  Şimdilerde de, ne zaman aklıma gelse, orada hayatını kaybedenlere ve savaşın etkisini bugün hissedenlere destek olması niyetiyle dua ederim, enerji gönderirim.  

Nereden gelmiştik buraya?  

Evet, buzun prensi olarak da bilinen Japon patenci Yuzuru Hanyu’dan. 

19 yaşında ilk olimpiyat altının kazanan bu genç adamın astımla mücadelesini ve kimi nefes kesen performanslarının bitiminde nefes almaya çalıştığını ya da eğilerek yerde kısada olsa dinlenmek zorunda kaldığını gördüğümde bazen gözlerim dolar ama seyircileri selamlamak için başını kaldırdığındaki o sevimli gülümsemesini görmek bana hep umut verir.  İyi ya da kötü geçen her yarışmasında, her performansında, o son anlarını seyrettiğinizde, Hanyu’nun elinden gelenin ne iyisini yaptığına dair en ufak tereddüdünüz kalmaz.  Her başarının ardında, yapılan işe duyulan çok büyük sevgi ile birlikte, belki tam olarak anlaşılması mümkün olmayan çok büyük emek ve özveri olduğunu bu terbiyeli, sevimli genç adamda bir kere daha görürsünüz.

Yuzuru Hanyu buzpateni sporunu birçok insana sevdirmeyi başaran şimdiden efsane olmuş bir genç sporcu. Bununla birlikte, onun bu spora getirdiği dostluk, kardeşlik enerjisi belki de hepsinden daha önemli.

*
Bugünümün nasıl geçeceğini bilmiyorum.  Ama bildiğim bir şey varsa, o da kalbini şefkatte tutmayı başaranları hatırlamaya çalışarak geçireceğim.

Sevgiyle kalın.  

Yaşamın size mutlu sürprizler ve güzel tesadüfler göstermesi dileğiyle.

4 Eylül 2019 Çarşamba

Gönlünüz Ne Çeker? Tenis, Ahtapotların Dünyası ya da Kimbilir Hangi Sürpriz Hikayeler

Doğduğum günlerden bugüne kadar Dünya’da öğrenecek, keşfedecek, farkına varılacak şeylerin takibi zor çoğalması karşısında bir yandan heyecanlanırken, yaşama dair öğrenme zamanımın kısıtlılığının farkına varmak bende bir hüzün hissini canlandırıyor.  Mimar Sinan gibi 99 yaşına kadar yaşayabileceğimi hayal ettiğimde bile ömrümü yarılamış durumdayım.  Yarının ne getireceğini kestiremediğimiz bu yolculukta, benden önce yaşamış ve muhtemelen benden sonra da yaşayacak milyonlarca insan gibi zaman zaman yaşamın, yaşamın anlamını ve bu Dünya’da ne yaptığımız kadar neyi yapmamızın, nasıl yaşamanın doğru olduğunu sorguluyorum.

Sorgulamak insan olmanın bir parçası.  Ben de içinde doğduğum ikizler burcunun değişken özelliklerini taşıyarak, farklı zamanlarda farklı duygular, farklı kaygılar ya da coşkular ile bu macerayı yaşıyorum. Aynılıktan ve bilinenin güvenli gücünden zevk alırken, bilinmeyene, yeniliklere ve getirdiklere heyecana koşmayı da bir o kadar seviyorum.  

Bir Temmuz öğleninde, denizin kenarında sahile vuran minik dalgalara ayağını biraz değdirip geri kaçan ve onu izleyen annesine gülücükler gönderip minik kahkahalar atan beş yaşında bir çocuk gibi, kocaman dalgaların üzerine atlamayı hayal ediyorum.  Ve gün geliyor, o kocaman dalgaların üzerinde sahile bakıp, sahile vuran minik dalgaların köpükleri ile dans eden sarı bukleli saçları ve pembe mayosu ile kendini dünyanın en mutlu insanı sayabilecek o kız çocuğunu görüyorum.

