İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
Moshe Abudaram etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Moshe Abudaram etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Haziran 2009 Pazartesi

Sizin Ruh Eşiniz Nerede?


Üstat Moshe Abudaram ile sohbetimize farklı bir konu ile devam ediyoruz. Bu defa ağırlıklı olarak ruh eşi kavramı ve yaşamımızdaki yeri üzerine konuşacağız.

*

Zeynep Kocasinan: Bir ruh eşimiz olup olmadığı, hayatımızı paylaşabileceğimiz mükemmel bir partnerin, bir eşimizin var olup olmadığı bizim hep sormak istediğimiz bir soru oluyor. Bu defa ‘ruh eşleri’ konusuna değinsek ne dersiniz?

Moshe Abudaram: Neden olmasın. Hep söylüyorum. Yine diyeceğim. Sormazsan nasıl bileceksin? Sormaktan ne kadar çok çekiniyoruz. Özellikle Türkiye’de. Bildiklerimle cevap vereceğim. Bilebildiklerimle.

Ben biliyorsun ki ben, sen sormazsan cevap veremem. Bir kişi bir şey sorduğunda bir anlamda cevaba hazırdır. O nedenle ben ancak soru sorulduğunda cevap verebilirim. Aksi takdirde, kişinin yaşamına karışmış olurum. Bu esasında herkes için geçerli. Bir insana yardım amacı ile bazı şeyler yapıyoruz. “Yardım etmeliyiz,” diyoruz. Peki, o kişi bizden yardım talep etti mi? Etmediyse burada bir sorun var demektir. O zaman biz, bizi aşan şeylere karışıyoruz demektir.

Şimdi ‘ruh eşi’ ne demek? Öncelikle, böyle bir şey var. Bunu bilelim. Ruh eşleri bir gerçek. Doğal bir şey. Yani ille de aşk hayatı ile ilgili değil bu. Enerji dünyasının bir gerçeği. Ancak konu üzerinde çok bilgi yok yazılı olarak. Artıyor.

Dr. Brian Weiss hipnoz ile çalıştığı hastalarında - geçmiş yaşamlarına götürdüğü hastalarında, bazılarının hikâyelerinin benzer olduğunu görür. Birbirlerine çok yakın olduklarını tespit eder. Bu kişilerin ruh eşleri olduğu kanaatine varır. Bunu yazdı. Neden Brian Weiss’tan bahsettim? Bu konuyu bir doktor, bir psikiyatrist olarak ele almış, yazmış. Bu nedenle dikkat çekti.

Enerji çalışmalarında bunu görebiliyoruz ve tespit edebiliyoruz.

Bir şifa çalışmasında kimi zaman kişinin ruhunun diğer yarısını çağırırız ve kişinin enerjisi ile diğer yarısının enerjisini birleştirdiğimizde, çok büyük açılımlar mümkün. Bu aşamada insan birlik hissi yaşar. Tam olma hissi yaşar. Bütün olur. O zaman iyileşme mümkün ve hızlı olur.

Enerji itaatlidir, çağırdınız mı gelir. Ancak niyetiniz hayırlı ise gelir ve kalır. Eğer değilse, hemen gider.

Ben günü bize verilenler ile mutlu olarak yaşamanın hedef olduğuna inanıyorum. Ruh eşimizi bulmak için yaşamı ve insanları bir kenara itmeyi doğru bulmuyorum. Ruh eşiniz karşılaşmanız yazılı ise zaten karşınız çıkar.

Her yaşamda ruh eşi ile bir araya gelinmez. Doğmuş olabilir, doğmamış olabilir. Ruh eşi bizim karımız kocamız olacak diye bir şey yok. Anneniz de, torununuz da, komşunuzda ruh eşiniz olabilir. Ya da dünyanın farklı bir köşesinde siz varlığını bilmeden yaşıyor olabilir. Karşılaşma zamanı geldiyse, karşınıza çıkar.

Mesela sen Mevlana ile ilgileniyorsun. Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Şems-i Tebriz - bu ruhların farklı bir yakınlığı var. Ruh eşi kavramı var. Ruh ikizi kavramı var. Hedeflerin birliği, yaşam, ruh amaçları birliği var.

ZK: ... Şimdi tarihten söz edince, birşey daha sormak istiyorum. Kanuni Sultan Süleyman ve Mimar Sinan’ın da ruh eşleri oldukları söyleniyor. Hatta bir Türk romancının bunu esas alarak yazdığı güncel bir roman var.

MA: Enteresan bir tespit. Bakıyorum. Gerçekten de Kanuni Sultan Süleyman ve Mimar Koca Sinan bir bütünü, birliği, benzeri tarif ettikleri için yaşamlara sığması mümkün görünmeyen şeyleri başardılar. Sinan ve Kanuni hakkında onları ruh eşi diye tarif etmiş. Doğru birşeyler tespit etmiş. Bunu ruh ikizleri diye tarif etmek belki daha doğru olurdu. Ruh eşi ve ruh ikizleri kavramları biraz farklıdır, ama genel olarak doğru.

ZK: Bir Marc Cohn şarkısıydı sanırım, yaşlı bir çiftin el ele kol kola sevgiyle bakışmalarını anlatan bir şarkı vardı. Ruh eşlerinin yaşadığı bir şans sanırım bu. Bu buluşma imkânsız değil ama zor herhalde. Yani ruh eşleri eğer buluşurlarsa bağlar çok çok kuvvetli oluyor sanırım. Biraz daha aktarmanızı istesem?

MA: Çok şarkı var diğer yarımızı aramak, bulmak üzerine. Mutlu hissetmeyi ertelemek pek de anlamlı gelmiyor bana. Bugün gidince geri gelir mi? Hayır. O zaman yaşamaya devam etmeliyiz? Yarın için değil. Bugün yaşamalıyız. Yarına ertelemek, yarını ve bir insanı beklemek insanı mutlu etmez. Edemez.

Neden mi bahsediyorum? Belki kimileri biliyor.

Sevgiye açılmak için neler yapmalıyız? Neler yapıyorsunuz?

Hayatınızda sevgiden bahsediyor musunuz? Sevdiklerinize söylüyor musunuz? Kötü şeyi söylüyoruz. Sevgiye gelince - aman dur çocuğu şımartma. Aman canım söylenir mi şimdi deyip söylemiyoruz.

Mutla olmak üzerine okuyorsun. Ya sonra? Yarın uyandığımda günümü daha iyi geçirebilmek için ne yapabilirim? Bunu yaşamazsan bilmek işe yaramaz.

Yerini bilmediğimiz bir ruh eşini aramak değil, bulduğumuz sevgiyi fark etmek, kıymetini bilmek lazım.

Eğer bir insan ruh eşini bulur ve bir çift olarak bir araya gelirlerse - gerçekten aralarında muazzam bir bağ olur. Çok yaşlı ama ele ele tutuşarak parkta oturan birbirinin gözlerinin içine bakan çiftler görürüz. Muhtemelen onlar ruh eşleridir. Koparılması çok zor bir bağdır bu.

Ve birinin hayatı sona erdiğinde, diğerinin uzun süre tek başına yaşaması kolay değildir.
Ama ruh eşinizin, yaradılışta ayrıldığınız ruhunuzun diğer yarısının eşiniz, karınız, kocanız olabilecek bir yerde, yaşta, cinsiyette karşınıza çok nadir olacak çıkacaktır.

Kim olduğunu bilsen de bilmesende o kişiye - o enerjiye sevgi gönderebilirsin. Her nerede ise o bilmese de ruhu bilecektir.

Ruh eşin ile bir araya gelemezsen yarım kalmıyorsun. Bir de böyle bir düşünüş var.

Yarımların birleşip tam olması. Bu doğru bir şey değil.

Evet bir ruh iki ayrı kutubun birleşmesidir esasında ve yaratılışta ayrılmıştır. Ve bu çekim yaşam gücü verir. Yarım değilsiniz, siz tamsınız. Bulamazsan yarım kalmıyorsun.

Ama eğer yaşamda buluşmak varsa, bu yarımlık hissi gelebilir. Ruh eşlerinin bir araya gelmesi - muazzam bir bütünleşmedir. İnsanı tamamlamaz, başka bir seviyeye taşır. Günümüzde bu enerjilerin farkında olanlar var, artıyor.

Derin ve çok yoğun duygular ile aşık olduğunuz her kişi ruh eşiniz değil.

Bu yaşamda mutlu olmak için ruh eşinizi bulmanızda gerekmiyor.

ZK: Ben anlattığınız kadarı ile dinliyorum bu konuyu. Bir konuşmanızda kanser ve ruh eşleri kavramı arasında bir bağ olduğundan bahsetmiştiniz. Bunu paylaşmamızda bir sakınca var mı? Bana gerçekten ilginç geldi. Çünkü tamamlayıcı tıpta kullanılan bir enerji metodu olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?

MA: Kazalar, geçirilen kaza ile ölümler ruh üzerinde bir sıkıntı yaratır. Ani bir olay ile bu bedeni ve dünyayı geride bırakmak üzere zorluk yaşayabilir bir ruh. Eğer bu ruhun diğer yarısı, yani eşi hayatta ise – dünyada her nerede ise – ölen ruh yaşayan ruh eşinin bedenine enerjisel olarak yapışarak bir anlamda dünyada varlığını sürdürmeye devam edebilir. Her zaman değil. Ama bu olur. Halen bedenli olan ruh yarısı için bu kolay bir durum değildir. Ve vücutta bir erime ve bozulma meydana gelir. Nedeni anlaşılamayan problemler başlar. Bir kişinin enerjisi ve bedeni adeta iki kişiyi beslemektedir. Bu nedenle oluşan kanser vardır.

Kanser toplumda “amansız hastalık” olarak adlandırılıyor, çaresi olmayan ve zor bir rahatsızlık olarak biliniyor, algılanıyor. Hastalıklar ve nedenleri de uzun bir konu, ama kısaca söylemek gerekirse kimi vakalarda tedavi o kadar zor olmayabilir. Ben enerjisel olarak kanser vakalarından o kadar çok çekinmem. Tamamlayıcı tıp uygulayıcıları olarak çok daha büyük bir yüzde ile destek olabiliyoruz kanser hastalarına. Çok farklı nedenler var, yaşamdan farklı nedenler ile bıkanlar ve zamanı gelmese de gitmek isteyenler var. Zaman gelmediyse gitmek de kolay değildir.

Şeker hastalığı diğer yandan biraz daha zorlu. O nedenle direkt şeker almamaya dikkat etmek gerek. Beyaz şeker kullanmayın. Esmer şeker kullanırken de dikkatli olun. Maalesef boya karıştırılmış beyaz şekerin esmer şeker diye satıldığı oluyor. Tatlı yemek yerine meyve yemeyi tercih edin. Esmer ekmek yemeye çalışın. Beyaz ekmek fazla işlem gördüğü için özelliğini yitiriyor. Konuyu biraz dağıttım sanırım ama biliyorsun Zeynep konu konuyu açıyor.

ZK: Akışla gitmeyi ben de seviyorum. Lütfen siz geldiği gibi devam edin. Zaten müsaadenizle fırsat oldukça farklı konulardaki görüşlerinizi almak istiyorum.

MA: ‘Öğrenci hazırsa öğretmen gelir.’ Klasik bir sözdür ve doğru. Yani öğrenmek isteyen mutlaka hocasını bulacaktır. Cevap her yerden gelir. Televizyondan gelir, radyodan gelir, bir şarkıdan gelir. Bir kitap karşınıza çıkar tesadüfen. Tesadüfen yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı görürsünüz. Tesadüf diye şey varsa eğer.

Hayatta tesadüf diye bir şey yoktur. Tesadüfleri oldukları işaretler olarak algılamak lazım. James Redfield’ın “9 Kehanet” adlı kitabını öneriyorum. Yaşama enerji akışları açısından bakmamızı sağlıyor. Hem tesadüfleri ele alıyor. Kuantum kavramı üzerine de güzel kitaplar var. Kuantum tesadüfe farklı bakış getirir. Yaşama bakış açımızı genişletmek lazım. Görünen ne, göremediğimiz ne? Bir yandan şimdiyi, bugünü yaşamalıyız.

Çünkü enerji olarak bize, yaşam enerjisi günlük olarak verilir. Her gün bize yeni günün enerjisi verilir. O yüzden bazen ertesi güne baktığımızda, “Kaldıramayacağım” deriz. Çünkü yarını bugünün enerjisi ile kaldıramayız. Bu gerçekten mümkün değil. Yarın ancak yarının enerjisi ile yaşanabilir, kaldırılabilir.

Ben geleceğe bakmayı,geleceğin ne olacağını net olarak bilmek anlamında sevmem. Yani bildiğimiz bir geleceğe uyanmak kavramını sevmiyorum. Gelecek bir anlamda bugün şekillenmek olduğundan bilinemez. Ancak, bir yandan da yazılı. Bunu da biliyorum. Yani gelecek, geçmiş ve şimdi esasında bir CD’de olduğu gibi yazılı. Ancak bizlerin 5 duyulu, 3 boyutlu dünya yaşamında bunu algılayabilmemiz için sırası ile yaşamamız ve izlememiz gerekiyor. Bu dünya realitesi. Senin bana sorduğun gibi “bu yeniden yazılabilir bir CD olamaz mı?” Kader, yazı dediğimiz boyutta birçok şey belirli esasında. Ancak doğmanda önce planladığımız yaşamı, yaşıyor olmak plan ile olan arasında bir ihtimal dünyasını yaratıyor.
Düşüncelerimiz olayları yaratıyor. Sözlerimiz olayları yaratıyor. Bazen olacak olanı algılıyoruz; bazense biz yaratıyoruz.

Kolay kavramlar değil.

ZK: Kader kavramı benim zorlandığım bir konu ve itiraf etmeliyim birçok arkadaşımın zorlandığı bir konu. Kader ile neyi tarif ediyoruz? Yazılı olan ne? Değişebilen ne? İlk defa konuştuğumuz bir konu değil bu ama, bu konuda çok soru geliyor. Sormak da kolay değil.

MA: Neden? Soru cevabı açar.

Mesela her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu kabul etmek zor mu?

Bence çok daha güvenli ve huzurlu bir kavram.

Bakıyorum içinden sorular geçiyor ve sormuyorsun Zeynep. Sormazsan nasıl bileceksin?

ZK: Yapmayın soru sormayı severim ben. Evet, bazen sormaya çekiniyorum. Hani oraya girmesem diyorum. Yani cevaplardan çekinmek olabilir. Şimdi çok değil, ama yok da diyemem size.

