İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
Meditasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Meditasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Eylül 2019 Perşembe

Saklı Sesimiz Hep Yakınımızda

Duymamız gerekenlerin ihtiyacımız olduğunda karşımıza doğru zamanda çıkacağına inanırım.  Bu bazen bir sohbette, bazen bir blogda, bazen bir kitapta olabilir.   İhtiyacımız olan yanıtların her zaman var olduğuna inanmakla birlikte, bu yanıtları duymaya her zaman hazır olmayabileceğimizi de biliyorum.  Yaşam iç sesimizi duymaya hazır ve açık olduğumuzda aydınlanırken, kendimiz yerine başkalarının tercih ve doğruları ile hareket etmeyi seçtiğimizde karışabiliyor.  

Benim için iç sesimi duymanın en iyi yollarından biri yazı yazmak.  Küçük gruplar ile yaptırmayı sevdiğim yaratıcılık çalışmalarının en önemli parçalarından biri sabahları kağıt kalem ile birkaç sayfa yazı yazmaktır..  Düşüncelerimizi, duygularımızı, kaygılarımızı, sevinçlerimizi filtrelemeden ve yargılamadan kağıda dökmek gerçek bir terapi.  Ve bunun ötesinde, zihnin ve yüreğin tortularını yazı ile akıtabildiğimizde, ruhumuzun sesini duymak mümkün oluyor.

Bir nevi arınma olan yazıların dışında, yaşamın izini düştüğümüz yazılara da ihtiyacımız oluyor. Benim kendim için yazmaya ihtiyacım oluyor.  Çocuklukta başlayan günlük tutmaya duyduğum sevgi, ileriki yıllarda gazete, dergilerde yazı yazmaya, sonrasında kitap ve blog yazıları yazmaya dönüştü.  Yaşamda iz bırakan anların izlerini kalıcı bırakma gayreti.  Ama, hepsinden öte, öncelikle kendimin duyması gerekenlerin okuduklarım kadar yazdıklarımda da belireceğine zaman için oluşan inanç ve ihtiyaç.

Yazı yazmanın iç sesimi duymama yardım ettiğini keşfettim. Bu yollardan, araçlardan biri.  Çok farklı yollar var. Ve yaşamın sürprizlerine karşı güvende hissetmemizi sağlayan iç ses rehberliğini nasıl duyabildiğimizi keşfetmek yaşamın önemli keşiflerinden ve anahtarlarından biri.

Benim berraklaşmak için en çok kullandığım yollardan biri sessizlik meditasyonları.  Mantralar ya da imgelemeler ile yapılan meditasyonlardan farklı olarak, sessizlik meditasyonları başlangıçta görmek istemediğimiz duygu ve düşüncelerimiz ile yüzleşme cesareti gerektirebiliyor.  Düşüncelerimiz, gündelik olaylar ardı ardına aklımıza gelebiliyor.  Ancak, bu karışık düşüncelerin belirmesine ve yok olmasına izin verebildiğimizde, ki gerçekten izin verdiğimizde gerçekten yok oluyorlar,  bir biliş hali beliriyor.  Her zaman aradığımız yanıtlar olmasa da, ihtiyacımız olan bilgiler aklımızın iç perdesine düşebiliyor.

Sessizlik meditasyonlarının birinci adım olarak ağır gelebileceğini söyleyen hocalar var ama ben aynı fikirde değilim.  Eğer niyetiniz iç sesiniz ile buluşmak ise, yani kendinizi yanıt arıyormuş gibi oyalamak niyetinde değilseniz, sessizlik meditasyonları basitliği kadar kuvvetli bir araç.

Bu meditasyonların üç günlük, haftalık ya da on günlük kamplar halinde yapılan versiyonları da var ama benim favori metodum günlük yirmi dakikalık meditasyonlardır.   Deneyen ve kullananlarınız mutlaka vardır.  Eğer denemediyseniz belki bu kendiniz için yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri olabilir. Ve eğer, tercihen sabahları, kendinize yirmi dakika ayırmaya karar verirseniz, çok değil, bir ay sonra kendiniz kadar iç kuvvetiniz ile de tanışma şansı bulacaksınız.

Metod çok basit, bununla birlikte dikkat edilmesi gereken birkaç husus var.  Gerçekten rahatsız edilmeyeceğiniz, birilerinin habersizce girerek sizi rahatsız etmeyeceği, ürkütmeyeceği bir yer bulun.  Meditasyonu gözü kapalı olarak yapacaksınız ve derinleşeceksiniz. Rahatsız edilmeyeceğinizi bilmek süreci hakkıyla yaşamanıza imkan verecek. Yirmi dakika bu kendinizi dinleme süreci için ideal bir süre. O nedenle size önerim telefonunuzun alarmınızı ya da saatinizi yirmi dakikaya kurmanız.  Daha kısası az ama daha uzunu da gerekli olmayabilir.  Daha önemli olan, bu süreci her gün yapmanız.  Sürdürmeniz.  Ve sabırlı olmanız.   

