İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
arınma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
arınma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Eylül 2019 Cuma

Mutlu Edin Kendinizi

Feng Shui ile ilgili ilk kitabımı okuduğumda herhalde 1990’ların sonlarıydı.  Adını koymak mümkün olmasa da tesadüf dediğimiz olaylar beni farklı kitaplar ve insanlar ile karşılaştı.  Mekanların, eşyaların enerjisi ve yaşamımıza etkilerini sorgulamak ile başlayan süreç kader dediğimiz bilinmezin ipuçlarını, biraz da eğlenmek adına araştırmaya itti.  Geçtiğimiz yirmi yılda, binlerce kitap, yüzlerce farklı öğreti veya metot, onlarca farklı hocanın anlattıklarını duydum, öğrendim, kullandım.  Kimilerini çok, kimilerini en başından kendime uygun bulmayarak hiç ve kimilerini her zaman kullanarak keşiflerle dolu bir bir yirmi yıl geçti.

Tesadüf dediğimiz şeyin görmemizde fayda olacak olayları, insanları, bilgileri karşımıza çıkarabildiğini gördüm.  Tesadüflerle buluşabilmek için tesadüflere açık olmak gerektiğini gördüm.  Yaşadığımız anın farkında olarak duyabilmeye, görebilmeye, fark etmeye açık olmamız gerektiğini keşfettim.  Açık olmadığımızda, gün gelip yaşamın bizi uyandırmak için silkeleyebildiğini de keşfettim.  Zorlu diye adlandırdığımız olayların ceza değil bir hediye olabildiğini fark etmek ve kabul etmek ise belki ömür boyu devam edecek olan bir süreç.

Kendimizi mutlu etmenin öneminin daha çok farkındayım.  Kendimizi mutlu etmeyi sorumsuzluk ya da bencillikle eşleştirdiğim yıllardan farklı olarak, kendimizi mutlu etmenin sorumluluklarımızdan uzaklaşmak anlamına gelmediğinin daha çok farkındayım.  Sorumlukluklarımızın tercihlerimiz olduğunun da bilincindeyim.  Kendimize rağmen kazanılan savaşların belki de en başından girilmemesi gereken savaşlar olduğunu ise gençlik yıllarımın başarılı anları ile keşfettim.  Her deneyim öğrenmemizi sağlasa da, mutlu eden zorluklar ve mutsuzluk taşıyan zorlukların aynı değeri taşımadığını da öğrendim.  Her zaman seçimlerimiz olduğunu öğrendim. Bazen yaşayacaklarımıza, bazen yaşadıklarımıza vereceğimiz reaksiyonlara dair.

Feng Shui diye başlamıştık, değil mi? 

Feng Shui bu dünyanın kapılarını açan bir öğreti.  

Yaşamda eşyaların enerjilerinin de bizleri etkilediğine inanıyorum.  Sevdiğimiz eşyaları kullanmanın bizlere ve yaşadığımız mekanlara verdiği ayrı bir güç var.  Öte yandan, mesela değerli olsa bile sevmediğimiz bir eşyayı kullanmanın bizi sanki her gün tırnaklayan ya da küçük küçük de olsa kemiren bir canlıya dönüşebildiğini söylemek mümkün.  

2000’li yılların başlarında evimdeki ve gardrobumdaki eşyalar ile bu bakış açısı ile ilk vedalaşmam da duyduğum mutluluk ve hafiflemeyi, o zamanki şaşkınlığım ile birlikte hala hatırlatım.  O nedenle bir arkadaşıma, dostuma hediye olarak ev eşyası almak konusunda zaman zaman tereddütlerim olsa da, bunu değişim yapabileceklerini bir yerden alışveriş yaparak çözmeye özen gösteririm.

Enerji çalışmaları yapmaya başladıktan sonra bir keşfim daha oldu.  Birileri için hediye ararken kimi eşyaların bana biraz daha parlak görünmeleri diye tarif edeceğim keyifli bir deneyim yaşar oldum. Enerji öğretilerine göre bir kişinin neleri sevdiğini, beğendiğini bile bilmek, bir nevi enerjik olarak, enerji dili ile okumak mümkün.  Burada püf noktası, buna o kişinin izin verdiği noktaya kadar bakmak ve bu bilgiyi kötü niyetle kullanmamak.  Söylemesi basit ama kendisi oldukça karışık bir konu.  