MA: Bu da ayrı bir kavram. Bazen bana bir soru sorarlar. Ve derim ki “Bu sorunun cevabını duymaya hazır mısın?” Genelde bizler soru sorduğumuzda esasında duymak istediğimiz cevabın söylenmesini arzuluyoruz. Oysa evet,-hayır sorusunun iki muhtemel cevabı var – evet ya da hayır. O yüzden sorarım, “Her iki cevabı da duymaya hazır mısın?” diye. O zaman bazen gerçekten de kişi sormaz sorusunu. Çünkü cevabı duymaya hazır değildir.

Esasında korkacak ne var hayatta? Her şey olması gerektiği gibi oluyor. Korktuğumuz onca şey esasında hiç olmayacak. Boşuna aylarca, yıllarca korktuğumuzu göreceğiz. Korkumuz ile hayatımıza düşük frekanslı enerjileri davet etmiş olacağız. Sevgi, mutluluk ve sağlığın yüksek enerji istediğini söylememe gerek yok herhalde. Düşünce enerjini yüksek tut beden enerjin yüksek olsun, sağlıklı ol.

ZK: Başka bir şey sorayım. İlişkilerimizde doyum ve mutluluk yaşamak için bu bilgilerden nasıl istifade ederiz?

MA: Öncelikle yaşamı olduğu gibi kabul etmemiz gerekiyor. Aksi, bu arada istesek de mümkün değil. Yaşam olduğu gibi akıyor ve her şey olması gerektiği gibi oluyor. Yapın, gidin, çalışın. Yanlış anlaşılmasın. Ben kader ile kendimizi bırakmayı anlamıyorum. Sonuçlar ile ne kadar ilgilisiniz, bunu soruyorum.

Bir yolu seçtiniz ve aksilik ardı arkası kesilmeden devam ediyor. Ama siz karar verdim, diyorsunuz. Devam diyorsunuz. Bakmak lazım. Aksilik neden. Bu aksilik “dur” diyor da olabilir, “farklı bir şekil bul ve daha hızlı devam et” diyor da olabilir.

Yaşamda işaretleri takip etmek mutluluk getiren yolu görmeye yarıyor. Mutlu olmayı hedeflemek. Mutlu olmayı seçmek gerekiyor.

ZK: Çok teşekkür ediyorum ve kaldığımız yerden devam etmek üzere diyorum.

MA: Ben de sana teşekkür ediyorum. İstediğin gibi faydalı olasın diyorum.

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Ruhun Seni Çağırıyor, Duymaya Hazır mısın?


Bio-enerji, IPEC ve Reiki Üstadı Moshe Abudaram ile insan, yaşam, ruh, reenkarnasyon ve şifa üzerine, çok sorulan ve çok konuşulan konular üzerine sohbet ettik bu defa.

Hocam ile daha önce yaptığım üç röportaj ilgi gördü. Birazda gelen istekler nedeni ile daha önce ele almadığımız konuları ele almak, bana ilettiğiniz bazı soruların cevaplarını almak üzere kendisi ile bir dizi görüşme daha yaptım. Bunları bölüm bölüm sizlerle paylaşmak istiyorum Sorularımızın cevaplarını içimizde saklı olsa da, kimi zaman hocaların paylaştıklarını duymak da hem keyifli hem kıymetli oluyor.

Bu çalışmada sorular sorarak ve cevaplarını alarak ilerleyeceğiz. Hocam Moshe Abudaram’ın danışanları ile görüşmelerinde sevdiği ve kullandığı bir tarz bu. “Sormazsan söyleyemem,” der Moshe Hoca. “Seçim senin.”
Paylaştıklarımızın yaşamınıza sevgi, sağlık ve ışık vermesi dileği ile…

*

Zeynep Kocasinan: İnsan nedir hocam? Buradan mı başlasak? Ben nereden başlamak uygun emin değilim doğrusu.

Moshe Abudaram: Sorular ile başlamak en doğrusu. Biliyorsun benim düşünceme göre, sen sormazsan ben söyleyemem. Burada anlatacaklarımız sorusu olanlara ulaşsın. Bilin ki, soru varsa, cevap mutlaka gelecektir.

ZK: O zaman başlayalım. Tekrar soracağım. İnsanı nasıl tarif ediyorsunuz? Biz neyiz ve kimiz?
MA: İnsan kelimesini nasıl kullandığımıza bakmak gerekir. Biz bedenli canlılar olarak bu dünya da yaşamaktayız. Birçok bedenli varlık bu dünyada yaşamakta. Hepsinin aynı varlıklar olduğunu söylemek mümkün değil. Dünyaya ait insanlar olduğu gibi, başka âlemlere ait bedenlenmiş varlıklarda var. Kimileri asıl benliklerinin farkında ve kimileri değil.

Sorduğun şeylere cevap veriyor muyum?

ZK: Lütfen içinizden geldiği gibi devam edin.

MA: İnsan diyorduk. Ancak, insan sadece beden değil ki. Bir fiziksel beden var bu dünyada tezahür eden, yaşayan. Peki, bedene yaşamı veren ne dersek cevap orada ortaya çıkıyor. Ruh dediğimiz kavram ile karşılaşıyoruz. Enerji dediğimiz kavram ile karşılaşıyoruz. Dinler ruh kelimesini kullanıyor. Bu enerji, evrensel enerji gibi kelimelerle de ifade ediliyor. Mesela insanın ve dünyanın ana yaşam enerjisini sevgi olarak tanımlayanlar var. Mistik ekollerde buna ışık da diyorlar. Kısaca insan görebildiğimiz bir beden ve bu bedende yaşayan özgün bir ruhtan, bir enerjiden oluşuyor. Parmak izlerimiz gibi benzersiz ve farklı bir enerjiyiz biz.

ZK: Açık söylediniz, ama yine de ‘ruh’ nedir diye sorsam?

MA: Şöyle diyelim, yaşamın gözle görünen bölümü yaşamın gerçekten ne kadarını içeriyor? Öte âlem diye adlandırılan şey ne? Geçmiş, şimdi ve gelecek sıralı olarak yaşanan bir şey mi? Zaman nedir? Dünya nedir? Evren nedir?

Yaratılış nasıl oldu? Şimdi bunun ile ilgili yazılı bilgiler var. Ancak insan zihni bunu kavrayabilir mi? Var olanı inkâr edebilir miyiz?

Ruh nedir diye sorabilmek ve cevaplarına girebilmek için, konuya biraz daha farklı bakmak gerekiyor. İnsan sadece bedenden oluşmuyor. Beden varlığımızın bir parçası, dünya yaşamına dair bir parça. Ölüm bir ruhun bu dünyadaki görevini tamamladığı zaman, dünya üzerinde kullandığı giysisini, yani bedenini, bırakması demek. Bu giysilerden çok sayıda kullanıyoruz. Yaşam bir defa değil. Yani bir defa bedenlenmiyoruz bu dünyada. Ruhtur insanın esası. Senin kalıcı, asıl parçan bedenin değil. Senin değişmez parçan ilk yaradılıştan beri sana ait olan Ruh’un. Sen bu enerjisin ve hep o olarak kalacaksın. Doğdun. Bir bedeni seçtin ve geldin. Yaşadın. Gittiğinde, tekrar doğduğunda, ya da doğmadan önce – sen o yok olmaz parça idin ve öyle de kalacaksın.

Sen Zeynep diye adlandırıyorsun kendini şimdi. Ama Zeynep’ten farklı bir şeysin. Daha büyük bir parçasın. Zeynep senin şimdi dediğin boyuttaki tezahürün. Farklı zamanlarda ve farklı boyutlarda başka şeyler olabilirsin.

ZK:

MA: Şimdi Zeynep, sen Türkiye’de bildiğim kadar ile de İstanbul’da doğdun. Belirli bir anne ve babayla büyüdün. Babanı kaybettin, evet Allah Rahmet Eylesin. Peki, sen neden bu ailede doğdun bunu hiç düşündün mü?

Bu aileyi sen seçtin. Bir çocuk dünyaya geleceği zaman doğacağı anne babayı seçer. Çünkü ruhsal bir varlık olarak dünyaya bir öğreti almak ve bazı şeyleri yapmak için gelir. Yaşamak istediği dersi kendisine en doğru şekilde yaşatacak ortamı seçer. Bazen zoru seçer, bazen kolayı seçer. Bazen sakatlıklar ile doğmayı seçer. Genellikle doğuştan gelen sakatlıklar, bir yaşam ve kader seçimidir. Ve genelde bu seçim önceden yukarı da yapılmıştır.

ZK: Yukarıda dediniz...

MA: Ruhsal konulardan bahsederken ruha ait olan şeylerin yerini tarif ederken yukarıda demeye alışmışız bir yandan. Esasında geçmiş nerede, gelecek nerede, şimdi nerede? Farklı boyutlar farklı yerlerde mi sahiden?

Şimdi bir de ruh derken ve bu dair konulardan bahsederken gereksiz olarak kavramları karıştırmaya gerek olmayabilir. Buna istersen Enerji diyelim. Bizim özümüz, ruh değimiz şey bir frekans, bir enerji bir ışık esasında Aynen bedenimizin de temelde atomik temel taşlarından oluşan bir enerji kümesi olduğu gibi. Fiziksel boyutta, beş duyumuz ile algıladığımız boyutta bedeni görebiliyoruz; ruhu nereye yerleştirebileceğimizi bilmiyoruz, pek de düşünmüyoruz belki de.

Bir bebek doğduktan sonra dünyada zorlanır. Sonsuz bir varlık minicik bir bedene sığmaya çalışır. Zor bu.

İnsan doğmadan önce seçimler yapar. Ve o âlemde tüm bilgiye sahiptir. Yaşayacaklarının tamamını bilir. Ancak doğduğu anda bu bilgi silinir. Yaşam süresinde kimileri bu bilgileri tekrar hatırlayabilir hale geleceklerdir. Doğumla beraber bilgi dünya hafızasından silinir. Bellekten silinir. Veya oraya ulaşamaz, zorlaşır. Doğumla birlikte ruhunuzun bütünü değil, o yaşamda kullanılacak bölümü sahneye iner.

Ancak, tesadüfler ne demek o zaman? İşte, o anlar, seninde ifade ettiğin gibi doğru yolda olduğumuzun işaretleri. Planladığımız yol ile yürüdüğümüz yol tam olarak oturduğunda üst üste içimizi muazzam bir sevinç alır. Bazen nefesimiz kesilir yaşadığımızı tesadüfler ile ‘Nasıl olabildi?’ deriz. İşte o anları fark edin. Onlar size yolu gösteren fenerler gibidir. Kaptan hanım fenerlerin önemini biliyorsunuz değil mi? Fenerlerin anlamını bilin ki, yaşam yolunda rotanızı kaybetmeyin.
ZK: Reenkarnasyon konusunda çok merak edilen bir konu. Değinmeye başladık ama konuyu biraz daha açma zamanı geldi mi ne dersiniz?

MA: Beden bir giysi dedik. Ve bu giysileri değiştirdiğimizden bahsettik. Ruhların yaşama, dünyaya inmeden önce bir yol seçtiklerinden bahsettik. Şimdi bunları bir toparlayalım.
O kadar ana bir konu ki bu esasında. Yaşama bakış açımızı komple değiştirebilecek bir konu. İyi anlaşılması önemli; ancak, çok da takılmamak lazım bu konuya. Bugüne, bu yaşama odaklanmak bence çok daha doğru.

...

Şimdi, insanoğlu bedenlenerek dünyaya inmeye başladı. Nuh Peygambere kadar geri giden bir süreç bu. Hz. Adem’e. Belki daha eskilere.

İnsanoğlu Cennet’ten kovuldu. Yaşamı öğrenmeye, deneyimlemeye başladı. Doğrusu Tanrı ruhun öğrenme arzusunu hayata geçiriyor denilebilir. Ruh kendini, bütünü keşfeder. Bir olmak ve birey olmak. İfade etmesi kolay bir konu değil. Yani bu sınıflarda okuyorsak sınıfı geçmemiz isteniyor. Kimse sınıfta kalmamızı istemiyor. Ama sınıfı bizim geçmemiz gerekiyor.

Dünyada doğmadan önce, yaşamda neleri yaşamak ve yapmak istediğimizi seçeriz. Yani yolumuzu seçeriz ve bunu mümkün kılacak bir aile ararız. Anne babalar çocuklarını kendileri arzuladıklarını ve olmalarını seçtiklerini düşünürler çoğunlukla. Ama esasında, çocuk yaşamı için gerekli genetik özellikleri, ülkeyi, durumu, dili, dini, ırkı, seçer.

ZK: Reenkarnasyon’dan bahsediyoruz. Dünyaya tekrar tekrar gelmekten. Sormakta zorlanıyorum. ‘Sormazsan söylemem’ dersiniz. Sorular yaratmaya çalışıyorum. Biraz daha açabilir misiniz? Kaç yaşamdan bahsediyoruz. Bir sayısı, sınırı var mı bunun? Bir kuralı var mı? Gerçek mi diye bana soran çok oluyor; mutlaka size de sık gelen bir sorudur bu?

MA: Gerçek. Nedir gerçek? Gerçek olan ne? Şimdi biz seninle oturmuş konuşuyoruz. Nerede yapıyoruz bu konuşmayı? Oturduğumuz bu cafede mi? Bu masada mıyız? Şu anda mı yapıyoruz bu konuşmayı? İlk defa mı söyleniyor bunlar?

Yoksa, çok daha önceden belirlendi mi bu kelimelerin kullanılacağı? Gerçek kelimesini kullanırken dikkatli olmak gerekir. Benim gerçeğim ile senin gerçeğin aynı mı? Farklı koltuklarda oturuyoruz. Ben oturduğum yerden Arnavutköy’deki sahil yolunu görüyorum, sen ise Boğaziçi Köprüsü’nü. Peki, Aramıza birini oturtsak ve direkt olarak baksa camdan, nereyi görüyor olacak? Karşı sahilde bir yerleri belki. Gerçek olan hangisi?

Dünyada yaşam çok uzun süredir var. Uygarlıklar geldi geçti. Kimileri kayıtlara geçti, kimlerinin izleri silindi. İbraniler kayıtlarını binlerce yıllardır sakladılar. Ama dünyada yaşananlara göre bu bile çok yakın geçmiş sayılır. Nuh Tufanı neden oldu? Dünya toprakları üzerinde neler yaşandı? İnsanoğulları neler yaşadı?

