İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
ODTÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ODTÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Temmuz 2015 Pazar

Yeni Yazı Dizisi - Lions Relife Dergisi'nde

Yaşamı, tesadüfleri ve kaderin izlerini takip etmek adına, Lions Relife Dergisi'nin online sitesinde yeni bir yazı dizisine başladım.
Kendi tesadüflerinizi, yaşamın sihirli izlerini birlikte keşfetmek dileğiyle.

http://www.lionsrelife.com/kose-yazisi/tesaduflerin-izi-japonyadan-mi-gecer/

7 Şubat 2009 Cumartesi

Ben Böyle Yaşamaya Devam Edebilir miyim?


Aşağı yukarı 15-16 aydır yaşamıma giren yeni kavramlar var: Küresel ısınma, ekolojik ayak izi, çevre koruma, sürdürülebilirlik.
Peki, yaşamımın diğer 36 yılında dünyaya zarar vererek mi yaşadım? Eh, istemeden de olsa tahmin ettiğimden daha fazla vermiş olabilirim. Neyi doğru yapmam gerektiğini bildiğimi sansam da, bilmediğimi biliyorum artık.



Türkiye’de ekmeğin karne ile verildiği dönemleri bilen bir anne ve babamın çocuğuyum ben. Babam 1927 doğumluydu, Annem ise 1940 doğumlu. Onların yaşadıkları savaş yıllarının tasarruf, tutumluluk, eldekini koruma ve iyi kullanma hakkında onlara öğrettiği çok şeyler var. Ben ilkokul yıllarımda Türkiye’de benzin kuyruklarını gördüm, yağ kuyruklarını daha az hatırlıyorum, ama hafif de olsa benim de yaşamımdan geçti o günler.

Ancak gerek bir Amerikan lisesinde okumuş olmam, gerekse üniversite yıllarını Amerika’da geçirmiş olmam, ya da sadece İstanbullu olmak insanı dünyanın kaynaklarını kullanmak ve tüketmek konusunda biraz daha sorumsuz yapıyor. Özellikle İstanbul’da beton denizi içinde yüzerken doğanın bir parçası olduğumuzu unutuyoruz adeta.

Büyük şehirlerde bilgi ve imkânların fazlalığı bizi beklenin tersine daha duyarsız hale getirebiliyor.

Amerika’ya gittiğim ilk yıllarda bozulan şeylerin tamir edilmek yerine atıldığını ve yerine yenisinin alındığını görmek beni şaşırtmıştı. Bir ayakkabı veya çanta tamircisi yoktu ortalıkta. Ütü bozulduğu zaman belki gidecek bir servis vardı garanti kapsamında, ama ya sonrasında. Neredeydi Türkiye’de her mahallede bulunan ve neredeyse her şeyi düzeltebilen tamirciler? Bir yirmi yıl içinde bizde neredeye aynı duruma geldik.

İstanbul ve yaşamımız dünyada hangi şehirlere benziyor diye düşünürüm arada. Şehir yapısı olarak İstanbul’u Barselona’ya benzetsem de İstanbul ve Türkiye’deki yaşamın ve yaşam tarzlarının Avrupa’ya benzediğini söylemek zor. Türkiye 1990’ların başında beri küçük Amerika, küçük A.B.D. olma yolunda ilerliyor. Tüketim alışkanlıklarımız bu yolu en hızlı takip eden özelliklerimizden.

Bir İstanbullunun tüketim alışkanlıkları ile dünyaya etkisi bir NewYorkluyu geçmeye başladı adeta.

Tüketiyoruz. Tüketmenin ve tüketiyor olabilmenin özenilir olduğu bir dönemleri yaşıyoruz. Ama bu kelime sadece bir kelime olarak baktığımızda çağrıştırdığı diğer anlamlar neler oluyor?

Ama alışkanlıkları değiştirmek o kadar kolay değil.



