İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
Marshall Rosenberg etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Marshall Rosenberg etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Ya Bahar Gerçekten Sessiz Kalırsa, O Zaman Ne Olacak?





Üzülüyorum, sevdiğim ve çok faydalı olduğunu düşündüğüm kitapların ya Türkçesi yok ya da Türkçe baskıları tükenmiş. Nasıl olacak bu? Marshall Rosenberg ’in belki dünya için en kıymetli kitaplardan biri olan Şiddetsiz İletişim kitabının Türkçe baskısı tükenmiş. Konuya gönül vermiş arkadaşlar nasıl tekrar basılmasını sağlayabiliriz diye uğraşıyorlar. Yüreğim onlarla. Çünkü benim içinde önemli. Brian L. Weiss ’ın bazı kitaplarının baskının tükendiğini ve yeniden basılmadıklarını görüyorum; yüreğim bittikleri anda basılmaları gerekiyor diyor. Ama kitapta ticari bir madde. Farklı kıymetleri var. Ama yüreğim duyulması gereken seslerin canlı kalmasını istiyor.

Bir de bu topraklarda hiç duymadığımız sesler var. Mümkün olmayabilir, evet kabul ediyorum her kitabın Türkçesinin olması belki mümkün değil. Ama yüreğim daha çok ve farklı sesleri duymayı istiyor işte.

Bir kitap var, 1962 yılında yazılıp dünyayı çevre koruma kavramları hakkında uyandırmış, bugün önemini anlamaya başladığımız çevre konularını 47-48 yıl önce cesurca ve ilk defa dile getirmiş ve sessiz bir devrim yaratmış. DDT gibi tarım ilaçlarının yarattığı tehlikeyi keşfetmiş, bunu dünyaya duyurmak için gayret etmiş ve dünyada çevre koruma kavramını doğurmuş. Yazarı bu kitabın yayılmasından iki yıl sonra hayatını kaybetmiş ama çevreyi koruma konusunda büyük farkındalık yaratmış. Hem kitap hem de yazarı hala aynı tazelikte anılıyor ve bence bu sesten haberimiz olması gerekiyor.

Rachel Carson ’un “Sessiz Bahar-Silent Spring” kitabı ile ben 2009 yılında tanıştım, ve bir kere daha, bir kere daha yüreğimi bir endişe kapladı - 1962’den 2009’a … Ve bu sesi hala duymamış olanlar o kadar çok ki - nasıl başarabileceğiz - çevre ile ilgili yapmamız gerekenleri nasıl yapabileceğiz? Nereden başlayacağız? Geniş kitlelerin bilgilenmesini nasıl sağlayacağız? Okunması gerekiyor, bilinmesi gerekiyor. Çevrenin, çevre korumanın artık yürekten bir samimiyet ile ele alınması gerekiyor. Çok geç kalmadan. Ben kitabı İngilizcesinden okudum ama sonra 2004 yılında yayınlanan Türkçesini olduğu öğrendim ve çok sevindim.

Yalnız değilim; dünyanın gidişatının farkında olan çok insan var. Bir yandan da hiç farkında olmayan, bilgisi olmayanlar var. Umursamayan çok daha az diye düşünüyorum. Bilip umursamayan çok az. Esas olarak bilmiyoruz.

Mesela geri dönüşüm konusunu ele alalım. Neler geri dönüşüyor ve ne kadar? Biliyor musunuz? Mesela biriktirdiğiniz alüminyum içecek kutularını geri dönüşüm kutularına atıyorsunuz? Peki, bu kutular ne oluyor. Biliyor musunuz? Ben bilmiyorum, tam olarak bilmiyorum, ama artık öğrenmeye niyetliyim. Yabancı kaynaklardan öğrendiğim kadarı ile bu alüminyum kutuların dış yüzeyleri boyalı olduğu için ve geri dönüşüm sırasında bu boya alüminyum maddesinden ayrılamadığı tekrar içecek kutusu olarak kullanılamıyor. Ben bugüne kadar sanki bu kutuların yeni kutuların yapımında kullanılabileceğini düşünmüştüm. Sağlığa zararlı olduğu için kullanılamıyor. Ama bunu paylaştığımda annem sordu: “Peki bu malzemeler nelerde kullanılıyor?