On binlerce yıldır süren bir süreç bu. Çok kişisel bir konu bu aynı zamanda. Hepimizin ruhsal olarak seçtiğiniz konuları öğreniş tarzımız ve şeklimiz aynı değil. Ben geçmiş yaşamları çok irdelemek taraftarı değilim. Yani geçmiş yaşamınızda kimdiniz, neler yaptınız, bunu öğrenmek çok da fayda sağlamayabilir. Şifa da bunu kullanıyoruz, tamam. Ama bunun dışında bu bana çok da gerekli bir bilgi gibi gelmiyor. Biraz ego tatmini. Geçmişin bir masal gibi peşine düşüyoruz geçmişin. Ama bugün sıkıntılarımız, dertlerimiz varsa, fiziksel hastalıklarımız, maddi kaygılarımız, ailemiz ile ilgili endişelerimiz varsa, ben derim ki, “Hadi bugünü düzeltelim.” Bugünü mutlu, sağlıklı yaşamak içi eğer geçmişe gitmek gerekiyorsa gideriz ve gerekene bakarız. Neyi niçin yaptığımıza, ardındaki niyetlerimize dikkat edelim.

ZK: Çok konuşulan ve sorulan bir konu olduğu için açmak istiyorum. Bir yandan popüler diye bir konuyu konuşuyor olmak gerekmez. Bunu anlıyorum.

MA: Sen sormadan ben söyleyeyim, sen de biliyorsun ki, evet biz geçmiş yaşamları görebiliyoruz, bilebiliyoruz. Daha çok bilinen bir metot olan hipnoz ile o anlara gidilebilir. Ama hipnoz ille de gerekli değil. Hipnoz olmadan da o anlara gidilebilir. Görmek ve bilmek mümkün. Geçmişte yaşanan zor olaylar, yaşananlar bizde izler bırakır. Bazen pozitif yetenekler olarak çıkar karşımıza. Bazen kimi insanların diller konusunda çok başarılı olduğunu görürüz. Muhtemelen bu insanlar önceki yaşamlarında bu bilgileri edinmiş ve kullanmışlardı. Mozart, Beethoven gibi dehaların, esasında önceki yaşamlarında, parladıkları yaşama kadar yeteneklerini geliştirmek üzere yaşadığını görebiliyoruz. Yani o yeteneğin bedeli daha önce ödendi.
Evren çok adaletli. Sebep ve sonuç ilişkisi yaşamı tanımlar. Yaparsın ve sonucunu alırsın er ya da geç. Enerji bunu söylüyor. Benzer benzeri çeker. Pozitif pozitifi çağırır; negatif negatifi çağırır. Evrene ne verirsen onu geri alırsın. Ana kural budur. Ve düzen bunu doğrulamak üzere işler.
Bu yaşamında bir insan ile problemin var. Bu bir aile bireyi olabilir, iş ortağın olabilir, arkadaşın olabilir. Belki de yarım kalan hesaplarınız var eskiden kalma. Bunları hallediyor olabilirsiniz. Ama olmayabilirsiniz de. Bir kişi benden yardım istediğinde, Ruh’una sorarım ne istiyor diye.

Sen kolum ağrıyor diye gelebilirsin. Genelde bu ağrının fiziksel bir nedeni olabilir ama fizikselin ardındaki neden nedir bilmiyoruz. Belki de kolunu kullandığın bir şeyleri yapmaktan bıktın. Ama yapamamayı tercih etmiyorsun bir türlü. Yapmaya çalışıyorsun. O zaman ruhun bir şekilde sana artık durman için gereken fiziksel rahatsızlığı sağlıyor. Bu birçok hastalık için gerçek. İnsanlar bilmeden kendilerini hasta ediyorlar.

Onları bitiren bir işte çalışıyorlar. İş değiştirmeleri gerektiğini yüreklerinde biliyorlar ama korkular ve kaygılar nedeni ile yapmıyorlar. Ne mi oluyor? Aniden bir bakıyorlar ya rahatsızlanmışlar ya bir kaza geçirmişler ve işe gidemiyorlar. Ben diyorum ki, bunların farkına varın ve kendinize zarar vermeden düzeltin. Ruhunuzu kulak verin.

Ruhunuz size bir şey söylüyor. Dinleyin. Dinlemezseniz, yolunuzu zorlaştıracaksınız. O iş size uygun değilse, ya siz bırakacaksınız, ya da bir şeyler size zorla da olsa bıraktıracak. Sonuç aynı olacak ama birinci değil de ikinci yolu tercih ederseniz, siz daha çok zorlanacaksınız. Yol aynı, o yolu nasıl şartlar ile yaşayacağınız size kalmış.

Ben birinci yolu tercih edin diyorum. Ruhunuzu dinleyin. Sizden ne istiyor?

ZK: O kadar kolay değil dinlemek. Bazen bende yaşadım bunu, içimden gelen ses o kadar kuvvetli oluyor ki, aksini yapamıyorum. Eskiden tüm sesleri inkâr ettiğim zamanlarda oldu. Ve dediğiniz gibi kolay geçmedi o günler. Reenkarnasyon varsa o zaman karma da var. Yani yaşadıklarımızın bugüne taşınan etkisi. Karma konusunda ne söyleyeceksiniz? Bu konu ile bağlantılı biraz.

MA: Doğru. Karma kelimesi sık kullanılır oldu. Popüler bir kelime oldu. Son on, on beş yıldır. Buna anlaşmalar ve sebep-sonuç ilişkileri de diyebiliriz.

Dünya’ya geldiğimizde seçtiğiniz rol arkadaşlarımız var. Bir dersi öğrenmeye geldik; ve bunun gerektirdiği şartları yaşayacağız. O nedenle özellikle şifacı olarak yetişmekte olan öğrencilerime ve şifacılara ısrarla hatırlatırım hep: başkalarının hayatına, onlar yardım istemedikçe karışma şansımız, hakkımız yok.

Tamam, karışmak çok kolay, onların acılarını dindirmek isteyebilirsin. Ancak, ya onlar o acıyı yaşamak için geldilerse? Yardım isteniyorsa o zaman elimizden geleni yapabiliriz. Ama yardım istenmiyorsa o kişinin yaşamına asla karışmamalıyız. Meşhur bir kelebek hikâyesi vardır. Bir adam bir kelebeğin kozadan çıkmasını seyretmektedir ve kelebeğinin kanatlarının bir kısmı hariç tamamı kozadan çıkmıştır. Ancak o son bölümü bir türlü kelebek çıkamaz gibi durur. Adam uzanır ve parmağı ile kozanın o bölümünün açılması için yardım eder. Kelebek kanatlarını açtığında, adam üzüntüyle fark eder ki, kelebeğinin kanadının o bölümü maalesef tam formunda değildir. Kelebeğinin kanatlarını mükemmel haline getiren kozadan çıkmak için verdiği mücadeledir.

Çocuklarımıza yardım etmek isteriz. Onların öğrenmek için yaşaması gerektiğini unuturuz. Onlar bize ait değil. Bizi seçtiler, biyolojik özelliklerimiz için, yaşadığımız şartlar için. Belki de anne babaları olarak bizlerin ruhsal yapılarından alacakları olduğu için. Ama onlar seçtiler, biz değil. Biz ana baba olarak çocuklarımıza bakmak ve sevmek ile mükellefiz, ancak onlara sahip değiliz. Bunu hiç unutmamak gerek. Ve inanın yeni nesil çocuklar siz unutsanız bile size bunu hatırlatacaklar. Bundan emin olabilirsiniz.

Ruhlar dünyasının muazzam bir iletişim ağı var. Biz cep telefonlarını mükemmel buluyoruz. Eskiden telefonlar yazdırılırdı. Siz bunları hatırlamazsınız belki de Ya da mektup yazılırdı. Bir cevap için aylarca beklenirdi.

Komada olan hastalar vardır. Onları ruhları, koruyucuları yakınları aracılığı ile, veya beklenmedik şekillerde kendilerine yardımcı olacak kişiyi bulurlar, çağırırlar.

Bir ruhun yardıma ihtiyacı olduğunda o kişinin melekleri tüm melekler dünyasına seslenir ve o kişiye yardım edebilecek kişinin melekleri kanalı ile o kişiyi bulur. Karşımıza tesadüfî olarak çıkan hocalar, doktorlar, şifacılar, tedavi metotları genelde bu sihirli iletişimin sonucudur.
Soru varsa, cevap her zaman gelir. Ve genelde ilk gelen cevap en doğrudur. Sonra konuyu karıştırmaya başlarız. Zihin ve hesaplamalar işin içine girer. En doğru cevap her zaman içinize ilk doğan cevaptır. Soru varsa, cevap her zaman gelir.

ZK: Şifa nereden geliyor, nasıl işliyor? Bunu hep sorulan bir konu. Kolay bir konu değil.

MA: İyileşmek kişinin bireysel bir tercihidir. Bir kişi iyileşmek istemediği sürece o kişiyi iyileştirmek mümkün değildir. Bir kişi susamış diyorsunuz. Siz sürahiyi verebilirsiniz, bardağı verebilirsiniz. İçmek kişinin kendi tercihidir.
Rahatsızlığın birçok nedenleri var. Tercihler var, zihinsel, duygusal ve ruhsal nedenler var, kazalar var, negatif enerjiler var. Hastalık nereden geliyor diye sormak daha doğru belki. Hasta olmamız gerekmiyor çoğu zaman ama oluyoruz. Oysa bilsek ve kabul etsek ki hastalığa ihtiyacımız yok ... çok farklı olurdu bu dünyada yaşam. Tıbba tapmazdık belki. İlaçlara tapmazdık.

Hastalara yardım edebilmek için yapabileceklerimiz var. Dikkat, hastalığa karşı değil, hastaya yardım etmek için.

ZK: Tamamlayıcı tıp uygulamalarında okuyucularımızın öncelikle bir doktor veya sağlık personeline danışmalarını ve onların denetim ve onayı ile tamamlayıcı tıp tekniklerini uygulamalarını kullanmalarını hatırlatmak isterim. Bugün ki paylaşımlarınız için çok teşekkür ediyorum. Yeniden bir araya gelmek üzere diyorum ben.

MA: Ben de bu fırsat için teşekkür ederim. Ve hep hatırla ki hizmet etmek en büyük mutluluk kaynaklarından biridir.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Kaderimiz Hücrelerimizde Yazılan Hikayelerimizde mi?




Bioenerji ve Reiki Üstadı Moshe Abudaram ile farklı bir röportajı paylaşmak istiyorum.
Yine farklı konuları farklı bakış açıları ile ele almak üzere...


*

Zeynep Kocasinan: Hocam bir röportaj daha yapmak üzere zaman ayırdığınız için öncelikle teşekkür etmek istiyorum. Sizin tecrübe ve değerlendirmelerinizden ben hep çok faydalandım. Bu röportaj ile deneyimlerinizi ve düşüncelerinizi biraz daha paylaşmaya aracı olabilmeyi diliyorum.

Moshe Abudaram: Tek başına bir kelime var: Niyet.

Her şey niyet işe başlıyor Zeynep. Sağlam bir niyet her zaman sağlam bir başlangıç noktasıdır. Bir giysi koleksiyonundan neden bazıları sizi çekiyor? Sizi ne çekiyor?

Dualarda da öyle. Dua ettiğimde niyetim duada değilse, o dua ne kadar yerine ulaşıyor? … Ve bir yandan da niyetimiz ile istediğimiz şey, o yer ve zamana uygun ise oluyor. … Neden o seçtiğimiz resmi, bluzu veya kitabı alıyoruz? Bizi ne çekiyor? Oradaki enerji bizi çağırıyor – bağlanıyor.

İsteklerimizden bahsediyorum. Sınırlı olarak istiyoruz; özgürce değil. Mesela meslek seçimi – bildiğimiz şeylerin arasından istiyoruz. Bildiğimiz, müsaade ettiğimiz dünya kısıtlı ise, yaşamda kısıtlı kalıyor. Biz yaşamda sınırların içinde kısılıp kalıyoruz.

Ve büyüdükçe hayal dünyamız giderek kısılıyor. Beş yaşında neler istedim?

Her çocuğun hayali var. Kendi kendisiyle konuşuyor. Bunu anne baba duyarsa korkar bazen . “Odama kocaman pembe, ya da mavi bir ayı geldi, konuştum, ” diyebilir mesela çocuk. Anne sorsun: “O ne dedi? Sen ne dedin?” Bunu olumlu bir şey olarak karşılamak lazım. O zaman yaşamdaki hikâyeler büyüyünce de devam eder. Geniş düşünce dünyası olan, farklı yönleri görebilen yetenekli insanlar çıkar. Anne “Sus, yok öyle şeyler, ” derse, çocuk korku ile kendisini iptal eder. Bu anne babasında hissederek yaşamayı öğrendiği korku.

ZK: Ana baba olarak sözlerin etkisinin tam farkında olmak ne kadar mümkün? Korkulardan bahsediyorsunuz. Bu oldukça derin bir konu.

MA: Söz dedin; sözün etkisine bakalım. Emoto’nun çalışması muhteşem. Aynı kaynaktan alınan suya “aptal” diyorum ve “teşekkür ediyorum” diyorum. Mikroskop altında su birincisinde bulanık bir form alıyor. Teşekkür kelimesi ile mükemmel kristal oluşturuyor. Su sözü anlıyor, niyeti anlıyor, ve buna bir reaksiyon veriyor – olumlu veya olumsuz. Masaru Emoto’nu bu çalışması ile ilgili kitapları var. Net olarak izah ediyor. Peki, bizim vücudumuzun %60-70’i su. Bize ne oluyor o zaman?

Motivasyonu yükselten ve düşüren ne? “Bak komşunun çocuğu ne güzel başarıyor” veya “Senden adam olmaz” denildiğinde neler oluyor?

Örneğin sömester karneleri neyi anlatıyor? Çocuk öğretmeni mutlu etmek için uğraşıyor. “İsterse elinden daha da iyisi gelebilir, ” diyor öğretmen. “İsterse başarılı olabilir, ” diyor. Bu söz motivasyon yaratmıyor. Çocuk “yaptığımın sonucu buysa denemeyeyim” diye düşünüyor.

Daha kelimesi bir yerde takıyor insanı. Hepimiz yarışa çıktığımızda bir terslik oluyor. Hepimizin ayrı bir kaabiliyeti var esasında. Aynı şey olamayız. Çocuğumuzun 1. olmasını istiyoruz. Sınıf 40 kişi. Kaç kişi birinci olabilir? Çocuk dersten not olarak 8 alıyor ve anne babaya 8 yetmiyor. 10 olmazsa yetmiyor. Oysa başarıyı ne ölçüyor? Belki başka konuda başarılıyız, veya belki çekindim derste soramadım, ve anlamadığım konular oldu. Bu nedenle başaramadım.

