İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
Şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2021 Perşembe

Yıkılıp Yapılan


Kaybettin, kabul et,

Canın yanıyorsa, bırak yansın,


Nefes alıp verdiğin sürece, 

Son olmayacak bu yangın;


Defalarca uyandık karanlıklara,

Defalarca pansuman yaptık yaralarımıza;


Öldürmeyen güçlendirir demeyeceğim sana

Ama bugün dünden daha güçlüsün;


Bir kere daha ruhundaki cevheri keşfetmek için,

Çıkıyorsun bir yolculuğa,


Pişmanlıkları, keşkeleri koyup bir yana,

Başlıyorsun hikayeyi yeniden yazmaya;


Kazanırken yürümek kolaydır

ve kazanarak büyümek,

Düşüp de kalkabiliyor musun,

Hediye orada;


Sislerin ortasında kaldığında,

Kapatıp gözlerini, kalbinin sesiyle

Yeni yolunu keşfedebiliyor musun?


Kolay yanıtları herkes bulur,

Sen unutup eski seni, 

Yeniden bir sen olabilmekten haber ver…

İz


Son nefesinmiş gibi,

Ya da tükenecekmiş gibi saatler,

Bir telaş var üstünde;


Duymayacaklar,

Ve belki bilmeyecekler,

Umurunda olanların belki sen farkında olmayacaksın;


Üzüntün alkışlanmıyorsun diye mi,

Sen de mi kendin için yaşamayı bıraktın;


Geriye kalacak olanı,

Bildiklerinle hesaplayamazsın.


İsterim

Ben de isterim

Kalbimi pamuklara sarsınlar,

Dikenli dillere 

benden başka dur diyen olsun,


İsterim ben de,

Yeniden doğmayı,

Ya da yeniden doğmuşçasına

Başlamayı yeniden,


İsterim

Bir Zen bahçesinde çakıl taşlarına kapılayım,

Gelgitli sahillerde

Yok olacağını bile bile

Islak kumlarda izimi bırakayım.

Arayış

Yeter

Bu kalp acısı

Bu hayal kırıklığı

Bu üzüntü,

Yeter

Bu uzaklardan özleyiş,

Yeter

Bu umudun sonuna geliş,


Koştuğun köşelerden

Yol çıkmıyor aydınlığa,

Sihirli değneklere inanmayı ise

Çoktan bıraktın,


Hayal dünyasında kaybolmak için

Kaçıp duruyorsun

İçeri daha da içeri,


Sonsuz gibi görünsede

Atladığın kuyular,

Ayağın yere bastığında,

O zaman ne yapacaksın?

Kabahatli

Kabahatli ararım,

Atmalı sorumlulukları tek tek üzerimizden,

Kuşun tüyü fazla gelir,

Fazla gelir toz zerresi,


Zamanında taşımışsın dağları,

Kimin umurunda.

22 Aralık 2021 Çarşamba

Maskenin Ardı

Kafan bulanık.


Dönmek istesen de düne,

Çıktı ok yaydan bir kere,


Bulabilmek için bir umut,

Tarıyorsun zihninin kütüphanelerini,


Oysa,

Bildiklerinden farklı bu hamle,


Karanlık, sokağın griliğinden değil,

Bulutlar değil ışığını kapatan,


Ruhuna geçirilmiş tırnaklar

Bildik düşmanlarından değil,


Maskeler düşerken

Görünen yüzler,

İnsana benzeyen neleri gizler…

21 Aralık 2021 Salı

Sen

Seni sen yapanların bir araya gelişi


İlahi bir hediyeydi belki,


Kimbilir kaç yaşamdır bedelini ödüyor olabilirsin


Bu beklenmedik tesadüflerin, 


Kıskanmıyorum diyemem,

Ama daha çok anlamak istiyorum seni,

Anlamak istiyorum,

Senin hikayen için nasıl dizilmiş yıldızlar?


Sana mı verdiler seçme hakkını,

Yoksa tek tek mi yazdılar her karşılaşmayı,


Sana mı ait ilhamlar,

Yoksa sadece onların sözleri için seçilmiş 

bir kalem misin sen?