2007 yılının Ekim ayında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde katıldığım bir Uluslararası Çalıştay’dan beri ben kendime göre ciddi olarak tüketim alışkanlıklarımı değiştirmeye gayret ediyorum. Atıkların geri dönüşümü çevre koruma ve küresel ısınma için önemli. Ama esas çözüm atıkları geri dönüştürmek değil, geri dönüştürülmesi gereken atık miktarını azaltmak gibi görünüyor. Bu düşünce tarzı bizi bambaşka bir tüketim yaklaşımına götürüyor. Belki anne babalarımızın, dede ve ninelerimizin çok iyi bildiği, ama bizim unutmaya başladığımız yaklaşımları.



Bir giysi sizin için ne zaman eski sayılır? Babam okul yıllarında yamalı kıyafetler ile okula gelen çok arkadaşı olduğunu söylerdi. “İnsanların giysileri eski olabilir, asla bu yüzden kimseyi yargılama ve küçümseme” diye tembih ederdi. Çocukluk yıllarında iki en fazla iki belki üç çift ayakkabıları olduğundan ve bunlardan bir çiftinin mutlaka ‘bayramlık’ diye adlandırdığı ve özel günlere ait olduğunu hatırlatırdı.

Yurtdışına gittiğimde çevre konularına kendini adamış ve bu konularda bireysel olarak yaptıklarımızın önemine inanan birçok dostumun, hocamın giysileri hep dikkatimi çeker. Önemli bir konuşmacının konferansını dinlemeye gidiyorum. Türkiye’de ve Dünya’da da alışmışız, konuşmacı iki dirhem bir çekirdek giyinmiş olacak. Belki Türkiye’de dış görünüze biraz daha fazla mı önem veriyoruz acaba? Konferans sırasında bir bakıyorum konuşmacı belli ki uzun yıllardır giymekte olduğu temiz ama pek de yeni olmayan pantolon, gömlek ve hırkası ile konuşmakta. Temiz ama bariz şekilde pek de yeni olmayan.

Mesela ODTÜ’deki çalıştayda Brezilyalı bir hanım eğitmen vardı. Eğitim verdiği 4 gün boyunca oldukça şık 3 elbise giydi. Ancak hanımın kendisini uzun yıllardan beri tanıyanlardan şu cümleyi duyduk “May bu elbiseleri Birleşmiş Milletlerdeki toplantılarda da giyiyor.” Bir vakfın Birleşmiş Milletlerdeki temsilciliğine de yapan bu hanım beğendiği çok az miktarda giysiye sahipti ve bunları daimi olarak kullanıyordu. Ben sonradan internette bu eğitmen hanım ile ilgili araştırma yaparken, oradaki fotoğraflarda da tanıdık elbiselerine rastladım hep.

Bu eğitmenler alıp kullandıkları her giysinin, her eşyanın yapılmasında tüm aşamalarda kullanılan tüm kaynakların tüketimini, ortaya çıkan karbon salınımlarını ve ortaya çıkan birim zararı birey olarak nasıl giderebileceklerini ciddi olarak dikkate alıyorlardı.

Çok uçak yolculuğu yapıyorlarsa, dünyada ihtiyaç olan bölgelerde ağaç diktiriyorlardı. Ve eğer mümkün ise uçak yolculuğu yerine tren ile yolculuk etmeye gayret ediyorlardı. ODTÜ’de bu konuların öncülüğünü yapan iki hocamız var, Prof. Dr. İnci Gökmen ve Prof. Dr. Ali Gökmen. Onlar Ankara’dan İstanbul’a gelecekleri zaman uçak, otobüs veya araba kullanmıyor. Tren hatta yataklı tren ile seyahat ediyorlar. Türkiye’de uçak bilet fiyatlarının oldukça düştüğü ve uçak ile seyahatin teşvik edildiği günlerde, bir uçak yolculuğumuzun çevreye etkilerinin farkında mıyız?