Çok özetle, şu örnekle tarif edebilirim.  Örneğin, bir arkadaşınız için hediye almak için yan yana olan dükkanlardan hangisine gireceğinize karar vermeye çalışıyorsunuz. Aklınızda belirli bir yerden alışverişi yapmak var ama iki dükkanın giriş kapılarına baktığınızda aklınızda dükkan ışıklı vitrinine rağmen karanlık, yandaki dükkan ise koyu renklerine rağmen aydınlık görünüyor.  Muhtemelen sizin de zaman zaman yaşadığınız bu gibi durumlar aslında arkadaşınızın istediği ya da onu mutlu edebilecek şeyi bulmanız için ufak ip uçları olabilir.  Ve o dükkana girdiğinizde rafların birinde durun bir fincan o kadar harika görünür ki, kendinizi elinizde o fincan ile kasada buluverirsiniz.  Oysa sabahtan beri arkadaşınıza az önce içine girmekten vazgeçtiğiniz dükkandaki bir eşarbı almayı hayal etmiştiniz.  

Peki, arkadaşınızın sonunda bu şekilde seçtiğini hediye almayı planladığınızdan daha çok beğendiğini nasıl bilebilirsiniz?  Buna inanmanız ve kabul etmeniz için benim yaşadığım gibi onlarca defa şu cümleleri duymanız gerekebilir.  “Zeynep, inanmayacaksın, ben dün o fincanı alacaktım ama o sırada işten telefon geldi, alamadım, ofise dönmem gerekti,” ya da “Zeynep, inanmayacaksın, falanca da o fincanı beğendim, aldığı yeri de sordum ama fincan ihtiyacın yok ki niye alacaksın dedim, almadım.”  Gibi gibi gibi.  Genelde bir bölümünde “inanmayacaksın,” dedikleri cümleleri çokça duymak gerekebilir. Tabii bu her zaman mı oluyor? Tabii ki, hayır. Bazen acelemiz var, yorgunuz, zihnimiz başka şeyler ile dolu ve duramıyoruz, göremiyoruz, fark edemiyoruz.

Ama şunu lütfen hatırlayın.  Duymak, görmek, bilmek mümkün.  Tadını alınca kabul etmeye başlıyor insan.  Evren izin veriyorsa, niyetimiz iyi ve belki daha doğru bir tarif ile başkasının özgür alanına müdahale etmeyi içermiyorsa, bir nevi rızası var ise, mümkün.  Evrenin bize er geç bedelini ödettiği hatalarımızdan biri, “iyi” niyetle de olsa başkalarının özgür iradesine, seçim haklarına müdahale etmek.    Neyin “iyi” olduğunu bilmek o kadar kolay değil.

Tekrar gelelim eşyalarımıza. Lütfen evinize, ofisinizdeki masanıza, arabanızın içindeki eşyalarınıza, gardrobunuzdaki giysilerinize, ayakkabılarınıza bir bakın.  Gerçekten sevmediğiniz, rengi, deseni hoşunuza gitmeyen ya da sizi üzen biri tarafından hediye edildiği için her gördüğünüzde yüreğinizi acıtan bişeyler ile karşılaşıyor musunuz?  Yanıt evet ise, yapabileceklerinizden biri o eşyayı giysini severek kullanabilecek birine vermek, ya da vermeye hazır hissetmiyorsanız, bu gibi henüz vedalaşmaya hazır olmadığınız ama size iyi gelmeyen eşyalar ile birlikte bir yere kaldırmak.  İleride tekrar değerlendirmek üzere.  Eğer verebiliyorsanız, vermek iyi geliyorsa verin,  sevmediğiniz bir eşya başkasını mutlu edebilir.  Eşyaların kullanılmak üzere yapıldığı düşünülür ise atıl olarak bekleyen eşyalarının olumlu bir enerji yaymasını beklemek de gerçekçi olmaz.  