Bilmiyorum. Gerçekten ne geri dönüşür, ne dönüşmez ve nereye kadar kullanılabilir, ben bilmiyorum. Bilgilerim var ama tam olmadığını fark ediyorum. Siz hangi malzemelerin geri dönüşümde kullanılabildiğini biliyor musunuz? Ben bu kadar çalıştaylara katıldığım, çevre yerli ve yabancı hocalar ile çalışma ortamlarında bulunduğum halde tam olarak bilmiyorum. Nereden öğrenebileceğimi de bilmiyorum.

Mesela bundan bir ay kadar önce İstanbul’da bir belediye başkanlığının danışma hattını arayarak geri dönüşüm kutularının yerleri ve ilgili bir iki konu hakkında bilgi istedim. Telefonda bana bu bilgi verilemedi, telefon numaram alındı ve ilgili birimin bana geri döneceği söylendi, ama dikkatlice telefon beklediğim bir hafta boyunca cevap gelmedi. Hemen geri arayabilirdim, ama beklemek istedim, ne olacak diye. Bu arada bir ay boyunca da geri aranmadım, ama bekledim. İstanbul’da geri dönüşüm konusunda neler oluyor merak ediyorum? Yüzlerce binlerce işyeri, imalathane, fabrika, lokanta geri dönüşüm konusunda neler yapıyor merak ediyorum? Belediyeler bu konuda neler yapıyor merak ediyorum? Ve merak ederken bir yandan çok üzülüyorum. Üzülürken bir yandan yine içeceklerin alüminyum ve pet şişelerini geri dönüşüm için biriktiriyorum. Ne yapacağımı bilmediğim malzemelerin geri dönüşüp dönüşemeyeceği ile ilgili şiddetli bir bilgi açlığı içindeyim. Ve bu soruların cevaplarına bu kadar zor ulaşılıyorsa, İstanbul geri dönüşüm konusunda çok gerilerde sanırım.

Geri dönüşüm çok önemli ama şu an ki işleyiş şekliyle tam bir çözüm değil. Geri dönüşüme tabi olan plastiğin hammadde özelliği düşüyor ve nitelikli ürünlerde kullanılamıyor. Ama bir dolgu sahasında toprağa gömmekten daha iyidir diyorum bir yandan. Diğer yandan birçok insanın gazete kağıdına alerjik olmaya başladığını duyuyorum, eniştelerimden bir tanesi onlardan biri, ve bunun nedeninin geri dönüşüm işlemi sırasında kağıdın mürekkepten ağartılması için kullanılan kimyasallardan olabileceğini okuyorum. Ve yine kimi ürünlerde, o ürünü geri dönüşümde işleyerek kullanmanın zararından dolayı toprağa gömülmesinin insan ve çevre açısından daha sağlıklı olduğunu öğreniyorum. Beşikten Beşiğe tasarım düşüncesi ile yaratılmayan bir ürünün malzemesini yeniden kullanmanın ne kadar zor ve kimi zaman çok da zararlı olduğunu öğreniyorum.

Bazen o kadar imkânsız görünüyor ki çevre bilinci konusunda yaşanması gereken farkındalık devrimi, “Boş ver diyorum, sen de boş ver Zeynep.” Sonra ertesi sabah yine başlıyorum bu konuda okumaya, ne yapılabilir, Türkiye’de ne yapılabilir, diye düşünmeye. Yazıyorum, bilebildiğim kadarı ile. Ama aksiyon gerekiyor, eylem gerekiyor. Bilginin geniş kitlere yayılması gerekiyor.

Rica ediyorum, diliyorum, sesleniyorum, haykırıyorum. Özellikle Ülkemin Meclisine, sonra Belediyelerine: İstiklal Madalyası sahibi bir dedenin torunu olarak, bu ülkeye tüm köşelerinde hizmet vermiş bir mühendisin kızı olarak sesleniyorum. Bir okuma yazma seferberliği gerekiyor bu ülkeye, hem gerçekten okuma yazma bilmeyen kalmaması için, hem de dünyanın bu hesabının verilmesi zorlaşan gidişatı içinde Türkiye’nın anlının ak çıkabilmesi için.

Benim vicdanım rahat değil. Siz ne durumdasınız?

25 Haziran 2009 Perşembe

Konuşmak İstiyorsam Duymak Zorunda mısın?

