İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
öğretmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
öğretmen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mayıs 2020 Pazar

Yol

İş hayatında, babam dışında gerçek anlamda bir patronum olmadı.  İşe başladığım günden vefat ettiği neredeyse günü gününe tam 12 yıldan sonra başka bir şirkette ya da bir amir ile de çalışmadım. O nedenle, patronlar ve amirler ile çalışmak konusunda çok tecrübeli olduğum söylenemez.

Diğer yandan, ilk işe başladığım günden özellikle kırk yaşıma gelene kadar geçen 18 yıllık sürede, çok insanın çok işini yaptım.  İşe başladığımda, babam, ne kadar dünyanın ünlü üniversitelerinden birinden mezun olmuş olsam da, işin sahada öğrenilmesi gerektiğine ve tecrübenin değerine inanan bir insan olarak benim her işi yapmamı istedi. Ve evet bu zaman zaman, bu iş için görevli başka bir çalışanımız olsa da, fotokopi çekmeyi, bazı metinleri daktilo etmeyi, ki Allah’tan bunu işe başlar başlamaz aldırmayı başardığım bilgisayarımızda yapabiliyordum, ya da onunla görüşmeye gelen misafirlere ne içeceklerini sormayı ve ikram etmeyi de içerebiliyordu.

Üniversiteden mezun olup, ve bir de dış dünyayı gördüğü için kendini pek bilgili ve pek de becerili sanan bir çok genç gibi ben de işe başladığımda farklı şeyler hayal ediyordum muhtemelen. Babam ise, Türkiye’ye döndüğüm günün ertesi sabahında başlayan şok iş terapisi ile bir yandan ayaklarımı yere bastırmaya ve bir şekilde beni kendime getirmeye çalışıyordu muhtemelen.

Bu basit, hani o zamanlarda bile ortaokulda okuyan bir çocuğun yerine göre yerine getirebileceği bu sıradan işleri yaparken, zaman zaman babam, benim için ayrılan ve onunkinden daha büyük çalışma odamdaki masama okumam için bir dosya bırakıyordu. Bazen mesela aynı gün, birkaç defa daha odama sessizce gelip büyükçe masamın sağ üst bölümüne bir iki dosya daha bırakıyordu. Bir şey söylemeden.  Bu bunlara bir bak, oku, demek olmalıydı.  İlk birkaç defa, bunlarla ne yapacağım, diye sormuştum sanıyorum ama cevap vermemişti.  Yıllar içinde çok daha iyi öğrenecektim. Kestirme yanıtlar, kısa özet cevaplar,  hazır olarak sunulmuş bilgi paketleri babamın öğretme tarzı edildi. O daha farklı bir öğrenme şekline inanıyordu ve ilk başlarda, tamam belki uzun bir süre, şikayet etsem de, o öğretme ve öğrenme şekli bana çok ama çok uyuyordu.

Aradan geçen zamanın detaylarını tam hatırlamıyorum ama ben işe başladıktan sonra sanırım üç ay kadar geçmişti.  Babam beni odasına çağırdı, masasının önündeki iskemleye oturmam için işaret etti, bir konuyu anlattı, konunun detaylarının üzerinden geçti, ilgili yazışmaları anlattı, sonra da benim az önce temize çekerek getirdiğim yazıyı bana tekrar uzattı.  Tekrar okumamı istedi. Yazıyı okudum. Herhalde bir yerde bir yazım hatası yaptım, babam düzelttirecek herhalde, dedim. Son haftalarda zamanımın büyük bir kısmı babamın yazmam için verdiği yazıları düzeltmekle geçiyordu. İşe başladığım ilk günlerde elle yazdığı yazıları daktilo etmemi isterken son haftalarda konuyu ve ilgili dokümanları vererek yazıyı benim yazmayı istiyordu ama aynı yazıyı defalarca tekrar tekrar yazmaktan bunalmaya başlamıştım.  