Kelimelerin üzerinde akan mürekkebin rengi 

sanki bir kaleydoskop gibi büyülüyor rast gelenleri,


Ne çok isterdim

Yarattığın dünyaların özenle seçilmiş sahte parıltılar olmalarını,


Ama sen,


Baktığın gözlerdeki dünyaların derinliklerinde gezerken,


Midye kabuklarını açar gibi kırsan da savunmalarını,


Ürkmeden teslim oluyorlar keşiflerine,


Senin tarafından keşfedilmenin,

Savunmasız bırakılmanın en güvenli hali olmasının şaşkınlığı ile

Yaşamının zincirine bağlanıp,


Seninle ölümlü ama

Hayatın hücrelerinde adeta hep yaşayacak olmanın dingin ve kıpırtılı heyecanı ile…

31 Mart 2020 Salı

Şiirler, 2020, Bilinmezli Günlerden


1

En çok bizi yükseltmek isteyen ellerden aldık hıncımızı,

En çok sevmek isteyenlere sapladık ihanetimizin oklarını,

Uğraşmayı bıraksınlar diye belki
En çok onları yalnız bıraktık,
Biraz kırgın, biraz bezgin, inanmakta zorlandık bizden vazgeçmeyişlerine,

Hayal kırıklıklarının cam kesikleri sızıyordu ruhlarının ince derisinden,
Yine de,
Yüzlerinde bizi çıldırtan o affedici tebessümle
Koşuyorlardı bize doğru dolu dizgin,
Bileklerinde kesikleri derinleşirken
tahmin edemeyecekleri kayalara derinden çivilediğimiz zincirlerinin.

(17 Mart 2020, Arnavutköy)

2


Hayal edemeyeceğimiz sabahlara uyandık,
Karşımızda bekleyen fırtınanın koyulaşan rengini
görmemek için çevirirken başımızı
sakince ya da acemi telaşlarla,
Belki de oyalamalıydık aklımız kadar gönlümüzü de,
Bildiğimizi sandıklarımıza ürkek inançlarla tutunurken
yeniden başlamak gerekeceğini bilmeyen var mıydı?

(27 Mart 2020, Arnavutköy)

3

O bahçenin, rüzgarda hafifçe salınan, 
adını bilmediğim ağacının hissettirdiği huzur muydu bu?
On yılı geçkin bir zaman önce ben de dolaştım o bahçede,
Belki ben de yürüdüm altından,
Kİ mutlaka o zamanda oradaydı,
Belki ben de dokundum o ne çok kalın ne çok ince gövdesine,
ben de umursamadan baktım kahvrenginin tonlarına ve yeşiline,
şimdi hissedilebileceğini bilmediğim o garip özlemle baktığım
o renklerine,
Daha da mı canlanmış görünüyor yarattığı özlemle?

Ayağının altında ezilen toprağın sesini duymanın 
bana iyi geleceğini nasıl bilebildin?
Ve telefonun ucunda sessizce seyrettirdiğin ağaç 
şimdi hala hafifçe salınıyor rüyasız bir gecenin sabahında.

(27 Mart 2020, Arnavutköy)

4

Tarihin yapraklarında adını ve adımı göreceğimizi bilemezdik,
Bilemezdik kendi hayatlarımızı bir film gibi seyredeceğimizi,
Gerçekle yalan sık sık karışıyordu ama 
kurgu ile gerçek hiç bu kadar yakın durdular mı istemeden?

Gün doğuyor, gün batıyor,
Sofradaki yemek ile sayıyorum aydınlık ve karanlığı,
Başımız önümüzde yarına belki bakar gibi yapıyoruz ürkekçe ama
sonrasını, sonrasını düşünmeye cesaret edenlerin
sırtından aşağıya 
bir ürperme, bir korku, 
bir zorlanmış umut, bir huzur arayan teslimiyet,
süzülüyor,
bazen aniden, bazen usul usul…

(28 Mart 2020, Arnavutköy)


5
Özgürlüğü kaçabilmekte sandım,
Hani 2 gün için gitmişliğim var New York’a, Miami’ye,
3 günlüğüne Japonya’ya,
24 değil, 16 saatliğine Fethiye’ye gidip dönmüşlüğüm var İstanbul’dan,
yok iş için değil, dinlenmek için,
iş için İstanbul’dan Ankara’ya uçup, havalimanında toplantımı yapıp ilk uçak ile dönmüşlüğüm var,

Özgürlüğü uzaklara gidebilmekte sandım uzun süre,
Bir haftada dokuz defa uçtum deyince
acilde yatarken doktora,
yavaşlamanız lazım dedi bana yavaşça,
Ben de gidebildikçe kendimi daha özgür sandım,
Uzunca bir süre,

Sonra,
Sonra,
Yok, koronalı günlerde değil, ilk defa dokuz yıl önce bugünlerde,
Aniden,
Her haftasonu yaptığım gibi bir eğitim için Londra’ya gitmek için
bir eksiğimi almak üzereyken,
döndü dünyam, kıpırdayamadım,
ambulansın içinde 
camdan görebildiğim kadarı ile
geçtiğimiz sokak ve caddelerdeki binalara bakıp 
nereden geçtiğimizi anlamaya çalışırken
zihnim de bedenim gibi durmaya başladı,

Nereye koşuyordum ben,
Ve neden
Neden koşuyordum ben?