Bugünlerde aynı anda bir kitap tercümesi ve iki kitabın basıma hazırlık aşaması üzerinde çalışıyorum. Bir yandan bire bir çalışmalar yapıyorum, kimileri de oldukça ağır. Yorgunum. Son altı aydır, belki üç yıldır demeliyim, çok seyahat ediyorum. Kimi zaman, çoğu zaman dışardan gelen taleplere, isteklere cevap verebiliyorum. Elimden geldiğince. Ama kimi zaman, devam edebilmek için, elimdekileri bitirebilmek ve kendi sağlığımı koruyabilmek için sessizliğe girmek zorundayım. Ve bunu yapıyorum.

Bu ihtiyacımı bilen aile üyeleri, arkadaşlar mesajlarına cevap gelmediğinde olduğum hali anlarlar. O zaman e-posta kutumdaki mesajlar artmaya başlar, zaman bulundukça cevaplanmak, bazen de sadece görülmek üzere. Çalışmalarım yoğunlaştığında danışanlarımda sanki ruhuma kolaylık olsun diye gerçekten acil ve önemli olana yol açarlar. Bilirler ki kimi zaman da sadece sohbetin tadına doyduğumuz anlar da vardır. Olanı ve geleni kabul eden tüm dostlarıma teşekkür etmek istiyorum, bana verdikleri destek için.

*

Benim de çok konuşmak istediğim zamanlar olur. Yalnız bugünler onlardan değil. Uyumak, yemek yemek ve acil olan işlerimi tamamlamak dışında bir şey yapmaya zaman bulamadığım, zamanın sınırlılığını bana hissettirdiği günlerdeyim. Bundan dolayı da cep telefonlarım gerekmedikçe kapalı. İletişime açık olmadığımın, olamadığımın ifadesi olarak.

Cep telefonları hayatı kolaylaştırırken bir yandan büyük bir yanılgı yaratıyor. Her an her saniye gelecek olan her türlü talebe ve iletişime açık olmak mümkün mü? Sanmıyorum. Ben olamadım. Daha çok ofiste bulunduğum yıllarda sekreter arkadaşlar sağ olsunlar bu iletişim akışını yönetirlerdi. Yeni yaptığım iş benim derin iletişim içinde olmamı gerektiriyor. Danışanlarım ile görüşmeleri yaptığım zamanlar, eğitim verdiğim zamanlar.

Ama ya yazı yazmam gerektiği zaman ne olacak? Bugünlerde kitap düzeltmeleri üzerinde çalışıyorum. Bana sessizlik gerekiyor. Konuşurken okuyamam, ve yazarken dinleyemem ki.

Mühendislik çalışmalarımı yaparken bugüne kıyasla aynı anda birçok şeyi yapabildiğimi fark ediyorum. Ancak yazı için daha farklı bir iç dinamik gerekiyor. Danışanlarımda bireysel çalışmalarda daha derin ve kesintisiz zamanlar gerekiyor. Yazı yazmak için sessizlik ve derinleşme gerekiyor. Yazıdan başımı kaldırıp bambaşka bir konuya odaklanamıyorum. Bunu yapmayı seçersem akışı durdurmuş hatta yazacaklarımı yitirmiş oluyorum. Şaka değil, başıma geliyor.

Bu ruh halimi paylaştığım insanlar var. Açık olarak söylerim, “Konuşacak durumda değilim beni affet bir süre,” diye. Ve şükrediyorum bunu söyleyebildiğim ve beni duyan arkadaşlarım olduğu için. Bunun nedenini niçinini sorgulamak, beni eleştirmek ve yargılamak ile uğraşmayan arkadaşlarım var. Kendi isteklerine rağmen benim ricalarımı duyan arkadaşlarım var.
Ama her zaman anlaşılmak o kadar da kolay değil. Duyulmak ihtiyacımız derin bir ihtiyaç. Biliyorum çünkü konuşmaya gücüm olmadığı günler kadar durmadan anlatmak istediğim günler de oluyor. Farklı farklı zamanlarda olsalar da. Her ikisinin de tadını ve her ikisine de duyduğum ihtiyacı biliyorum. Ama ya ihtiyaçlarımızı size anlatamıyorsam? O zaman ne olacak?

Şiddetsiz İletişim konusu benim bir süredir üzerinde okuduğum ve çalıştığım bir konu. Zorlu bir konu. Yine de dünyada barış adına bir şeyler olacaksa bu hareketin etkisi de büyük olacak diye düşünüyorum. Şiddetsiz İletişim, iletişimin kurulduğu anlar ve etkileşimler ile ilgili. Ama ya iletişime açık bir halde değilsem?