Elimdeki birkaç sayfalık yazıyı okudum. Bir şey göremedim. Sonra sayfaları ileri geri çevirerek birkaç defa daha baktım.  Doğrusu ne hata yaptığımı bulamıyordum.  Bu sürede babamın sessizce yerinde oturduğunu söylememe gerek var mı bilmiyorum.  Başımı kaldırdığımda açık mavi renkli gözleri ile bana bakmakta olduğunu fark etmiştim.  Bana bir şey söyleyecekti ama yüzünde farklı bir ifade vardı.  

“Kızım,” dedi, “şimdi senin şu şu bankanın genel müdür yardımcısına girerek, bu konuyu görüşmeni istiyorum.”  Babam konuşuyordu, ben duyduklarımı anladığımdan emin değildim.  İlk reaksiyon olarak, “Babacım, ben nasıl giderim?” dediğimi hatırlıyorum.  Bu arada iş hayatım boyunca, ofiste, babama Sinan Bey olarak hitap ettim, o da bana Zeynep Hanım, dedi. Yani kızım, baba gibi kelimeler bizim mesai saatlerindeki diyaloglarımızda çok yer almadı ama işe daha nispeten çok yeni başlamış, çok acemi bir mühendis ve iş insanı olarak, şirketin önemli bir konusunu bir bankanın genel müdür yardımcısı ile konuşabilecek olmak benim için o aşamada çok ama çok uzak bir kavramdı.  Ben yazı yazıyordum, evrak dosyalıyordum, ofiste bununla görevli birkaç kişi olsa da zaman zaman telefonlara yanıt veriyor, fotokopi çekiyordum.  Benim farkında olmadığım bir şey vardı.  Sonrasında gerçek anlamı ile belki de ancak babam vefat ettikten sonra fark edebildiğim bir şey vardı.  Babam gerçekten çok ama çok başarılı bir eğitmendi ve çok kısa denilebilecek bir sürede, hiçbir fikrim olmayan konular konusunda beni bilgilendirme şekli ile, çok hızlı şekilde öğrenmemi sağlamıştı. 


Zaman zaman düşünürüm, 12 yıl birlikte çalıştığım Sinan Kocasinan ile şimdiki aklım ile bir 12 yıl çalışma şansım olsa herhalde bambaşka bir insan olurdum.  

Babam için çalışmak hem çok çok zor, hem de enteresan şekilde keyifliydi.  Çok sevdiği kızı olmanız fark etmezdi, eğer Sinan Kocasinan bir işi beğenmez ise, onu kabul ettirmeniz imkansızdı.  Babamın bir işi beğenme kriterlerinden belki de en önemlisi, elinizden gelenin en iyisini yapmaya sonuna kadar gayret göstermiş olmanızdı.

O, bir işadamı olmasına rağmen, bir işin bitirilmesinden çok, işi yapan kişinin o işi tam ve hakkıyla yapmayı öğrenmiş olmasına daha çok önem verirdi.  Bu onu farklı kılan en önemli özelliklerinden biriydi belki de.

Başta söyledim ya, patronum tek olsa da, hem iş hayatında, hem sosyal çalışmalarda çok insan için çok iş yaptım.  Babamın prensiplerinden olan, boş durmak yerine boşa koşmayı tercih eden bir yaklaşımla, birilerine faydalı olabilmek, bir işlerini tamamlamak ya da çözebilmek bana büyük mutluluk veriyordu.  Bu kimi zaman gece yarılarına kadar, sabahın mesai öncesi erken saatlerinde ya da haftasonu tatillerinde, resmi tatillerde, bayram tatillerinde birileri için birşeyler yapmak, kendim için olmasa da çalışıyor olmak anlamına geliyordu.

İş yapmayı seven biri için işi yapmak genelde işin sonunda alacağınız teşekkür ya da takdirden daha önemlidir.  Ödül o işi başarmış olmak, yapabilmektedir genelde.  Yine de, işi veren kişinin işi yaparken ama belki de en önemlisi iş bittiğindeki yaklaşımı işi yapma arzunuzda çok ama çok büyük bir fark da yaratır.