Kendi motivasyonumu yitirmişim, beklentiler büyük, hayal et…

ZK: Bu anlattıklarınız okul yıllarımı düşündürdü. Bana “Ders çalış, şu notu al bu notu al” diye bir ailem olmadı. Hatta daha çok “Bu kadar çalışmana gerek yok, ” dediklerini hatırlıyorum. Ama ben de danışanlarım ile çalışmalarımda ve koçluk çalışmalarımda ailenin baskısı altında olan çocuklar görüyorum. Bazen de kendi öğrencilik yıllarımda yaşadığım gibi çocuğun ailesinden kaynaklanmayan, belki çevreden, basından gözlemleyerek kendi kendine oluşturduğu baskılar var.

MA: Gel bir örneğe bakalım. Bir ailenin 2 çocuğu var. Biri okulda başarılı ve imtihanda en iyi okula girdi. Diğeri giremedi. O sınavı geçemedi diye olumsuz mu oldu? Yaramaz demek işe yaramaz demek oluyor. Bir çocuğa afacan demek başka bir şey.

2 çocuktan bahsediyorduk. Biri başarılı, diğeri sınavı geçemedi. Biri övülüyor, diğeri ne oluyor?

Bir yandan anne diplomayı göstermek istiyor. Komşulara, teyzelere göstermek istiyor. Sınavı geçemeyenden bahsederken “Tabii o da iyi ama....” diye konuşmalar yapışıyor.

Sonra bakıyorsun diploma almayan hayatta daha başarılı oluyor.

Başarı karnede hep 10 aldı mı demek?

Ezberleyen başarılı, ezberleyemeyen başarısız mı demek?

Kalıba giren, annesinin babasının sözünden çıkmayan başarılı mı demek?

Kalıplardan çıkmak isteyen yaramaz ve başarısız mı oluyor?



Çocuk odasını düzeltmedi diye ne kıyametler kopuyor ailelerde. Komşu ne diyecek? Sanki komşunun çocuğu gerçekten toplu. “Hadi odanı topla”. “İstemiyorum.” “Topla, bak yoksa…” İki tarafı da mutlu etmeyecek ve sonuç getirmeyecek diyaloglar bunlar.

Kaygı varsa, senin kaygın var mıydı bilmiyorum, ama bir kıyaslama söz konusudur. Ya ailenin ya da çevrenin.

ZK: Sanırım başarıdan keyif alma noktası daha fazla iyi benim yaşadıklarımda. Yani beni engelleyen kaygılarım olmadı. Belki yordu. Ailem de kaygı doğuracak şeyler yapmadılar galiba.

MA: “Koşma düşersin” diyoruz ve nasıl da yaratıyoruz düşüncelerimiz ile. Ve gerçekten düşer o çocuk. Neden yaratıyorsun bu düşünceyi? Yüzüstü bam diye düşer gerçekten. Nasıl bir şey oluyor bu? Düşünceler ile neler yaratıyoruz? Yaşamın her alanında?



Kuantum fiziği ve deneyleri hakkında birçok kitap yazıldı. Bunlar enteresan.

Ben de bir deneyi paylaşmak istiyorum. Bir deney için bir insanı aldılar. Ve ağzından, balgamdan beyaz hücre aldılar ve tüp içinde monitör sistemine bağladılar. Ve adamı da başka bir yere aldılar ve onu da monitör sistemine bağladılar. Korku filmi seyrettirdiler. Adamın o filmi seyrederken yaşadığı heyecan monitörde kendini belirle şekilde gösteriyor. Ayrı bir mekânda olan hücreye bakıldığında, aynı frekanslar hücrenin bağlı olduğu monitörlerde de görünüyor – hem de korku filmine seçilen insanın verdiği reaksiyonlar ile tam eş zamanlı olarak. Yani hücre fiziken ayrılmış olsa da bedenin yaşadıklarını hissetmeye devam ediyor. Biliyor.

ZK: Bruce Lipton’un çalışmalarına gitti aklım. Hücrenin hafızası ve zekâsı ile ilgili.

MA: Evet herkesin okumasını öneririm. Yaşama bakış açımız her yönden genişliyor ve değişiyor.

Ve bazen korkular öbür hayatlarımızdan gelir. Aklıma bir kadın geliyor. Boğazına kadar teni pembe renkte, boğazdan yukarı bembeyaz.

Bu anlatacağım olayda yaptığım şeye hipnoz demek istemiyorum. Hipnoz değil yaptığım. Nasıl diyelim buna? Seans, bir nevi farklı bir meditasyon ile yapılan bir enerji çalışması diyelim. Hipnozda kişiyi bitince uyandırmak gerekiyor, bunda uyandırmak gerekmiyor.

Ve bu kadını geriye aldım. Neden bu hale geldiğini – 4-5 yaşına aldım hatırladığım kadarı ile. Ve enteresan bu kadın - tesadüf dediğimiz şey – radyoda bir programa konuk olarak çıkmıştı. Programı dinlerken hanımın sesi bana çok tuhaf geldi, frekansında beni çok rahatsız eden bir şey vardı. Programı dinlemeye devam ettim. Sanki ciyak ciyak bağırıyordu. Sonuna kadar dinledim. Yaptığı şeyleri anlatıyordu, oldukça da bilgili ve tecrübeli bir hanımdı ama sesinde büyük bir terslik vardı. Programın sonunda hanımın telefon numarasını verdiler, yazdım.

Ve ertesi gün telefon ile aradım, “Sizi görmek isterim, ” dedim. Neden aradım bilmiyorum. Ancak hanımı görünce anladım. Kafası, yüzü ile bedeni arasında çok biraz renk farkını gördüm. Sanki baş kesilmiş ve başka bir baş takılmıştı.

Bir çalışma yaptık, meditasyonla başladık ve 4-5 yaşlarına götürdüm. Sordum “Sıkıntın var mı?” “Aile bireylerinden biriyle? Annenle? Seviliyor musun, sevilmiyor musun?” Problem kaynağı annesi görünüyordu.

O zaman o hanımı meditasyonda kendi annesinin yerine koydum. Onu annesi olarak annesinin 5 yaşına götürdüm. Orada annenin kendi annesi, yani hanımın anneannesi ile, problemi olduğunu gördüm. Bu defa o hanıma anneannesinin kılıfını giydirdim. Anneannesi 5 yaşında.

“Anneannen 5 yaşında” dediğim anda hanım bağırmaya başladı. “Evde dedemleyim, yalnızım” diye anneannesi olarak anlatmaya başladı. Anneannenin 5 yaşındayken kendi dedesi ile olduğu noktadan bahsediyoruz. “Dedemleyim. Dedem beni ağzım ile istemediğim şeyleri yapmaya zorluyor. Ne yapacağımı bilemiyorum…” Derin bir travma yaşanmış, ve çocuk olayı yaşayan bedenin baş kısmı ile bağlantısını koparıyor. O anda hemen bu yıllar önce yaşanmış olay ile ilgili formu değiştirmeye başladım.

Çalışmayı yaptığım hanımın gözleri yaş doldu. Boyunda kesilen pembe renk yavaş yavaş kafasına, yüzüne yansımaya başladı. Bembeyaz olan yüz ve kafa rengi kısa zamanda normale döndü. Anlatmak kolay, izah etmek biraz daha zor. O zamanki travma bugüne kadar nasıl geliyor?



O kadının çalışmasında hücrelerde taşınan travmayı çözdük. Anneanneden anneye, oradan kendisine. Bu nasıl taşındı bu üç nesil arasında? Enteresan değil mi?

Hücre ile insanın enerji alanları arasında bağ var. Anne ve çocuk arasında bağ var. O anneanne büyüdü ve çocuk doğurdu. O çocuk çocuk doğurdu. Torun ve anneanne aynı bedenin parçası. Önce yumurta vardı. Tek hücre vardı. Sonra anne karnında tek hücre bölünmeye başlıyor ve insan oluşuyor.



ZK: Oldukça kuvvetli bir örnek oldu bu. …

MA: Devam edelim. Her hücre neye bölüneceğini nasıl biliyor? Her hücrenin kendi bilgisi var. Biri karaciğer oluyor, diğeri akciğer veya mide. Vücut çok iyi bir eczacı, çok iyi bir doktor. Yediğimiz gıda ile berbat oluyoruz. Endüstriyel gıda diyoruz, rafta durması için hazırlanmış gıda. Evde yaptığımız mayonezi iki gün bıraksam yenmez. Markette rafta nasıl dayanıyor? Üreyen bakteriyi öldürüyor olmalı. Tabii herkesin evde mayonez yapacak vakti yok.

Bir örnek daha geldi aklıma. Bunu da paylaşmak istiyorum. Anne baba çocuk odasına dev peluş oyuncak alır koyarlar. Bunun öyle ters etkileri olabiliyor ki.

ZK: Bildiğimiz kumaş, hayvan şeklindeki oyuncaklardan bahsediyorsunuz değil mi? Çocuk olarak hepimizin böyle oyuncakları oluyor.

MA: Büyük olanlarından bahsediyorum. Bir çocuğa göre büyük olanlarından. Bir defasında 25-26 yaşlarında bir kız annesi ile bana geldi. Kızın korkuları var. Göz doktoru olmuş ama korkularından bir türlü kurtulamamış, ve yaşamını belli ki çok aksatıyor. Ve bana bile annesi getirdi, çalıştım. Geriye doğru problemin kaynağını araştırmak üzere bakmaya başladım. 3, 5 - 4 yaşlarında takıldı. Bunlar olurken annesi odada yanımızda oturuyor. Kız annesinin varlığı ile çalışmada güvende hissediyor.

Sordum “Ne oluyor 4 yaşında?”

Cevap vermeye başladı: “Odamdayım. Duvarda duvar boyunda dev bir kedi resmi var. Korkudan ölüyorum.” Kız bunları söylerken annesi sapsarı oldu. Kız devam etti “Ağzı o kadar büyük ki sanki beni yutacak.”

Kırmızı şapkalı kız hikâyesini hatırlar mısın Zeynep?

Biraz çalışmadan sonra o kalıbı değiştirdik, o görüntüyü ve korkulacak bir şey olmadığını fark ettirdik. Geçmişin izlerinden arındırdık. Yatarken bembeyaz olan yüze renk geldi. Cildin rengi sıkıntılar hakkında çok şey söylüyor.

Anne kediyi büyük olarak sevmişti. Ama çocuk aylarca, senelerce o kedi ile yaşadı, korkuyu içinde tuttu!

ZK: Çocuk zihni ile algılarımızın bizi nerelere taşındığını kestirmek mümkün mü diye düşünmeden edemiyorum siz anlattıkça. Sözün gücünün her an farkında olmak kolay değil.

MA: Sözün gücü kadar, neye kulak verdiğimiz de önemli. Neleri duymayı seçiyoruz? Her şey bir. Tüm bilgi her zaman her yer de var. Duyabilmek için duymayı istemek gerekiyor. Seçmek gerekiyor. Yani dünyada müzik kanalları yüzlerce. Örneğin İstanbul’da 100.6 radyo frekansında pop müzik çıkıyor, 88.2’de başka bir şey. Tüm bilgi var, her zaman, ve var olandan biz seçiyoruz.



Olaylara farklı açıdan, kuantum fiziği açısından bakmak da mümkün.

Newton fiziği gördüğümüz şeyler için doğru.

Ama ya fotonlar? Foton bakanın niyetine göre yapı değişikliği gösteriyor, dalga oluyor. Fotona bakanın niyetine göre aynı fotona bakan başkalarının gördükleri de değişiyor.

Niyetin gücü harekete nasıl geçiyor?

ZK: Konular konuştukça yenilerini getiriyor. Yerimiz daraldığı için iz sürmeye ileride devam etmek arzusu ile, son bir söz ile noktalamak için ne söylersiniz?

MA: Diyelim bakkala, markete gittim ve poğaça yapmak için un aldım. Koydum mutfağa, sonra aradan zaman geçti bir baktım ki yanında karıncalar. Tesadüf. … Çiftçi buğdayı ekti, biçti. Satıldı. Bakkala, markete kadar geldi. O un neler geçirdi?

Benim poğaça yapmak isteğim nereden geldi?

Benim o isteğim karıncanın açlığından olabilir mi?

Yaşamdaki tesadüfler halkalar değildir. Biz birbirini takip eden bir zincirin halkaları gibi görüyor olabiliriz. Ama bir dokuma kumaş gibi farklı yönlerde çift yönlü ipler, örgüler var. Tek yönlü değil. Sen sık sık Fethiye’ye gidiyorsun. Belki seni her gidişinde seni uçak götürüyor, ama esasında birçok farklı örgüler getiriyor. Farklı yönlere birçok halka.

ZK: Tekrar çok teşekkür ediyorum zaman ayırdığınız için.

MA: Sana da kolaylıklar dilerim. Niyetinin gücünün hep farkında ol.

15 Şubat 2009 Pazar

Çocukların Söyleyemedikleri Şeyler Geleceklerinde Yaşıyor


Üstat Moshe Abudaram ile 2 yıl sonra tekrar bir röportaj yaptık. Yeni sorular, ve yeni konular ile konuşurken yine kalıpların dışında düşünemeye davet ediyordu bizi. Akış içerisinde ağırlıklı olarak çocuklar üzerine konuştuk, zaman zaman geçmişin ve bugünün çok da sempatik olmayan anlarına gittik. Sevgi adına, çocuklar adına.

***

ZK: Moshe Hocam, hoş geldiniz. Sizinle tekrar fikir alışverişi yapabilmek çok güzel. Genel bir soru ile başlasam: Tamamlayıcı tıp ve enerji çalışmalarındaki son yıllardaki çalışmaları değerlendirir misiniz? Sanki bu konuları çok daha rahat konuşuyoruz artık.

MA: Hoş bulduk. Benim için bu konuları konuşuyor olmak önemli. Dünyada hızlı bir değişim devam ediyor. Hoşuma giden Türkiye’de bu konuların hızla yayılması, merak olması. Ben çalışmalarıma yurtdışında başladım. 25-30 yıl önce bu çalışmalardan Türkiye’de bahsetmek imkansız gibiydi. Şimdi D&R gibi Remzi Kitabevi gibi bir kitapçıya gidin ya da İstiklal Caddesi’nde yürüyün ve oradaki kitapçıları dolaşın, Kişisel Gelişim, Enerji çalışmaları, Reiki, EFT Duygusal Özgürlük Tekniği, Hipnoz ve benzeri birçok konuda onlarca kitap bulacaksınız. Sadece tercüme kitaplar değil, Türk yazarların kitaplarında da büyük artış var son yıllarda, özellikle de son 2-3 yılda.