Birçok şeyi kişisel algılamak gibi bir bakış açımız var. Don Miguel Ruiz’in Dört Anlaşma adlı kitabındaki dört ana maddeden biri buna dair. “Kişisel algılamayın,” der Don Miguel. “Bir kişinin yaptıkları, söyledikleri kendine dairdir, size değil.” Yani benim sessiz kalma isteğim benim sessiz kalma ihtiyacımı ifade eder; sizi duymak istemediğimi düşünüyorsanız bu sizin getirdiğiniz yorumdur. Sizin duyulma ihtiyacınız karşılanmamaktadır ve benim sessiz kalma ihtiyacımı dikkate alınmayabilir. Ve ben de sessizlik ihtiyacım karşılanmadıkça sizin duyulma arzunuza sağır kalırım, çoğu zaman istemeden.

Özellikle yazı ve resim gibi yaratıcılık ve içe dönmeyi, derin düşünmeyi gerektiren çalışmalar yapacağım zamanlar yalnız olmaya ve sessizliğe büyük ihtiyaç duyarım. Yapmak istediklerimi başarabilmek için bana gereken şartların neler olduğunu gördüm ve öğrendim yıllar boyunca. Beni başarılı ve başarısız kılan şartları gördüm; yapabilir ve yapamıyor kılanları. Ve yaşamımın sorumluluğunu alarak bazen kendime evet ve çevremdekilere hayır diyorum. Bazen sesli bazen de sessiz kalarak. Sesli olmayı beceremiyorum bazen. Konuşmanın mümkün olmadığı zamanları anlamak mümkün mü? Anlaşılamayabilirim. Bunu biliyorum. Ve eleştirenlerim olabilir, yargılayanlarım olabilir. Ama ben böyleyim. Saf ve dürüst halimle bu benim, ben ve benim ruh halim. Amacım zarar vermek, incitmek değil, sadece bir var olma şekli bu ruhumun zaman zaman ihtiyaç duyduğu. Ve başka türlüsünün bazen mümkün olmadığı.

Ve son bir not daha. Marshall Rosenberg diyor ki “Eleştiriliyor hissetmediğimiz zaman, tüm enerjimizi kendimizi savunmak için harcamıyoruz.”

Kabul ederek ve kabul edilerek yaşanan günlere…

Zürafalar ve Çakallar







Yürekten İletişim – Şiddetsiz İletişim konusunu aktarmaya olan arzum bitmiyor. Dünya üzerinde fosil yakıtların karbon salınımları dünyayı yaşanamaz kılmaya başlarken, sözcüklerimiz dünyaya ve insanlara çok daha farklı zararlar verebiliyor. Sözler tüm yaşlarda bizi etkiliyor, ama en çok da küçük yaşlarda.

Ailelerimizden duyduğumuz sözler var. Öğretmenlerimizden duyduğumuz sözler var. Prof. Dr. Yankı Yazgan çocukların ruh sağlığını etkileyen faktörlerden bir tanesinin çocuğun güvendiği ve ilgi beklediği insanların onu hayal kırıklığına uğratması olduğunu söylüyor. Çocuklar anne babalarının ve öğretmenlerinin gözlerinin içini gözlüyor. Ben de yaptım biliyorum. Belki şanslıydım, beni destekleyen insanlar ile birlikte oldum; beni genelde destekleyen öğretmenlerim oldu. Ancak okul yıllarında, çocukluk yıllarında gerek fiziksel şiddete, gerekse ağır sözlü eleştiri ve hakaretlere uğradığını anlatan arkadaşlarım oldu. Hatta hocalarım oldu.

Sözlerin ruhumuzda yarattığı yaralar fiziksel yaralanmaların, hatta fiziksel şiddetin ötesinde olabiliyor. Korkular, endişeler ve güvensizlikler ile dolu yaşamlar yaratılabiliyor. Geleceğimizi Zürafalar veya Çakallar yazabiliyor.

*

Zürafa ’nın Şiddetsiz İletişim dilinde farklı bir anlamı. Dünyada karada yaşayan hayvanlardan kalbi en büyük olan hayvan zürafa, yürekten iletişimde kalbimiz ile hareket etmenin, kalpten konuşmanın önemini hatırlatıyor bize. Kendimizdeki ve başkalarındaki güzellikleri görmemizi hatırlatıyor, bu güzellikleri hatırlatıyor.