Elli yaşımı tamamlamakta olduğum bu günlerde biliyorum ki, ne kadar angarya ya da zorlu olsa da, bazı kişilerin bizden yapmamız için bir şeyler rica etmesi bir hediye aldığımız hissini bile verebilir.  Çünkü o işin sonunda, işin bize yükünden çok daha büyük bir manevi ödül bizi eklemektedir.

Bu kavramı kelimeler ile anlatmakta zorlanıyorum galiba.  Acaba nasıl anlatmalı?

Babam çok zorlu, kapasitenizi sonuna kadar kullanmanızı, aklınızın, idrak kapasitenizin ve düşüncenizin sınırlarını zorlamanızı isteyen, bundan azını kabul etmemek için savaşan, yerine göre yorucu, anlaması zor, kendini izah etmek için gayret göstermediği izlenimini veren ama sonrasında bunu sizin gelişiminize imkan vermek için yaptığını ve yanlış anlaşılıyor olmayı da göze alan, aslında çok düşünceli, hassas ve sevgi dolu bir öğretmendi.  Onun, çevresindekileri yetiştirebilmek için yanlış anlaşılmayı, buna kimi zaman içten içe üzülse de, göze alan, başkalarının yaşamına katkı adına bu bedeli göze alan bir adam olduğunu belki öldüğünde bile değil, vefatından 15 yılı aşkın bir süre sonra, bu günlerde anlıyorum.

Babam ile çalışmak çok ödüllendiriciydi. Yaşadığınız zorlu gelen işlerin sonrasında işi öğrendiğinizi fark ettiğiniz sihirli bir an gelirdi. Mesela ilk bir iki yıl boyunca ihale dosyaları hazırlamanız için verilen onlarca sıkıcı işi, işyeri alanlarına, ya da farklı şehirlerdeki işveren resmi dairelerinin ofislerine sıcakta, soğukta, hastayken ya da o haftasonu Türkiye’nin uzak bir yerine seyahat etmek yerine denize girmeyi hayal ederken yaptığınız yorucu, sıkıcı işlerden sonra, bir gün, bir ihalede, ihale zarfları açılırken, o odada müteahhitler arasındaki konuşmaları dinlerken,  genç yaşınıza rağmen, bahsedilen konuları anlamakla kalmayıp, o kişilerin yaptıklarını fark ettiğiniz hataların hiçbirini yapmamış olmaktan öte, öyle bir hatayı yapabilmenin nasıl mümkün olabileceğini düşünürken bulabilirdiniz kendinizi.   Öğrendiğinizin farkında bile olmadan o işi öğrenmişsinizdir ve o anda kendinizi, o ihale salonunda havalara zıplamaktan zor tutarsınız.  Bu o ihaleyi kazandığınız anlamına falan gelmez. Konu o değildir zaten.  İşi öğrenmişsinizdir, ve o noktaya nasıl geldiğiniz hakkında en ufak bir fikriniz yoktur.  Biri sizi ilmek ilmek dokuyarak o hale getirmiştir ve bu çok sihirli bir histir.

Babam ile çalışmanın, babam için bir iş yapmanın belki en önemlisi bahsettiğim öğreticiliği sayılabilir belki ama babamın ve belki de kendisi için iş yapmayı sevdiğim diğer insanların en önemli özelliklerinden biri takdir güçleridir.

Takdir etmek, esasında bizim kültürümüzde de yer alan bir insan yaklaşımı. Bununla birlikte, kalbe işleyen, ruhu ele geçiren, ve gerçekten büyük bir istekle elimizden gelenin en iyisini yapmaya bizi iten takdir bambaşka bir şey.