Bir ay boyunca,  tercihen sabahları, kendinize sessiz bir yer bulun, saatinizi kurun, ve yirmi dakika boyunca sakin nefesler alıp vererek, oturur pozisyonda düşüncelerinizi seyredin.  Gelen düşüncelere bakın, film seyreder gibi seyredin, gelen ilhamlar var ise, onları dinleyin, görün, hissedin.  Ve sonunda saatiniz çaldığında, yanınızda bulunduracağınız bir deftere gördüklerinizi, aklınıza gelenleri, hissettiklerinizi yazın.  Bunlar başta bir efor gibi görünse de, bir aylık gibi bir zamanın içinde gündelik yaşamın koşturmacasında bile iç sesinizi duyabildiğinizi fark edeceksiniz.  Ve lütfen yine de, kendinize o yirmi dakikayı ayırmaya devam edin.  O sihirli zaman diliminin kendinize verebileceğiniz en güzel hediye olduğunu siz de keşfedeceksiniz.



Sevgiyle.

31 Ocak 2009 Cumartesi

"Yaratma Cesareti"nden Duyma Cesaretine



Rollo May’in “Yaratma Cesareti” benim için zamansız kitaplardan. İlk defa 1992 yılında Türkçesi’ni okumuştum. Geçenlerde bende İngilizcesi’nin de olduğunu fark ettim. Kim bilir ne zaman almışım. Yüzlerce satırının altını çizdiğim Türkçesi’ni bulmayı tercih ederdim. Görmeyi arzuladığım satırların başka bir dilde izini sürmeye çalışıyorum. Ve bu bana bir huzursuzluk veriyor. Yiyeceğini arayan aç bir kurt gibi beni doyuracak kelimeleri arıyorum. Çok bildiğim satırlar farklı yapraklarda sanki benimle oynuyor ve saklanıyorlar.

Alıp okumadığım kitaplar da var. Caroline Bongrand’ın “Boğaz Çocuğu” nu belki 3 yıl önce almışım, ve nasıl olup da saklanmış evimdeki büyük kütüphanenin köşesine. Oysa gün gibi hatırlıyorum kitabı aldığım günü. Bu kitap ile arama nasıl bu kadar uzun zaman girebildi?

Bulamıyorum, iki gündür okumayı istediğim kitabı bulamıyorum. Deniyorum. Eskiden sevdiklerimi, yenilerden sevdiklerimi, romanları, şiirleri, kişisel gelişim kitaplarını – yok okumak istediğim kitabı bulamıyorum; içimde bir huzursuzluk bıkmadan usanmadan deniyorum.

Ben neyi arıyorum?



Meditasyon odasında ortada yanan mumun etrafında halka şeklinde iskemleler dizilmişti, iskemlelerin önünde yerde oturmak isteyenler olursa diye de minderler. Çember şeklinde dizilmiş ve ortalık sessiz. Dışarıdan gelen sesler çok az ama net olarak duyuluyordu. İçeri girenler beğendikleri bir yere oturuyor, kimileri gözlerini kapatarak, kimileri yere veya yukarı bakarak sessizliklerini koruyorlardı. Sabahın bu erken saatinde yerlerin tamamı dolmamıştı ama oldukça büyük bir kalabalık vardı. Sonra oturanlarda biri kalktı ve giriş kapısını kapattı. Dışarıda çalışmanın başladığını gösteren lambanın ışığını yakacak olan düğmeye bastı, ve sonra yine sessizce yerine oturdu. Saat sabah 8 olmalıydı.
Her sabah 20 dakika boyunca 30-40 kişi ile bir odada beraberce sessiz oturmaya ve kulaklarınızı içinizden gelen sese açmaya ne dersiniz? İskoçya’da Findhorn’da sabahlar meditasyon ile başlıyor, eğer seçer ve isterseniz.

Derinden gelen ve gittikçe kuvvetlenen bir ses duyuluyor bu anlarda. Soruların ve cevaplarının netleştiği sihirli anlar.



Ben kitaplarımın dünyasında huzursuzlaştığımda bazen geç de olsa mesajı anlarım. Ruhum dışa değil içe bakma zamanı diye hatırlatmaktadır bana...

20 Ocak 2009 Salı

Ölüdeniz'de Vipassana Dinginliği


Malezya’dan e-posta geldi. Vipassana Meditasyonu hocam Jeffrey Oliver yeni yıl selamı göndermiş Türkiye’ye.