*

Yeğenimle Akatlar’daki bir Japon lokantasında yediğimiz öğle yemeğinden sonra Akmerkez’e yürüyerek gittiğimiz günlerden birinde, benim oradaki en favori yerlerimden biri olan Remzi Kitabevi’ne gittik.  Açıldığı günden beri oraya herhalde abartısız birkaç bin defa gitmiş ve birkaç bin kitap da almışımdır. 2019 yılında bir kısmını Lions Federasyonumuzun İzmir’deki merkezine bağışladığım kitaplarımın en az beşte birini oradan almışımdır.  Yıllar içinde kitapçının içindeki düzen değişikliklerini başlangıçta mutsuzlukla karşılasam da Akmerkez’deki Remzi Kitabevi benim en sevdiğim ‘aynılık’larımdan.  


Remzi Kitabevi’ne bu defa dergi almak için girmiştik.  Ben daha çok kitap insanıyım, çocukluk ve genç kızlık dönemlerimde 1970-1980’li yılların şartları nedeni ile dergiler özellikle merak dünyamı beslemiş olsa da internet dünyası nedeni ile dergi alma alışkanlığım eskisi kadar fazla değil.  O gün de, yeğenime bir dergi almak için kitabevine girmiş olsak da, kendime iki kitap almama rağmen, bir de Time dergisi almadan edemedim. Doğrusu, sayının kapağındaki “2019’un Dünya’daki En Harika 100 Yeri” başlığı da bunda etkili oldu. 

2 Eylül günü aldığım 2 Eylül sayısını ise bu sabah okudum.  Uzun zamandır bir dergiyi baştan sonra oturup okumamıştım.  Çocukluk yıllarımda Pazar sabahları apartman görevlimizin kapımıza bırakacağı Milliyet Çocuk dergisini okumak için kapmak için ağabeyimle erken kalkma karışına girdiğimizi, o heyecanı mutluluk ile hatırlıyorum. Bu sabah, uzun yıllardan sonra çok büyük keyif, merakla, esasında her ay en az bir defa satın aldığım Time Dergisini okudum.  Hani karıştırarak değil, uzun zamandır yapmadığım şekilde, kapağından başlayarak ilanları dahil sayfa sayfa okuyarak.



Mesela, 2 sayılı sayfaki fotoğrafı ve fotoğraf açıklamasını merakla okudum.  İleriki sayfalarda yer alan Amerikan hizmet sektörünün, garsonlarının yaşam zorluklarına dair bir hikayenin görseli beni üniversite yıllarımda yemek yediğim lokantalara, garsonlar ile yaptığım enteresan sohbetlere götürdü.  Genç tenisçi Coco Gauff’un hikayesini okurken bu yıl Wimbledon’da odağımın kadın değil erkek tenisçiler olduğunu fark ettim.  Federer ile Djokovic’in maçlarını takip etmiştim.  1990’ların ortalarında bileklerimdeki lif kopmaları ve sakatlıklar nedeni ile o günlerden beri elime tenis raketi almamış olsam da, bu iki tenisçinin eski maçlarını zaman zaman YouTube’dan seyretmek keyifli gelir.  Oysa şimdi bu yazıyı bitirir bitirmez ilk işlerinden biri Coco Gauff’un Venus Williams’ı yendiği maçı seyretmek olacak.  Gauff’un Şampiyona Simona Halep ile maçını seyretmek için aynı isteği duymasam da Simona Halep’i tenisçi olarak iyi tanımadığımı fark ediyorum.

Derginin içindeki farklı konular ile dünyalardan dünyalara geçerken dergi okumayı neden sevdiğimi hatırlıyorum.