Bu özel takdir, çok takdir edilmek anlamına gelmiyor.  Çok defa ya da çok özel sözlerle takdir edilmek anlamına gelmiyor. İllaki başka kişilerinin önünde, özel törenlerle ya da özel ödüllerle ödüllendirilmek anlamına da gelmiyor.  Çok defa, çok özel sözlerle, çok özel törenlerle ve çok özel ödüller ile ödüllendirildiğim anlar oldu çocukluğumdan bugüne.  O özel günlerin yaşamımdaki değerini azımsayamam. Çok değerliler ve beni ben yapan anların bazıları o günlerde, o ödüllerde saklı. Bununla birlikte, ruha dokunan ve içimizdeki en iyiyi ortaya çıkaran takdirin çok belirgin özellikleri var.  Sade şekilde ya da bahsettiğimiz ek süsler ile sunulmuş olsun, takdiri farklı kılan temel bazı özellikler var.  Ve hayatımızı anlamlı kılan insanların bu takdiri kullanmakta çok özel yaklaşımları.

Sanırım işe başladıktan sonra dördüncü yılımdı.  Babamla Ankara’da bir ihaleye girecektik.  İstanbul’dan yola çıkmadan önce ihale ile ilgili evraklarımızın çoğunu hazırlamıştık ama babam teklifini sonuçlandırmak için işin yapılacağı araziyi görmek istiyordu.  Araziyi gördükten sonra kaldığımız otele dönecek ve teklifin detaylarını tamamlayacaktık. Bu çok da makul ve normal bir plandı aslında.  Teklifin emin olmadığımız detaylarını boş bırakarak hazırlayabileceğimiz herşeyi hazırlamıştık. Belki birkaç saatlik işimiz olacaktı ama rahatlıkla tamamlayabilecektik. Tabii ki, herşey yolunda gitseydi.

Sabah ilgili resmi daireye gidip bilgileri almış, akabinde araziyi incelemiş, sonra tekrar tekrar daireye giderek bazı konuları netleştirmiş ve akabinde saat 6 civarında otele dönmüştük.  Biraz dinlenip, akşam yemeğimizi yiyecek ve sonrasında da dosyamızı tamamlayacaktık.

Akşam yemeğine inmek için üzerimi değiştirmek için odaya girdiğimde üzerime bir ağırlık çökmeye başladığını hissettim. Sabah İstanbul’dan gelmiştik. Yol ve günün temposu derken biraz yorıulmuş olmam normaldi.  Yemeğe kadar biraz uzanayım dedim.  Otelin yemek salonuna çağırmak için babamla konuştuğumda gözlerimi zor açmıştım.  Pek de iyi hissetmiyordum, hatta kıpırdayacak halim olmadığını fark etmeye başlamıştım.  Bedenimde garip bir sıcaklık ve aynı zamanda derin bir üşüme hali hissediyordum.  Aklıma gelmeyen başıma gelmişti.  Ateşim çıkmıştı ve duruma bakılırsa pek de az değildi.

O akşam ve gece, otelden temin ettiğimiz ateş ölçer ve ateş düşürücü ile 39 derecelerde seyreden bir ateş ile, biraz kendimden geçip biraz çalışarak, araziyi gördükten sonra yapılması gereken düzeltmeleri görünce belki bir iki değil ama üç dört saatte bitirebilecek bir işi tamamlamak sabaha kadar zamanımızı aldı.  Biraz çalışıyor, çalışamayacak hale gelince, biraz kendim biraz babam anlıma, boynuma, kollarıma, eklem yerlerime soğuk kompress yapıyordu. Esasında şimdiki aklım olsa hastaneye giderdim herhalde ama bir şekilde sanırım ikimiz için de elimizdeki işi yarım bırakmak, ihale dosyasını tamamlamamak bir seçenek olarak görünmedi sanırım.  Daha doğrusu, bir aşamada babamın bana sorduğunu hatırlıyorum.  Sonuçta Ankara’da yaşayan eczacı bir teyzem ve eniştem vardı ve ihale bittikten sonra da onları görmeyi planlıyorduk zaten ama, o geceyi nedense o şekilde yaşamıştık.  Şunu da itiraf etmeliyim, ben de durumumu babama olandan daha iyiymiş gibi göstermek için özel bir gayret içinde olmuş olabilirim.  Çok uzun yıllar bunu yaptığımı söylemek zorundayım.