Jeff ile çok sevdiğim dostum Deniz Dinçel sayesinde tanıştık. Biyolog Deniz Hanım, ODTÜ’de 2 defa organize edilen Uluslar arası Sürdürülebilir Çalıştaylarını Prof. Dr. İnci Gökmen ve Prof. Dr. Ali Gökmen hocalarımız ile hayata geçiren kişi, tabi ODTÜ ve konuya destek veren vakıf ve kuruluşlarında kıymetli katkıları ile.

Sn. Deniz Dinçel’i Fethiye Lions Derneği 'Küresel Isınma ve Ekolojik Ayakizi' konuları hakkında Fethiye Liselerinde konferanslar vermek üzere davet etmişlerdi. Yoğun geçen iki günden sonra Deniz Hanım ile bir akşamüstü, Fethiye’de Boğaziçi Restaurant’ın kafesinde oturmuşken bana Jeff’den bahsetti, ve “İstanbul’a gittiğinde mutlaka tanışmalısın”, dedi. Sonra da Jeff’i arayarak tanışman istediğim biri var demiş, ve benden bahsetmiş. Bundan birkaç gün sonra Jeff ile İstanbul’da öğle yemeği yedik Akatlar’da. Gerçekten dingin, sakin bir adamdı Jeff. Uzun yıllar Budist rahip olarak Burma’da yaşayan bu Avustralyalı, daha sonra rahiplikten ayrılarak hocalık yapmaya başlamış. Ve son birkaç yıldır da Türkiye’ye sık sık geliyor. Hem İstanbul’da, hem de Türkiye’nin farklı şehirlerinde çalışmalar yapıyor.

Ana dili İngilizce olan Jeff Türkçe biliyor, ve daimi olarak burada yaşamıyor olmasına rağmen oldukça güzel Türkçe konuşuyor, gerçekten konuşmaya gayret ediyor. Kısaca, herhalde isteyince oluyor. Tabi meditasyon çalışmaları sırasında yine de tercümanı olarak bir kişi görev alıyor. Ben de Jeff’in çalışmaları sırasında tercümanlığını birkaç defa yaptım. Yaptığı işi ciddiye alıyor, ve hakkı ile yapmak için elinden geleni yapıyor. Yüreğine sağlık Jeff, gerçekten seninle olmak ve çalışmak büyük bir keyif.

Jeff ilk yemek yediğimiz günden kısa bir süre sonra, ağırlıklı olarak yaşadığı Tayland’a dönecekti. Fakat sonra programı değişmiş ve Van’a kadar uzanan bir Türkiye gezisi yapmıştı. Gezisinin sonlarına doğru da Fethiye’ye gelmişti. İlk defa Kasım 2007’de. Sonra 2008 yazında da bizleri kırmadı ve tekrar geldi Fethiye’ye Jeff. Ancak her iki gezide de 1,2 günlüğüne gelebildiği için kısa günlük çalışmalar yapabildik kendisi ile. Oysa daha uzun süreli 3-4 günlük, 10 günlük Vipassana meditasyonu çalışmaları yapmak da mümkün.



Kasım 2007’deki Fethiye ziyaretinde Ölüdeniz’e götürmüştüm Jeff’i. İlk defa geliyordu ve kış da olsa Ölüdeniz’i göstermek gerek diye düşünmüştüm. Akşama dersi vardı ve gündüz de oldukça hareketli bir programı olmuştu. Bu dingin adamın biraz sessizlik aradığını hissedebiliyordum.

Ölüdeniz gerçekten çok sakindi. Parkın içerisine girdik ve lagün bölgesine yürüdük. Gündüz gelen olduysa bile park görevlilerinden başka hiç ziyaretçi yoktu, henüz güneş batmamıştı. Jeff denizin kenarına yürüdü ve “Bak” dedi. Lagün çok sakindi ve çok minik tatlı dalgalar küçücük ve yuvarlak taşlardan oluşan sahili yalıyor, minik girdaplar oluşturuyordu. Sessizlik içinde suyun taşlara vuruşu, taşların denizin içine çekilişlerinin sesi, su tekrar sahile doğru gelene kadar aradaki sessizlikler ritmik ancak telaşsız ve berrak bir melodi oluşturuyordu. Jeff sanki her görüntüyü yüreğinin içine çekiyordu. Fark ettiği şeyleri bana gösteriyordu.

Fotoğraf çekmemi ister misin?” diye sormuştum. Fotoğraf makinesi vardı, hatta tesadüfen ikimizde aynı marka ve model fotoğraf makinesini kullandığımızı fark etmiştik. Ancak enteresan olan her ikimizin fotoğraf makinesi de bizlere hediye edilmişti, kendimiz seçerek almamıştık. Ben de çok memnundum makinemden, O da.

İstemem” dedi Jeff. “Ben fotoğraf çekmeyi çok sevmem. Bu görüntü buraya ait, bunu burada yaşamak isterim, görüntüsü çekerek gideceğim, olacağım yerlere görüntü ile taşımak başka bir şeydir,” demişti.