Sayfa 44’e gelince beni yepyeni bir konu karşılıyor.  Ahtapot yetiştirme girişimlerine dair bir yazı zihnimde bambaşka görseller canlandırıyor.  Daha bir kaç gün önce kuzenlerinin Fethiye’de Şövalye Adası’ndaki lokantalarında yediğim deniz ürünleri tabağındaki iri ahtapot parçasının görüntüsü ile, İstanbul’daki ünlü Japon lokantalarından birinde yediğim ahtapot carpaccio tabağı gözümün önüne geliyor. Japonya’ya yaptığım farklı seyahatler ahtapot yemeyi hiç tercih etmediğimi düşünüyorum.  Sonra görüntüler değişiyor, Şövalye Adası’nda, elinde bir sopa ile Ada’nın farklı köşelerinde, sahilde balık avlayan komşulardan birinin torunu genç kız geliyor aklıma. Kalamalar, karides ve yengeçi değil ama ahtapot yemeyi gerçekten sevmediğimi İstanbul’daki dergiyi okurken fark ediyorum.  Ahtapot annelerin yavrularının yumurtadan çıkması ile biten ömürlerinin hikayesini ilk ne zaman öğrendiğimi hatırlamayı başaramıyorum.

*
Bugün İstanbul’da, dergi okumaktan keyif almayı hatırlıyorum.  İyi bir derginin farklı dünyaları güzel bir derleme ve seçki ile sunması hoş oluyor.  Jules Verne hikayeleri geliyor aklıma.  Bir dev ahtapot görüntüsü gözümde beliriverir gibi olsa da ben bir balonun üzerinde dergi yapraklarının üzerinde uçarak dünyayı geziyorum.  Dilerim bu keyfi sık sık alma şansım olur.

Güzel kelimelerin dünyasında güzel buluşmalar dileğiyle.
Çok sevgiler.

28 Eylül 2010 Salı

LIONS Japon Türk Dostluk Konseri Yapıldı





Wakayama Lions Kulübü üyesi Kıymetli Japon dostum Bay Seiji Mukaiyama ile tanışmam ile Wakayama ve Fethiye Lions Kulüpleri arasındaki dostluk Lions 118-R Yönetim Çevresi Genel Yönetmeni Sn. Ln. Nasuhi Öndersev'in ve Lions Geçmiş Dönem Uluslararası Direktörü Prof. Dr. Hayri Ülgen'in katkıları ile Lions Türk Japon Dostluk Konserine dönüştü.

28 Eylül 2010 tarihinde Lion Seiji Mukaiyama'nın 120 yıl önce batan Ertuğrul Fırkateyni anısına ve İran-Irak Savaşı sırasında Tahran'dan Türkiye'nin kurtardığı Japonlar adına bestelediği senfonik eserleri kendisinin orkestra şefliğinde Ara İrini Müzesi sahnesi'nde seslendirildi. Mersin Devlet Opera ve Balesi Senfoni Orkestrası'da Japonya'dan gelen koro eşlik etti.

Konsere Fethiye Lions Kulübümüzden Bölge Başkanı Sn. Ln. Saadet Yeni, Kulüp Sekreteri Sn. Ln. Ayşegül Özen, Sn. Ln. Tuna Bilginer ve Sn. Ln. Şadan Yöndem katıldılar.

Öncelikle besteci, söz yazarı Sayın Lion Seiji Mukaiyama'ya bu muhteşem konser için sonsuz teşekkürler. Ayrıca Ertuğrul Fırkateyni'ni Anma ve Dostluk Konserleri Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Sn. Halit Mızraklı'yı da bu hazırlıkları birkaç yıldır süren detaylı çalışmadaki büyük katkıları için kutluyoruz.

Bu bağların ülkelerimizi ve Lions Kulüplerimizi daha da yakınlaştırmasını yürekten diliyoruz.