İşte o gecenin sabahında, ihale evraklarımızı tamamladığımızda ve ihale teklif zarfımızı erittiğimiz mum ile mühürleyerek kapattıktan sonra, otel odamızda kısa bir süre sessizlik oldu.  İçimden çok şükür, diye geçirdiğimi hatırlıyorum.  Bana güvenip sadece benimle bu ihaleye gelen babamı yarı yolda bırakmamıştım.  Ama benim, bugün bile aynı sıcaklık ile hatırladığım, ödülüm babamın o tatlı, açık mavi gözleri ile bana bir süre sessizce baktıktan sonra söylediği iki kelimeydi.  “Aferin kızım.”  

Bize takdir edildiğimizi hissettiren belki de en önemli şey samimiyettir.  Yaptığımızın bizim için değerini ve önemini, bizim samimiyetimizi kalpten kavrayan bir insanın, bu gayretimizi kalpten kabulü ve onun için anlamını ve değerini ifade etmesidir.  Kimi zaman bir bakış, kimi zaman küçük içten bir tebessüm, kimi zaman sırtımıza sıcak bir dokunuş, belki kimi zaman bizi de mutlu eden şatafatlı törenler ve ödüller, kimi zaman da kısacık iki kelimedir gerçek takdir.

Ve her zaman en güzel yol, kalpten kalbe gidendir. 

15 Ocak 2020 Çarşamba

Bir Sinan Vardı

Ne zaman yazı yazmanın belki de anlamsız olduğunu, ya da benim yazacaklarımın birileri için anlamı olmayacağını düşünmeye başlasam, aklıma yaşamım boyunca okuduğum sözlerin bende yarattığı etkiler gelir. Bu arada, artık elli yaşıma yaklaşmaya başladığım bugünlerde, yaşamım boyunca gibi kelimeleri kullanabilme hakkını kendimde görmeye de başladım sanırım.  Okuduğu kitaplardan, seyrettiği filmlerden, sanki tam da hissettiğimiz duygular için yazıldığını düşündüren şiirlerden ya da şarkılardan etkilenmeden büyümek imkansızdır belki de.
Rahmetli babam ömrünün son yıllarında, sabahları bir gece önce seyrettiği fimleri anlatmaya başlamıştı.  O ölünceye kadar onki yıl birlikte çalıştık.  Ben evleninceye kadar ve sonrasında da uzun bir süre, işe ben bazen daha erken gittiğim için beraber gidemesek de, işten çoğunlukla birlikte dönerdik, ya da onu eve bırakır kendi evime geçerdim.  

Belki gece artık daha da az uyuduğu için geceleri seyrettiği gerçekten ilginç, çoğu yabancı filmleri, babamın tanımadığım bir yönü ile, karakter ve durum analizleri ile, bende o sohbette film seyrediyormuş tadı bırakarak anlatırdı.  Genellikle evlerimiz ile ofisimiz arasındaki çok da uzun olmayan araba yolculuklarında, beraber gidiyorsak sabahları, ya da akşam dönüş yolculuğunda o gün hangi insanların dünyası ile tanışacağımı düşünürdüm.  Babamın çok farklı bir zekası ve gözlem yeteneği olduğunu hep söylerlerdi ama insanların duygu dünyalarını o derinden irdeleyişini sesli olarak duymak ben de hala insanları daha yakından tanıma ve anlama isteğini uyandırır. 

İş saatlerimiz çok yoğun geçerdi, o nedenle babamla bu sohbetler evde ya da işteki zamanlarımıza değil yolculuklarımıza aitti.  Kimi zaman yanımızda bir şoför olmadan yaptığımız şehirler arası yolculuklar, şimdi fark ediyorum ki, beni tahminlerimin ötesinde zenginleştiren ve ölümünden sonra derinden özlediğim zamanlar.