Ben gerçekten çok sık uçuyorum, gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdışına gittiğim zamanlarda. Bir yıl içinde yurtiçinde en az 25-30 uçuyorum, 50-60’ı bulduğu yıllar oldu. 2008’de biri Japonya’ya olmak üzere 5 yurtdışı seyahatim oldu. Çoğu eğitimler ve dernek çalışmaları için ve bir iki tanesi de çevre konuları ile ilgili çalışmalar için gittiğim seyahatler oldu. Belki ben 2008 yılında ne kadar kaynak tükettim?

İş dönüp yaşam tarzımıza geliyor. Ben böyle yaşamaya devam edebilir miyim? Böyle yaşama hakkım var mı? Ve yaşıyorsam, bu tercihlerimin etkilerini ortadan kaldırmak, bertaraf etmek için neler yapabilirim?

Ekim 2007’den beri ve özellikle geçen ayında Haziran ayında İskoçya’daki Findhorn’a yaptığım geziden beri gerçekten, uçak yolculuklarım dışında, daha az “tüketmeye” özen gösteriyorum. Kaynakları özenli kullanmaya. Ve geri dönüştürmek değil daha az atık üretmek gerektiğini fark ediyorum.

Ben her hafta birkaç kitap almadan duramazdım, son altı ayda gerçekten mutlaka sahip olmam gerekmiyorsa almıyorum. Yurtdışında inanın çok kitap okunmasına rağmen buna bile dikkat ediyorlar. Kütüphanelerden yararlanıyorlar, kitap grupları kuruyorlar ve kitaplarını paylaşıyorlar. Bizde de bu vardır, kitapları paylaşırız. Bence buradaki fark tasarrufu ve paylaşımı sadece gereksiz para harcamamak için değil, bu tüketimin çevreye etkisini azaltmak düşüncesi ile de yapıyorlar.

Gardırobumdaki giysileri inceliyorum. Nelere eski, nelere yeni diyorum – buna bakıyorum. Üç dört yıl önce artık eskidi diyerek ayırdığım giysi ve eşyalarımı tekrar kullanmaya başlıyorum. Seviyorsam ve kullanılabilir haldeyse varsın biraz eski yüzlü olsun hırkam. Alışkanlıklarımı değiştirmeye çalışıyorum.

Anne babalarımızın zaten yaptığı, belki birçoğunuzun yaptığı şeyler. Savurgan sorumsuz bir insandım diyemem, ama hayata fazla batılı yaklaşan bir ekol ile yaşar olmuşum bir süredir. Şimdiler de kendime gelmeye çalışıyorum.

Bu nedenle Fethiye’ye geldiğim günlerde eskiden hissetmediğim bir sıkıntı yaşıyorum. Buradaki evim klima ve elektrikli ısıtıcılar ile ısınıyor. Yılın çok uzun bir dönemi güneşli olan bu bölgede gerçekten evin sıcak su ısıtıcısı dışında güneşi kullanmıyor olmamız çok büyük bir eksiklik. Dünyanın uzun kışları olan bölgelerinde bile kısıtlı güneşli günlerden yararlanmaya çalışırken biz yüz binlerce insanın yaşadığı il ve ilçelerimizi elektrikli ile ısıtmaya çalışıyoruz. Burada bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Fethiye geri dönüşüm anlamında çok iyi çalışan bir şehir, ancak kışın ısıtma konusu bence ele alınması gereken büyük bir yara. Sadece bu İlçenin değil tüm Türkiye’nin ele alması gereken bir konu.

Alışkanlıklar kolay değişmiyor ama benim düşünce yapımda ve alışkanlıklarımda büyük değişiklikler olmaya başlıyor.

Bu beni nereye götürecek zaman gösterecek, ama en azından yaşadığım dünya sanki varlığını korumaya gayret ettiğim için bana biraz daha gülümseyerek bakıyor. Ya da ben öyle olduğunu düşünüp huzur buluyorum.

20 Ocak 2009 Salı

Ölüdeniz'de Vipassana Dinginliği


Malezya’dan e-posta geldi. Vipassana Meditasyonu hocam Jeffrey Oliver yeni yıl selamı göndermiş Türkiye’ye.