Jeff sözlerinden çok yaşayışıyla, duruşuyla, sessizliği ile öğretiyordu.

Bütün gün oldukça az konuşmaya çalışmıştım, ancak yine de günün sonunda kendi sesim bana fazla gelmeye başlamıştı. Jeff ile geçirdiğim iki günden sonra birkaç gün konuşmaya olan ilgim azaldı doğrusu. Ne kadar çok kelime ile ne kadar az şey söylüyorduk, ve söylemek için uğraşırken neleri kaçırıyorduk?

Jeffrey Oliver’in Fethiye’de yaptığı çalışmalara katılmayan, O’nun davetlimiz olduğunu bilmeyen arkadaşları sonraki birkaç gün “Ne kadar sessizsin Zeynep” demeden edemediler.

Doğrusu o günden beri ne zaman çok konuşmam gerekse, bir noktada bu kadar çok söze gerek var mı diye düşünürüm. Yaşamın ve çevremizde olanların farkına varabilmek için, görebilmek için, etken değil edilgen, yapan değil de gözleyen olmak gerekiyor zaman zaman. Ve aynı an’da merkezimizde olmak ve içinde bulunduğumuz ortamı tüm özellikleri ile deneyimlemek.

Ben yapmayı severim, aktiviteyi severim, sonuçlarını görebileceğim çalışmaları severim, bir şeyler üretmek, ortaya çıkarmak fikri ve gayreti beni mutlu eder. Ancak neyi, niçin yapmayı seçiyorum? Tercihlerimin farkında mıyım? Doğru yanlış anlamında değil, farkında mıyım? Ve o tercihler benim için uygun mu?

*



Jeff bu yaz tekrar Fethiye’ye geldiğinde çok daha kısa zamanı vardı. Güneyde başka iki şehirde olan eğitimleri arasında bir gecesi vardı, yine de davetimizi kabul etti ve Fethiye’ye tekrar geldi. Aynı günlerde Japon Shumei Derneği’nden Satoru Nakano ’da Jyorei ve Shumei Doğal Tarımı hakkında bir seminer vermek üzere Fethiye’deydi. Biri Japon, biri Avustralyalı iki hocam ile Fethiye’de olmak beni sevindiren bir manzaraydı. Hem İstanbul’da ve dünyada yapılan çalışmaları Fethiye’de de yapabildiğimiz ve tanıtabildiğimiz için; hem de bu kıymetli dostlarım beni kırmayarak geldikleri için.

Jeff bir kitap tavsiye etmişti. “Dingin Savaşçı” Sonradan fark ettim ki ben Amerika’da üniversite son sınıfta almışım bu kitabı. Aradan 15 yıl geçtikten sonra tekrar hayatıma girdi. Sonra bir koçluk eğitimimde bir arkadaşım kitabı sevdiğimi söyleyince sağ olsun Dingin Savaşçı’nın filmini verdi bana. Elinize geçerse seyretmenizi, kitabı okumanızı mutlaka öneririm.

İngilizce orijinal baskılarında Dingin Savaşçı artık sadece bir kitap değil; Dan Millman serinin devamı olarak birkaç kitap daha yazdı. Dan Millman’ı Türkiye’de birçok okur “Ruhun Yasaları” ve “Hayatınızın Amacı” adlı kitapları ile tanıyor.

Benim de çok kullandığım Numeroloji ile hayatımızın amacı ve yaşamımız bize sunacağı şartlar ve imkânlar hakkında bilgiler veriyor; Dan Millman’ın kitabında oldukça yerinde tespitler var. Kendi yaşamınıza biraz ışık tutmak istiyorsanız incelemenizi öneririm. Numeroloji bence yerine göre Astroloji’den daha doğru belirlemeler sağlayabiliyor. Doğum tarihiniz ve içinde bulunduğunuz yıl, gün ve zamanları dikkate alarak, o sayıların tarif ettiği enerjilere, uyumlarına, yaşamımız için ortaya çıkan fırsatlara ve zorluklara ışık tutuluyor. Hatta bunu bir adım daha ileriye götürerek doğarken kaderimizin, yaşam yolumuzun bu doğum tarihi ile belirlendiğini, bir anlamda şifrenin bu olduğunu söyleyen üstatlar da var. Sayıların sizin için anlamını belirleyebilecek olan sadece sizlersiniz, ancak sayılar kanalı ile bizlere gelen bir bilgi olduğunu ben kabul ediyorum. Evrendeki çok farklı bilgi aktarım sisteminden bir tanesi sayılar.

Tabi sorularımızı sorma cesaretini gösterdiğimizde, cevaplar neredeyse fark edebileceğimiz her kanaldan geliyor.

Yaşam yolumuzda karşıma çıkan ve destek veren tüm hocalara teşekkürler. Onlarında yolları açık olsun.