Yurtdışında hangi çalışmalar daha çok kullanıyor, siz hangi metotları tercih ediyorsunuz?

Kişisel Gelişim diye adlandırdığımız yol özünde kendi gücümüzü elimize alma ve yaşamda güç, bilgi ve isteklerimiz ile bize mutluluk getiren bir yolda yürümek demek. Özgüven ile, yani kendimize, başkasına değil kendimize güvenerek yaşamak demek. İngilizce “empowerment” diye bir kelime var. Yani kişinin kendi gücünü görmesini ve sahiplenmesini sağlamak. Ana hedef bu. Dünyada da bunun önemi anlaşılıyor. Benim biliyor olmam önemli değil, senin kendi yaşamının kontrolünü eline alman önemli.

Ancak sağlık problemleri veya büyük sıkıntılar ile uğraşıyorsam bunu yapmak kolay değil. Bir girdabın içinde hissedebiliyor insan. Şimdi hastalık ve ağrılar ile uğraşan bir insana bunu anlatmak kolay mı?

Beni mutlu eden bir şey var. Eskiden danışanlar ile konuştuğumda neredeyse tamamı problemlerinin nedeni olarak eşlerini, anne babalarını, patronlarını, iş arkadaşlarını, hatta çocuklarını gösterirlerdi. Problemin kaynağını hep dışarıda ararlardı. Zaman içinde dışarıda olanlara verdikleri reaksiyonların kendi sorumlulukları olduğunu görürlerdi. Zaman alan bir şey. Ve çabuk çözümler arayan, dışarıdaki problemli şeyi kesip atmak isteyen kişiler ile çok daha fazla karşılaşıyordum.

Şimdi ise çok daha farklı bakabiliyor insanlar. Okuyorlar, araştırıyorlar. Güçlerini ve sorumluluklarını teslim etmek için gelmiyorlar artık. “Bu problemi çözün” demek yerine “Bunları aşmak için ne yapabilirim?” sorusu ile geliyorlar. Bakıyorum gelen danışanların birçoğu kişisel gelişim konularında onlarca kitap okumuş. Tabi ki eskiden de araştırarak gelenler olurdu, ama şimdi sanki çok daha bilinçli olarak geliyor gelen kişi.

Türkiye’de ve dünya’ya bu konulara ilgi duyanlar kimler?

Açıkcası bir ayrım yapamayacağım. Değişiyor. Eğitim ile, cinsiyet veya yaş grubu ile çok ilgili değil. Tabi genel olarak dünyada kadınlar kişisel ve ruhsal gelişim konuları ile idaha ilgililer. Grup çalışmalarında erkek sayısı %30’u pek geçmiyor hala. Ama bir on yıl önce 30 kişilik bir grup çalışmasında bir veya iki erkek katılımcı zor olurdu. Bu anlamda bir değişim var.
Bir de çok daha fazla çocuk ile çalışıyorum. Anne babalar bazı problemlerin çok kökleşmeden çözülmesinin faydalarını görüyorlar. Çocuklar çok açık fikirliler; onlarla çalışırken çok net ve açık izahatlar vermek gerekiyor. Bir yetişkin gibi sorular soruyorlar ve açık, dürüst cevaplar istiyorlar. Bu çocukların yetişkin olarak bambaşka bir dünya, bambaşka bir yaşam yaratma şansları var.

Ben koçluk çalışmalarımda ilkokul 4.sınıf ve sonraki çocuklar ile çalışıyorum. Reiki gibi çalışmalarda ise hamileler ve yeni doğmuş bebekler ile de çalışıyorum. Sizin çocuklar ile çalışmalar için önerileriniz neler?

Şimdi Zeynep benim bildiğim kadarı ile senin Yaşam Koçluğu olarak yaptığım çalışmalar, o çocuk ile veya o kişi ile sorular sorarak bazı konuları anlamasını, farketmesini sağlamak üzere. Belirli bir düşünsel yapı içinde bir çalışma o. Bizim enerji çalışmalarımız seninde uyguladığın gibi bilinçalanı içinde yapılmıyor genellikle. Enerji çalışmaları için çocuğun fiziken bize gelmesi gerekebilir de gerekmeyebilir de. Enerji alanında ve bilinçaltı ile ve belkide ruhu diye de adlandırabileceğimiz enerji varlığı üzerinde ve o varlık ile yapılan çalışmalar bir çoğu.
Birçok anne baba da “Çocuğumda bir problem var mı?” sorusu ile geliyor; ama sen de rastlıyorsundur inceleyince sorun çocukta değil ebeveynlerde oluyor genelde. Ve aile yaşamları, bu farklı bakış açısı ile arzu ettikleri düzene geliyor. Anne ve babalar, dedeler, nineler, çocuklukta yaşadıklarını ve bunun etkilerini çocuklarına, torunlarına yansıtıyorlar. Özgür ruhlu yeni dönem çocukları ile iletişim için açık yürekli olmaya ihtiyaç var. Onlar söylenenlerin kendilerine ait olmadığını belki anne babalarından önce anlıyorlar.

Sizin ilkokulu Türkiye’de okudunuz bildiğim kadarı ile. Kendi çocukluğunuz ile yıllar sonra geri geldiğiniz Türkiye’deki çocukların yaşamlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sadece Türkiye’de değil, dünyada çok şey değişti. Benim çocukluğunda okulda öğretmenlerimizden, müdürümüzden, hatta okulumuzdaki görevli hademelerden bile korkardık. Korkmamız öğretilmişti bize. Disiplinin korku ile sağlanabileceğine inanılan bir devirdi. Bunun değişmekte olduğunu görüyorum. Yine de Türkiye’de birçok okulda hala çocuklar öğretmenleri, evde aileleri tarafından korkutulmaya devam ediyor.

Sizin okul deneyimleriniz nasıldı, geriye dönüp baktığınızda o dönemin eğitim yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin genelini değerlendirmem zor. Ben ortaokul yıllarında Türkiye’den ayrıldım. Okula Kadıköy Yeldeğermeni’nde başladım, sonra ailem Şişli’ye taşınınca okulum değişmiş oldu. Ortaokula Saint Benoit Fransız Lisesi'nde devam ettim, yurtdışına gidene kadar. Konuştukça aklıma anılar geliyor.

Belki ağır gelebilir ama kendi çocukluğumdan bir anımı paylaşmak istiyorum.

Dediğim gibi ilkokulu Kadıköy’de Yeldeğirmeni semtinde okumaya başladım, Osman Gazi İlköğretim Okulu’nda. Birkaç yıl önce o bölgeyi tekrar ziyaret ettim. Çocukluğumun geçtiği yerleri ve okulumun hala aynı yerde olduğunu görmek güzel bir yandan güzel. Ancak o kadar hoş olmayan bazı anıları da canlandırdı.

1952-53 yılından bahsedeceğim, 56-57 yıl öncesinden. Çocukluktaki hafızamız bu kadar kuvvetli, ve yaşadıklarımızın etkileri de.

Sizi derinden düşündüren bir şeyler olduğunu hissediyorum.

Yaşadıklarım bana yıllar boyunca gerek erişkinler gerekse çocuklar ile çalışmalarında anahtar oldu. Nasıl travmalar yaşanabileceği ve bunun etkileri konusunda beni dikkatli olmaya yöneltti.
İlkokul birinci sınıftaydım sanırım. Okulda sınıf arkadaşlarımdan birkaç tanesi teneffüste bana sataşmışlardı. Tam olarak ne yapmışlardı hatırlamıyorum, ama yere düşmüştüm sanırım. Ayağa kalkınca o çocuklara şu an da ne olduğunu hatırlayamadığım ters sözler söylemiştim sanırım ki, o sırada öğretmenler bir tanesi oradan geçiyormuş, ve olanları görmemiş ama sonunda benim konuştuğum bölümü duymuş.

Bana çok kızarak derhal öğretmenler odasına gitmemi ve bu kötü davranışım için cezalandırılacağımı söyledi. Birinci sınıftayım, 7 yaşındayım. Öğretmene bana yapılanları izah etmeye çalıştım, ama dinlemedi bile. Ve öğretmenler odasına götürdüler.

O öğretmenler odasını hala çok net hatırlarım. Ortada bir soba vardı. Camından içinde kor gibi kömür ya da odun parçalarını hatırlıyorum. Derken beni getiren öğretmen kendi öğretmenime benim kötü bir çocuk olduğu ve kötü sözlerim için en ağır şekilde cezalandırılmam gerektiğini söyledi. Tir tir titriyordum, bana nasıl bir ceza vereceklerdi acaba.



Derken hoca eline sobanın maşasını aldı ve kor alevin içine batırdı. Maşayı kızdırdıktan sonra bir daha kötü söz söylememem için ağzıma süreceğini söyledi.

Duyduklarıma inanamıyordum, sobanın alevleri ve içinde ısınan maşaya baka kalmıştım. Tüm öğretmenler orada oturmuş bunları dinliyorlardı. Kimse bana yardım etmiyordu. Canımın yanacağı ortadaydı, ama hala net hatırlarım “Peki ben konuşamaz hale gelirsem olanları anneme nasıl anlatacağım, konuşamazsam ne yapacağım” diye geçiyordu aklımdan. Çaresiz öğretmenler odasında, herkesin ortasında ayakta bekliyor ve bu öğretmenlerin bana diğer çocukların yaptıklarını dinlemeden, uğradığım haksızlığı dinlemeden, bana bunu nasıl yapabileceklerini anlayamıyordum.

Aradan sonsuz gibi geçen bir zamandan sonra, sobanın içinde kor gibi olmuş maşayı alıp havaya kaldırdı hoca. Tam ağzıma getireceğini düşündüğüm sırada “Bir daha kötü sözler söylemeyeceğine söz verirsen ağzını yakmam” dedi. 7 yaşında bir çocuk, ne diyebilirdim, ne yapabilirdim ki.

Söyleyecek söz bulmak zor. Ufak bir çocuk için ağır bir yük. Öğretmenlerin yaklaşımı bu ise muhtemelen o okulda bunları yaşayan tek çocuk siz değildiniz.

İnanır mısın Zeynep, daha birinci sınıfta yaşadığım bu olay tüm öğrencilik yıllarımda okula ve öğretmenlere olan güvenimi sarstı.

Ancak beni üzen belki aradan geçen 50 yıldan sonra Türkiye’de çalıştığım çocuklar ve erişkinlerde bu ve benzeri olayları yaşamış o kadar çok insan var ki.

Bir öğretmeni küçük bir çocuğu eziyet eder derecede korkutmaya çalışarak eğitmeye çalışması hiçbir şartta kabul edilemez. Benim hayattaki en büyük mesuliyet hissettiğim görevlerden biri de korunmasız olan yaşlıları, engellileri ve özellikle de çocukları korumak, veya zarar görmüş olanların bu yaşadıkları sarsıntıların etkilerinden korunmalarını sağlamak.



Uzun yıllar sonra bu birinci sınıfta yaşadıklarımı hatırlayınca kendi üzerimde de çalışma yaptım. Ancak işin ilginç yanı bu gibi an’ları ve anıları bizler hafızalarımızdan silemiyoruz, ama çok derinlere gömebiliyoruz, ve belirli bir seviyede unutuyoruz.

Ben bir çocuk veya erişkin danışanım ile çalışma yaptığımda öncelikle bilinebilen ve hatırlanabilen konular hakkında bilgi isterim. Ama bununla yetinmem, o kişinin bu doğumuna kadar yaşamını, annesinin karnında geçirdiği aylarını ve duruma göre geçmiş yaşamlarını tararım. Hamilelik ve 7-8 yaşına kadar çocukluk dönemlerimizden üzerimize yüklenen o kadar çok üzüntü, korku ve şartlandırma oluyor ki. Çalışmalarımız ile bu olaylardan bugüne taşınan etkileri temizlemek, sıfırlamak mümkün. Yaşama sevincimizi 30 yaşlarda ekonomik krizde işimizi yitirdiğimiz için değil, belki çok daha önce anaokulunda öğretmenimizden ilk tokadımızı yediğimizde yitirebiliyoruz. 25 yıl yaşamaya devam ediyoruz, ama bir noktada artık devam edecek gücümüz kalmıyor. Bu travmalar yaşanmasa ne kadar farklı olabilir.

Tabi doğmadan önce yaptığımız seçimlere saygılı olacaksak, bazen belirli dersleri öğrenmek için yaşadığımız zorlukları bizlerin önceden seçtiğimizi de kabul etmek gerekebilir. Yine de çocuklara yapılan baskı ve şiddeti kabul etmek mümkün değil.

Eğitmenlerin, öğretmenlerin, okul yöneticilerinin bu konuda daha bilinçli olmasını diliyorum. Gerçekten büyük bir sorumluluk.

Sizi dinlerken gerçekten içim kötü oldu hocam. Benim de aklıma güncel hikâyeler geliyor. Bir özel ilköğretim okulunda daha bu yıl öğrencilerine tokat atan, kulağını çeken bir öğretmenden bahsettiler. Kendisi de öğretmen olan velilerden bir tanesi sınıf öğretmeni ile birkaç defa görüşerek çocuğunun ve sınıftaki diğer çocukların dayak ile disiplin edilmesi döneminin geçtiğini söylemiş. Ama anladığım kadarı ile değişen bir şey olmamış. Hoca o hanımın çocuğuna vurmayı bırakmış ama bir gün öğretmen çocuğun el yazısını kötü bulup “yazın … gibi” deyip yazıyı dışkıya benzeterek çocuğu azarlamış. Tanıdığım 10 yaşındaki zarif ve ince ruhlu ama yazısı çok güzel olmayan bu kız çocuğunun güzel yazmak için bu şekilde heveslendirilebileceğine gerçekten inanıyor olabilir mi?

Zeynep o hoca muhtemelen kendi çocukluğunda kendisine uygulananları kendi öğrencilerine yansıtıyor. Çocuklara şiddet uygulayan kişiler – ki bana bunu yaptığını ve durmak istediğini söyleyerek başvuranlar da oldu – genelde kendi çocukluklarında şiddete uğramış insanlar oluyor. Her şiddete uğrayan bunu yaşamına sokmuyor, tam tersi çok bilinçli anne babalarda olabiliyor, ama bir yandan şiddet şiddeti doğuruyor.

Bugün biraz ağır konulardan konuşmuş olduk. Konuyu bugün için toparlamamız gerekiyor. Son olarak neler söylemek istersiniz?

Bahsettiğiniz öğretmen bir okulda çalışıyor. Bu okulun yöneticileri, idarecileri bu fiziksel ve söz ile manevi şiddet uygulayan hocanın davranışlarından haberdar değiller mi, diğer öğretmenler farkında değil mi, veliler çocuklarının durumundan ve yaşadıklarından haberdar mı, bunları merak ediyorum.