Dokuz yıl geçti,
Birkaç defa daha,
Kimileri aylarca,
Basit bir kulak rahatsızlığı ile tamamen durdu dünyam,
Yaşam kıpırdamadan bir yerde kalmak, aylarda bir evin içinde, bazen bir odanın içinde kalmak ne demek, esasında çok da insaflı ve çok daha kolaylaştırarak zoru gösterdi bana,

Ve zor öğrenen öğrenci olsamda,
Öğretti bana,
Durmayı seçmek gerektiğini,
Durmadan koşunun yerinde saymak olduğunu zaman keşfettirdi,
İpi göğüslemek için koştuğumu zannedip
kendimi bambaşka diyarlarda buldukça,

Ben durmayı öğrendim,
Öğrenmeyi reddeden öğrenci edası ile düşe kalka,
Koşmak istiyorsam
düşüncelerimin arasında dans ediyorum,
koşuyorsam eğer duygularımın keşfedilecek yeni tatlarına koşuyorum
bile isteye,

Ben içimde koşarken,
Şimdi dünya duruyor,
Dünya,
Duruyor
Kuzeyden Güneye,
Ayırmadan, ayırarak ve tüm ayrımları reddedercesine,

Dünya duruyor,
Ve,
Biz,
Tüm tahminlerin anlamsız göründüğü bu günlerde,
Bizi bekleyen geleceğin tahminlerine
şüpheden öte
inançsızlık kadar isteksizlik ile de bakarken,
Yeni bir dünyaya uyanacağımızı bildiğimiz
bu garip rüyayı rüyamızın içinde seyrediyoruz.

(29 Mart 2020, Arnavutköy)


6

Çorbayı karıştırırken bile
dökülebiliyor yaşlar gözlerimden,
İstemek, düşünmek, hani çok da etkisinde kalmak gerekmiyor artık olayların,

Bir yerde, bir şehirde,
bayraklar yarıya indirilmiş diyor haberler,
Gözüm tencerede kaynamaya başlayan
bulgur, mercimek, patates ve havucun hareketlerine
dalıp gidiyor…


(31 Mart 2020, Arnavutköy)

7

Tarihin yapraklarında adını ve adımı göreceğimizi bilemezdik,
Bilemezdik kendi hayatlarımızı bir film gibi seyredeceğimizi,
Gerçekle yalan sık sık karışıyordu ama 
kurgu ile gerçek hiç bu kadar yakın durdular mı istemeden?

Gün doğuyor, gün batıyor,
Sofradaki yemek ile sayıyorum aydınlık ve karanlığı,
Başımız önümüzde yarına belki bakar gibi yapıyoruz ürkekçe ama
sonrasını, sonrasını düşünmeye cesaret edenlerin
sırtından aşağıya 
bir ürperme, bir korku, 
bir zorlanmış umut, bir huzur arayan teslimiyet,
süzülüyor,
bazen aniden, bazen usul usul…


(28 Mart 2020, Arnavutköy)

17 Ocak 2009 Cumartesi

Zahrad dedi ki "Işığını Söndürme Sakın"


Zahrad'ın şiirlerini okumak geldi bugün içimden, ve ne kadar oldu diye düşündüm, Zahrad öleli ne kadar oldu? Neredeyse iki yıl.

...


Amsterdam’dan gelen bir e-posta ile başladı hikâye. Lise ve üniversite yıllarından en yakın arkadaşım eşinin amcasının vefatını haber veriyordu. Bir arkadaşımın acısı benimde yüreğimde her zaman sızlar. Ama ya ölen ZAHRAD’sa?





ZAHRAD kim midir?
Ben 21.Mart.2005 günü tanıştım Zahrad ile, Zareh Yaldızcıyan ile. Zahrad arkadaşımın amcasıdır. Zahrad şiirleri yirmibeş dile çevrilmiş, ödüller almış, nişanlar ile onurlandırılmış, hayatını şiire adamış bir şairdir. 2007 yılının Şubat ayında Zahrad’ı kaybettik.

Ben Zahrad’ı bir kere ziyaret edebildim ve sanırım sadece bir iki kere de telefonda konuşabildim; ama hayatımızdan geçen ama iz bırakan insanlar vardır ya, Zahrad’da böyle oldu benim için.