Çok farklı olaylar, çok farklı zamanlar babamı düşünmeme neden olur.  Kaybedeli onaltı yıla yakın oluyor ve karşılaştığım birçok zorlukta babama teşekkür ederim.  Babam olmaktan öte çok farklı bir iş arkadaşı, enteresan bir öğretmen, anlaması zor bir rol model ve zayıflıkları ve kudretli olduğu kadar naif kuvvetiyle kendiyle tamamen barışık olmanın ve kendini devamlı sorgulamayı seçebilmenin yaşayan örneğiydi.  Sözleri ile değil yaptıkları ile örnek olmanın örneğiydi benim için.  Ben yerine biz kelimesini seven, doğru olanı keşfedebilmeyi ve yapabilmeyi yaşam hedefi seçen, sadece kendi ile yarışan, gördüğü yanlışlara tarafsız kalabilmeyi kendi yararına da olsa başaramayan bir adamdı Sinan Kocasinan.  

Onun için, “başka bir gezegenden” tabirini çok duydum doğrusu.  Hani aile içinde bile demişizdir sanırım.  Yaşamda yıl aldıkça bunun ne anlama geldiğini daha iyi anlıyorum.

Rahmetli babam mükemmel bir adam mıydı bilmiyorum. Onu o kelimenin terazisi ile hiç değerlendirmedim.  Öyle bir hedefi olduğunu da zannetmiyorum.  Onun yaşamı, bir sorgulama, bir mücadele, bir keşfetme mücadelesiydi. Yaşam, hayatının farklı zamanlarında ağır sorumluluklar, zorlu imtihanlar, bir insanın altından kalkması pek mümkün görünmeyen mücadeleler ile karşı karşıya bıraksa da, kalbini katılaştırmadan, şefkat ve nezaketini yitirmeden yaşamayı başarabilen nadir bir insandı babam. 

Babamın bir özelliği daha vardı.  Sonu olmadığı hissini veren her konudaki geniş ve derin bilgisi.  Çocukken babamın bu bilebilme özelliğini bize yılların vereceğini düşünürdüm. Ama elli yaşıma yaklaştığım bugünlerde zamanın yeterli olmadığını keşfetmiş durumdayım.  Bu biraz da Sinan Kocasinan olmakmış.

Babamı çok özlediğim doğru.  Babasını sevmiş ve kaybetmiş her evlat babasını derin bir özlem ile anar ve arar. 

Ben babam kadar Sinan Kocasinan’ı da özlüyorum.  Hayatımdan böyle bir öğretmen geçtiği için çok şanslıyım ve bir o kadar da şanssız.  Böyle maceralar ile dolu bir hocanız var ise, yüreğinizde aynı keşfetme arzusunu yaratabilecek insanlara derin bir özlem duymamanız mümkün değil.

27 Temmuz 2019 Cumartesi

Günün sonunda bakıyorum da, bu güzel yaşamda, en çok paylaşmak istediklerim galiba bir yandan da en çok benim öğrenmem ve yaşamıma katmam gerekenler.  
Bugün iki danışanım benim kitaplarımdan iki ayrı bölümü bana göndermişler. Tesadüf bu ya, okurken tam da benim ihtiyacım olan zamanda bana ne kadar da gereken iki hatırlatma çıktı karşıma.
Yaşam ne kadar muhteşem, ne kadar sabırlı, ne kadar güzel sürprizlerle dolu bir bir öğretmen.

11 Mart 2015 Çarşamba

Reiki Hakkında Sıkça Sorulan Sorulardan...

Merhabalar,
Haydi bugün Reiki öğrenmek ile ilgili ve Reiki'ye dair sıkça sorulan bazı soruların yanıtlarını hatırlayalım:



- İsteyen, seçen herkes Reiki öğrenebilir. Reiki öğrenmek özel bir bilgi ve yetenek gerektirmez.
- Reiki olumlu ve yapıcı bir enerjidir. Olumlu niyetler ve olumlu akış için çalışır. Reiki'nin zarar vermek için kullanmak mümkün değildir. Reiki zarar vermez. Olanın ve olması gerekenin önünü açan bir enerji olarak tarif edebiliriz.
- Reiki uyumlama ile, yani bir öğreticinin el vermesi ile, öğrencinin enerji alanı üzerine bir çalışma yapması ile öğrenilir ve kullanılmaya başlanır.
- Reiki uyumlaması aldıktan sonra Reiki'yi hemen o an kullanmaya başlarız ve ömür boyu kullanmaya devam edebiliriz.