Ya çocuklar çok daha küçük olup benim yaşadığım gibi kendi anne ve babalarına başlarına gelenleri anlatma cesaretini de bulamazlarsa ne olacak? Ve çok daha ağır travmalara maruz kalan çocuklar var. O çocuk okula gitmek ister mi? Öğrenmek ister mi? Sonra anneler çocuğumuz neden ders çalışmayı sevmiyor, tembel ruhlu mu diye uğraşıp dursunlar.
Bir de okul öncesi çocukların duruma var. Buna da son olarak değinmeden sözlerimi bitirmek istemiyorum. Çalıştığım çocuklardan problem yaşayanların, sıkıntılarının bir kısmının bakıcılarının veya anaokulu öğretmenlerinin davranışlarından kaynaklandığını görüyorum. Çocukların ruh dünyaları çok saftır. Kendilerine söylenenleri doğru kabul ederler. Zarar görmeleri için ille de ağır fiziksel şiddete maruz kalmaları gerekmiyor. 4 yaşındaki bir çocuğa bir anaokulu öğretmeninin “sen kötü bir çocuksun, sen sevilecek bir çocuk değilsin” sözleri belki yıllarca okul, iş ve aile hayatında güvensizlik sorunları ile uğraşmasına neden olur. Çocuk söylenenleri filtrelemez, erişkinlerin söylediği şeyleri doğru ve tek gerçek olarak kabul eder. En azından o yaşlardaki bilinçaltı.

Bana çocuk psikiyatristi Prof. Dr. Yankı Yazgan’ın söylediği bir şeyleri hatırlattınız. Fethiye’de verdiği bir konferansta demişti ki “Çocuklar tahmin ettiğinizden kuvvetlidir. Onları yıkan sevip güvendikleri insanların onları hayal kırıklığına uğratmasıdır.” Ve müsaade ederseniz benim de ilkokul yıllarım aklıma geldi. Ben sınıf ve okul birincisi olarak mezun oldum ilkokuldan – benim zamanımda da hala 5 yıllık ilkokul eğitimi vardı. Öğretmenimi gerçekten çok severdim ve bana bir erişkin gibi davranırdı. O beş yıl içinde bir kere kulağımı çektiğini ve bir kerede elime cetvel ile vurduğunu hatırlıyorum. Ama aradan yıllar geçmesine rağmen ne zaman çocuklara öğretmenlerin uyguladığı şiddet ile ilgili bir şeyler duysam, sanki o 4cü veya 5nci sınıfta çekilen sağ kulağım sızlar.

Zeynep benim çalışma yaptığım gerek erişkin gerekse çocuk danışanlarım arasından kulak çekme ve yüze atılan tokatlar nedeni ile kalıcı sakatlıkları olanlar o kadar çok ki. … Bizim çalışmalarımızda yaptığımız şey, kişilerin geçmişte yaşanan bu ve benzeri olayları, travmaları, sıkıntıları geçmişte bırakmalarını sağlamak. Bu olaylar nedeni ile bu güne taşınmış olan olumsuz duyguları, korkuları, etkileri arındırmak. Öncelikle enerjisel olarak arındırmak, bu damgaları temizlemek; duygusal bir arındırma yapmak. Belki geçmişi değiştiremiyoruz, ancak geçmişin o kişiyi durduran, yaşamasını ve ilerlemesini engelleyen etkilerini silebiliyoruz. Gerçekten muazzam bir özgürlük hissi bu. Ben çalışmalardan sonra ayağa kalkıp yerinde hoplayıp zıplayan, kahkahalar atan, ofisin içinde koşan insanlar çok gördüm. Geçmişin gereksiz yüklerinden kurtulmak gerçekten yeniden doğmak gibi bir his olabiliyor.

Bugün sizi pek de hoş olmayan anılara götürmüş olduysam kusura bakmayın. Yürekten paylaşımınız için çok teşekkür ediyorum. Çocuklar için güvenli, sağlık, sevgi, mutluluk ve neşe dolu günler diliyorum. Ülkemizde sevgi, saygı ve özveri ile hizmet veren binlerce öğretmenimiz var. Hepsine hizmetlerinden dolayı teşekkür ediyoruz, kolay bir görev değil. Burada akış içerisinde paylaştıklarımızı ülkemizdeki tüm çocukların yaşamlarını daha da güzelleştirmek adına konuştuğumuzu da vurgulamak istiyorum bir yandan. Hocam size de zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum.

Her zaman. Ben de senden çalışmalarında ve yazılarında çocuklar ile ilgili konulara biraz daha ağırlık vermeni rica edeyim. Öğretmen olmanın bir okulu, bir eğitimi var ama Ana Baba olmanın bir okulu yok. Ve çoğu zaman istemeden, bilmeden çok hatalar yapılıyor. Paylaşacağız, anlatacağız, bizim görevimiz de bu.

14 Ocak 2009 Çarşamba

Ruhumuza Uzanan Köprü Nereden Geçiyor?



Doğan Cüceloğlu ’nun “Mış Gibi Yaşamlar” kitabı 2005 yılının sonlarında çıktı. Toplum olarak özellikle kendimizi olduğumuz gibi kabul ederek yaşamak konusunda tereddütlerimiz var. Olduğumuzdan farklı görünmek, olduğumuzdan farklı davranmak, maskeler ve farklı oyun karakterleri arkasına sığınmak yabancı olduğumuz kavramlar değil.

Bu kitap çıkmadan çok önceleri de bir hocamdan sık sık duyardım bu ifadeyi. Bu ardında saklandığımız maskelerin nasıl ruhumuzu öldürdüğüne dair. Reiki ve Bioenerji eğitimlerimi aldığım Üstat Moshe Abudaram “Mış gibi yaşıyoruz” derdi, “Korkularımız ardına saklanmış yaşadığımızı sanıyoruz.”

Bir yaptıklarımızı gönülsüz yapma konusu var. Yapıvermek. Yapar görünmek. Geçiştirmek.

Bir gönülsüzlüktür gidiyor yaşamlarımızda çoğu zaman. Gönlünün sesini dinleyenleri ise oldukça büyük dirençler bekliyor her adımlarında.

Peki, ya arzuların ve rüyaların davetini kabul etmek istiyorsak? Yüreğimizde bir kıpırtı kızgınlıklardan, bıkkınlıklardan değil de isteklerden, bizi heyecan ile uyandıran şeylerin dilinden konuşmaya başladıysa? O zaman ne yapacağız?

*

Paulo Coelho ’nun ilk defa Fransızcası ile karşılaştığım bir kitabı var. Uzun zamandır Türkçesi’de yayında: “Işığın Savaşçısının El Kitabı”. Coelho’nun sevdiğim birçok kitabı var. “Simyacı” ve “Veronika Ölmek İstiyor” yürekten önerebileceğim iki kitap. Çıktığımız yüreğimizin sesini dinleme yoluna dair bir el kitabı olabileceği ihtimali nedense iyi geliyor.

Neale Donald Walsch ’ın “Tanrı ile Sohbet” serisi kitapları da ruhumuz için çok güzel birer el kitabı. Richard Bach da mükemmel birer rehber benim için. Yazdıkları gerçekten ruhuma sesleniyor. Bach “Martı Jonathan Livingston” ile aldı beni ve “Sonsuza Uzanan Köprü” ile ruhumun derinliklerine götürdü.

Benim yüreğimin haritası başka bir kişinin elinde nasıl olabiliyor?

*

Yüreğimizin çağırdığı yoldan giderken bize neler destek verebilir. İşte biraz da bunlardan bahsetmek istiyorum. Ben neler kullanıyorum, nelerden fayda görüyorum. Özellikle ruhun sesini duymak için özellikle bedene dair yapabileceklerimiz. Kim bilir belki sizlerin içinde denemeye değer bulduklarınız olur:

- Ben her sabah uyanır uyanmaz bir deftere aklıma gelen tutarlı tutarsız düşünceleri iki üç sayfadan az olmamak üzere yazıyorum. Kimi sabahlar rüyalarımı yazarak başlıyorum, kimi zaman sabah hissettiğim huzursuzluğu. Kimi zaman daha az yazacak şey buluyorum; ancak her zaman yazıyorum. Güne ferahlamış ve düşüncelerin karmaşıklığından berraklığa geçerek başlamama yardım ediyor bu.

- Uyanınca ne yaptığım ile başladık, ama biraz daha geriye gidersek: Akşamları yatmadan önce mutlaka duş alıyorum. Tüm gün boyunca bir araya geldiğimiz insanlar, yaşadığımız olaylar üzerimizde bir enerji izi bırakıyor. Bunu yıkayıp arındırmak sadece rahat uyumamı sağlamıyor; uzun vadede enerji alanımı gereksiz yüklerden temizlediği için sağlığımı da korumuş oluyor.

- Güne su içerek başlıyorum, ve tüm gün boyunca su içmeye devam ediyorum. Ben çay ve kahve de içiyorum. Öncelikle bu içeceklerin bedenimden su atılmasına neden olacağını biliyorum ve her gün içmeye özen gösterdiğim 7-8 bardak suya ek olarak bedenimi dinlemeye çalışıyorum. Susuyor muyum? Bilin ki canımız su içmek istediğinde bedeniniz çoktan susuz kaldı bile. Susamayı beklemeyin; gün boyunca sık sık yudum yudum su için.

- Müzik müzik müzik. Son bir yıldır bıkmadan hala ilk aldığım gün kadar severek dinlediğim bir grup CD var. Sizlere de öneririm: “Best Relaxing Classics 100”. Tek kelime ile mükemmel. Dinleyin, ruhunuza iyi gelecek.

- Olumlu düşüncenin ve pozitif şeyler söylenin faydaları üzerine o kadar çok şey yazıldı ve söylendi ki kimileri için bu konunun tadı kaçmış olabilir. Ama ne söyleyeyim doğruluk payı var. Deneyin göreceksiniz. Sabah kalktığınızda en azından bir iki saat için olumsuz hiçbir şey okumamaya, dinlememeye karar verin. Evet, bu gazetenin bazı sayfalarını sabah okumamayı ve radyonuzda haberleri dinlememeyi gerektirebilir. Çünkü uykudan uyandığınız dönem, ki yerine ve kişiye göre 1-2 saati bulabilir, adeta bir hipnoz hali. Yani duyduklarınız, gördükleriniz, işittikleriniz sizi gün içindeki tam uyanık halinizden daha çok etkiliyor. Bu saatleri moralinizi yükseltecek şeyler için geçirmenin gününüze ve yaşamınıza katkısı büyük. Bir zihin orucu yapın – ister 30 dakika ister 120 dakika isterseniz de tüm gün için olumsuz düşünceleri aklınıza geldiklerinde göndermeyi, iptal etmeyi deneyin. Zihni hiçbir şey düşünmediğiniz bir halde tutmak zordur; o yüzden olumlu bir şeyler, komik bir şeyler, size neşe veren bir şeyler yaparak sizi üzen, kızdıran ve yoranlardan uzaklaşabilirsiniz. Şarkı söylemek de birebirdir mesela.

- Sizi neleri yapıyor olmak mutlu ediyor? Nelerden keyif alıyorsunuz? Her sabah güne güzel başlamak için neleri yapmayı istersiniz?

Bana iyi gelen şeyler var. Ancak şu da bir gerçek ki hepimizin dünyasını aydınlatan şeyler oldukça farklı. Denemek ve keşfetmek gerek.

*

Neale Donald Walsh’ın çok sevdiğim bir sözü var: “Sadece çok sevdiğini şeyi yapın, başka bir şey yapmayın. Yoksa yaşamı kazanıyor değil, esasında ölüyor olursunuz.”

Var mısınız yaşamaya?

Z.

___________________________________________
Günün Onaylaması: “Gerçek varlığımı kabul ediyorum.” R. Şanal Günseli

Üstatlardan: “Ben görüş ile değil, inanç ile resim yaparım. Görme yeteneğini veren inançtır.” Amos Ferguson

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi: “Dingin Savaşçı” Yazar: Dan Millman

1 Temmuz 2008 Salı

Ruhun Yeni Yılı ve Enerji Geçişi

Doğum Günlerimiz ile Bir Yıllık Yeni Enerji Dönemi

Yeni yaşıma girdim. Doğum günlerini kutlamak için zamanımızın geçtiğini söyleyenler olabilir. Ben doğum günlerine bir enerji geçişi olarak bakıyorum. Bir değişim dönüşüm zamanı.

Bizler doğum günlerimizde bir yıl içinde kalacağımız yeni bir enerji döneminde gireriz. Yani 01.Ocak yeni yıl kutlamalarından çok daha etkili yeni bir başlangıçtır doğum günlerimiz. Gerçekten.

Numeroloji (sayı bilimi) bize bu konuda bilgi veren bir dal. Her yaşımız ile içinde bulunacağımız enerjileri, fırsatları ve belki de zorlukları fark ettiriyor. Yaşayacaklarımıza dair değil, yaşarken etkisi altında kalacağımız enerjilere ve durumlara dair bilgi veriyor. Bunları bilirsek, değerlendirmemiz mümkün.

Bilmezsek ne olur? Doğal olarak yaşam işaretleri ile bizi zaten bu konularda bilgilendiriyor. Yaşama açık olursak, işaretlerini görmeye açık olursa, zaten ihtiyacımız olan her şey elimizde olacaktır. İlgimiz varsa bilmek süreci hızlandırabiliyor.

Sağlıklı, mutlu, bereketli ve sevgi dolu bir yaşam yaşamak için özde hiçbir şey gerekmiyor -sağlam bir istek ve niyet, ve açık yürek esas. O zaman ihtiyacımız olan her şey karşımıza çıkıyor ve bizde alıyor, öğreniyor ve kullanıyoruz. Bu da başka bir bakış açısı.

Her Günün Bir Enerjisi Var


Her günün de bir enerjisi var. Her 24 saatin ayrı bir enerjisi var. Her haftanın ve her ayın da ayrı bir enerjisi var. Ve her yılın ve her yaşamında sakladığı ayrı fırsatlar var. Sadece bunun farkında olmak bile bize büyük kapılar açıyor. Farkında olduğumuz şeyi görebiliyoruz. Bio-enerji hocam Moshe Abudaram ile enerji çalışmalarına başladığımızda, öğreneceklerimin muhtelif teknikler olacağını düşündüğümü hatırlıyorum. Oysa enerji çalışması yapmak bir anlamda yaşama farklı bir açından bakmak demek, yaşamı farklı bir göz ile görüp yaşamak demek.