Hikâye 2005 yılından bir iki yıl önce başladı esasında. Arasında Zahrad’ın yeğeninin de olduğu arkadaşlarım ile çıktığımız bir mavi yolculuk gezisine bir araya toplamayı başardığım şiirlerimi de getirmiştim. Arkadaşlarıma okutmak, düşüncelerini almak istemiştim. O zaman Zahrad’ın yeğeni - ben Zahrad’ın varlığını o zaman bilmiyordum henüz – “Seni amcam ile tanıştırayım ben” dedi. “Ünlü bir şairdir esasında O.

Ve derken karşıma Zahrad ile ilgili şeyler çıkmaya başladı. Ve aradan en az bir yıl geçmişti ki sanırım, dayanamadım ve “Tanıştırır mısın beni amcanla” dedim Arek’e. Hemen kabul etti ve dedi ki “bugünlerde bir de şiir kitabı çıkmış bir şiir serisinde.” Hemen atıldım “Adam Yayınlarının Şiir Klasikleri serisinde mi?” diye. Arek bana o kitabı ve diğer bir kitabını daha okumam için verdi. Bu kitaplar hala bende ve geri verilmeyi bekliyorlar. Ancak, bir kitap benim olmayınca beni bir huzursuzluk alır, bana ait olması arzusu beni rahat bırakmaz. Ben de Adam Yayınlarının o şiir serisinin neredeyse tamamı vardı. Kumaş ciltli, kapaklı muhteşem kitaplardı. Sheakespeare’dan Walt Witman’a , Özdemir Asaf’tan ve Orhan Veli’ye yerli ve yabancı üstat şairlerin eserlerinin yer aldığı 10-15 kitaplık bir seri. Ancak Zahrad’ın ki yoktu bende. Zahrad’ın bu seride yer aldığını fark etmemiştim. Hemen Akmerkez’deki Remzi Kitabevi’ne koştum. Seri oradaydı ama Zahrad’ın kitabı ellerinde kalmamıştı. Hemen getirttim. Sıra kitabını imzalatmaya gelecekti yakında.




***

ZAHRAD kimdir?
Şiiri yaşayan, yaşamını şiir olarak yaşayan bir insan. Söylemek istediklerini, bir romanı şiirin dizelerine sığdırabilmek için uğraş veren bir savaşçı. Narin bir savaşçı. Zahrad’ı anlatmak bana düşmez sanırım ama Zahrad’ın bana yaşattıklarını söylemeye hakkım var ve söylemek zorundayım.

Ortaokul yıllarından beri şiir benim için hayatımdaki en önemli şeylerden biri oldu. Sanırım yaşamda düşünceleri aktarmakta zorlanmıyordum ama duygulara gelince iş, hissettiklerimizi ifade etmekte engellerimiz vardı. Yani uzun uzun değil kısa kısa, kısacıkta uzun uzun anlatma arzusu. Söylemeden söylemek arzusu. Şiir benim için böyle bir şeydi. Ancak, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ne başladığım 1981 yılından beri içimde olan şiir ateşi sönmek üzerindeyken yetişti Zahrad; ve içimde tekrar yazma arzusunu uyandırdı. Doğru yaptığımı hissettirdi bana. Şiire bir yaşam bile adanabiliyordu.

Zahrad’ın şiirleri yaşamın içindeki çocuksu tadı ve bir o kadar da yaşamdaki ince hüznü tarif ediyor bana. Yaşamın özüne dokunuyor.
86 kısacık dize ile anlatıyor tüm yaşamını ÖZGEÇMİŞ adlı şiirinde. Belki biraz bizi de anlatıyor.

Okumak gerek, nasıl bakmış Zahrad yaşama. O kadar çok şiiri var ki sevdiğim tekrar tekrar okuduğum.
REDDİYE, KERTENKELE, İHTİYAT …

Ya da şehirlere dair şiirleri. LONDRA, FLORANSA, RİO, AMSTERDAM, ŞİRAZ, KAHİRE, TEL-AVİV. Altı yedi satırda bir şehrin ruhu seriliyor gözleriniz önüne.
Dört, beş sayfada devri âlem.