- Reiki kullanmak başkalarının özgür iradesine saygı göstermemizi gerektirir. Başkalarına istekleri ve rızaları olursa ve olduğunda bu enerjiyi Reiki seviyemize göre dokunarak veya uzaktan sunabilir, verebiliriz.
- Reiki'yi bütün hayrı için kullanmayı temel niyetimiz olarak seçebiliriz.
- Reiki verme gücü ve alma faydası su içmemize bağlı olarak değişebilir. Vücudumuzda yeterli su olmadığında aynı etkinlik ile Reiki veremeyebilir veya alamayabiliriz.  Su ihtiyaç miktarı bireysel olmak ile birlikte genel olarak günde 1,5-2 litre olarak tarif edilmektedir.
- Reiki'ni özelliği başkalarına kendi öz enerjimizi yitirmeden, enerjiye kanal olarak aktarmamızı sağlamasıdır.
- Reiki'nin diğer bazı enerji aktarım tekniklerinden farkı kendimize de enerji aktarmamıza imkan vermesidir.

Sevgi, sağlık, neşe dolu günler sizinle olsun.

1 Aralık 2012 Cumartesi

Fethiye ve İstanbul'da REIKI Dersleri


İstanbul ve Fethiye'de Reiki Dersleri

REIKI'nın 1ci, 2ci, 3cü seviye uyumlamaları en az iki kişilik grup çalışmaları olarak yapılmaktadır. 

Reiki Hocası Zeynep Kocasinan klasik Usui Reiki ekolünü takip etmektedir.

Ders Ücretleri:
Reiki-1 Uyumlama Ücreti: 150 usd
Reiki-2 Uyumlama Ücreti: 300 usd
Reiki-3 Uyumlama Ücreti: 750 usd'dir.  
Hizmet bedeli +  %18 kdv'ye tabidir.


Usui Reiki ders ve uyumlamaları genelde 2 günde verilmekte olup toplam eğitim süresi grup kişi sayısına bağlı olarak takriben 5-6 saattir.

Her seviyenin 1. uyumlaması sonrası öğrenciler ilgili seviye Reiki uygulamalarını yapmaya başlayabilirler.

Reiki-3 Uyumlaması, kimi ekollerde 3A olarak bilinen Reiki'nin en üst seviye uygulayıcı uyumlamasını içermektedir. 

Reiki Hocalığı için Reiki-3 (3A) uyumlaması sonrası kişiye özel bir hazırlık süreci, uyumlama ve eğitimleri yapılmaktadır.


Reiki ve uygulamaları hakkında bilgi için Zeynep Kocasinan'ın "Reiki'yi Yaşıyorum" adlı kitabını okuyabilirsiniz.

İstanbul ve Fethiye'deki eğitimler için e-posta ile bilgi istenmesini rica ederiz.

25 Haziran 2009 Perşembe

Zürafalar ve Çakallar







Yürekten İletişim – Şiddetsiz İletişim konusunu aktarmaya olan arzum bitmiyor. Dünya üzerinde fosil yakıtların karbon salınımları dünyayı yaşanamaz kılmaya başlarken, sözcüklerimiz dünyaya ve insanlara çok daha farklı zararlar verebiliyor. Sözler tüm yaşlarda bizi etkiliyor, ama en çok da küçük yaşlarda.

Ailelerimizden duyduğumuz sözler var. Öğretmenlerimizden duyduğumuz sözler var. Prof. Dr. Yankı Yazgan çocukların ruh sağlığını etkileyen faktörlerden bir tanesinin çocuğun güvendiği ve ilgi beklediği insanların onu hayal kırıklığına uğratması olduğunu söylüyor. Çocuklar anne babalarının ve öğretmenlerinin gözlerinin içini gözlüyor. Ben de yaptım biliyorum. Belki şanslıydım, beni destekleyen insanlar ile birlikte oldum; beni genelde destekleyen öğretmenlerim oldu. Ancak okul yıllarında, çocukluk yıllarında gerek fiziksel şiddete, gerekse ağır sözlü eleştiri ve hakaretlere uğradığını anlatan arkadaşlarım oldu. Hatta hocalarım oldu.