Söz Yazarı, Besteci Lion Bay Seiji Mukaiyama, 118-R Yönetim Çevresi Genel Yönetmenimiz Sn. Ln. Nasuhi Öndersev, Geçmiş Dönem Uluslararası Direktörümüz Prof. Dr. Hayri Ülgen, Lions Konsey Başkanımız Sn. Ln. Erim Erinç Dinç, 118-T Y.Ç. Genel Yönetmeni Sn. Ln. Erdinç Gökhan, 118-E Y.Ç. Genel Yönetmeni Sn. Ln. Gökhan Berker ve organizasyona ev sahipliği yapan 118-Y Y.Ç. Genel Yönetmeni Sn. Ln. Rıdvan Eyüboğlu ve konser organizasyonunda emeği geçen Burgaz Ada Lions Kulübü Üyeleri ve konsere sponsorluk yapan Çağdaş Factoring firması yetkilileri ile,

Tüm Lions Ailemize bu muhteşem organizasyon için teşekkür ediyoruz.

Zeynep Kocasinan





1 Temmuz 2008 Salı

Ruhun ve Bedenin Diliyle Konuşan Üstatlar

Mevlana Ne Yapardı?

Mevlana Celaleddin Rumi benim için çok kıymetli bir varlık, bir üstat, bir veli. Sonsuz sevgi ve bilgeliği ile her günümde bana yol gösteriyor.

Ben genelde Mevlana’nın çoğunluğu Farsça olan eserlerini farklı Türkçe tercümelerinden okurum. Ama bazen Coleman Barks ’ın İngilizce tercümelerinden okumayı canım çeker.

Ben Mevlana’yı Amerikalı edebiyat profesörü Coleman Barks’ın tercümelerinden ve yorumlarından farklı yönleriyle tanıdım, sanki farklı derinliklerini öğrendim.

Çok enteresan bir hikâyesi var bu edebiyat hocasının. Çocukluğunda babasının hocalık yaptığı üniversitenin kampusünde, herkes O’na ülke adları veriyor ve bu çocuk onlara ülkelerin başkentlerini söylüyor. Bazen okulun bahçesinde yürürken yoldan geçen biri bağırarak soruyor, bu çocuk da bağırarak cevap veriyor. Güzel bir oyun olarak bu devam edip duruyor.

Derken bir gün üniversitede biraz da çekinilen bir Latince hocası “Kapadokya” diye bağırıyor bahçede çocuğa. Çocuk şaşkın, hayatında asla unutmayacağı bir kelime ile karşılaşıyor. Olaylar birbirini izliyor. İleride edebiyat dalında profesör olan bu çocuk, o zaman başkentini bilemediği bölgede yaşamış bir Sufi üstadını, Mevlana Celaleddin Rumi’yi, dünyaya, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ne, tanıtıyor ve sevdiriyor.
Mevlana’nın dünyada en çok okunan İngilizce tercümelerini hazırlıyor. Gerçekten ruhu Mevlana ile adeta bütünleşmiş. Yaşamını Mevlana’nın eserlerini en doğru şekilde İngilizce’ye aktarmaya ve yaymaya adamış.

Ne enteresan değil mi? Küçükten başkentini söylemesi istenilen Kapadokya kelimesi, ileri de kaderinin çok önemli bir parçası oluyor. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim - Coleman Barks’ın lakabı “Kâp”. Sizce neyin kısaltması olabilir?

Yaşamlarımız enteresan tesadüfler ile kaderimize akıyor…

Dün akşam evimde misafirlerim vardı. Hırstan, dünyasal yaşamın kaygı ve endişelerinden bahsediyorduk ve biraz da insanoğlunun belki bitmeyen maddi isteklerinden. Bir arkadaşımız sordu “Mevlana olsa ne yapardı?”


Peki, Mevlana Sizin yerinizde olsa ne yapardı? Bugün ne yapardı?


Makoto – İçtenlik ve Hakikat ve Daha da Fazlası


Shumei Vakfi’ndaki hocalarımdan çok güzel Japonca bir kelime öğrendim: Makoto. Tek bir kelime ile karşılığı yok bu Japonca kelimenin Türkçe’de ya da İngilizce’de. Bir kavram bu.