Jeff ile çok sevdiğim dostum Deniz Dinçel sayesinde tanıştık. Biyolog Deniz Hanım, ODTÜ’de 2 defa organize edilen Uluslar arası Sürdürülebilir Çalıştaylarını Prof. Dr. İnci Gökmen ve Prof. Dr. Ali Gökmen hocalarımız ile hayata geçiren kişi, tabi ODTÜ ve konuya destek veren vakıf ve kuruluşlarında kıymetli katkıları ile.

Sn. Deniz Dinçel’i Fethiye Lions Derneği 'Küresel Isınma ve Ekolojik Ayakizi' konuları hakkında Fethiye Liselerinde konferanslar vermek üzere davet etmişlerdi. Yoğun geçen iki günden sonra Deniz Hanım ile bir akşamüstü, Fethiye’de Boğaziçi Restaurant’ın kafesinde oturmuşken bana Jeff’den bahsetti, ve “İstanbul’a gittiğinde mutlaka tanışmalısın”, dedi. Sonra da Jeff’i arayarak tanışman istediğim biri var demiş, ve benden bahsetmiş. Bundan birkaç gün sonra Jeff ile İstanbul’da öğle yemeği yedik Akatlar’da. Gerçekten dingin, sakin bir adamdı Jeff. Uzun yıllar Budist rahip olarak Burma’da yaşayan bu Avustralyalı, daha sonra rahiplikten ayrılarak hocalık yapmaya başlamış. Ve son birkaç yıldır da Türkiye’ye sık sık geliyor. Hem İstanbul’da, hem de Türkiye’nin farklı şehirlerinde çalışmalar yapıyor.

Ana dili İngilizce olan Jeff Türkçe biliyor, ve daimi olarak burada yaşamıyor olmasına rağmen oldukça güzel Türkçe konuşuyor, gerçekten konuşmaya gayret ediyor. Kısaca, herhalde isteyince oluyor. Tabi meditasyon çalışmaları sırasında yine de tercümanı olarak bir kişi görev alıyor. Ben de Jeff’in çalışmaları sırasında tercümanlığını birkaç defa yaptım. Yaptığı işi ciddiye alıyor, ve hakkı ile yapmak için elinden geleni yapıyor. Yüreğine sağlık Jeff, gerçekten seninle olmak ve çalışmak büyük bir keyif.

Jeff ilk yemek yediğimiz günden kısa bir süre sonra, ağırlıklı olarak yaşadığı Tayland’a dönecekti. Fakat sonra programı değişmiş ve Van’a kadar uzanan bir Türkiye gezisi yapmıştı. Gezisinin sonlarına doğru da Fethiye’ye gelmişti. İlk defa Kasım 2007’de. Sonra 2008 yazında da bizleri kırmadı ve tekrar geldi Fethiye’ye Jeff. Ancak her iki gezide de 1,2 günlüğüne gelebildiği için kısa günlük çalışmalar yapabildik kendisi ile. Oysa daha uzun süreli 3-4 günlük, 10 günlük Vipassana meditasyonu çalışmaları yapmak da mümkün.



Kasım 2007’deki Fethiye ziyaretinde Ölüdeniz’e götürmüştüm Jeff’i. İlk defa geliyordu ve kış da olsa Ölüdeniz’i göstermek gerek diye düşünmüştüm. Akşama dersi vardı ve gündüz de oldukça hareketli bir programı olmuştu. Bu dingin adamın biraz sessizlik aradığını hissedebiliyordum.

Ölüdeniz gerçekten çok sakindi. Parkın içerisine girdik ve lagün bölgesine yürüdük. Gündüz gelen olduysa bile park görevlilerinden başka hiç ziyaretçi yoktu, henüz güneş batmamıştı. Jeff denizin kenarına yürüdü ve “Bak” dedi. Lagün çok sakindi ve çok minik tatlı dalgalar küçücük ve yuvarlak taşlardan oluşan sahili yalıyor, minik girdaplar oluşturuyordu. Sessizlik içinde suyun taşlara vuruşu, taşların denizin içine çekilişlerinin sesi, su tekrar sahile doğru gelene kadar aradaki sessizlikler ritmik ancak telaşsız ve berrak bir melodi oluşturuyordu. Jeff sanki her görüntüyü yüreğinin içine çekiyordu. Fark ettiği şeyleri bana gösteriyordu.

