İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
Louvre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Louvre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2009 Pazar

Tünelin Sonundaki Işık



Sizin hiç başınıza gelir mi? Sabah işe giderken ya da akşam eve dönerken, tam varacağınıza yere iyice yaklaşmışken radyoda en sevdiğiniz parçalardan biri çalmaya başlar. Ayağınız frene gider; yok ne yapsanız şarkı bitmeden varacaksınız. Ne tatlı bir heyecandır bu, ruhu nasıl da mutlu eder kimi şarkılar, nasıl da bitmesini istemez insan…

Belki de biz iyi hissettiğimiz için mi radyoda sevdiğimiz şarkılar çalar.

Bu akşam Cihangir’den araba ile Arnavutköy’e dönüyordum. Tam Kuruçeşme’ye gelmiştim ki çalan şarkı ile ruhum iyice keyiflenmeye başladı, Galatasaray adasını geçmeden iyice yavaşladım, bu şarkıyı kaçırmayacaktım.

Çok güzel bir akşam geçirdim bu akşam. Cihangir’de çok sevdiğim Japon dostlarımın evindeydim. Shumei’den Satoru ve Chikako Nakano ile. Yalnız değildik, yine Shumei’nin çalışmaları ile ilgili olarak tanıdığım eski arkadaşlar ve yeni yüzler de vardı. Çok keyifli bir çalışma, güzel bir yemek ve sohbet derken aradan dört, beş saat geçmiş.

Bu akşam yaptığımız Jyorei çalışmasında, ben Jyorei alırken gözlerim kapalı, geçtiğimiz Mayıs ayında ziyaret ettiğim Shumei’nin yaptırdığı Japonya’daki Miho Müzesi geldi hep gözlerimin önüne. Sanki müzeye giden tünelden tekrar yürüdüm ve tünelin sonunda bir vahaya kavuşmuş gibi karşıma çıkıverdi Miho Müzesi. Ağır ağır çıktım merdivenlerinden.

Miho Müzesi’ne gitmeden önce birkaç ay boyunca müzeye ulaştıran dağın içinde açılmış olan tünelden yürüdüğümü hayal etmiştim. Bir tünelin sonunda, gözlerimin gün ışığı ile tekrar buluştuğu yerdeki müzeye kavuşma fikri beni gerçekten heyecanlandırmıştı. Ne kadar güzel bir fikir, ne kadar güzel bir tasarım. Mimar I. M. Pei ne güzel düşünmüş.

Ünlü Çinli Amerikalı mimar I. M. Pei’in dünyada Miho Müzesi gibi onlarca farklı binayı ve yapıyı tasarladığını biliyordum. Mesela Paris’teki Louvre Müzesi önündeki farklı görüşler ile karşılanan modern cam piramit Pei’in tasarımıdır. Mezunu olduğum Cornell Üniversitesi kampusündeki “Johnson Sanat Müzesi’nin de mimarı olduğunu ise yıllar sonra, ve Japonya’dan geri döndükten çok sonra öğrenecektim.

Japonya’ya gitmeden önce birçok defa Miho Müzesi’nin merdivenlerinden ağır ağır çıktığımı hayal etmiştim. Ve gerçekten de öyle olmuştu. Shigaraki dağlarında biz müzeye ulaşma yolundayken, dağı saran ormanlardan yükselen sis bulutları sanki bizi karşılarken selamlıyorlardı. Sadece o anı yaşamak için Japonya’ya gelmiş olabilir miydim…

Ruhumun ne istediğini bilmek için yüreğimdeki sesi takip etmek zorundayım. Bir ses bana Japonya’ya gitmemi söyledi. Muhteşem insanlar ile tanıştım, muhteşem yerler gördüm, ancak benim ruhumun bir yarısı Shigaraki dağlarında kaldı; ve itiraf edeceğim belki en büyük kısmı da o dağların kalbindeki bir bölgede, bir dağın adeta içine yerleştirilmiş Miho Müzesi’nde. Belki bir parçam hala o tünelde yürüyor müzeye ulaşmak için, ve varmak istemiyor, o heyecanlı bekleyiş bitsin istemiyor; bu akşam eve dönerken bitmesini istemediğim şarkı gibi.

