İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
Sürdürülebilirlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sürdürülebilirlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ocak 2012 Salı


Üsküdar Amerikan Lisesi'nden Yetişenler Derneğimize, yeni çıkan kitaplarım "Kitaplar Soru Sorar" ve "Doğru Yanlış Güzel Çirkin, Findhorn'da Sürdürülebilir Yaşam Macerası" isimli son kitaplarıma internet sitelerinde ve Dernek Facebook sayfalarında yer verdikleri için yürekten teşekkürler.

Bu güzel ailenin parçası olmaktan gurur duyuyorum.

İnternet Sayfası: http://www.ualyetder.org/includes/haberler.asp?user_level=1

Facebook Sayfası: https://www.facebook.com/UALYETDER

21 Kasım 2009 Cumartesi

Dönüş





İskoçya'da Findhorn Ekoköyü'nde bir ay süren yoğun bir eğitimden sonra Türkiye'deyim. Bu son iki yıl içinde Findhorn'a ikinci gidişimdi.

Sürdürülebilirlik konusuna odaklanarak geçirdiğim bir aydan sonra yaşamımın geri dönülmesi mümkün olmayan bir şekilde değiştiğini hissediyorum. Ve paylaşmak istediğim çok şey var.

Duyduklarım arasında bildiğim ama derinlemesine farkına varmak için bugünlere kadar beklemem gereken şeyler kadar ilk defa öğrendiğim bilgiler, teknikler ve metotlarda vardı. Yoğun bir eğitmenlik eğitimiydi bu.

Bunları bugünden sonra teker teker paylaşacağım. Benim için önemi büyük.

Hızla değişen dünyanın kaderinde belki bizim farkındalıklarımız ihtiyacımız olan gerçek değişimi başlatabilir.

Merhaba diyerek başlamak istedim.

Türkiye'yi özlemişim.

Yürekten sevgilerimle,
Z.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

İlerleme İnancı

Sürdürülebilirlik yaşamımdaki en önemli kavramlardan biri son yıllarda. Özellikle son iki yıldır bu konuda detaylı olarak okumaya çalışmama rağmen, yetmiyor. Çevre koruma ve sürdürülebilirlik üzerine yazılmış olan kitap ve makaleleri okuma gayretim sürüyor, okuma listem artarak uzamaya devam ediyor.

Sürdürülebilirlik kavramı içerisinde dünyada gelişim temel prensiplerinden biri sayılan ilerlemeye bakış açısı ve inanç değişiyor. İlerlemeyi düşündüğümüz yerin gerçek anlamı sorgulanmaya başlıyor.

Son iki yüz yılda insanın teknoloji, bilim ve gelişime olan inancı, dünyanın sınırsız sayılan kaynaklarının tahmin edilemeyen bir hızda azalmaya başlaması ve teknolojinin dünyanı etkileyemez sanılan yan etkileri, insanlığı yakın gelecekte yaşam ve gelişimin ne olduğuna dair tariflerini değiştirmek zorunda bırakıyor.

Küreselleşme yaklaşımları bir yandan dünyadaki sınırları kaldırırken, toplumların varlıklarını sürdürebilmelerinin çözümünün yerel yeterliliğin artmasında yatmaya başladığı görülüyor. Yani dünyanın ekolojik dengelerinin korunması için gereken yaşam tarzı bir anlamda eskiye dönmeyi gerektiriyor. Gerek enerji gerek gıda ihtiyaçlarının olabildiğince yerel çevrede karşılanması ihtiyacı doğuyor. Aksi bizi artık sürdürülemez bir yaşama götürüyor.

Benim çocukluğumda okullarda kutlanan bir “yerli malları haftası” vardı, hala böyle bir hafta kutlanıyor mu diye merak ediyorum. Belki başka nedenler ile yerli üretimin üzerinde durulurdu. Türkiye’de satılmakta olan ürünlerin acaba yüzde kaçı Türkiye’de üretiliyor? Farklı ürünler ve sektörler arasında bu yüzde acaba nasıl değişiyor? Son iki yıldır birçok bilginin izini sürmeye çalışıyorum, bu konularda çalışmalar yapan birçok grup ile irtibat kuruyorum, ama yine de Türkiye ile ilgili verilere ulaşmak kolay olmuyor, bazen mümkün olmuyor.


Son günlerde Simon Dresner’in “Sürdürülebilirliğin Prensipleri – The Principles of Sustainability” adlı kitabını okuyorum. Dresner çevre ve sürdürülebilirlik konularında son birkaç yüzyılda yazılan ve yaşananları, son 40 yılı daha detaylı ele alarak aktarıyor. Sürdürülebilirliği birçok yönden ele alıyor. Oldukça detaylı hazırlanmış bir kitap. Ve bir yandan sürdürülebilirliğin temin edilmesinin zorluklarını da gözler önüne seriyor. Ülkeler arasında, toplumlar arasında bir hedef birliğine varmanın ne kadar zor olduğunu da. Toplumlar için gelişim ve ilerlemenin getirdiği güçten vazgeçmek kolay görünmüyor. Ancak bu süreçte doğanın sınırları ne kadar göz ardı edilebilir?

Dresner sormadan geçemiyor: İnsanlar kendi rahatları kaçana kadar mı sürdürülebilirliği savunuyorlar? Dresner’in kitabı dünya, insan, yaşam, sürdürülebilirlik, gelişim, küresel ve yerel kavramları üzerine hem çok bilgi veriyor, hem de cevaplarının her gün tekrar verilmesi gereken soruları birbiri ardına ortaya koyuyor.

Kitaplar soru sormaya devam ediyor. Biraz zorlansam da, benim cevaplara olan umudum da hala varım diyor…

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Beşikten Beşiğe


Tasarım ile ilgili çok önemli bir kavram var. Tasarımcı değilseniz ya da sürdürülebilirlik konuları ile yakından ilgilenmiyorsanız belki de henüz çok duymadığınız bir kavram olabilir bu ama herkesin farkında olması gereken bir kavram diye düşünüyorum. Bilinçli tüketici olmak sadece haklarımızı korumak anlamında değil çevreyi korumak anlamında daha da önemli hale geliyor. Kavramın adı Beşikten Beşiğe / Cradle to Cradle. Tasarıma ve geri dönüşüme bambaşka bir anlam getiriyor. Bazen C2C şeklinde de ifade edilen bu tasarım şekli atık ve atıkların yeniden kullanımına yeni bir yaklaşım getiriyor.