Fotoğraf çekmemi ister misin?” diye sormuştum. Fotoğraf makinesi vardı, hatta tesadüfen ikimizde aynı marka ve model fotoğraf makinesini kullandığımızı fark etmiştik. Ancak enteresan olan her ikimizin fotoğraf makinesi de bizlere hediye edilmişti, kendimiz seçerek almamıştık. Ben de çok memnundum makinemden, O da.

İstemem” dedi Jeff. “Ben fotoğraf çekmeyi çok sevmem. Bu görüntü buraya ait, bunu burada yaşamak isterim, görüntüsü çekerek gideceğim, olacağım yerlere görüntü ile taşımak başka bir şeydir,” demişti.

Jeff sözlerinden çok yaşayışıyla, duruşuyla, sessizliği ile öğretiyordu.

Bütün gün oldukça az konuşmaya çalışmıştım, ancak yine de günün sonunda kendi sesim bana fazla gelmeye başlamıştı. Jeff ile geçirdiğim iki günden sonra birkaç gün konuşmaya olan ilgim azaldı doğrusu. Ne kadar çok kelime ile ne kadar az şey söylüyorduk, ve söylemek için uğraşırken neleri kaçırıyorduk?

Jeffrey Oliver’in Fethiye’de yaptığı çalışmalara katılmayan, O’nun davetlimiz olduğunu bilmeyen arkadaşları sonraki birkaç gün “Ne kadar sessizsin Zeynep” demeden edemediler.

Doğrusu o günden beri ne zaman çok konuşmam gerekse, bir noktada bu kadar çok söze gerek var mı diye düşünürüm. Yaşamın ve çevremizde olanların farkına varabilmek için, görebilmek için, etken değil edilgen, yapan değil de gözleyen olmak gerekiyor zaman zaman. Ve aynı an’da merkezimizde olmak ve içinde bulunduğumuz ortamı tüm özellikleri ile deneyimlemek.

Ben yapmayı severim, aktiviteyi severim, sonuçlarını görebileceğim çalışmaları severim, bir şeyler üretmek, ortaya çıkarmak fikri ve gayreti beni mutlu eder. Ancak neyi, niçin yapmayı seçiyorum? Tercihlerimin farkında mıyım? Doğru yanlış anlamında değil, farkında mıyım? Ve o tercihler benim için uygun mu?

*



Jeff bu yaz tekrar Fethiye’ye geldiğinde çok daha kısa zamanı vardı. Güneyde başka iki şehirde olan eğitimleri arasında bir gecesi vardı, yine de davetimizi kabul etti ve Fethiye’ye tekrar geldi. Aynı günlerde Japon Shumei Derneği’nden Satoru Nakano ’da Jyorei ve Shumei Doğal Tarımı hakkında bir seminer vermek üzere Fethiye’deydi. Biri Japon, biri Avustralyalı iki hocam ile Fethiye’de olmak beni sevindiren bir manzaraydı. Hem İstanbul’da ve dünyada yapılan çalışmaları Fethiye’de de yapabildiğimiz ve tanıtabildiğimiz için; hem de bu kıymetli dostlarım beni kırmayarak geldikleri için.

Jeff bir kitap tavsiye etmişti. “Dingin Savaşçı” Sonradan fark ettim ki ben Amerika’da üniversite son sınıfta almışım bu kitabı. Aradan 15 yıl geçtikten sonra tekrar hayatıma girdi. Sonra bir koçluk eğitimimde bir arkadaşım kitabı sevdiğimi söyleyince sağ olsun Dingin Savaşçı’nın filmini verdi bana. Elinize geçerse seyretmenizi, kitabı okumanızı mutlaka öneririm.