Ne mi demek? İçtenlik ve hakikat diyebiliriz, ama tam yeterli değil bu tercüme. Bir insanda Makoto varsa sözleri ile davranışları uyumlu demek. Makoto güvenilir olmak, dürüst olmak demek. Davranışlarımızda başkalarını da dikkate almak demek.

Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözünde dediği gibi.

Yaşamımıza Makoto’yu getirdiğimizde, bunu hepimiz yapabildiğinde, dünyada barış içinde yaşamanın mümkün olacağına inandığını söylemiş Shumei’nin kurucusu Mokichi Okada.

“Işık Üstadı” anlamına gelen “Meishusama” unvanı ile anılan bu Üstat Hocanın bugüne bıraktığı çalışmalarından ve öğrencilerine aktardıklarından gelen çok bilgi var. Bu bilgilerde Meishusama, kişinin arınmayı yaşaması ve gelişim yolunda ilerlemesi için 3 faktörü yaşamına alması gerektiğini söylüyor. Enerjisel arınma teknikleri ile ruhu arındırmak, doğal tarım ile üretilmiş doğal gıdaları yiyerek bedeni arındırmak ve sanat ile güzelliğin iyileştirici ve arındırıcı gücünden yararlanmak.

Meishusama şifanın ve doğal tarımın da bir sanat olduğunu ve yaşamın sanatsız tam olamayacağını da özellikle vurgulamış eserlerinde ve öğretilerinde.


Mayıs Ayında Japonya’da Olmak

Mayıs ayında sizler bu satıları okurken ben Shumei Vakfı’nın yıllık bir toplantısına katılmak üzere Japonya’da olacağım. Dünya’nın birçok bölgesine gitme şansım oldu ama Japonya’ya ilk defa gidiyorum. Bu seyahat beni heyecanlandırıyor. Japonya’nın kültürel başkenti Kyoto beni heyecanlandırıyor.

Biraz Japonca öğrenmeye başladım. Japonca ile Türkçe’nin dilbilgisi yapılarının benzemesi büyük bir şans benim için. Dilini öğrenmeden bir kültürü tam olarak tanımanın zor olacağını düşünüyorum bugünlerde.

Japon Üstatlar son birkaç yüzyılda dünyaya tanıttıkları enerji çalışmaları ile de bambaşka bir pencere açmışlar…

Yine Japon bir Üstat Bilge Mikao Usui tarafından dünyaya kazandırılan Reiki benim en çok kullandığım, çok saygı duyduğum ve faydasını gördüğüm bir metot.

“Jyorei” enerjisel arınma tekniğini geliştiren Mokichi Okada ve “Reiki” enerjisel şifa tekniğini bulan Mikao Usui birbirine yakın zamanlarda yaşamış iki büyük Japon Üstat ve her ikisinin de öğretilerinin öğrencisi olma şansına kavuştuğum için kendimi şanslı sayıyorum.

Jyorei Japonya’da iyi tanınıyor. Muhteşem bir arındırma enerjisi. Reiki ise dünyada Japonya’dan daha çok tanınıyor. Reiki Hawaii’de yaşayan bir Reiki öğrencisi olan Japon bayan Hawayo Takata tarafından önce Amerika Birleşik Devletleri’nde tanıtılmış, oradan da Avrupa’ya ve dünyaya yayılmış.


Reiki ile Enerjinizi Tazelemek


Reiki üzerinde yazılmış o kadar çok kitap var ki ısrarla bu konuda yazmaktan uzak duruyordum. Ancak Reiki benim için gerçekten çok kıymetli bir enerji ve bu günler Reiki’nin vatanına, Japonya’ya gidiyor olmam nedeni ile, Reiki ile ilgili bazı vakaları, uygulamaları ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Türkiye’de oldukça iyi tanınan ve çok da uygulayıcısı olan bu tekniğin önemini ve güzelliklerini hatırlatmak istiyorum belki de.