William McDonough ve Michael Braungart ’ın “Cradle to Cradle, Remaking the Way We Make Things” İngilizce okuma şansınız varsa Beşikten Beşiğe kavramına dair önerebileceğim bir kitap. Türkçe olarak dergilerde çıkan yazılar dışında ben henüz bu konuda bir kitaba rastlamadım. McDonough ve Braungart’ın kitabının kendisi bile bir şeylere dikkat etmeye çalışıyor. Kâğıttan değil suya dayanıklı sentetik kâğıttan yapılmış bir kitap. Ağaçların kâğıt olarak tüketilmesine bir alternatif sunarak giriyorlar konuya ve daha ilk sayfalardan insanın ilgisini çekmeyi başarıyorlar. Tasarımın doğayı ve çevreyi koruyarak nasıl daha etkin kullanılabileceği konusunu gündeme getiriyorlar. Kitabın ilk baskısının yapıldığı 2002 yılından beri büyük bir farkındalık yaratmayı başarıyorlar. Türkiye’de maalesef henüz yaygın olarak tanınmıyorlar.

Kitapta yazarlarının deneyimlerinden genel farklı hikâyeler, bilgiler var. Aklımda kalan önemli bir cümle var: Tasarım niyetin işaretidir. Ne kadar çok şey söylüyor bu cümle. Yaşamlarımızda, kasabalarımızda, şehirlerimizde, ülkelerimizde - ne kadar çok şey söylüyor. Nelere niyet ediyor ve bunları nasıl yansıtıyoruz?

Ve yazarlar diyorlar ki, doğadaki canlıların çevreye zarar verme anlamında bir tasarım sorunu yok. İnsanoğlunun var. Atık ve çevre problemlerinin insanoğlu tarafından yaratılanlarına insanların çözüm bulması gerekiyor. Hem de acilen.

Bu kitap ve bu yaklaşım bana yeni bir ufuk açtı. Atığı azaltmak gereği ile karşı karşıya olduğumuzu gördüğüm bu günlerde bu yaklaşım “atık kavramını yaşamımızdan çıkarmayı” öneriyor. Atık dediğimiz şeyin nasıl uzun dönemler boyunca kullandığımız farklı ürünlerde ham madde olarak kullanılabileceğine ışık tutuyor. Ne kadar farklı bir bakış açısı değil mi?

Dünyada şu an da üretilmek olan ürünlerin en azından yüzde doksanı beşikten mezara mantığı ile üretilmekte. Yani kullandığınız bir ürünün kullanım ömrü bittiğinde muhtemelen bir dolgu sahasına atılmak üzere göndermektesiniz. Yazarların kitapta net olarak vurguladığı gibi gerçekten tüketilen gıda malzemeleri dışında milyarlarca liralık malzeme, doğal kaynak dünyanın her yerinde toprağa gömülüyor. Bu sadece çevre sorunu değil aynı zaman da büyük bir ekonomik kayıp. Endüstri devrimi ile dünyada üretim, ham maddenin işlenmesi ve bundan bir ürün yaratılması ve sonra da bu ürünün işi bitince atılması sistemi üzerine kurulmuş. Ancak bu üretim ve tüketim yaklaşımı dünyayı ve insanoğlunu bir iki yüzyıl içinde büyük kaynak tüketimi ve çevre koruma sorunları ile karşı karşıya bırakmış durumda. Dünyanın bitmez tükenmez görünen kaynakları tükeniyor, ve bozulmaz sanılan ekolojik dengeler sallanır durumda. Geleceğimizi toprağın altında gömüyoruz ve hızla yaklaşmakta olduğumuz sıkıntıların gerçekten farkında olup olmadığımız incelemeye değer.

O kadar çok yaraya o kadar güzel dokunuyorlar ki bu kitapta. Hangilerini paylaşsam. İnşallah Türkçeye en kısa sürede çevrilir. Mimarların, mühendislerin, kimyagerlerin, çevrecilerin, tüketicilerin, herkesin okuması gereken bir kitap. Konuya gerçekten yaşamını adamış ve anlattıklarını deneyimlemiş kişilerin inandıkları ve uyguladıkları şeyleri anlattıkları bir kitap. Dünyanın üretim ve tüketim sorunlarına gerçek bir çözüm getirebilir. Atmak için değil kullanmak için tasarlamak, tekrar tekrar ve tekrar kullanmak için. Atıkların ham madde olabildiği bir yaşam tasarım sistemi. Yaşamı atık yaratmayacak şekilde tasarlamak. Tasarım ile insanoğlunun ihtiyaç duyduğu konforu zarar vermeden, gerçekten insana ve çevreye zarar vermeden sağlamak. Evet, inanıyorum ki bu konuda bir şeyler yapmak mümkün. Eğer istersek, denersek ve buna göre tasarlarsak.

Haydi Türkiye artık eskimeye başlayan bu yeni tasarım yaklaşımına uyan.

25 Haziran 2009 Perşembe

Terazi Denge'de mi?


Geçtiğimiz günlerde bir haftalığına Bolu’daydım. Bolu’da Abant İzzet Baysal Üniversitesi ’nde. Mimarlık Bölümü’nün misafirliğinde III. Sürdürülebilir Yaşam Çalıştayı gerçekleştirildi.

Daha önce Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bu çalışma bu defa Bolu’daydı.

Bu gezi benim için hala çok taze. Ama bana bunu şimdi düşündüren masamın üzerinde önümde duran bir kupa. Bir sınıf arkadaşım, hatta adaşım, eğitimin son günü hediye etti bunu bana. Bu eğitimin ilk gününde bu eğitimden beklediklerimizi belirten bir niyet belirlemiş ve buna destek olacak bir kart çekmiştik. Bana Balance-Denge kartı çıkmıştı. Eğitimin son günü yaptığımız kişisel sözlü değerlendirmelerimiz sırasında bunu paylaşmıştım arkadaşlarımla.

Bu eğitim çevre koruma ile yakından ilgili olduğu için bizden gelirken kahve ve çay içmek için kendi kupalarımızı getirmemiz istenmişti. Terazi burcu olan arkadaşım Zeynep’in de eğitim için Bolu’ya getirdiği kupa, burcunu temsil eden bir kupaydı ve bir tarafında bir terazi resmi vardı. Benim paylaşımımı duyunca bana kendi kupasını hediye etmek istemiş. Çok sevindim. Ancak Zeynep’in bilmediği bir şey vardı - Benim en sevdiğim şeylerden bir tanesi kupa koleksiyonu yapmaktır. Dünyanın gittiğim her yerinden kupa alırım. Bana göre gittiğim gördüğüm yerleri ve yaşadıklarımı hatırlatan mükemmel bir hatıradır kupalar. Hatta beni tanıyan aile üyeleri ve arkadaşlar beni en çok mutlu eden üç şeyin kitaplar, defterler ve kupalar olduğunu bilirler.