Meditasyon gibi farkındalık çalışmalarının önemi yaşamın bize sunduklarını görmemize imkân tanımasından geliyor.

Yaşadıklarımızı seçimlerimiz etkiliyor. Kimi zaman da göremediğimiz faktörler.

Yine de nasıl yaşamayı seçeceğiz?


Bireysel Tarihimizi Korumak

Hiç tanımadığım dedelerim geldi aklıma bu akşam. Ve onların anneleri ve babaları, hiç tanımadığım.

Yaşamdan geriye ne kaldığını düşündürdü bana. Yaşamlarımızdan bir iki nesil sonra geriye kalan nedir? Yaşamlarımızdan, yaşananlardan geriye kalan nedir?

Farklı görüşlere göre farklı görüntüler ortaya çıkıyor ama esas olan 2-3 nesilde geriye pek bir şey kalmadığı. Yani dedenizin babası, dedenizin anneannesi hakkında ne biliyorsunuz?

Yazmak ve yazmayı teşvik etmek gerek. Bireysel tarihimizi ne kadar koruyabiliyoruz? Kendi aile hikâyelerinizi siz kaleme almaya ne dersiniz?

Bugün Neyi Seçiyorsunuz?

Eckhart Tolle ’un ünlü “Şimdi’nin Gücü” adlı kitabından beri hepimiz an’ın sihrinden bahsediyoruz. Bahsediyoruz da, neler yapıyoruz?

Siz bugün neler yaptınız?
Nelere düşündünüz?
Nelere kızdığınız?
Hangi fırsatları kaçırdığınıza yandınız?

Kaç kişi ile yürekten konuştunuz?
Sevginizi paylaştınız mı kimseyle?
Ya da kimi kırdınız? Ya da kazandınız?


Yaşama gelirken seçimler yaptık muhtemelen ve her an’da seçimler yapmaya devam ediyoruz. Bugün neyi seçiyorsunuz?

Chris Widener
’in “İçimizdeki Melek” kitabında yazdığı gibi “Her zaman aynı sırayı izlemeliyiz: fazlalıkları yontup atmalı, bağlantıda olduğumuz kişilere ve edindiğimiz bilgilere dayanarak yaşamımızı biçimlendirmeli, kaba noktalarımızın sıkıntı ve acılarla törpülenmesine izin vermeliyiz; sonra, ancak bundan sonra, perdahlanmaya hazır hale gelebilir, gücümüzü ve güzelliğimizi tüm ihtişamıyla ortaya koyabiliriz.”

Dan Millman’ın
“Ruhun Yasaları” kiatbından bir alıntı yapmak istiyorum:
“… Ama kendini ‘kurtarıcı’ olarak görüyorsan niyetini yeniden gözden geçirmelisin. Başkaları adına çok fazla sorumluluk üstlenmek, onları yaptıkları seçimlerin derslerinden mahrum bırakır. …”

Dünya Kristallerin Dili ile de Konuşuyor

Kristalleri oldum olası severim. Aşağı yukarı altı yıldır da kristalleri daha yakından tanımaya ve kullanmaya gayret ediyorum.

Kristaller bir çiçek gibi, bir aromaterapi yağı gibi bize kendi özgün frekanslarını sunuyorlar. Ben bana danışanları genelde kristaller ile karşılaştırmak isterim. Kristaller bazen ufacık olmalarına rağmen ihtiyaç duyduğumuz bir frekansı sunarlar bize. Sanki bir ayar çatalı gibi bedenimizde ince bir ayar yaparlar.

Bir kuvartz kristali gerçekten enerjimizi artırabilir. Bir citrin dikkatimizi toplamamıza yardım edebilir ve bir malahit bizde bir iyileşmeyi tetikleyebilir. Dünyanın insanoğlu’na sunduğu bir yardım eli diyorum ben onlara, özümüzde belki elementlerden oluştuğundan, varoluştaki özümüzle bağlanmamızı sağlıyorlar sanki.

Bir dumanlı kuvartz yumuşak enerjisi ile bize destek verebilir, bir turmaline ya da ametist bizi korumasına alabilir.

Burçlar için söylenen klasik kristal eşleşmeleri ile çok hem fikir değilim ben. Kişiye ve duruma göre uygun kristal var diye düşünüyorum. İnsanlar çok farklı ve aynı zamanda insanın enerjisi o kadar değişken ki ihtiyaçları da değişebiliyor.

İyileşme için dışarıdan bir malzeme ya da maddenin bize faydası ve desteği olabilir. Ancak hatırlayalım ki bizi iyileştirecek olan asıl güç içimizdeki güçtür.

*
“Asıl başlangıçlar içimizde olur, dikkatimizi ancak dışarıdan gelen fırsatlarla çekseler de.” William Bridges

Sevgiyle…

________________________________________________________________________
Ayın Onaylaması:“Kutsal sevgiyle korunuyorum ve güven duyuyorum.”
Louise L. Hay

Üstatlardan:“Hayatınızda önemli kararlar verdiğinizde borazanlar çalmaz. Kader sessizce yerine gelir.”
Agnes De Mille

Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:
“Ruhun Yasaları” Yazar: Dan Millman

10 Nisan 2008 Perşembe

Ruhun İsteğini Bilmek ve Kabullenebilmek



Yeryüzünde Cennet’i Yaşamak

Japon Shumei Vakfı’ nın İstanbul’daki merkezinin temsilcileri olan çok sevgili iki dostum var. İnsan bedeninin ve ruhunun arınması için farklı çalışmalar yapıyorlar. ‘Jyorei’ adlı bir Japon enerjisel arındırma tekniğini öğretiyorlar; hem de zirai toprakların korunması ve bu vesile ile hem insan sağlığının hem de toprağın ve yeraltı sularının korunması için doğal tarım metotlarını öğretiyorlar. Shumei Vakfı’nın öğrettiği bilgelikler de, ruhun arınması ile insanın gündelik yaşamında mükemmel sağlık, sevgi, bereket ve güzelliği yaşayabileceğini öğretiliyor.

Yine çok sevdiğim Avustralya’lı Vipassana Meditasyonu hocam Jeff Oliver, içsel farkındalığımızı artırarak kendimizi tanımamıza yardımcı oluyor. Kadim Tibet bilgeliklerindeki bilgileri de gündelik yaşamımızda kullanma fırsatını sunuyor bizlere. Farkındalık esasında içimizdeki perdeler ardında saklanmış gerçek düşüncelerimize, duygularımıza ulaşmamızı ve kendimizi tanımamızı sağlıyor. Affetme ve Sevgi Meditasyonlarını öneriyor Jeff Oliver. “Eğer kendini gerçekten seviyorsan, hiç kimseye zarar vermezsin. Eğer kendini gerçekten seviyorsan, başkasını kolayca seversin” diyor.


Vipassana meditasyonu ile kişi düşünce ve hislere objektif yani nesnel olarak bakarak kendi doğasını keşfetme yolculuğuna çıkıyor.

Burada kişiyi huzur ve dinginlik bekliyor. Üniversite yıllarında Amerika’da okurken Dan Millman’ın “Dingin Savaşçı” adlı bir kitabını okumuştum. Bundan birkaç ay önce Jeff tekrar okumamı önerdiğinde bu kitaba geri döndüm ve yaşamın ne kadar güzel bir keşif yolculuğu olduğunu düşündüm. Tekrar ve tekrar ve tekrar. Ve durmadan. Dünyada huzur ve mutluluğu hissetmek mümkün. Shumei Vakfı tarafından aktarılan bilgeliklerin 1950’lerde ölen bilge Üstadı Meishusama olarak anılan Mokichi Okada’ da aynı şeyi öğretmiş ve bu bilgiler kitapları ile yetişen hocalar kanalı ile bugün bizlere de ulaşıyor.

Dingin Savaşçı

Dan Millman’ın “Dingin Savaşçı” kitabı kişisel gelişim yolunda yürüyenlerin ve ruhunun sesini duymak isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap. Socrates, Joy ve Dan’in macerası eskimeyen bir hikâye.

Yüzde Doksan dokuz’luk Dünya’da Sonsuz Kaynağı Bulmak

Kabala kökeni Hz. İbrahim’e dayandığı kadar söylenen eski bir bilgelik. The Kabbalah Centre Los Angeles ofisinden geçenlerde bir e-posta gelmişti. Yaşama ve olaylara tepkisel değil proaktif olarak yaklaşmamızı da vurgulayan bu öğreti de, egomuz ile gerçek özümün arasıdaki fark üzerinde duruluyor. İnsan egosunun farkına vardığında ve egonun isteklerini değil de özünün, ruhunun isteklerini dinlediğinde, sonsuz bir kaynak ile bağlandığını belirtiyor. Sınırlı bilincimiz ve yaklaşımlarımız ile yaşadığımız gerçekliği “yüzde bir” dünyası olarak tanımlarken, “yüzde doksan dokuz”luk bir dünyanın bizi beklediği belirtiyor. Bana gelen e-posta’da Yehuda Berg’in “Tanrı’nın 72 Adı” kitabında yer alan “Yeryüzünde Cennet” ismi yer alıyordu. İçimizde olan ve Işık’a dair olmayan özelliklerimizi fark ettiğimizde, bunların özümüze ait özellikler değil egomuza ait özellikler olduğunu fark ettiğinde, ve yaşamımıza Yaradan’ı, Işık’ı davet ettiğimizde her şeyin mümkün olduğunu bizlere hatırlatıyor.

Bio-enerji hocam Sn. Moshe Abudaram bana yıllardır insanın özündeki gücü ve yetenekleri kavramak konusunda yol gösteriyor. Ve hatırlatıyor “Biz kimseyi iyileştiremeyiz. Sadece kişinin kendi gücünü görmesini sağlayabiliriz. Belki farklı seçenekler sunabiliriz ama ancak o kişi seçeneğini seçebilir. Ya da kapıyı açabiliriz, ama kapıdan geçip geçmemek kişinin kararıdır. İnsana verilmiş muazzam bir yaratma gücü var – hem hastalığı hem de sağlığı.” Neyi seçiyoruz? Seçimlerimizi ve bunun ardındaki nedenleri incelemek bir kendini keşfetme yolculuğu.

Sürdürülebilirlik Ankara’da Sürüyor…

Şubat ayında yine Ankara’daydım. Yazılarımı takip edenler bilirler geçen Ekim ay’ında Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde bir çalıştaya katılmıştım. Şubat ayında, 11-17 Şubat 2008 tarihlerinde ODTÜ’de bu Uluslararası Çalıştay’ın ikincisi gerçekleştirildi. Ben bu çalıştaya katılma fırsatına sahip olduğum için kendimi çok şanslı sayıyorum. Bir haftayı ünlü Findhorn Ekoköyü’nden Brezilyalı aktivist May East ve İtalya’dan Torri Superiore Ekoköyü’nden gelen Massimo ve Lucilla Candela ile geçirme fırsatımız oldu Ankara’da. Permakültür kavramının da ele alındığı çalıştay bana yaşama dair çok şey düşündürdü. Yaşamın sosyal, ekolojik ve ekonomik boyutlarda sürdürülebilmesi ve dünya yaşamı açısından insanoğlu’nun dünyada varoluşunu sürdürebilmesi için yapılması gerekenleri günlük yaşamımızda ne kadar çok ihmal ediyoruz aslında. Dünya insanoğluna muazzam kaynaklar sunuyor. Bize düşen bunları vicdanlı bir şekilde kullanmak.

Bizler sarf etme, kullanma alışkanlıklarımızı değiştirmediğimiz takdirde, dünyanın artan nüfus ile insanoğluna yetmesi mümkün görünmüyor. Aldığımız ya da kullandığımız her şeye ihtiyacımız var mı? Gereksiz satın alınan ve kullanılmayan malzemelere harcanan kaynakların yerine konması için belki milyonlarca yıl gerekiyor. Permakültür ve ekolojik bakış açısı ileriki aylarda özellikle ele almak istediğim bir konu. Kendimizin ve çevremizdekilerin yaşam kalitelerini artırmak için bizler kişisel gelişim yolunda yürürken, aynı zamanda yaşayabilmek için gereken ana kaynaklarımız için aynı özeni göstermek gerekiyor diye düşünüyorum. “Sizin seçiminiz” diye hatırlattı bize Massimo Candela tekrar ve tekrar. İnsanoğlu seçimlerinin sonuçlarını yaşıyor günahıyla cevabıyla. Ve bir de ısrarla hatırlattıkları bir konuda artık ülkemizinde içinde yer aldığı gelişmiş ülkelerde nüfusun %97’sinin %3’ün yetiştirdiği ürünler ile beslendiği. Ziraat gerçekten çok önemli ve dünya kendini besleyebilme özelliğini gittikçe yitiriyor. Benim ilkokul yıllarımda ülkemizin özellikle ziraat yönünden kendine yetebilen bir ülke olması ile övünürdük; şartlar artık hızla değişiyor.

Hocalarımızın bazı notlarını aktarmak istiyorum: Organik gıdaları tüketmek sağlığımız açısından faydalı. Bunların içinden yöremize yakın yerlerde üretilenleri tüketelim. Yiyeceğin seyahat etmesinin besin değerlerinin azalması yanında, nakliye nedeni ile karbon salınımı nedeni ile zararı oluyor. Mevsimin sebze ve meyvelerini tüketelim ve paketlenmemiş ürünleri tercih edelim. Gıdaların nakliyesi ve paketlemesi en büyük ekolojik ayak izi bırakan unsurlardan. Ve balkonunuzda bir saksıda da olsa, kendiniz için bir şeyler yetiştirin, doğa ile bağlanın.

Evet, belki de bizlerin doğanın bir parçası olduğumuzu hatırlamaya ihtiyacımız var.


Mevlana’nın Misafirleri

17 Şubat 2008 Pazar günün ODTÜ’nün çok özel bir misafiri vardı. Çok yoğun bir kar yağışının ardından şehir sanki uykuda gibi sakindi, ancak ODTÜ’de sabah saat 9’da Kongre ve Konferans Merkezi’nde yağan yoğun kara rağmen önemli bir konuğu dinlemeye gelenler vardı. Uluslararası Mevlana Vakfı’nın ikinci başkanı ve Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin 22.kuşaktan torunu Sn. Esin Çelebi Bayru Mevlana ve Mevlevilik üzerine bir konuşmak yapmak üzere gelmişti. Ben de kendisinin konuşmasını Türkçe’den İngilizce’ye tercüme etme sorumluluğunu almıştım. Hz. Mevlana’nın hayatı ve eserleri benim üzerinde çalıştığım bir konu olmasına rağmen çok heyecanlandığımı itiraf etmeliyim.