Yermek ve yargılamak bu düşüncede yer almıyor. Eleştirmek bu iletişim tarzında yer almıyor. Eleştiri içimizdeki güzellikler ile bağlantımızı koparıyor. Çakal yaklaşımını kulanlar, eleştirerek ve hatta utandırarak bir kişiyi doğru yöne yöneltebileceğini sanıyorlar. Ama çakal dili kullanan bir kişinin sözlerinin ardında ifade edilmemiş ve karşılanmamış birçok ihtiyacı yatıyor. Kendi ihtiyaçlarının tam farkında olmayan biri baş bir kişiyi nasıl etkiler acaba?

*

Öğretmenler hangi dili konuşuyor?

Dünyada eğitimde büyük farklılıklar yaşanıyor gibi görünse de, Türkiye’de görebildiğim kadar ile eğitimde, eğitim dilince şiddet varlığını sürdürüyor. Şiddet adını verdiğimiz fiziksel hareketler azalsa da sözel şiddet belki de artarak varlığını sürdürüyor. Bir de şiddete yüklediğimiz anlam nedir? Bunun farklında olmak gerek. Eleştiri yerine göre çok ağır şiddet yerine geçebiliyor. Özellikle daha korunmasız olan küçük ruhların dünyalarında.

Eleştirmeden, düzeltmeden nasıl öğretmen olunabilir? Değil mi?

Şiddetsiz İletişim sözcüklere ve sözlere çok farklı bir açıdan bakıyor. Şiddet bir anlamda başkasının ihtiyaçlarının kendi ihtiyaçlarım kadar dikkate almamaktan doğuyor. Almamanın ta kendisi belki de şiddet.

Şiddetsiz İletişim’de ihtiyaçlarımızı karşılamak için karşımızdaki insandan rica da bulunmak hakkımız var. Ama ricanın gerçek bir rica olması, yani üstü örtülü bir talep veya zorlama olmaması gerekiyor. Şiddetsiz İletişim’de yapılan bir ricanın kabul edilmesi kadar kabul edilmemesi de uygun. Eğer beklediğimiz cevap ‘evet’ ve bunu almamak bizi hayal kırıklığına uğratıyor, üzüyor veya kızdırıyorsa, niyetimizde bir yerlerde şiddet var demek. Yani karşımızdakinin özgür seçimine saygımız tam değil. İsteklerimiz, bizim isteklerimiz daha öncelikli demek. Öncelikler zor bir konu. Bir öğretmen ve öğrencinin öncelikleri söz konusu olduğunda konu daha karışık bir görüntü oluşturabiliyor.

Şiddetsiz İletişime dair tüm cevapları verebilmek değil amacım. Kısa bir yazıda mümkün değil. Ama dikkatinizi çekmek istediğim doğru. Başka bir bakma şekli var. Ve eğer kullanmayı öğrenebilirsek hayal edebileceğimiz her ortamda, her grupta kullanılması ve o grubun içindeki huzur ve uyumu arttırması mümkün.

Zürafaların dünyasındaki yolumuz hep açık olsun…

24 Haziran 2009 Çarşamba

Yürekten İletişim

Şiddetsiz İletişim dünyada en çok konuşulan tekniklerden bir tanesi. Dünyamızdaki sosyal ve siyasal tartışmaların aşılmasında, dünyada barışa dair kullanılabilecek en güzel araçlardan bir tanesi. Bu yaklaşımın dünyada kullanılmakta olan adı nonviolent communication, yani şiddetsiz iletişim. İçinde şiddet kelimesi geçiyor. Söylediğimiz ve odaklandığımız şeyleri yaşamımıza çektiğimizi belirten birçok öğretiyi dikkate alınca bu ifade şiddet kavramını çalışmanın içine getirmiş oluyor. Bu nedenle bu çalışmayı yürekten iletişim olarak adlandırmak isteyen hocalar var. Ve bu isim, bu ifade benim de yüreğime doğru geliyor. Yürekten iletişim kurmak asıl hedefimiz gibi geliyor.




Marshall B. Rosenberg tarafından geliştirilen bu tekniğe dair kendisinin yazdığı kitaplar var. En çok bilinen kitabının adı Şiddetsiz İletişim. Ancak Bolu'daki bir çalıştay vesilesi ile bu kitabın baskısının tükenmiş olduğunu öğrendim. Üzüldüm, özellikle de yayınevinin tekrar basmayı düşünmediğini öğrenince. Verilen bu bilgiye güvenmeyip internet üzerinden kontrol ettim. Evet, baskısı tükenmiş. Dünyanın ve ülkemizin belki de en çok ihtiyacı olan kavramlardan biri şiddetsiz iletişim. Bu önemli kitabın en kısa zamanda tekrar Türkçe baskısının çıkmasını diliyorum. İngilizce bilenlerinize mutlaka okumanızı öneriyorum. Yaşama bakış açısını derinden değiştiren bir yaklaşım.