Ben Reiki’yi yıllar içinde öncelikle kendimde ve ailemde olmak üzere yüzlerce kişiye uyguladım. Çok farklı vakalarda ve durumlarda denedim. Gerçekten herkesin bilmesini, öğrenmesini dilediğim bir metot. Öncelikle kişinin kendisi için.

Hemşirelerin, fizik tedavi uzmanlarının ve uygulayıcılarının, hatta doktorların öncelikle kendi enerjilerini yüksek tutmak ve içinde bulundukları yoğun ortamın üzerlerindeki etkilerini kaldırmak için kullanabilecekleri bir metot.

Çok yumuşak, hatta şefkatli bir enerji Reiki. Gerçekten çok güvenilir ve etkili. Yumuşak bir kuvveti var demek mümkün.

Bazen enerji çalışmaları şifa çalışmaları hastaları ve yaşlıları yorar. Çok hasta olan kişiler ile, yorgun olan kişiler ile, yaşlılar ile bazı çalışmaları yapmak zordur. İyileşme sendromları ağır gelebilir.

Nedir Bu İyileşme Sendromu?

İyileşme sendromu dedik. Nedir bu iyileşme sendromu?
Enerji çalışmaları sırasında, özellikle travmaları çözmeye yönelik çalışmalar da, ve refleksoloji gibi sinir uçları ile temas edilerek yapılan arındırma çalışmalarda görülebilir, vücut bir nevi bir arınma süreci yaşar. Bir nevi detoks diyebiliriz buna. Bedenin dengeleye gelmek için geçirdiği fiziksel süreçler. Tüm şifa çalışmalarında bir detoks vardır, fiziksel, duygusal, ruhsal bir temizlik mutlaka yaşanır. Fark etsek de fark etmesek de.

Göz yaşarması, ağlama, gülme, hatta kahkahalarla gülme, balgam çıkarma (normalde hasta değilken ya da solunum yolları ile ilgili hiçbir şikayet olmasa bile), kusma, ishal, terleme, hapşırma, nezle olmuş gibi burun ve geniz akıntısı…. Ve bunlar gibi farklı süreçler yaşanabilir enerji çalışmalarından sonra. Genelde ya çalışma sırasında ve süresince olur bunlar, ya da en fazla 1 ya da 2 gün sürer.

Biraz da bu nedenle genelde koruyucu tıp çalışmalarından, bu tarz kişisel gelişim ve enerji çalışmalarından sonra su içmemiz istenir. Bir detoks yaşanmaktadır, kimi zaman bu enerjisel bir detoks olsa da bilgiler hücrelerimize doğru ilerlemekte ve vücut kimyamızı da etkilemektedir.

Tabi bu arada özellikle belirtmek isterim ki sağlık sorunlarınızda öncelikle doktorunuza başvurmanız uygun olacaktır. Doktorunuzun onayı ve kontrolü ile diğer destekleyici ve koruyucu metotlar kullanılabilir. Bu konuda gerekli hassasiyeti ve özeni göstermenizi özellikle hatırlatmak isterim.

*

Ben Reiki derslerimde öğrencilerime kısa bazı notlar veririm. Ama daha çok farklı hocaların kitaplarını hediye ederim.

Reiki kitapları Reiki uyumlaması almamış olanlar için çok anlam ifade etmeyebilir. “Okudum bir faydası olmadı” diyenleri duyarım zaman zaman. Reiki bizim el verme dediğimiz, bir Reiki hocasının öğrenciyi Reiki enerjisini akıtabilmesi için hazırlaması ile öğrenilir. Uyumlama sonrası ise kitaplar oldukça pekiştirici olabilirler.

Reiki kitaplarındaki bilgiler birbirine benzer, ancak her yazarın her hocanın oldukça farklı aktarımları da vardır. Hepimizin farklı deneyimleri ve uygulamaları var. Tecrübeler bizi ana prensipler içinde kendi özel yollarımıza yönlendiriyor.

Ben öğrencilere fayda göreceklerine inandığım Reiki kitaplarını hediye ederim ve bunlar hepsi için de aynı kitap ya da kitaplar olmaz.