İngilizce orijinal baskılarında Dingin Savaşçı artık sadece bir kitap değil; Dan Millman serinin devamı olarak birkaç kitap daha yazdı. Dan Millman’ı Türkiye’de birçok okur “Ruhun Yasaları” ve “Hayatınızın Amacı” adlı kitapları ile tanıyor.

Benim de çok kullandığım Numeroloji ile hayatımızın amacı ve yaşamımız bize sunacağı şartlar ve imkânlar hakkında bilgiler veriyor; Dan Millman’ın kitabında oldukça yerinde tespitler var. Kendi yaşamınıza biraz ışık tutmak istiyorsanız incelemenizi öneririm. Numeroloji bence yerine göre Astroloji’den daha doğru belirlemeler sağlayabiliyor. Doğum tarihiniz ve içinde bulunduğunuz yıl, gün ve zamanları dikkate alarak, o sayıların tarif ettiği enerjilere, uyumlarına, yaşamımız için ortaya çıkan fırsatlara ve zorluklara ışık tutuluyor. Hatta bunu bir adım daha ileriye götürerek doğarken kaderimizin, yaşam yolumuzun bu doğum tarihi ile belirlendiğini, bir anlamda şifrenin bu olduğunu söyleyen üstatlar da var. Sayıların sizin için anlamını belirleyebilecek olan sadece sizlersiniz, ancak sayılar kanalı ile bizlere gelen bir bilgi olduğunu ben kabul ediyorum. Evrendeki çok farklı bilgi aktarım sisteminden bir tanesi sayılar.

Tabi sorularımızı sorma cesaretini gösterdiğimizde, cevaplar neredeyse fark edebileceğimiz her kanaldan geliyor.

Yaşam yolumuzda karşıma çıkan ve destek veren tüm hocalara teşekkürler. Onlarında yolları açık olsun.

8 Ocak 2009 Perşembe

Findhorn'dan Dünya'ya Bakış


2008 yılının Haziran ayında özel bir eğitime katılmak üzere İskoçya’daydım, ünlü Findhorn’da. Dünyanın ilk ekoköyü olmanın ötesinde, burası tüm dünyaya aralarında ekoköyler ve sürdürülebilirlik de olan bir çok konuda eğitimler veren önemli bir merkez.

Ben Joy Drake ve Kathy Tyler tarafından neredeyse 30 yıl önce geliştirilen “Dönüşüm Oyunu –The Transformation Game”in kolaylaştırıcılık eğitimini almak üzere Findhorn’daydım. Üç hafta geçirdiğim İskoçya sahildeki bu ekolojik köyde 300-400 kişilik bu küçük yerleşimin son 44-45 yılda dünyayı nasıl derinden etkilediğini görme şansına kavuştum. Doğru bildiği şeyi yapma cesaretinin ve gayretinin mükemmel bir örneği Findhorn Ekoköyü. Dünya vatandaşı olduğumuzun bilinicini taşıyan bir grup insan.

2007 yılının Ekim ayında ve 2008’in Şubat ayında Ankara ODTÜ’de yapılan Uluslararası Sürdürülebilirlik Çalıştayları’na katılma şansım olmuştu. Findhorn’dan May East ve Michael Shaw eğitmenler arasındaydılar. Enerji çalışmalarım ile ilgili farklı gruplarda Findhorn ismini oldukça sık duyardım. Bu ekoköy sadece doğal yaşam ve çevre koruma çalışmaları ile tanınmıyor dünyada. İnsana, dünyaya ve evrene dair her türlü konunun açık platformlarda konuşulduğu, tartışıldığı bir yer aynı zamanda. ODTÜ Kimya Bölümü’nden Prof. Dr. Ali Gökmen, Prof. Dr. İnci Gökmen ve Biyolog Deniz Dinçel’in katkıları ile Türkiye’de bu kavram çerçevesinde ilk defa organize edilen bu çalıştaylarda Türkiye’nin farklı bölgelerinden ve farklı eğitimlerden ve iş kollarından seçilerek bu çalışmaların parçası olan katılımcılara sürdürülebilirlik üzerine eğitim verildi. Güncel olarak dünyaya yapılanlar ve bunları bireysel, kurumsal ve toplumsal platformlarda uygulamak için araçlar ve metotlar tartışıldı, incelendi.