Ve işte o nedenle de, özellikle giysi alırken satış görevlisi ya da birlikte alışveriş yaptığınız insanlar ne derse desin, sevmediğiniz bir şeyi lütfen almayın. Hem kendinizi özgür bırakın, hem de o eşyanın, giysinin sevilerek kullanılma şansını elinden almayın.

Bugün aslında bilgisayarımın başına oturduğumda, uçakta tekrar incelediğim Dünya Ekonomik Forumu’nun 2018 yılı Cinsiyet Eşitliği Raporu’nun aklımda ve yüreğimde kadın olmaya ve Türkiye’de kadın olmaya dair uyandırdıklarını yazmaya niyetliydim.  Yol yorgunluğunu atmak için kendime yeni aldığım japon kasesinin içinde bir matcha latte yapmaya karar verince hem ruhum, hem niyetim değişti.


Lezzetli olsun günleriniz; sevgi dolu olsun.  Ve lütfen mutlu edin kendinizi.

28 Mayıs 2013 Salı

Suyu Güçlendirmek

Suyu niyetiniz ve sözleriniz ile güçlendirin. 

İçeceğiniz ilk bardak suyu ellerinizin arasında tutarak, suyun bedeninizi ve ruhunuzu arındırması ve güçlendirmesi niyetiyle,  "Su sana saygı duyuyorum, su sana teşekkür ediyorum, su seni ve yaşamı seviyorum," demeye ne dersiniz...

1 Temmuz 2008 Salı

Ruhun ve Bedenin Diliyle Konuşan Üstatlar

Mevlana Ne Yapardı?

Mevlana Celaleddin Rumi benim için çok kıymetli bir varlık, bir üstat, bir veli. Sonsuz sevgi ve bilgeliği ile her günümde bana yol gösteriyor.

Ben genelde Mevlana’nın çoğunluğu Farsça olan eserlerini farklı Türkçe tercümelerinden okurum. Ama bazen Coleman Barks ’ın İngilizce tercümelerinden okumayı canım çeker.

Ben Mevlana’yı Amerikalı edebiyat profesörü Coleman Barks’ın tercümelerinden ve yorumlarından farklı yönleriyle tanıdım, sanki farklı derinliklerini öğrendim.

Çok enteresan bir hikâyesi var bu edebiyat hocasının. Çocukluğunda babasının hocalık yaptığı üniversitenin kampusünde, herkes O’na ülke adları veriyor ve bu çocuk onlara ülkelerin başkentlerini söylüyor. Bazen okulun bahçesinde yürürken yoldan geçen biri bağırarak soruyor, bu çocuk da bağırarak cevap veriyor. Güzel bir oyun olarak bu devam edip duruyor.

Derken bir gün üniversitede biraz da çekinilen bir Latince hocası “Kapadokya” diye bağırıyor bahçede çocuğa. Çocuk şaşkın, hayatında asla unutmayacağı bir kelime ile karşılaşıyor. Olaylar birbirini izliyor. İleride edebiyat dalında profesör olan bu çocuk, o zaman başkentini bilemediği bölgede yaşamış bir Sufi üstadını, Mevlana Celaleddin Rumi’yi, dünyaya, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ne, tanıtıyor ve sevdiriyor.
Mevlana’nın dünyada en çok okunan İngilizce tercümelerini hazırlıyor. Gerçekten ruhu Mevlana ile adeta bütünleşmiş. Yaşamını Mevlana’nın eserlerini en doğru şekilde İngilizce’ye aktarmaya ve yaymaya adamış.

Ne enteresan değil mi? Küçükten başkentini söylemesi istenilen Kapadokya kelimesi, ileri de kaderinin çok önemli bir parçası oluyor. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim - Coleman Barks’ın lakabı “Kâp”. Sizce neyin kısaltması olabilir?

Yaşamlarımız enteresan tesadüfler ile kaderimize akıyor…

Dün akşam evimde misafirlerim vardı. Hırstan, dünyasal yaşamın kaygı ve endişelerinden bahsediyorduk ve biraz da insanoğlunun belki bitmeyen maddi isteklerinden. Bir arkadaşımız sordu “Mevlana olsa ne yapardı?”