Ruhum kendine göre bir şarkı istiyor ve bu şarkı bazen kelimeler, bazense binlerce kilometre ötede yerden buharlaşıp yükselen yağmur damlaları ve sis bulutları ile yazılıyor…

19 Ocak 2009 Pazartesi

İstanbul'u Arzulayan Resimler


Mayıs ayıydı. 2005. Barselona’ya tekrar gidiyordum, İstanbul’a çok benzettiğim bu şehre. Ve ilk yolculuğumdan farkı belki artık bu topraklarının dilinin bana o kadar da yabancı olmamasıydı.

Doğrusu Figueres’e, Dali’nin şehrine gitmek başta programda yoktu, ama 1-1,5 saatlik bir yolculuktan sonra Dali Müzesi’nde bulmuştum kendimi. Gerçekten de enteresan bir hayal dünyasında.



Sabancı Müzesi’ne Picasso sergisi ilk Barselona seyahatimden ve oradaki Picasso Müzesi’ni gördükten sonra gelmişti. Kasım 2005’ten Mart 2006’ya kadar Picasso gezindi İstanbul Boğazı’nda. Ve şimdi Dali, ve gitmesine az kaldı.

Her müzenin ayrı bir ruhu var, resimlerin ayrı bir ruhu olduğu gibi. Ve her resmin enerjisinin biz insanlar gibi olmak istediği yerler, dolaşmak istediği topraklar var. Bazen kök salacakları yerleri çabuk bulurlar. Bazense onlar da bizler gibi yüreklerinin çağırdığı yeri arar dururlar.

İstanbul’da Arkeoloji Müzesi farklıdır. İstanbul Modern ve Sabancı Müzeleri de bu şehri müzeleri olan diğer şehirler ile artık daha çok bağlıyor sanki.

Fethiye Müze Müdürlüğü’ne her gidişimde yüreğim biraz burkulur. Bu toprakların sunduğu tarihi korumakta, kollamakta, paylaşmakta neden bu kadar zorlanıyoruz diye. Ortaokul yıllarında ilk defa gittiğim Londra’daki British Museum’u gezdiğim günlerdeki hayretimi hatırlıyorum. Aynı tarihlerde İstanbul’da gezebildiğim Müzeler Topkapı Sarayı Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’ydi. Londra’ya gittiğim aynı yıl Paris’te Louvre Müzesi’ni de gezme şansım olmuştu. Ağabeyim Yaman ile müzede saatlerce kaldıktan sonra müzenin kapanma saatinin yaklaşmakta olduğunu fark edip koşarak yetişmiştik bazı bölümlerine. O günden sonra belki 4-5 defa daha Paris’e gitme şansım oldu. Ve karar verdim Louvre’ı gezme macerası bitmez. Ve bu güzel bir şey.

Bir yeğenim var altı yaşında. O Salvador Dali’nin İstanbul’daki sergisine benden önce gitti, anaokulu sınıfı ile. Ben ortaokul’da Mona Lisa ile tanıştım. Yine de çok şanslıydım. Ancak devir değişiyor, ne dersek diyelim dünya ile Türkiye arasındaki sınırlar artık çok farklı renkler ile çiziliyor.



Son Japonya seyahatimde Kurashiki’deki Ohara Sanat Müzesi’ni gezmiştim. Kurashiki, Okayama’nın batısında gerçekten rüya gibi küçük bir tarihi şehir. Ve bu şehirdeki Ohara Müzesi’nde Signac, Toulouse-Lautrec, Gauguin, Renoir ve Degas gibi sanatçıların eserlerini görmek mümkün. Orada bir Rothko gördüğümü de hatırlıyorum. Ohara Sanat Müzesi’nin bir özelliğine Japonya’da Batı eserlerinin daimi olarak sergilendiği ilk müze olması. Müzenin yeni bölümlerinde Japon, Yakın ve Uzak Doğu eserlerini de görmek mümkün.

*

Müzeler resimlere ev sahipliği yapıyor. Aramızda olan veya olmayan sanatçılardan bize emanet kalanlara bir yuva sağlıyor. Resimler de, heykeller de bizlerin arzuladığı gibi geceleri ruhlarının huzurda olacağı ve gündüzleri yaşam ile karışabilecekleri mekânları arıyor. Bir ev, bir müze veya bir atölye. Ve kimi resimler kapalı dolaplarda, depolarda gün ışığına çıkacakları zamanı bekliyorlar.

Haydi İstanbul misafirperverliğe devam. Kim bilir hangi ressam seninle kucaklaşmak istiyor.