Bolu’da olmak gerçekten çok güzeldi. Hem orada yaşamaya başlayan bir kuzenimi ve eşini görme şansına kavuştum hem de son birkaç yıldır benim için çok önemli olan sürdürülebilirlik üzerine çalışmalar yapmak şansına kavuştum. Özellikle sosyal sürdürülebilirlik üzerine.


Şiddetsiz İletişim benim zaman zaman bahsettiğim bir konu. Bu çalıştayın içinde bir gün şiddetsiz iletişim-nonviolent communication konusuna ayrılmıştı. Sosyal sürdürülebilirlik konusu Gaia Eğitim direktörü ve 1992 yılında beri İskoçya Findhorn Ekoköyü’nde yaşayan Brezilyalı aktivist May East tarafından verildi. Bolu’da May East ile üçüncü defa karşılaşma şansına kavuştum. May bu defa son yıllarda sıkça konuşulan Spiral Dinamikler konusu ile, dünyada son bir buçuk yıldır gelişmekte olan Transition Towns – Geçiş Şehirleri hareketinden bahsetti.

Dünyada çevrenin ve kaynakların korunması kavramları ve sürdürülebilirlik bilincinin oluşması ekoköylerden dünyaya yayılırken, dünyanın şehirleşme süreçleri artık çözümlerin şehirlerde hızla oluşmasını ve şerhlerde buna destek olacak sosyal grupların şehirlerde organize olması gereğini doğuruyor. Transition Towns dünyaya hızla yayılan bir hareket. Dünyada birçok şehir iklim değişikliği, dünyanın doğal kaynaklarını tükenmesi ve dünyayı bekleyen şartlara karşı seyirci kalmak yerine çözümün parçası olmak üzere harekete geçiyor.

Dünyada kendini bir Geçiş Şehri, bir Transition Town olarak açıklayana şehirlerden bazıları İngiltere’de Bristol, Totnes, Leichester, Glastonbury, Bath, Exeter ve daha birçokları. Avustralya’da, Amerika’da, Kuzey İrlanda, Japonya, Şili, İtalya, Hollanda, Finlandiya ve Kanada gibi birçok ülkede şehirler artık bu hareketin içinde yer alıyorlar. Şehirler yaşayanları ile iklim değişikliğine karşı seyirci kalmak yerine harekete geçmeyi seçiyor. Konu hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenlere www.transitiontowns.org sitesini inceleyebilirler.

Bu hareketin temel düşüncelerinden bir tanesini çözümün grup olarak beraber çalışmaktan geçtiği. İdarecilerin harekete geçmesini beklersek çok geç olabilir diyen bir düşünce. Ve sadece birey olarak hareket ettiğimizde başarmamız zor olabilir. Birlik olarak, bilinçli bir topluluk olarak hareket edersek çözüm üretmek mümkün olabilir. Dünya karbon salınımlarının ve insanın dünya üzerinde gittikçe büyüyen ayak izi altında eziliyor. İnsanlığın yaşama alışkanlıklarında büyük değişimler gerekiyor. Transition Towns hareketi bu değişimi en gerekli olduğu yerlerden, şehirlerden başlatmaya gayret ediyor.

Türkiye’de henüz bir Geçiş Şehri yok, ama Türkiye’de Bolu’daki gibi çalıştaylar katılımcıları dünyanın yaşamı tehdit eden gidişine dur demek için heyecanlandırıyor. Türkiye’de büyük bir çoğunluk gündelik dertlerin sıkıntıları ile uğraşıyor olsa da, ilgili gruplar Türkiye’nin ve dünyanın kaynaklarının korunması için çalışıyor. Ve bu gayretler bana tüm haberlere rağmen umut veriyor.

Sürdürülebilirlik dünyada daha çok bilinen ve bizde yeni yeni tanınmaya başlanan bir kavram. Dünyada ekoköyler sürdürülebilir yaşam birimleri oluşturmak ve yaşamı ve dünyayı sürdürülebilir kılmak için son 20-30 yıldır girişimlerde bulunuyorlar. Şimdi şehirler sosyal girişimler ile bu değişim hareketine katılıyorlar.

İzzet Baysal Üniversitesi’nde denge’yi dikkate almamı söyleyen bir kart çektim. Bu kart bana çok şey söyledi. Sürdürülebilir olmak dengede olmayı gerektiriyor. Dünya ekolojik anlamda dengesini birçok yönden yitirmiş durumda ve bizler gündelik uğraşların içinde bunların farkında değiliz, ya da farkında olacak gücü bulmakta zorlanıyoruz. Ve belki de dünyanın dengede olması için bizim artık bilinçli olarak büyük bir gayret gösterme zamanımız geliyor. Karbon salınımlarımızı azaltmak zorundayız. Yeryüzü kaynaklarını tüketimimizi denetlemeliyiz. Tüketim alışkanlıklarımızı yeniden ele almalıyız. Sadece geri dönüşüm konusunu bile hakkıyla ele almaktan çok uzağız. İstanbul’da hala geri dönüşebilecek tonlarca malzeme her gün çöp alanlarında toprağa gömülüyor. İstanbul’un içinde geri dönüşüm toplama noktaları adeta elin parmağı ile gösteriliyor. Geri dönüşüm atıkların toplanması ve yeniden kullanılmaya çalışılması demek ama bu süreçte büyük emek ve enerji gerektiriyor. Yani esas çözüm atıkların azaltılması. Ama zaten oluşmuş olan atıkların geri dönüştürülmesi çok önemli ama bu konuda büyük eksiklik var.

Siz atıklarınızı geri dönüşüm noktalarına götürüyor musunuz? Götürebiliyor musunuz? Geri dönüşebilecek atıklarınızın yüzde kaçını sisteme geri kazandırabiliyor sunuz? Büyük tesislerde, otellerde, lokantalarda, alışveriş merkezlerinde geri dönüşüm adına neler oluyor? Avrupa’da ve Japonya’da gördüğüm geri dönüşüm yaklaşımları ve ülke insanlarının bu konulara yaklaşımı beni derinden düşündürüyor. Sokaklarda, yollarda gezinen binlerce plastik şişenin atılacağı geri dönüşüm kutularını arıyor gözlerim. Benzin istasyonlarında, alışveriş merkezlerinde geri dönüşüm kutularını arıyorum. Güzel ülkemin topraklarında aradığımı çok az yerde bulabiliyorum.