Ya da Zahrad’ın içindeki çocuk konuşur VELET şiirinde olduğu gibi:

Mahallenin velediyim
- zillerinizi çalarım
ve siz açıncaya dek kapıyı
pırr… ben kirişi kırarım –
bakarsınız – kimse yok

Mahallenin velediyim – bilirim
öyle tak eder ki canınıza
öyle fitili almış – basarsınız ki kalayı
bir pirelenmeyegörün benden
hiç dinlemez – bozarsınız façamı

Mahallenin velediyim – yine de
çaldığımda kapınızı
görürüm ki – iyiye yorarsınız hep-
umutlarla coşkularla hummalı
kim bu diye
bir hoş
koşarsınız kapıya

o umut
ve o düş anı
olası mutluluk anı kısacık
ki bir an olsun renge boğar
ışıtır
tekdüze yaşantınızı
- mahallenin velediyim – bana borçlusunuz
Siz o hazzı

***

Beni ne daha çok etkilemişti bilmiyorum. 80 küsur yıllık yaşamını şiire adaması mı, şiirden bahsedince gözlerinin nemlenmesi ama aynı zamanda ışıldaması mı, zarafeti, yumuşaklığı, konuşmasındaki çocuksu neşenin tadı mı, yoksa derinde ama sanki doğduğu günden beri kendisinde olduğu hissini veren hüzün mü? Bir iz bıraktı bende Zahrad; sanki küllenmiş olan yazma isteğimi tekrar alevlendirdi.

***
Okumanız gerek, anlatmam zor. Ancak belki de en çok okuduğum, söylediğim şiirlerin biri olduğu için ISLAK’ı paylaşmadan geçemeyeceğim. Biz nelere “ıslak” diyoruz acaba?

***
ISLAK

Ne varsa güzeldir
yuvarlak olan
kendiyle başlar çünkü
kendiyle biter

oysa öyle minnacık ki yengeç
bilmez
dünyanın yuvarlak olduğunu

Sorarsanız
ıslak der.


***

Zahrad’ın Adam Yayınlarından çıkan kitabının adı “Işığını Söndürme Sakın”.
Ne mutlu iz bırakanlara ve iz bırakarak meşalelerin yanmaya devam etmesini sağlayanlara.

Ben Zahrad’ı sadece bir kere gördüm. Ancak sadece ismi bile, şair olarak seçtiği isim bile ruhuma dokunuyor. Zamanla ölçülmez insanların bizde bıraktığı izler; sözcükler bizi sonsuzluğa taşıyor.

Zahrad ölmüş dediler, ama bana öyle gelmiyor.

31 Ekim 2007 Çarşamba

Yalnızlık zamanı geldiyse eğer...


Bazen düşünürüm hüzün olmasa edebiyat olur muydu diye?
Mesela yağmurlu günlerde canım biriyle konuşmak isterse ve o insan kaybedilmişler arasında ise?
Bu kaybedilmişleri kimileri artık başka evrenlerin başka katmanlarında olabilir.
Ama ya bu kaybedilmişler ruhumun içindeki fırtınaları en iyi anlamasını umduğunuz insanlarsa?
Ya o zaman ne olacak?

Yağmurlu günler ve gri gündüzler olmasa edebiyat olur mu diye düşünürüm zaman zaman.
Yitirilmiş sevgiler, uzaklardaki sevgililer ve yaşanamamış sevgiler olmasa, edebiyat olur muydu?
Bilmiyorum. Bilemiyorum. Hüzünlerden kendi payıma düşenleri aldım zamanı geldikçe.
Hüzünsüzlük insana dair bir özellik değil belki de.

Müziği sonuna kadar açıp bir sigara yakıp rüzgârı seyretmek nedir bilirim.
Zevkten evde kendi başıma aynı müziklerle dans etmeyi de biliyorum.
Sevinç ve üzüntünün tahmin edeceğimden yakın kardeşler olduğu bana öğretildi.

Dışarıdaki ağaçları eğen Kasım rüzgârı gibi bir rüzgâr içimde eserken, bir durgun göl olmayı bilirim.
Hissettiklerimi yaşamamayı, yaşadıklarımı hissetmemekten daha iyi bilirim.

Yağmur dökemediğimiz gözyaşları olur.
Rüzgâr koşmak koşmak koşmak isterken yetişir imdadıma.
Müziğin sesinin yüksekliği yetmez içimden yükselen sesleri susturmaya.
Tekrar ve tekrar ve tekrar, yanı şarkıyı dinlerim, artık benim sesim oluncaya kadar.

Ben yalnız zamanlarımda Babamı özlerim,
Üç sene oldu O terki diyar edeli.
Ve şimdi de, belki de uzakta olduğum için daha çok Annemi.

Öğreniyorum,
Yalnızlık zamanı geldiyse eğer,

Çare yok, yaşamaktan başka.

11/11/2007, Fethiye