Reiki üzerine çok İngilizce kitap var elimde ama onları hediye edemediğimden, öğrencilere vermek için İngilizce bilgileri derledim. Türkçe’de ise ben diğer hocaların ortaya çıkmış emeklerini desteklemeyi seçiyorum.

Neden farklı hocaların kitapları? Çünkü öğrencilerin kalıplara ve hatta benim sözlerime bağlı kalmalarını istemem. Her hocanın ayrı bir yoğurt yiyişi var. Bu esasında her konuda, her dalda böyle. Ben öğrencilerimin ana prensipleri aldıktan sonra yeni fikirlere açık olmalarını isterim. Gelişim ancak bu şekilde mümkün. Hocanın da insan olduğunu unutmamak gerek. Saygı güzel bir şey ama bir yere kadar olmalı diyorum. Bir hocanın ağzından çıkması bir fikri ya da bilgiyi otomatik olarak doğru kılmaz. Hoca iyi niyetli olsa bile.

Dr. Bruce Lipton Bedenin Gerçek Dilini Anlıyor mu?

Dr. Bruce Lipton en çok sevdiğim yazarlardan biri. “İnancın Biyolojisi” adlı kitabın Türkçesi geçen Kasım ayından beri kitapçılarda. Hücrelerimizdeki aklı ve dünyayı bize tanıtıyor. “Minyatür insanlar olarak hücreler” diye bir bölüm var bu kitabında. Dr. Lipton diyor ki “ … anatomik olarak basit görünen bu hücrelerin içinde oldukça karışık dünyalar var; bu akıllı hücrelerin kullandığı teknolojiyi bilim adamları hala tam olarak çözemediler.”

Bizler birer ayaklı mucizeyiz anlayacağınız.

Enteresan bilgiler var bu konu hakkında. Mesela bir hücre içindeki ve beyni olduğu varsayılan DNA içeren madde çıkarıldığında, yaşamaya devam ediyor. Tabi birçok fonksiyona ait bilgileri ortadan kalktığı için bölünemiyor ve gereken protein parçalarını üretemiyorlar ve uzun süre yaşayamıyorlar. Yine de bir anlamda hayatlarını sürdürebiliyorlar.

Bu kitabı ve Bruce Lipton’un çalışmalarını nasıl özetleyeyim ben size? Sadece bu yukarıda bahsettiğim kitabın bile arkasında o kadar uzun bir kaynakça listesi var ki. Derin bir konu. Çekim Yasası adı ile bahsettiğimiz konuların, Kuantum fizikçilerinin dünyaya ve yaşama bakış açısını hücresel temelde irdeleyen bir kitap bu. Okumaya, irdelemeye değer.

İç dünyamızın, bedenimizin macerası bu. Kendimizi keşfetmemiz için bir şans. Nisan ayında “Ruhun İsteğini Bilmek ve Kabullenmek” başlığını atmıştık yazıma. “İnsan ruhu yönünü ve yolunu, özünü arıyor” demiştim.

Bunu, içinde yaşadığımız beden ile yapmak üzere geldik bu dünyaya. Bedenimiz yokmuş gibi davranamayız ki. Yapmayı deneyebiliriz, ama biz bu beden içinde sınırsızlığı ve mucizeleri deneyimlemeye geldik. Yani asıl özgün macera orada.

Ve enteresan olan, bu bedenin de bizler için sürprizler hazırladığı – keşfetmek istersek.


Sevgi dolu günler sizinle olsun, sağlık ve mutlulukla.
Z.
_________________________________________________________
Ayın Onaylaması:

“Fikirler bana kolayca ve beni yormadan gelirler.”
Louise L. Hay

Üstatlardan:

“Dünya muhteşem bir kitap; ve evden uzaklaşmayanlar onun ancak bir sayfasını okurlar.”
St. Augustine

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:

“Avucumuzdaki Kelebek”; Yazar: Ahmet Şerif İzgören