İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
Dali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dali etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ocak 2009 Çarşamba

Ruhumun Parmak İzi



Resim yaparken bazen 1 metreye 2 metre bir tuval ve kullandığım spatüller küçük gelir. Gider bir sünger alırım, ya da eldivenlerimi giyip ellerim ile boyamaya devam ederim. Bazense 0 numaralı bir suluboya fırçası fazla kalın gelir yapmak istediğim çizgiler için. O an için neyin uygun olduğunu o an’da yüreğim belirler.

Ben önden uzun tasarlamalar ile resim yapmayı çok uzun zamandır bıraktım. Tasarlayan ben ile yapan ben arasında geçen zamanda farklı bir ben var artık. Ön çalışmalarımı yaparım, bunu yapmamayı kastetmiyorum. Ancak iş fiilen yapmaya geldiğinde, hangi Zeynep duruyorsa tuvalin karşısında resmi yapan da iş de O’dur. Yapılması gerekeni değil içimden yapmak geleni yaparım.

“Zeynep senin tarzına benzer bir sergi var aman kaçırma” der bazen beni çok yakından tanımayan arkadaşlarım. Daha yakından tanıyanlar bilirler. Benim yaptığım gibi resim yapanları görmek güzeldir, ancak öğrenmek için değil, faydalanmak için değil, o ressamı daha iyi tanımak ve anlamak için, bir insanı tanımak için. İlham almak içinse şiir okumak isterim, bir romanı okumak veya müzik dinlemek isterim. Yaşamak, hissetmek ve sonra da yapmak hissettiklerime dair.

Picasso olamam ben, Dali olamam, Fikret Mualla olamam ben, Halide Edip Adıvar, Orhan Veli veya Orhan Pamuk olamayacağım gibi. Sadece ve sadece Zeynep Kocasinan olabilirim ben.

Başkaları gibi olmaya çalışabilirim; başarmam mümkün değil.

Bana ait bir ses var içimde. Ve işte o ses benim esas parmak izim.

İçimdeki ses ruhumun parmak izi.

*

Goethe: “Yapabileceğiniz ya da yapabileceğinize inandığınız bir şey varsa harekete geçin. Eylemde sihir, zarafet ve güç vardır.”

19 Ocak 2009 Pazartesi

İstanbul'u Arzulayan Resimler


Mayıs ayıydı. 2005. Barselona’ya tekrar gidiyordum, İstanbul’a çok benzettiğim bu şehre. Ve ilk yolculuğumdan farkı belki artık bu topraklarının dilinin bana o kadar da yabancı olmamasıydı.

Doğrusu Figueres’e, Dali’nin şehrine gitmek başta programda yoktu, ama 1-1,5 saatlik bir yolculuktan sonra Dali Müzesi’nde bulmuştum kendimi. Gerçekten de enteresan bir hayal dünyasında.



Sabancı Müzesi’ne Picasso sergisi ilk Barselona seyahatimden ve oradaki Picasso Müzesi’ni gördükten sonra gelmişti. Kasım 2005’ten Mart 2006’ya kadar Picasso gezindi İstanbul Boğazı’nda. Ve şimdi Dali, ve gitmesine az kaldı.

Her müzenin ayrı bir ruhu var, resimlerin ayrı bir ruhu olduğu gibi. Ve her resmin enerjisinin biz insanlar gibi olmak istediği yerler, dolaşmak istediği topraklar var. Bazen kök salacakları yerleri çabuk bulurlar. Bazense onlar da bizler gibi yüreklerinin çağırdığı yeri arar dururlar.

İstanbul’da Arkeoloji Müzesi farklıdır. İstanbul Modern ve Sabancı Müzeleri de bu şehri müzeleri olan diğer şehirler ile artık daha çok bağlıyor sanki.

Fethiye Müze Müdürlüğü’ne her gidişimde yüreğim biraz burkulur. Bu toprakların sunduğu tarihi korumakta, kollamakta, paylaşmakta neden bu kadar zorlanıyoruz diye. Ortaokul yıllarında ilk defa gittiğim Londra’daki British Museum’u gezdiğim günlerdeki hayretimi hatırlıyorum. Aynı tarihlerde İstanbul’da gezebildiğim Müzeler Topkapı Sarayı Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’ydi. Londra’ya gittiğim aynı yıl Paris’te Louvre Müzesi’ni de gezme şansım olmuştu. Ağabeyim Yaman ile müzede saatlerce kaldıktan sonra müzenin kapanma saatinin yaklaşmakta olduğunu fark edip koşarak yetişmiştik bazı bölümlerine. O günden sonra belki 4-5 defa daha Paris’e gitme şansım oldu. Ve karar verdim Louvre’ı gezme macerası bitmez. Ve bu güzel bir şey.

Bir yeğenim var altı yaşında. O Salvador Dali’nin İstanbul’daki sergisine benden önce gitti, anaokulu sınıfı ile. Ben ortaokul’da Mona Lisa ile tanıştım. Yine de çok şanslıydım. Ancak devir değişiyor, ne dersek diyelim dünya ile Türkiye arasındaki sınırlar artık çok farklı renkler ile çiziliyor.



Son Japonya seyahatimde Kurashiki’deki Ohara Sanat Müzesi’ni gezmiştim. Kurashiki, Okayama’nın batısında gerçekten rüya gibi küçük bir tarihi şehir. Ve bu şehirdeki Ohara Müzesi’nde Signac, Toulouse-Lautrec, Gauguin, Renoir ve Degas gibi sanatçıların eserlerini görmek mümkün. Orada bir Rothko gördüğümü de hatırlıyorum. Ohara Sanat Müzesi’nin bir özelliğine Japonya’da Batı eserlerinin daimi olarak sergilendiği ilk müze olması. Müzenin yeni bölümlerinde Japon, Yakın ve Uzak Doğu eserlerini de görmek mümkün.

*

Müzeler resimlere ev sahipliği yapıyor. Aramızda olan veya olmayan sanatçılardan bize emanet kalanlara bir yuva sağlıyor. Resimler de, heykeller de bizlerin arzuladığı gibi geceleri ruhlarının huzurda olacağı ve gündüzleri yaşam ile karışabilecekleri mekânları arıyor. Bir ev, bir müze veya bir atölye. Ve kimi resimler kapalı dolaplarda, depolarda gün ışığına çıkacakları zamanı bekliyorlar.

Haydi İstanbul misafirperverliğe devam. Kim bilir hangi ressam seninle kucaklaşmak istiyor.