Peki, Mevlana Sizin yerinizde olsa ne yapardı? Bugün ne yapardı?


Makoto – İçtenlik ve Hakikat ve Daha da Fazlası


Shumei Vakfi’ndaki hocalarımdan çok güzel Japonca bir kelime öğrendim: Makoto. Tek bir kelime ile karşılığı yok bu Japonca kelimenin Türkçe’de ya da İngilizce’de. Bir kavram bu.

Ne mi demek? İçtenlik ve hakikat diyebiliriz, ama tam yeterli değil bu tercüme. Bir insanda Makoto varsa sözleri ile davranışları uyumlu demek. Makoto güvenilir olmak, dürüst olmak demek. Davranışlarımızda başkalarını da dikkate almak demek.

Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözünde dediği gibi.

Yaşamımıza Makoto’yu getirdiğimizde, bunu hepimiz yapabildiğinde, dünyada barış içinde yaşamanın mümkün olacağına inandığını söylemiş Shumei’nin kurucusu Mokichi Okada.

“Işık Üstadı” anlamına gelen “Meishusama” unvanı ile anılan bu Üstat Hocanın bugüne bıraktığı çalışmalarından ve öğrencilerine aktardıklarından gelen çok bilgi var. Bu bilgilerde Meishusama, kişinin arınmayı yaşaması ve gelişim yolunda ilerlemesi için 3 faktörü yaşamına alması gerektiğini söylüyor. Enerjisel arınma teknikleri ile ruhu arındırmak, doğal tarım ile üretilmiş doğal gıdaları yiyerek bedeni arındırmak ve sanat ile güzelliğin iyileştirici ve arındırıcı gücünden yararlanmak.

Meishusama şifanın ve doğal tarımın da bir sanat olduğunu ve yaşamın sanatsız tam olamayacağını da özellikle vurgulamış eserlerinde ve öğretilerinde.


Mayıs Ayında Japonya’da Olmak

Mayıs ayında sizler bu satıları okurken ben Shumei Vakfı’nın yıllık bir toplantısına katılmak üzere Japonya’da olacağım. Dünya’nın birçok bölgesine gitme şansım oldu ama Japonya’ya ilk defa gidiyorum. Bu seyahat beni heyecanlandırıyor. Japonya’nın kültürel başkenti Kyoto beni heyecanlandırıyor.

Biraz Japonca öğrenmeye başladım. Japonca ile Türkçe’nin dilbilgisi yapılarının benzemesi büyük bir şans benim için. Dilini öğrenmeden bir kültürü tam olarak tanımanın zor olacağını düşünüyorum bugünlerde.

Japon Üstatlar son birkaç yüzyılda dünyaya tanıttıkları enerji çalışmaları ile de bambaşka bir pencere açmışlar…

Yine Japon bir Üstat Bilge Mikao Usui tarafından dünyaya kazandırılan Reiki benim en çok kullandığım, çok saygı duyduğum ve faydasını gördüğüm bir metot.

“Jyorei” enerjisel arınma tekniğini geliştiren Mokichi Okada ve “Reiki” enerjisel şifa tekniğini bulan Mikao Usui birbirine yakın zamanlarda yaşamış iki büyük Japon Üstat ve her ikisinin de öğretilerinin öğrencisi olma şansına kavuştuğum için kendimi şanslı sayıyorum.

Jyorei Japonya’da iyi tanınıyor. Muhteşem bir arındırma enerjisi. Reiki ise dünyada Japonya’dan daha çok tanınıyor. Reiki Hawaii’de yaşayan bir Reiki öğrencisi olan Japon bayan Hawayo Takata tarafından önce Amerika Birleşik Devletleri’nde tanıtılmış, oradan da Avrupa’ya ve dünyaya yayılmış.


Reiki ile Enerjinizi Tazelemek


Reiki üzerinde yazılmış o kadar çok kitap var ki ısrarla bu konuda yazmaktan uzak duruyordum. Ancak Reiki benim için gerçekten çok kıymetli bir enerji ve bu günler Reiki’nin vatanına, Japonya’ya gidiyor olmam nedeni ile, Reiki ile ilgili bazı vakaları, uygulamaları ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

Türkiye’de oldukça iyi tanınan ve çok da uygulayıcısı olan bu tekniğin önemini ve güzelliklerini hatırlatmak istiyorum belki de.