Türkçe kitabı temin etmek artık mümkün olmadığı için Marshall Rosenberg’in şiddetsiz iletişim tekniği ile ilgili bazı notaları paylaşmak istiyorum. Belki konuya bir giriş olur. Bu teknikleri yaşamımızın içine almak zaman ve gayret gerektiriyor, ama bir yerden de başlamalı.

Şiddetsiz İletişim nedir?

Şiddetsiz İletişim farklı bir iletişim şekli. Anlaşmazlıkların ortadan kaldırılması ve şiddetin yaşamımızdan çıkarılması niyeti ile bir konuşma tarzı diyebiliriz.

Şiddetsiz İletişim’in altında yatan bazı temel düşünceler var. “İnsanın yaptığı her şeyin karşılanmamış ihtiyaçları karşılamak için bir girişim olduğu” bunlardan bir tanesi. “İhtiyaçları rekabet yerine işbirliği içinde karşılamanın herkes için daha sağlıklı olduğunu ve insanların başkalarının iyiliğine kendi iradeleriyle katkıda bulunabildikleri zaman, bundan doğal olarak keyif aldıklarını” anlamamızı sağlayan bir yaklaşım.

Marshall Rosenberg kitabına Carl Rogers’a teşekkür ile başlıyor. Kendisi ile çalışma fırsatı bulduğu ve aktarmak istediği konuların temelinde onunla araştırma şansı bulduğu ilişkilerin yapıcı öğelerinin keşfi yattığı için.

Bu iletişim tarzı yaşamımızda aktif şiddet olan fiziksel şiddetten belki daha yaralayıcı olan pasif sözel şiddetin ne kadar da yaygın olduğunu ve hayatımızı nasıl da derinden etkilediğini fark etmemizi sağlıyor.

Şiddetsizlik bir teslim olma tarzı değil. Yani bize yapılan haksızlık varsa bunlara göz yummak veya şiddete korumasızda karşı çıkmak anlamına gelmiyor. Şiddetsiz İletişim ihtiyaçlarımızın, duygularımızın, yaşadıklarımızın farkında olarak kendimize ve benliğimize daha derinden sahip çıkmak anlamına geliyor esasında.

Dil değişimde çok büyük bir etken. Enerji çalışmalarında sesin frekansının ve kullandığımız kelimelerin enerjilerinin bize etkisi üzerinde çok konuşuluyor. Burada sözlerin ifade ettikleri üzerinde duracağız, ve söylediklerimizin ilişkilerimizi nasıl yarattığını göreceğiz.
Marshall Rosenberg’in sorduğu iki ana soru var:

- “Ne oluyor da şefkatli yapımızdan kopuyoruz, parlıyor ve şiddete yöneliyoruz?”

- “Ve nasıl oluyor da bazı insanlar en kışkırtıcı koşullarda bile doğalarındaki şefkati korumayı becerebiliyor?

Çok kuvvetli iki soru. Yaşama, insana ve ilişkilere derinden bakmamıza neden olan iki soru.

*

Şiddet kelimesi özel bir tarif getiriyor Rosenberg. “Yüreğimizdeki şiddet dindiği zaman, doğal şefkatimize kavuştuğumuz durumu anlatmak için kullandığımı belirtmek isterim,” diyor.

Bu iletişimin temelinde tepkisel olarak davranmak ve aklımıza gelivereni söylemek yerine, bir olay karşısında veya bir konuşmada ne algıladığımızı, ne hissettiğimizi ve ne istediğimizi fark etmemizi sağlayan bir sistem.

Burada açıklık ve dürüstlük var. Aynı zamanda karşımızdaki kişiye saygı ve anlayış ile yaklaşan bir tarz var. Kendimizin ve başkalarının ihtiyaçlarının, derinlerde olan ama ilişkiyi etkileyen ihtiyaçlarının farkında olmayı hedefleyen bir tarz bu.