İstanbul en azından geri dönüşüm adına bir transition town olsun diliyorum. Bunun çok yetersiz olduğunu bilerek. Türkiye’de yaşayan Avrupalı dostlarım ülkelerinde geri dönüşüm için toplanan malzemeleri Türkiye’de çöpe attıkları zaman yüreklerinin sızladığını söylerler hep. Geri dönüşüm malzemelerini ayırdıklarını ama bunları mahallerinde buna dair bir sistem yoksa ulaştırmakta zorlandıklarını anlatırlar. İstanbul’da ben de bunu yaşıyorum. Yaşadığım ikinci şehir olan Fethiye bu konuda çok daha başarılı. Ama ne geri dönüşür ne dönüşmez – bu konuda çok daha iyi bir bilgilendirme gerektiğini düşünüyorum. Bu bilgi bizim tüketim alışkanlıklarımızı da değiştirebilir. Dünyaya zarar veren ambalaj ve malzemeleri kullanmak konusunda dikkatli olmak istiyorum – ama birey olarak tüm bilgilere ulaşmam mümkün olmuyor. Yerel ve merkezi hükümetlerin dünyayı bekleyen zorlu iklim değişikliği ve kaynak kıtlığı şartlarının farkında olması ve harekete geçmesi gerekiyor.

Dünyanın kaynakları tüketimimizin hızına yetişemiyor. Dünyanın terazisi dengesini yitirmiş, problemlerinin kaynağı insanoğlundan çözüm bekliyor.

7 Şubat 2009 Cumartesi

Ben Böyle Yaşamaya Devam Edebilir miyim?


Aşağı yukarı 15-16 aydır yaşamıma giren yeni kavramlar var: Küresel ısınma, ekolojik ayak izi, çevre koruma, sürdürülebilirlik.
Peki, yaşamımın diğer 36 yılında dünyaya zarar vererek mi yaşadım? Eh, istemeden de olsa tahmin ettiğimden daha fazla vermiş olabilirim. Neyi doğru yapmam gerektiğini bildiğimi sansam da, bilmediğimi biliyorum artık.



Türkiye’de ekmeğin karne ile verildiği dönemleri bilen bir anne ve babamın çocuğuyum ben. Babam 1927 doğumluydu, Annem ise 1940 doğumlu. Onların yaşadıkları savaş yıllarının tasarruf, tutumluluk, eldekini koruma ve iyi kullanma hakkında onlara öğrettiği çok şeyler var. Ben ilkokul yıllarımda Türkiye’de benzin kuyruklarını gördüm, yağ kuyruklarını daha az hatırlıyorum, ama hafif de olsa benim de yaşamımdan geçti o günler.

Ancak gerek bir Amerikan lisesinde okumuş olmam, gerekse üniversite yıllarını Amerika’da geçirmiş olmam, ya da sadece İstanbullu olmak insanı dünyanın kaynaklarını kullanmak ve tüketmek konusunda biraz daha sorumsuz yapıyor. Özellikle İstanbul’da beton denizi içinde yüzerken doğanın bir parçası olduğumuzu unutuyoruz adeta.

Büyük şehirlerde bilgi ve imkânların fazlalığı bizi beklenin tersine daha duyarsız hale getirebiliyor.

Amerika’ya gittiğim ilk yıllarda bozulan şeylerin tamir edilmek yerine atıldığını ve yerine yenisinin alındığını görmek beni şaşırtmıştı. Bir ayakkabı veya çanta tamircisi yoktu ortalıkta. Ütü bozulduğu zaman belki gidecek bir servis vardı garanti kapsamında, ama ya sonrasında. Neredeydi Türkiye’de her mahallede bulunan ve neredeyse her şeyi düzeltebilen tamirciler? Bir yirmi yıl içinde bizde neredeye aynı duruma geldik.

İstanbul ve yaşamımız dünyada hangi şehirlere benziyor diye düşünürüm arada. Şehir yapısı olarak İstanbul’u Barselona’ya benzetsem de İstanbul ve Türkiye’deki yaşamın ve yaşam tarzlarının Avrupa’ya benzediğini söylemek zor. Türkiye 1990’ların başında beri küçük Amerika, küçük A.B.D. olma yolunda ilerliyor. Tüketim alışkanlıklarımız bu yolu en hızlı takip eden özelliklerimizden.

Bir İstanbullunun tüketim alışkanlıkları ile dünyaya etkisi bir NewYorkluyu geçmeye başladı adeta.

Tüketiyoruz. Tüketmenin ve tüketiyor olabilmenin özenilir olduğu bir dönemleri yaşıyoruz. Ama bu kelime sadece bir kelime olarak baktığımızda çağrıştırdığı diğer anlamlar neler oluyor?

Ama alışkanlıkları değiştirmek o kadar kolay değil.



2007 yılının Ekim ayında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde katıldığım bir Uluslararası Çalıştay’dan beri ben kendime göre ciddi olarak tüketim alışkanlıklarımı değiştirmeye gayret ediyorum. Atıkların geri dönüşümü çevre koruma ve küresel ısınma için önemli. Ama esas çözüm atıkları geri dönüştürmek değil, geri dönüştürülmesi gereken atık miktarını azaltmak gibi görünüyor. Bu düşünce tarzı bizi bambaşka bir tüketim yaklaşımına götürüyor. Belki anne babalarımızın, dede ve ninelerimizin çok iyi bildiği, ama bizim unutmaya başladığımız yaklaşımları.



Bir giysi sizin için ne zaman eski sayılır? Babam okul yıllarında yamalı kıyafetler ile okula gelen çok arkadaşı olduğunu söylerdi. “İnsanların giysileri eski olabilir, asla bu yüzden kimseyi yargılama ve küçümseme” diye tembih ederdi. Çocukluk yıllarında iki en fazla iki belki üç çift ayakkabıları olduğundan ve bunlardan bir çiftinin mutlaka ‘bayramlık’ diye adlandırdığı ve özel günlere ait olduğunu hatırlatırdı.

Yurtdışına gittiğimde çevre konularına kendini adamış ve bu konularda bireysel olarak yaptıklarımızın önemine inanan birçok dostumun, hocamın giysileri hep dikkatimi çeker. Önemli bir konuşmacının konferansını dinlemeye gidiyorum. Türkiye’de ve Dünya’da da alışmışız, konuşmacı iki dirhem bir çekirdek giyinmiş olacak. Belki Türkiye’de dış görünüze biraz daha fazla mı önem veriyoruz acaba? Konferans sırasında bir bakıyorum konuşmacı belli ki uzun yıllardır giymekte olduğu temiz ama pek de yeni olmayan pantolon, gömlek ve hırkası ile konuşmakta. Temiz ama bariz şekilde pek de yeni olmayan.