Ben Reiki’yi yıllar içinde öncelikle kendimde ve ailemde olmak üzere yüzlerce kişiye uyguladım. Çok farklı vakalarda ve durumlarda denedim. Gerçekten herkesin bilmesini, öğrenmesini dilediğim bir metot. Öncelikle kişinin kendisi için.

Hemşirelerin, fizik tedavi uzmanlarının ve uygulayıcılarının, hatta doktorların öncelikle kendi enerjilerini yüksek tutmak ve içinde bulundukları yoğun ortamın üzerlerindeki etkilerini kaldırmak için kullanabilecekleri bir metot.

Çok yumuşak, hatta şefkatli bir enerji Reiki. Gerçekten çok güvenilir ve etkili. Yumuşak bir kuvveti var demek mümkün.

Bazen enerji çalışmaları şifa çalışmaları hastaları ve yaşlıları yorar. Çok hasta olan kişiler ile, yorgun olan kişiler ile, yaşlılar ile bazı çalışmaları yapmak zordur. İyileşme sendromları ağır gelebilir.

Nedir Bu İyileşme Sendromu?

İyileşme sendromu dedik. Nedir bu iyileşme sendromu?
Enerji çalışmaları sırasında, özellikle travmaları çözmeye yönelik çalışmalar da, ve refleksoloji gibi sinir uçları ile temas edilerek yapılan arındırma çalışmalarda görülebilir, vücut bir nevi bir arınma süreci yaşar. Bir nevi detoks diyebiliriz buna. Bedenin dengeleye gelmek için geçirdiği fiziksel süreçler. Tüm şifa çalışmalarında bir detoks vardır, fiziksel, duygusal, ruhsal bir temizlik mutlaka yaşanır. Fark etsek de fark etmesek de.

Göz yaşarması, ağlama, gülme, hatta kahkahalarla gülme, balgam çıkarma (normalde hasta değilken ya da solunum yolları ile ilgili hiçbir şikayet olmasa bile), kusma, ishal, terleme, hapşırma, nezle olmuş gibi burun ve geniz akıntısı…. Ve bunlar gibi farklı süreçler yaşanabilir enerji çalışmalarından sonra. Genelde ya çalışma sırasında ve süresince olur bunlar, ya da en fazla 1 ya da 2 gün sürer.

Biraz da bu nedenle genelde koruyucu tıp çalışmalarından, bu tarz kişisel gelişim ve enerji çalışmalarından sonra su içmemiz istenir. Bir detoks yaşanmaktadır, kimi zaman bu enerjisel bir detoks olsa da bilgiler hücrelerimize doğru ilerlemekte ve vücut kimyamızı da etkilemektedir.

Tabi bu arada özellikle belirtmek isterim ki sağlık sorunlarınızda öncelikle doktorunuza başvurmanız uygun olacaktır. Doktorunuzun onayı ve kontrolü ile diğer destekleyici ve koruyucu metotlar kullanılabilir. Bu konuda gerekli hassasiyeti ve özeni göstermenizi özellikle hatırlatmak isterim.

*

Ben Reiki derslerimde öğrencilerime kısa bazı notlar veririm. Ama daha çok farklı hocaların kitaplarını hediye ederim.

Reiki kitapları Reiki uyumlaması almamış olanlar için çok anlam ifade etmeyebilir. “Okudum bir faydası olmadı” diyenleri duyarım zaman zaman. Reiki bizim el verme dediğimiz, bir Reiki hocasının öğrenciyi Reiki enerjisini akıtabilmesi için hazırlaması ile öğrenilir. Uyumlama sonrası ise kitaplar oldukça pekiştirici olabilirler.

Reiki kitaplarındaki bilgiler birbirine benzer, ancak her yazarın her hocanın oldukça farklı aktarımları da vardır. Hepimizin farklı deneyimleri ve uygulamaları var. Tecrübeler bizi ana prensipler içinde kendi özel yollarımıza yönlendiriyor.