*

Şiddet ile karşılaştığımızda genelde ya kaçıyoruz ya da saldırıya geçiyor ve saldırı varsa buna aynı şekilde karşılık veriyoruz. Kaçmak, direnmek, savunma ve saldırıya geçmek bizi genelde mutlu eden sonuçlar getirmiyor. Yakınlaşma sağlamıyor.

Şiddetsiz İletişim 4 ana unsurdan oluşuyor:

1- Gözlem
2- Duygular
3- İhtiyaçlar
4- İstek/Rica

Şiddetsiz İletişim bu dört unsuru ifade ederek iletişimi sağlamayı hedefliyor.

Gözlem: Birinci adımdır. Bir konu hakkında konuşacağınız zaman, yaşananları tarafsız bir kameranın gözünden açıklamayı ve tarif etmeyi içerir. İki kişi arasında yaşanmış bir olay veya diyolog varsa buna yorum katmadan aynen yaşadığı şekilde durumun ve yaşananların tarif edilmesini içerir.

Örneğin: Eşinizin söz verdiği şekilde sofrayı toplamaya yardım etmediği ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorsunuz. Öncelikle gözlem bölümü ile, yani olanların tarifsiz bir ifadesi ile başlamanız öneriliyor. “Bu akşam yemeğin bittikten sonra masadakilerin hiçbirini alıp mutfağa götürmeden salondaki televizyonun karşısına oturarak diziyi seyretmeye başladın…”

Duygular: Yaşananların bize hissettirdiklerini paylaşmanın önemi vurgulanıyor. Hislerin paylaşımı iletişimi açıyor.

Örneğin: “Bunu yapman beni önemsiz ve yalnız hissettiriyor.”




İhtiyaçlar: Ruhumuzun benliğimizin ihtiyaçlarının karşılanmaması ilişkilerimizde sıkıntı yaşamamıza neden olan temel nedenler. Bu ihtiyaçların karşılanabilmesi için ise bu ihtiyaçlarımızı telaffuz etmemiz, söylememiz gerekiyor. Bazen bu ihtiyaçlarımızın biz de farkında olmayabiliriz, ama bakmamız gerekiyor. Ve ifade etmemiz. Böylelikle kendimizi anlatma ve aynı zamanda anlaşılma şansımız var.




Örneğin: “Evin işlerinin tamamlanması için desteğe ihtiyacım var. Fiziksel olarak yorgun hissediyorum ve işleri tamamlamak için fiziksel olarak desteğe ihtiyacım var.”




İstek/Rica: Bu bölüm ihtiyacımızın karşılanması için karşımızdaki insandan bir talepte bulunduğumuz bölümdür. Söz ile isteğimizi rica ederiz. Burada önemli olan bu ifadenin gerçek bir rica olmasıdır. Yani karşımızdaki kişiye ihtiyacımızı belirttiğimiz şekilde karşılayıp karşılayamayacağını sormuş oluruz. Burada esnek olmalıyız. ‘Hayır’ cevabı alabiliriz, ama bir diyalog başlamış olur. Ve başka ricalar ile hem bizi hem de karşımızdakini tatmin eden bir çözüme ulaşma şansımız artar.

*

Bu dört unsuru ifade ederken esas olan dürüst ve açık olmak ve son istek/rica aşamasında karşımızdaki insanı da açık yüreklilik ile dinlemek. Etkin dinleme, derin dinleme Şiddetsiz İletişimin en önemli unsurlarından biri. Belki de tüm bilgiyi ve tekniği bir araya getiren temel özelliği.

Şiddetsiz İletişimi uygulamak için her iki tarafında bu teknikleri bilmesi şart değil. Bir tarafın bilmesi akışı yönlendirmeye yeterli olabiliyor. Bu iletişim tarzı aile ilişkilerinde, okul yaşamında, iş hayatında, danışmanlık çalışmalarında, her türlü pazarlık, anlaşma ve iletişin problemlerinin çözümlenmesinde kullanılabiliyor.

Rosenberg’e göre Şiddetsiz İletişim “doğal şefkatimizi ortaya çıkararak, kendimizle ve birbirimizle bağ kurmamıza yardımcı oluyor.” Ve dünyadaki birçok aktarılan örnek bu düşüncenin gerçek olduğunu ortaya koyuyor.

Yaşamınıza biraz daha huzur, anlayış ve sevgi getirmek için siz de denemeye ne dersiniz?

11 Ocak 2009 Pazar

İletişim: Sözlerimiz Yaşamımızı Yaratıyor



Marshall Rosenberg’in “Şiddetsiz İletişim” başlıklı kitabını okumuş muydunuz?