Sürdürülebilirlik mevcut kaynaklarımızı bitirmeden, ileride kullanmak üzere yenileyebilir ya da ürettiğimiz kadar tüketir olmak demek bir anlamda. Sürdürülebilirlik gelecek nesillerin kaynaklarına bizlerin el atmaması demek. Kestiğimiz kadar ağaç yetiştirdiğimizden emin olmak demek. Karbol salınımlarını dengelemek demek. Sürdürülebilirlik bir arada sevgi, barış, huzur içinde yaşayabilmek, sorunları ve problemleri uzlaşma ile çözmek demek.

Findhorn’dan Michael Shaw ile bir konuşmamda işi nedeni ile oldukça sık uçağa binmek zorunda kaldığını ama karbon salınımını dengelemek için Bolivya’da ağaç ektirdiğini söylemişti. Yurtdışında kimi uçak firmaları biletinizi alırken böyle bir seçenek isteyip istemediğinizi sorar oldu. Dünyada bir şeyler değişiyor. İnşallah çok geç olmadan bu değişim, bu bilinç ülkemizde de yayılır.

Findhorn ekoköyünde farklı enerji yalıtım ve ısıtma tekniklerinin kullanıldığı binalar, doğal atık ve geri dönüşüm sistemleri, organik tarım üretim bölgelerini görmek mümkün. Ayrıca ekoköy rüzgâr türbünleri ile elektrik üretiyor ve yıllık olarak enerji fazlasına sahip.

Dünya’nın her bir köşesinden gelen kişilere kendi uygulamalarını hevesle anlatıyor ve öğretiyorlar. Ben önce ODTÜ’de sonra da orijinal mekânında bu uygulamaları öğrenme ve görme şansına kavuştum. Gerçektende anlattıkları gibi yaşayan, dünyayı ve değerli kaynaklarını korumayı görev kabul etmiş bir grup insan.

Ben İstanbul ve Fethiye’de yaşıyorum. Her iki şehirde sürdürülebilirlik anlamında yaşam senaryoları oldukça farklı. İstanbul dünya kaynaklarını tüketmede dünyanın diğer büyük şehirlerinden daha iyi bir yerde değil. Fethiye henüz şehirleşmemiş yapısı ile umut vaat ediyor; Türkiye’nin bu özellikle sebze yetiştiriciliğinde önemli yeri olan ziraat merkezi doğal üretim metotları ile öncülük yapabilme potansiyelini taşıyor.

Tabi neredeyse 10 aydan fazla süre güneşli olan Fethiye ilçemizde binaların çoğunun kışları elektrik ile ısıtıldığını görmek üzücü. Findhorn’dan gelen hocalar Ankara’da binaların çatılarında neden ısıtma için ve sıcak su için güneş panelleri olmadığını sorduklarında bizler Ankara’nın soğuk bir yer olduğunu söylemeye çalışırken, İskoçya’nın çok daha soğuk ve güneşsiz olduğunu hatırlatmışlardı. Ve hayret etmişlerdi. Fethiye’ye güneşli bir Ocak günü’nde gelmiş olsalar acaba neler söylerlerdi?

*
Sürdürülebilirliğin olması için farklı boyutlarının ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Ekonomik ve ekolojik olarak sürdürülebilirliğin gerekleri var. Ancak sosyal boyutta yaşadığımız çevrelerde ilişkilerimizi ve toplumsal yaşamı sevgi, huzur ve uyum içinde sürdüremiyorsak sonraki adımları atmamız oldukça zorlaşıyor.

İskoçya’da, Ankara’da, Fethiye’de ya da İstanbul’da, tüm çabalar sürdürebileceğimiz bir yaşam için.

Z.