Mesela ODTÜ’deki çalıştayda Brezilyalı bir hanım eğitmen vardı. Eğitim verdiği 4 gün boyunca oldukça şık 3 elbise giydi. Ancak hanımın kendisini uzun yıllardan beri tanıyanlardan şu cümleyi duyduk “May bu elbiseleri Birleşmiş Milletlerdeki toplantılarda da giyiyor.” Bir vakfın Birleşmiş Milletlerdeki temsilciliğine de yapan bu hanım beğendiği çok az miktarda giysiye sahipti ve bunları daimi olarak kullanıyordu. Ben sonradan internette bu eğitmen hanım ile ilgili araştırma yaparken, oradaki fotoğraflarda da tanıdık elbiselerine rastladım hep.

Bu eğitmenler alıp kullandıkları her giysinin, her eşyanın yapılmasında tüm aşamalarda kullanılan tüm kaynakların tüketimini, ortaya çıkan karbon salınımlarını ve ortaya çıkan birim zararı birey olarak nasıl giderebileceklerini ciddi olarak dikkate alıyorlardı.

Çok uçak yolculuğu yapıyorlarsa, dünyada ihtiyaç olan bölgelerde ağaç diktiriyorlardı. Ve eğer mümkün ise uçak yolculuğu yerine tren ile yolculuk etmeye gayret ediyorlardı. ODTÜ’de bu konuların öncülüğünü yapan iki hocamız var, Prof. Dr. İnci Gökmen ve Prof. Dr. Ali Gökmen. Onlar Ankara’dan İstanbul’a gelecekleri zaman uçak, otobüs veya araba kullanmıyor. Tren hatta yataklı tren ile seyahat ediyorlar. Türkiye’de uçak bilet fiyatlarının oldukça düştüğü ve uçak ile seyahatin teşvik edildiği günlerde, bir uçak yolculuğumuzun çevreye etkilerinin farkında mıyız?

Ben gerçekten çok sık uçuyorum, gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdışına gittiğim zamanlarda. Bir yıl içinde yurtiçinde en az 25-30 uçuyorum, 50-60’ı bulduğu yıllar oldu. 2008’de biri Japonya’ya olmak üzere 5 yurtdışı seyahatim oldu. Çoğu eğitimler ve dernek çalışmaları için ve bir iki tanesi de çevre konuları ile ilgili çalışmalar için gittiğim seyahatler oldu. Belki ben 2008 yılında ne kadar kaynak tükettim?

İş dönüp yaşam tarzımıza geliyor. Ben böyle yaşamaya devam edebilir miyim? Böyle yaşama hakkım var mı? Ve yaşıyorsam, bu tercihlerimin etkilerini ortadan kaldırmak, bertaraf etmek için neler yapabilirim?

Ekim 2007’den beri ve özellikle geçen ayında Haziran ayında İskoçya’daki Findhorn’a yaptığım geziden beri gerçekten, uçak yolculuklarım dışında, daha az “tüketmeye” özen gösteriyorum. Kaynakları özenli kullanmaya. Ve geri dönüştürmek değil daha az atık üretmek gerektiğini fark ediyorum.

Ben her hafta birkaç kitap almadan duramazdım, son altı ayda gerçekten mutlaka sahip olmam gerekmiyorsa almıyorum. Yurtdışında inanın çok kitap okunmasına rağmen buna bile dikkat ediyorlar. Kütüphanelerden yararlanıyorlar, kitap grupları kuruyorlar ve kitaplarını paylaşıyorlar. Bizde de bu vardır, kitapları paylaşırız. Bence buradaki fark tasarrufu ve paylaşımı sadece gereksiz para harcamamak için değil, bu tüketimin çevreye etkisini azaltmak düşüncesi ile de yapıyorlar.

Gardırobumdaki giysileri inceliyorum. Nelere eski, nelere yeni diyorum – buna bakıyorum. Üç dört yıl önce artık eskidi diyerek ayırdığım giysi ve eşyalarımı tekrar kullanmaya başlıyorum. Seviyorsam ve kullanılabilir haldeyse varsın biraz eski yüzlü olsun hırkam. Alışkanlıklarımı değiştirmeye çalışıyorum.

Anne babalarımızın zaten yaptığı, belki birçoğunuzun yaptığı şeyler. Savurgan sorumsuz bir insandım diyemem, ama hayata fazla batılı yaklaşan bir ekol ile yaşar olmuşum bir süredir. Şimdiler de kendime gelmeye çalışıyorum.

Bu nedenle Fethiye’ye geldiğim günlerde eskiden hissetmediğim bir sıkıntı yaşıyorum. Buradaki evim klima ve elektrikli ısıtıcılar ile ısınıyor. Yılın çok uzun bir dönemi güneşli olan bu bölgede gerçekten evin sıcak su ısıtıcısı dışında güneşi kullanmıyor olmamız çok büyük bir eksiklik. Dünyanın uzun kışları olan bölgelerinde bile kısıtlı güneşli günlerden yararlanmaya çalışırken biz yüz binlerce insanın yaşadığı il ve ilçelerimizi elektrikli ile ısıtmaya çalışıyoruz. Burada bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Fethiye geri dönüşüm anlamında çok iyi çalışan bir şehir, ancak kışın ısıtma konusu bence ele alınması gereken büyük bir yara. Sadece bu İlçenin değil tüm Türkiye’nin ele alması gereken bir konu.

Alışkanlıklar kolay değişmiyor ama benim düşünce yapımda ve alışkanlıklarımda büyük değişiklikler olmaya başlıyor.

Bu beni nereye götürecek zaman gösterecek, ama en azından yaşadığım dünya sanki varlığını korumaya gayret ettiğim için bana biraz daha gülümseyerek bakıyor. Ya da ben öyle olduğunu düşünüp huzur buluyorum.

8 Ocak 2009 Perşembe

Findhorn'dan Dünya'ya Bakış


2008 yılının Haziran ayında özel bir eğitime katılmak üzere İskoçya’daydım, ünlü Findhorn’da. Dünyanın ilk ekoköyü olmanın ötesinde, burası tüm dünyaya aralarında ekoköyler ve sürdürülebilirlik de olan bir çok konuda eğitimler veren önemli bir merkez.