Rosenberg 35 yılı aşkın bir süredir konuşma şeklimizi değiştirerek yaşamımıza ve yaşadığımız topluma nasıl huzur ve barış getirebileceğimizi öğretiyor. Şiddetsiz İletişim Merkezi ile dünyaya sözün önemini ve gücünü, barışa katkısı anlamında tekrar ve tekrar anlatıyorlar. Öğretiyorlar.



Japon Masaru Emoto ve Louise Hay’de yıllardır sözün gücünü anlatıyor. Özellikle Louise Hay çok uzun yıllardan beri. Onaylamalar ve sözlerin ve düşüncelerin sağlığımız üzerindeki etkileri konuları artık birçoğumuza yabancı değil. Aklıma gelen başıma geldi diyen büyüklerimizin sözlerinin çok büyük bir gerçeği işaret ettiğinin farkındayız. Sözlerimiz ile bir gerçeklik yaratıyoruz. Sözlerimiz ile bizi etkileyen enerjiler yaratıyoruz.



“Yaramaz” diye seslendiğimiz çocuğumuzun belki biraz hareketli, oyun oynamayı sever, belki de eşyaları karıştırmayı sever olduğunu söylemek istiyoruz. Ancak yaramaz kelimesinin işe yaramazlığı ifade ettiğine dikkat etmiyoruz.

Yıllarca ‘yaramaz’ olan çocuk, büyüyünce ‘yarar’ hale gelebiliyor mu acaba?

Bilinçaltımız espriden anlamıyor, mecazi anlamlar konusunda da çok başarılı değil. Söylediklerinizi kelime anlamı ile doğru kabul ediyor. Kelimenin sözlük anlamı o kelimenin enerjisini büyük anlamdan tarif ediyor.

Bu nedenledir ki “unutmayın” demek yerine “hatırlayın” denmesini öneriyor birçok hoca. “Unutmayın” derken “unutmak” kavramını, enerjisini davet etmiş oluyorsunuz. Bilinçaltı olumsuz ifadeleri anlamak konusunda da pek başarılı değil. Zihin ve bilinç algılıyor, ama bilinçaltı çok daha saf bir dili konuşuyor.

Türk Hava Yolları’nda inişlerde uzun yıllar uçakta“Lütfen eşyalarınızı yanınıza almayı unutmayınız” diye anons yapılırdı. Yıllarca bunu düzeltmeleri gerek, başarılı bir ifade değil diye düşünmüştüm, yani hedefiniz insanların eşyalarını yanlarına almalarını hatırlatmaksa. Neyse ki son aylarda dikkat ediyorum “Lütfen eşyalarınızı yanınıza aldığınızı kontrol ediniz” şeklinde bir anons yapıyorlar artık. “Unutmayınız” ifadesi artık tarihe karıştı, tabi bu değişiklik bilinçli olarak yapıldı ise.

Bir de mütevazı olmak için kendi kendimize söylediğimiz, yakınlarımıza söylediğimiz sözler var. Ben bunları yıllarca kullandım; böyle konuşmanın doğru olduğunu sandım. Örneğin güzel bir yemek yaptınız ve “Ellerine sağlık, vallahi çok lezzetli olmuş” diyor biri. Sizde hemen “yok canım, işte idare eder, tuzu az oldu, eti de yaktım sanki biraz” gibi şeyler söyleyip iltifata layık olmadığınızı ifade etmeye çalışıyorsunuz. Peki, bu yaptığınızın kime faydası var. Ben mütevazı olmaya inanırım. Ancak bunun kendimizi yermeyi gerektirdiğini düşünmüyorum artık. Bunun yaşadığımız o kadar çok farklı versiyonu var ki. Sizin yaşamınızda yok mu?

*

Barışı, başarıyı veya sağlık ve mutluluğumuzu, sözcükler yaşamımızı tahmin ettiğimizin ötesinde yaratıyor. Siz bugün yaşamınızda neler yaratmak istersiniz?


Z.

__________________________________________

Günün Onaylaması: “Her nefes alışımda rahat, huzurlu ve sakin olduğumu, sağlıklı olduğumu, güçlü olduğumu biliyorum.” R. Şanal Günseli

Üstatlardan
: “Onaylamalar yaşamınızın değiştirmek istediğiniz yönleri için birer reçetedirler.” Jerry Frankhauser

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi: “Hac” Yazar: Paulo Coelho