Ben öğrencilere fayda göreceklerine inandığım Reiki kitaplarını hediye ederim ve bunlar hepsi için de aynı kitap ya da kitaplar olmaz.

Reiki üzerine çok İngilizce kitap var elimde ama onları hediye edemediğimden, öğrencilere vermek için İngilizce bilgileri derledim. Türkçe’de ise ben diğer hocaların ortaya çıkmış emeklerini desteklemeyi seçiyorum.

Neden farklı hocaların kitapları? Çünkü öğrencilerin kalıplara ve hatta benim sözlerime bağlı kalmalarını istemem. Her hocanın ayrı bir yoğurt yiyişi var. Bu esasında her konuda, her dalda böyle. Ben öğrencilerimin ana prensipleri aldıktan sonra yeni fikirlere açık olmalarını isterim. Gelişim ancak bu şekilde mümkün. Hocanın da insan olduğunu unutmamak gerek. Saygı güzel bir şey ama bir yere kadar olmalı diyorum. Bir hocanın ağzından çıkması bir fikri ya da bilgiyi otomatik olarak doğru kılmaz. Hoca iyi niyetli olsa bile.

Dr. Bruce Lipton Bedenin Gerçek Dilini Anlıyor mu?

Dr. Bruce Lipton en çok sevdiğim yazarlardan biri. “İnancın Biyolojisi” adlı kitabın Türkçesi geçen Kasım ayından beri kitapçılarda. Hücrelerimizdeki aklı ve dünyayı bize tanıtıyor. “Minyatür insanlar olarak hücreler” diye bir bölüm var bu kitabında. Dr. Lipton diyor ki “ … anatomik olarak basit görünen bu hücrelerin içinde oldukça karışık dünyalar var; bu akıllı hücrelerin kullandığı teknolojiyi bilim adamları hala tam olarak çözemediler.”

Bizler birer ayaklı mucizeyiz anlayacağınız.

Enteresan bilgiler var bu konu hakkında. Mesela bir hücre içindeki ve beyni olduğu varsayılan DNA içeren madde çıkarıldığında, yaşamaya devam ediyor. Tabi birçok fonksiyona ait bilgileri ortadan kalktığı için bölünemiyor ve gereken protein parçalarını üretemiyorlar ve uzun süre yaşayamıyorlar. Yine de bir anlamda hayatlarını sürdürebiliyorlar.

Bu kitabı ve Bruce Lipton’un çalışmalarını nasıl özetleyeyim ben size? Sadece bu yukarıda bahsettiğim kitabın bile arkasında o kadar uzun bir kaynakça listesi var ki. Derin bir konu. Çekim Yasası adı ile bahsettiğimiz konuların, Kuantum fizikçilerinin dünyaya ve yaşama bakış açısını hücresel temelde irdeleyen bir kitap bu. Okumaya, irdelemeye değer.

İç dünyamızın, bedenimizin macerası bu. Kendimizi keşfetmemiz için bir şans. Nisan ayında “Ruhun İsteğini Bilmek ve Kabullenmek” başlığını atmıştık yazıma. “İnsan ruhu yönünü ve yolunu, özünü arıyor” demiştim.

Bunu, içinde yaşadığımız beden ile yapmak üzere geldik bu dünyaya. Bedenimiz yokmuş gibi davranamayız ki. Yapmayı deneyebiliriz, ama biz bu beden içinde sınırsızlığı ve mucizeleri deneyimlemeye geldik. Yani asıl özgün macera orada.

Ve enteresan olan, bu bedenin de bizler için sürprizler hazırladığı – keşfetmek istersek.


Sevgi dolu günler sizinle olsun, sağlık ve mutlulukla.
Z.
_________________________________________________________
Ayın Onaylaması:

“Fikirler bana kolayca ve beni yormadan gelirler.”
Louise L. Hay

Üstatlardan:

“Dünya muhteşem bir kitap; ve evden uzaklaşmayanlar onun ancak bir sayfasını okurlar.”
St. Augustine

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:

“Avucumuzdaki Kelebek”; Yazar: Ahmet Şerif İzgören