Sözlerin ruhumuzda yarattığı yaralar fiziksel yaralanmaların, hatta fiziksel şiddetin ötesinde olabiliyor. Korkular, endişeler ve güvensizlikler ile dolu yaşamlar yaratılabiliyor. Geleceğimizi Zürafalar veya Çakallar yazabiliyor.

*

Zürafa ’nın Şiddetsiz İletişim dilinde farklı bir anlamı. Dünyada karada yaşayan hayvanlardan kalbi en büyük olan hayvan zürafa, yürekten iletişimde kalbimiz ile hareket etmenin, kalpten konuşmanın önemini hatırlatıyor bize. Kendimizdeki ve başkalarındaki güzellikleri görmemizi hatırlatıyor, bu güzellikleri hatırlatıyor.

Yermek ve yargılamak bu düşüncede yer almıyor. Eleştirmek bu iletişim tarzında yer almıyor. Eleştiri içimizdeki güzellikler ile bağlantımızı koparıyor. Çakal yaklaşımını kulanlar, eleştirerek ve hatta utandırarak bir kişiyi doğru yöne yöneltebileceğini sanıyorlar. Ama çakal dili kullanan bir kişinin sözlerinin ardında ifade edilmemiş ve karşılanmamış birçok ihtiyacı yatıyor. Kendi ihtiyaçlarının tam farkında olmayan biri baş bir kişiyi nasıl etkiler acaba?

*

Öğretmenler hangi dili konuşuyor?

Dünyada eğitimde büyük farklılıklar yaşanıyor gibi görünse de, Türkiye’de görebildiğim kadar ile eğitimde, eğitim dilince şiddet varlığını sürdürüyor. Şiddet adını verdiğimiz fiziksel hareketler azalsa da sözel şiddet belki de artarak varlığını sürdürüyor. Bir de şiddete yüklediğimiz anlam nedir? Bunun farklında olmak gerek. Eleştiri yerine göre çok ağır şiddet yerine geçebiliyor. Özellikle daha korunmasız olan küçük ruhların dünyalarında.

Eleştirmeden, düzeltmeden nasıl öğretmen olunabilir? Değil mi?

Şiddetsiz İletişim sözcüklere ve sözlere çok farklı bir açıdan bakıyor. Şiddet bir anlamda başkasının ihtiyaçlarının kendi ihtiyaçlarım kadar dikkate almamaktan doğuyor. Almamanın ta kendisi belki de şiddet.

Şiddetsiz İletişim’de ihtiyaçlarımızı karşılamak için karşımızdaki insandan rica da bulunmak hakkımız var. Ama ricanın gerçek bir rica olması, yani üstü örtülü bir talep veya zorlama olmaması gerekiyor. Şiddetsiz İletişim’de yapılan bir ricanın kabul edilmesi kadar kabul edilmemesi de uygun. Eğer beklediğimiz cevap ‘evet’ ve bunu almamak bizi hayal kırıklığına uğratıyor, üzüyor veya kızdırıyorsa, niyetimizde bir yerlerde şiddet var demek. Yani karşımızdakinin özgür seçimine saygımız tam değil. İsteklerimiz, bizim isteklerimiz daha öncelikli demek. Öncelikler zor bir konu. Bir öğretmen ve öğrencinin öncelikleri söz konusu olduğunda konu daha karışık bir görüntü oluşturabiliyor.

Şiddetsiz İletişime dair tüm cevapları verebilmek değil amacım. Kısa bir yazıda mümkün değil. Ama dikkatinizi çekmek istediğim doğru. Başka bir bakma şekli var. Ve eğer kullanmayı öğrenebilirsek hayal edebileceğimiz her ortamda, her grupta kullanılması ve o grubun içindeki huzur ve uyumu arttırması mümkün.

Zürafaların dünyasındaki yolumuz hep açık olsun…