Ben Joy Drake ve Kathy Tyler tarafından neredeyse 30 yıl önce geliştirilen “Dönüşüm Oyunu –The Transformation Game”in kolaylaştırıcılık eğitimini almak üzere Findhorn’daydım. Üç hafta geçirdiğim İskoçya sahildeki bu ekolojik köyde 300-400 kişilik bu küçük yerleşimin son 44-45 yılda dünyayı nasıl derinden etkilediğini görme şansına kavuştum. Doğru bildiği şeyi yapma cesaretinin ve gayretinin mükemmel bir örneği Findhorn Ekoköyü. Dünya vatandaşı olduğumuzun bilinicini taşıyan bir grup insan.

2007 yılının Ekim ayında ve 2008’in Şubat ayında Ankara ODTÜ’de yapılan Uluslararası Sürdürülebilirlik Çalıştayları’na katılma şansım olmuştu. Findhorn’dan May East ve Michael Shaw eğitmenler arasındaydılar. Enerji çalışmalarım ile ilgili farklı gruplarda Findhorn ismini oldukça sık duyardım. Bu ekoköy sadece doğal yaşam ve çevre koruma çalışmaları ile tanınmıyor dünyada. İnsana, dünyaya ve evrene dair her türlü konunun açık platformlarda konuşulduğu, tartışıldığı bir yer aynı zamanda. ODTÜ Kimya Bölümü’nden Prof. Dr. Ali Gökmen, Prof. Dr. İnci Gökmen ve Biyolog Deniz Dinçel’in katkıları ile Türkiye’de bu kavram çerçevesinde ilk defa organize edilen bu çalıştaylarda Türkiye’nin farklı bölgelerinden ve farklı eğitimlerden ve iş kollarından seçilerek bu çalışmaların parçası olan katılımcılara sürdürülebilirlik üzerine eğitim verildi. Güncel olarak dünyaya yapılanlar ve bunları bireysel, kurumsal ve toplumsal platformlarda uygulamak için araçlar ve metotlar tartışıldı, incelendi.

Sürdürülebilirlik mevcut kaynaklarımızı bitirmeden, ileride kullanmak üzere yenileyebilir ya da ürettiğimiz kadar tüketir olmak demek bir anlamda. Sürdürülebilirlik gelecek nesillerin kaynaklarına bizlerin el atmaması demek. Kestiğimiz kadar ağaç yetiştirdiğimizden emin olmak demek. Karbol salınımlarını dengelemek demek. Sürdürülebilirlik bir arada sevgi, barış, huzur içinde yaşayabilmek, sorunları ve problemleri uzlaşma ile çözmek demek.

Findhorn’dan Michael Shaw ile bir konuşmamda işi nedeni ile oldukça sık uçağa binmek zorunda kaldığını ama karbon salınımını dengelemek için Bolivya’da ağaç ektirdiğini söylemişti. Yurtdışında kimi uçak firmaları biletinizi alırken böyle bir seçenek isteyip istemediğinizi sorar oldu. Dünyada bir şeyler değişiyor. İnşallah çok geç olmadan bu değişim, bu bilinç ülkemizde de yayılır.

Findhorn ekoköyünde farklı enerji yalıtım ve ısıtma tekniklerinin kullanıldığı binalar, doğal atık ve geri dönüşüm sistemleri, organik tarım üretim bölgelerini görmek mümkün. Ayrıca ekoköy rüzgâr türbünleri ile elektrik üretiyor ve yıllık olarak enerji fazlasına sahip.

Dünya’nın her bir köşesinden gelen kişilere kendi uygulamalarını hevesle anlatıyor ve öğretiyorlar. Ben önce ODTÜ’de sonra da orijinal mekânında bu uygulamaları öğrenme ve görme şansına kavuştum. Gerçektende anlattıkları gibi yaşayan, dünyayı ve değerli kaynaklarını korumayı görev kabul etmiş bir grup insan.

Ben İstanbul ve Fethiye’de yaşıyorum. Her iki şehirde sürdürülebilirlik anlamında yaşam senaryoları oldukça farklı. İstanbul dünya kaynaklarını tüketmede dünyanın diğer büyük şehirlerinden daha iyi bir yerde değil. Fethiye henüz şehirleşmemiş yapısı ile umut vaat ediyor; Türkiye’nin bu özellikle sebze yetiştiriciliğinde önemli yeri olan ziraat merkezi doğal üretim metotları ile öncülük yapabilme potansiyelini taşıyor.

Tabi neredeyse 10 aydan fazla süre güneşli olan Fethiye ilçemizde binaların çoğunun kışları elektrik ile ısıtıldığını görmek üzücü. Findhorn’dan gelen hocalar Ankara’da binaların çatılarında neden ısıtma için ve sıcak su için güneş panelleri olmadığını sorduklarında bizler Ankara’nın soğuk bir yer olduğunu söylemeye çalışırken, İskoçya’nın çok daha soğuk ve güneşsiz olduğunu hatırlatmışlardı. Ve hayret etmişlerdi. Fethiye’ye güneşli bir Ocak günü’nde gelmiş olsalar acaba neler söylerlerdi?

*
Sürdürülebilirliğin olması için farklı boyutlarının ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyor. Ekonomik ve ekolojik olarak sürdürülebilirliğin gerekleri var. Ancak sosyal boyutta yaşadığımız çevrelerde ilişkilerimizi ve toplumsal yaşamı sevgi, huzur ve uyum içinde sürdüremiyorsak sonraki adımları atmamız oldukça zorlaşıyor.

İskoçya’da, Ankara’da, Fethiye’de ya da İstanbul’da, tüm çabalar sürdürebileceğimiz bir yaşam için.

Z.

16 Aralık 2007 Pazar

Sürdürülebilir Yaşam ile Bir Ömür Boyu Gelişim


4-10.Ekim.2007 tarihleri arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin organize ettiği “Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Çalıştayı”na katılma şansına kavuştum. Ekolojik yaşam kavramlarının ele alındığı bu seminerde insanoğlu olarak bu dünyada varlığımızı sürdürülebilmek için yapmamız gerekenler içinde ekolojik ve ekonomik faktörler kadar sosyal faktörlerin ve kişisel gelişimimizin de üzerinde ödemle duruldu. Brezilyalı aktivist ve Findhorn Ekoköyü ile Birleşmiş Milletlerarası’ndaki koordinasyonu da sağlayan Sn. May East, sosyal konuları ele alan eğitmen olarak yer aldı Çalıştay’da.

A.B.D. Eski Başkan yardımcısı Al Gore ve Birleşmiş Milletler Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin Nobel Barış Ödülünü almış olması ile bu konuya ben de bu sayı da yer vermek istedim. Geçen yıl Ekim ayında ilk defa bir Türk’ün Nobel ödülü almasını konuşuyorduk. Bu yıl ise Orhan Pamuk ve edebiyat yerine Küresel Isınmayı konuşur olduk.

National Geographic dergisi Ekim 2007 ayında hem Türkçe hem de İngilizce sayılarında Bioyakıtlara ağırlıklı olarak yer verdi. Bu sayıda ODTÜ Kimya Bölümü’nden Prof. Dr. İnci Gökmen hocamızın da çok güzel bir yazısı yer alıyor. Ankara’daki Çalıştay’da Prof. Dr. İnci Gökmen’in ve Prof. Dr. Ali Gökmen hocalarımızın tecrübelerinden ve bilgilerinden faydalanma imkânı bulmuştuk.

Time Dergisi 23-29.Ekim.2007 tarihli sayısında Küresel Isınmayı önlemek için dünyada çalışma yapanlara yer verdi

‘Küresel Isınma’, ‘Sürdürülebilirlik’, ‘Sürdürülebilir Yaşam’ ifadelerini sanırım bundan sonra çok daha sık duyacağız.

Peki, ‘Sürdürülebilirlik’ Ne Demek?

Sürdürülebilirlik, herhangi bir faaliyetin, yaşamın eldeki imkânlar ile ve bu imkânları geri dönülemez şekilde tüketmeden, gelecek için gerekli kaynak ve imkânları bugünden tüketmeden devam ettirilebilir olması şeklinde tanımlanabilir.

Tarımda ya da turizm de sürdürülebilirlikten bahsedebileceğimiz gibi, dünyada sürdürülebilirlik kadar geniş bakabiliriz konuya. Ama dünyada değiştirebileceğim yegâne şeyin kendimiz ve kendi davranışlarımız olduğunu dikkate alırsak, kendi yaşamımızda neredeyiz diye sormak belki de en doğrusu olacak.

Sürdürülebilir Yaşam için Kişisel Gelişim

18.Ekim.2007 tarihinde Muğla Üniversitesi Fethiye Ali Sıktı Mefharet Koçman Meslek Yüksekokulu’nda “Sürdürülebilir Yaşam için Kişisel Gelişim” başlıklı bir seminer verdim. Bireysel gelişimimizin toplumsal ve küresel refah, huzur ve sağlık için ne kadar önemli olduğunu ben de bu semineri hazırlarken tekrar yüreğimde hissettim.

Türkiye’de öğrencilerinin gelişimi için gayret içindeki eğitim kurumlarını ve öğretim görevlilerini görmek ben aynı zamanda bir eğitmen olarak gerçekten çok mutlu ediyor. Fethiye Ali Sıtkı Mefharet Koçman Meslek Yüksekokulu öğrencilerine değişen dünya şartları ve sistemleri içinde kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için eğitimler veriyor, verdiriyor, çalışmalar yapıyor. 18.Ekim ’de bu defa Kişisel Gelişim konusunu beraberce ele aldık.

Nelerden mi bahsettik?

Özellikle kitaplardan.

Kendi kişisel gelişim yolumuzda en iyi arkadaşlarımız kitaplarımız. Paulo Coelho’nun “Simyacı”sı, Mitch Albom’um “Öğretmenim Mori ile Salı Buluşmaları”, Robin Sharma’nın “Sen Ölünce Kim Ağlar?”’ı, Louise L. Hay’in “Düşünce Gücü ile Tedavi”si, R.Şanal’ın “Kuantum Olumlama”sı, Don Miguel Ruiz’in “ Dört Anlaşma”sı…

Farklı kitaplarda aklıma geliyor sevdiğim ve önerdiğim kitapları saymaya başlayınca:
“Sophie’nin Dünyası”, “Türk’ün Ateşle İmtihanı”, “Vücudunuz Sizden Su İstiyor” …

Farklı farklı Çekim Yasası kitapları…

Danah Zohar, Reşat Nuri Gültekin, Orhan Veli…

Orhan Veli ne çok derde devadır. O kısacık yaşamına nasılda bir dünyayı sığdırabilmiş.

Birçok tamamlayıcı tıp metodu, örneğin EFT (Duygusal Özgürlük Tekniği) olumsuz duygularımızın bizde yarattığı etkilerden kurtulabilmemiz için uygulamalar öğretiyor. Ama diyorum ki, duyguları hissetmeyi hatırlıyor muyuz? “Erkekler Mars’tan Kadınlar Venüs’ten” serisinin yazarı John Gray’in henüz Türkçeye çevrilmemiş bir kitabı var “Hissettiğinizi, İyileştirebilirsiniz” adlı. Kendimizden çok mu uzaklaşıyoruz? Duygularımızın farkında mıyız? Orhan Veli bende yaşama özlemi yaratır. Artık Orhan Veli’nin dünyayı bırakmayı seçtiği yaşın üzerindeyim, belki o yüzden.


Findhorn’dan Dünya’ya Mesajlar

Daha önce bahsettiğim gibi ODTÜ’nün düzenlediği “Uluslararası Sürdürülebilir Yaşam Çalıştayı”nda İskoçya’da bulunan Findhorn Ekoköyü’nden iki ünlü eğitmen Sn. May East ve Sn. Michael Shaw’da bizlerleydi.
Sn. May East, Brezilyalı bir şarkıcı ve sosyal hareket öncülerindendir ve çevre konularında 30 yıldır uluslar arası platformlarda çalışmaktadır. 1992 yılından beri de Findhorn camiası içinde yer almakta ve eğitimce olarak görev yapmaktadır.
Sn. Michael Shaw ekolojik tasarım konusunda uzmanlaşmış bir mühendis olarak, özellikte atık su arıtım sistemlerinin patent sahiplerindendir. Dünyanın Hindistan’dan Bolivya’ya kadar farklı yerlerinde su arıtma sistemleri ve ekolojik yaşam birimleri kurmak üzere büyük emek veriyor.
Çalışmada May East toplumsal sürdürülebilirlik için hatırlamamız gereken konuların üzerinde durdu. İster bir dernek çalışması olup, ister bir okul kulübü ya da bir araya gelen bir müzik grubu, ortak çalışmak için bir araya gelmiş her birimde olması gereken özellikleri sıraladı May East. Diyor ki:
1- “Her hangi bir grubun var olabilmesi için grup bireylerinin birbirine güveni şart. Güven olmadan, bir grup insanın ortak bir hedef için yürümesi mümkün değil.

2- Tüm düşünce ve eleştiriler birebir aktarılmalı. ‘Kızın sana söylüyorum gelinim sen anla’ tarzı imalı ve direkt aktarılmayan şeyler iletişi olumsuz olarak etkiler.

3- Kişilerin arkasından değil yüzlerine ifade edin. Sevgi ile direkt olarak aktarın.

4- Diğer kişilerin olumlu özelliklerini kıskanmak yerine, kendimiz bu özelliklere sahipmişiz gibi sevinmenin bireysel ve toplumsal kuvvet getireceğini paylaştı. “Mudhita” adını verdiği bu düşünce ve yaklaşım yapısını “Senin neşem benim neşemdir”, “Senin başarın benim başarımdır” ifadeleri ile anlatabileceğini belirtti.
“Kendi eşsizliğinizin farkında olun ve aynı zamanda başkalarının yetenek ve başarılarını kendinizin gibi addedin.

5- Bir toplum olarak bir araya gelmek için anlaşmalar önemlidir. Varsaymadan net olarak ifade edilmeleri gereklidir. Olabildiğinde yapacağınız grup çalışmalarında hedefinizi ve bu hedefe ulaşmak üzere yapacaklarınızı ve takip edeceğiniz yolu ve prensiplerinizi yazılı hale getirin.

6- Ön hazırlık işlemlerinin uzun sürmesinden ve bu nedenle işe başlayamadığınız gibi endişeleri bırakın. Gerekli yazılı hazırlıkları ve belgelenmesi yapılmamış faaliyetlerin yaptığımız araştırmalara göre sadece %10 başarı oranı var. Hazırlık ve planlama çalışmalarına gereken önemi verin.

7- Herhangi bir değişimi gerçekleştirmek için 3 şeye gerek vardır: İhtiyaç, İstek ve Araçlar. İhtiyaç ve İstek yerinde olabilir ama gerekli Araçları kullanmazsanız hedefe ulaşmanız zordu. Her yeni değişim girişiminde, bu üç faktörün %100 olarak yerinde olup olmadığını işin en başından değerlendirmelisiniz.

8- Permakültür de bir kavram vardır ‘Kenarları En Fazla Hadde Çıkarmak.” Bu ne mi demek? Yaşam dönüşümleri, değişimleri, kıvramları, farklılıkları kucaklar. Beynime veya bağırsak sistemimize bakın. Nasıl kıvrımlardan oluşuyor ve ne kadar küçük bir alanda yaşam için ne büyük işler başarıyor. Bunu yaşama adapte ettiğimizde şunu söyleyebilir. Sosyal çalışmalarınızda, bireysel çalışmalarınızda farklı düşünceleri, farklılıkları kucaklayın. Bunlar yaşam enerjisini getirir. Ve bunu söylediğim gibi bir güven sistemi içinde yaşama aktarın.”


Findhorn doğaya saygı ile insanoğlunun iç sesini dinlediği, farklılıkları ortak bir misyon ve vizyon ile birlik içinde yaşayan bir toplum hayal ediyor ve bunu kurdukları 300 hanelik köylerinde tüm yönlerine ile uygulamaya çalışıyorlar. Dünyaya bir laboratuar gibi teorik çalışmaları uygulamaya geçirerek hizmet veriyor ve örnek oluyorlar.


Fethiye’den Çelikhan’a Sürdürülebilir Olmak

İstanbul’da, Ankara’da, Malatya’da, Kırklareli’nde, Taşköprü’de, Çelikhan’da, Yayladağı’nda, Harput’ta ya da Fethiye’de yaşamın sürdürülebilmesi için gerekenler çok farklı görünse de dünyanın esasında hepimizin ortak kaderinin paylaştığı ve paylaşacağı tek bir toprak olduğunu fark etmemiz gerekiyor.

Dünya ‘ben’ diyerek geçirdiğimiz zamanın bittiğini, ‘biz’ diyerek düşünmemiz ve hareket etmemiz gereken bir döneme girdiğimizi işaret ediyor bizi. Kendi gelişimimizde kendimize odaklanacağız bu doğru; ancak bütünün hayrı için, ülkemiz için, insanlık için, dünyamız için.

Don Miguel Ruiz’den, ünlü kitabından, bir hatırlatma - Dört Anlaşma:
1- Kullandığınız sözcükleri özenle seçin.
2- Hiçbir şeyi kişisel algılamayın.
3- Varsayımda bulunmayın.
4- Daima yapabildiğinin en iyisini yap.

Kabahat Denizde mi?

John Randolph Price diyor ki “Tüm gerçek keşifler içimizden gelir. ‘Sadece insanım’ diyebilirsiniz ya da ‘ Herkes hastalanır veya hepimizin başından kaza geçebilir veya paramız azalabilir veya komşu ile kavga edebiliriz’. Sadece insan olduğunuz fikri doğru değildir; ve dünyada mükemmelden eksik bir yaşam sürmeniz gerektiğine doğru değildir. İsa hepimizin tanrılar olduğunu söyledi ve Yaradan’ın bize Krallığını vermenin en büyük keyfi olduğunu. Biz sınırsız ve sonsuz bir Kralın evlatlarıyız ve cennet bu dünyada bize verilmiş bir haktır. Bilmiyor olmamız gerçeği değiştirmez. ‘Sırtım ağrıyor, borçlarım var, bu cennet mi şimdi, bu cehenneme daha çok benziyor’ dediğinizi duyar gibiyim. O zaman bilin ki bu sizin ve benim yarattığım bir cehennem. Eğer denizin içinde bocalıyorsanız boğulmamak için, bunda kabahati denizde aramayın, kabahat sizin yüzme bilmeyi bilmiyor olmanızda.”

***
Sevgi dolu günler sizinle olsun.
Z.

Ayın Onaylaması:
“Her zaman sonsuz ve sınırsız evrensel akıl ile işbirliği içindeyim. Bu yüzden ben, bu zekâyla birlikte akar ve çoğalırım. Bu yüzden ben, her zaman rahat ve sakinim. Bu yüzden her şey zorlamasız bir çabayla oluverir.”
R. Şanal

Üstatlardan:
“Sonsuz ve değişmeyen tarafımız ile bağlantıya geçtiğimizde, gerçek ölümsüzlüğümüzün bilgisine ulaşırız ve tüm korkular yaz esintisinde eriyen kar gibi yok olur gider.”
Dr. Deepak Chopra

Zeynep’in Kitap Tavsiyesi:
“Duygusal Özgürlük Tekniği”; Mürüvvet Murat