Sn. Esin Çelebi Bayru, konuşmasına başlarken dedi ki: “Büyüklerimden şöyle bir söz öğrenmiş idim. Derlerdi ki Velilerden bahsedilen yerlere o Velilerin misafirleri gelir. Bugün burada Hz. Mevlana’dan bahsedeceğiz, demek ki hepimiz O’nun misafirleriyiz.” Ne güzel bir ifade ve düşünüş. Gerçekten de o gün çok huzurlu, dingin ve sevgi dolu bir enerji hâkimdi o salonda.

Sn. Esin Çelebi Hz.Mevlana’nın yaşamı ve eserleri ile ilgili çok kıymetli bilgiler paylaştılar. Bunlara ek olarak önemli bir noktayı da hatırlattı b. Bildiğiniz gibi 2007 yılı UNESCO tarafından “Mevlana Yılı” ilan edilmişti. Bilmediğimiz konu ise bunun bir proje olarak Uluslararası Mevlana Vakfı tarafından UNESCO’ya sunulduğu. Proje sunulmuş ve UNESCO tarafından beğenilerek kabul edilmiş ve Mevlana Yılı kavramı ortaya çıkmış. Sn. Esin Çelebi Hanımefendi bizlere, biz kendi değerlerimizin arkasında durursak bu değerlerin kıymetini duyurmak şansımız olduğunu hatırlatıyor. Ve bu vesile ile ben de sizleri Mevlana hakkında bilgilenmeye davet ediyorum tekrar. Kim bilir belki Mesnevi’nin satırlarında, belki Divan-ı Kebir’in dizelerinde ruhunuzun aradığınız parçalarını bulacaksınız.

Belki de tıpkı Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin söylediği gibi:

Bir can var canında o canı ara,
Beden dağında ki gizli mücevheri ara,
Ey yürüyüp giden dost, bütün gücünle ara,
Aradığını dışarıda değil, kendi içinde ara
.”


Çin’den Arjantin’e … Mısır’dan Fildişi Sahilleri’ne …

Yaşam beni çok küçük yaşlardan itibaren çok farklı ülkelerden, milletlerden, dillerden, dinlerden insanlar ile karşılaştırdı. Kültürlerimiz, alışkanlıklarımız ne kadar farklı olursa olsun özde hiç farkımız olmadığı hep gösterildi bana. Üniversite yıllarda Cornell Üniversite’sindeyken Çin’den Arjantin’e, Avustralya’dan, Ekvator’a, İspanya’dan Bolivya’ya, Mısır’dan Fildişi Sahilleri’ne ve Pakistan’a kadar dünyanın dört bir köşesinden gelmiş arkadaşlarım vardı. Tüm farklılıklarımıza rağmen beraber okumayı, öğrenmeyi, gezmeyi, eğlenmeyi başarıyorduk. Bir üniversite kampüsünde birlik hissini yaşadım ben. Bir de o yıllardan hoşuma giden şey Türk olmanın çok “havalı” bir şey olması idi. Belki dünyada yaşanan olaylar Amerika Birleşik Devletleri’nde bir yabancı olarak var olmayı zorlaştırmış olabilir. Ama esasında insanlar değişmedi. Sadece korkularımız arttı. Korku ve yargıları koşulsuz sevgi ile aşabileceğimize inanıyorum ben. Çünkü ben insanın özündeki iyiye inanıyorum.

Bundan bir süre önce bir ekoloji grubu içinde yazışıyorduk. Kurumların çevreye ve insan sağlığına duyarsızlıkları hakkında konuşurken kurum diye bahsettiğimiz olgunun esasında ne kadar sanal bir şey olduğunu fark ettim. Bir kurumun yaptığı zararlardan ya da dünyayı ve çevreyi olumsuz etkileyen hatalardan bahsederken, esasında bir kurumun öz’de çalışanlarından ve ortaklarından oluştuğunu hatırlayabildim birden. Ve bir umut belirdi içimde. İnsanlar değişirse kurumlarda değişebilir. Ben insanın değişebileceğine, gelişebileceğine, dönüşebileceğine inanıyorum çünkü her geçen gün ben bu değişimleri yaşıyorum. Tüm olumsuzluklara rağmen umut olduğunu hissettiriyor bana bu. Ben insanın içindeki güce inanıyorum.

İnsan ruhu özünü bulmayı istiyor. Japonya’da, Tibet’te, Avustralya’da, Amerika’da ya da Türkiye’de.

İstanbul’da, Edirne’de, Antalya’da, Fethiye’de, Ankara’da, Elazığ’da ya da Samsun’da…

Ve her birimiz, ruhumuzun sesini duyarak onun yolunu izlemeye başladığımızda, hepimizin yolu biraz daha açılıyor.

Karşılaştığım tüm öğretiler bana aynı yönü gösteriyor.


En azından bu bana ısrarla tekrar ve tekrar gösteriliyor.

İnsan ruhu yönünü ve yolunu, özünü arıyor.

__________________________________________________________________
Ayın Onaylaması:

“Mucizeler her gün oluyor. Problemimi çözümlemek için içime yöneliyorum ve İlahi şifayı kabul ediyorum. Ve öyledir.”
Louise L. Hay
________________________________________________________________________
Üstatlardan:

“Yapmaya cesaret edemememizin nedeni işlerin zorluğu değildir. Biz cesaret edemediğimiz için işler zordur.”

Seneca
________________________________________________________________________
Zeynep’in Okuma Tavsiyesi:

“Cesur Sorular”; Yazar: Dost Can Deniz

1 Kasım 2007 Perşembe

Moshe Sizi Farklı Düşünmeye Davet Ediyor


Lisedeyken, okulumuzun İngilizce Gazetecilik Kulübünün başkanıydım. Bilgisayarlar daha çok yeni bir şeydi. Sanırım koca okulda bir tane vardı gazeteyi çıkarmaya başladığımızda. Adı “Bonus” tu. Bonus artık kredi kartları nedeni ile belki de öğrendik ama ikramiye, prim demekti. Gazetemizin logosu da şirin bir dinozordu. Okulumuzda aynı zamanda Türkçe bir dergi çıkarılırdı. Onun da adı “Serçe”ydi. Ben her ikisine de yazı hazırlardım. Hatırlıyordum da lise son sınıftayken üç tane de röportaj yapmıştım. “Kadının Adı Yok” adlı kitabı ile Türkiye’de bir olay yaratan rahmetli yazar Duygu Asena, tiyatro sanatçısı ve yönetmen Haldun Dormen, yazar ve gazeteci Zeynep Oral. Yıl 1988’i göstermekteydi. 19 yıl sonra röportaj yapmaya tekrar niyetlendiğim de sevgili hocam Bay Moshe Abudaram ile yeni yolculuğuma başlamak istedim. Kendisi muhtelif dallarda yıllardır sabırla öğretmenim olmaya devam ediyor. O’nun dünyasını bu vesile ile sizlerle de bir nebzede olsa paylaşmak istedim.

***
Zeynep: Bu röportajda biraz zorlanabilirim. Siz herkesin sizi ilk isminiz ile çağırmasını ve “siz” yerine “seni” tercih ediyorsunuz. Biliyorsunuz bunu ben yıllardır ısrarlarınıza rağmen başaramadım. Bizce yaşı büyük olanlara özellikle de öğretmenlerimize sen diye hitap etmek kolay değil. Ben anneme ve rahmetli babama da siz diyerek hitap ettiğim için daha da zorlanıyorum. Ufak çocukların Moshe ve sen diye hitap etmesini istiyorsunuz. Bu konuda neden ısrarcısınız?
Moshe: Ben de eski bir aile düzeni içinde büyüdüm. 1945 yılında İstanbul’da doğdum bildiğin gibi. Gel bu defa tekrar dene sen demeyi çünkü olmayacak. Kabul?

Zeynep: Sizi kırmak sanırım mümkün olmaz herhalde hocam. Lütfen devam et Moshe demek istiyorum, ama sanırım şimdi başaramayacağım. İleride şansımı deneyeme söz verebilirim tabi ki.
Moshe: Resmiyet bana kalıplar getirmesi anlamında uymuyor. Üzerinde çalıştığım dala da uymuyor. Çalışmalarımızda açık ve birbirimize dürüst olmamız gerekiyor. Gelişimi bu şekilde sağlayabiliriz. Bana Bay Moshe ya da Moshe Bey dediğinde bir bariyer koymuş oluyoruz aramıza. Amerika’da, İsviçre’de ya da İsrail’de resmi olmamak daha kolay Türkiye’ye nazaran. Biz duvarları yıkmaya çalışıyoruz, yeni duvarlar örmeye değil. Yaşamda o kadar çok engel var ki, bir tane de ben koymak istemiyorum prensip olarak. Saygılı olalım birbirimize ama açık ve kalpten konuşalım, ruhtan ruha bir konuşma olsun. Çocuklara gelince, benim bu yaşamda onlardan daha uzun süre yaşamış olmam, onlardan daha iyi olduğum ya da gerçekten daha çok şey bildiğim anlamına gelmiyor. Bir çocuğun ruhu ile bir erişkinin ruhunun seviyesi farklı mı? Alçak yüksek kavramları neye göre tanımlanıyor, tarifleniyor?

Zeynep: Enerji tedavi metotlarını yıllardır öğretiyorsunuz, uyguluyorsunuz ve danışmanlık yapıyorsunuz. Klasik bir soru olacak ama nasıl başladınız? Olağanüstü bir yetenek midir bu? Allah vergisi bir şey mi? Ne yaparsınız? Bu bilgi nereden geliyor?
Moshe: Farklı tamamlayıcı tıp metotlarını ve usullerini kullanıyorum ve öğretiyorum. Reiki bunlardan biri. Reiki dünyaya en yaygın olarak bilinen ve kullanılan enerji metodu diyebiliriz. Aynı zamanda bio-enerji ve duygusal ve ruhsal enerji temizleme metotlarını da öğretiyorum. Reiki öğretilmesi kolay bir metot ancak bir o kadar da etkili. Senin benim hoca olarak yetiştirdiğim öğrencilerimden biri olmandan gurur duyuyorum. Başarılı uyguluyorsun. Farklı kişilere yaşam kalitelerini yükseltmek üzere farklı metotlar uyguluyorum. Kristalleri kullanıyorum, çiçek özlerini, renk terapisi ve meditasyon gibi metotları da kullanıyorum. İhtiyaç olduğu durumlarda da geçmişe dair travmaların etkilerini azaltmak için regresyonda uyguluyorum. Kimileri bu yaptıklarımıza yaşam koçluğu diyor.

Zeynep: Ancak, bana göre yaşam koçluğu tam tarif etmiyor yaptıklarınızı. Geçmişe, şimdiye haydi cesaret edip söyleyeyim geleceğe bakıyorsunuz. Siz “Ben 44 Yaşındayım Oğlum 53” adlı kitaptaki Ari isimli karakter olarak da biliniyorsunuz. Kitapta bahsedildiği gibi bir medyum musunuz? Yaptıklarınızı nasıl tarif edersiniz?
Moshe: Bu kavramlar ve konular hakkında nasıl hissettiğimi Zeynep sen biliyorsun esasında. Netleştirmemi istemeni anlıyorum. Tamam. Öncelikle sorayım, neden bir etiket takmak gerekiyor? Biz herşeyi ver herkesi etiketliyoruz. Ama bunu yaparken elimizde yeterince bilgi var mı? Çoğu zaman – yok. Esasında nadiren yeterli bilgi olur elimizde önceden. Şimdide yaşamaya ihtiyacımız var. “Şimdinin Gücü” diye çok güzel bir kitap var. Eğer şimdi de kalmayı başarabilirseniz, çok bilgi edinebilirsiniz. Herkes kendisi ve yaşamı hakkında bilgi elde edebilir. Biz duymayı unuttuk, görmeyi unuttuk. Bugün sıcaklık kaç derece? Bu sabah ofisime gelirken hava nasıldı? Güneş mi vardı bulutlu muydu?

Zeynep: Sabah gelirken trafikten dolayı çok dikkat edemedim desem. Biliyorsunuz biz İstanbul’da araba kullanırken genelde aklımız başka yerlerde oluyor.
Moshe: Güldüğünü görüyorum, yani anladın ne demek istediğimi. Lafı dolandırmaya gerek yok. Sen genelde dikkatli bir insansın ve sen de kendi öğrencilerine farkındalık konusunda uyarılarda bulunuyorsun. Fark etmenizi istiyorum ki biz çoğu zaman geleceği planlamak ile meşgulüz, ilerideki an’lar ile uğraşıyoruz. Ya da neleri hatalı yaptığımızı düşünüp duruyoruz. Durun. Yaşamaya devam edin. Bütün bilgi şimdi’de veriliyorum. Benim yaptığım da bu. Ben bakıyorum ve bize sunulan bilgileri alıyorum, görüyorum, kullanıyorum. Öğrettiğim de bu. Çünkü bunu yapma hakkı ve yeteneği herkese verildi. Seçiyor musunuz? Konu bu.

Zeynep: O zaman biz geçmişi, şimdiyi ve geleceği bilebilir miyiz?
Moshe: Tam ve net olarak ne yapman gerektiğini hissettiğin, bildiğin an’lar olmuyor mu? Arşimet hamamdan koşarak çıkıp “buldum” diye bağırdı. Şimdi’de odaklanabildiğinde cevaplar her yerde ve çabuk olarak gelir. Bağlanabilme metodu bul. İçindeki sessizliğe, ya da sese – nasıl adlandırdığın önemli değil – an’a bağlan. Bazıları meditasyon yapar. Kimileri duşa girer ya da müzik dinler. Kimileri bir enstrüman çalarken bu bağlantıyı sağlarlar. Dene ve gör. Çoğu zaman bilgi sana gelmez. Sen bağlanırsın. Tabi bazen melekler dünyasının da kulaklarımıza bir şeyler fısıldadıkları olur.

Zeynep: Bizim meleklerimiz var o zaman? Nedir, kimdir bu varlıklar?
Moshe: Şimdi, genel bir bakış açısı ile değineceğim. Melekler konusu çok geniş bir bahis. Hepimizin koruyucu melekleri var. Şöyle diyeyim. Biz insanlar temelde bir çekirdek etrafında dönen elektronların oluşturduğu bir yapıdan, enerjiden oluşuyoruz. Evrende çok farklı enerji türleri ve yapıları var. Melekler dediğimiz varlıklarda farklı bir enerji formu. Koruyucu meleklerimiz ömür boyu bizimle kalan ve bize destek veren enerjilerden.
Bazen bir insana yardım etmek için kuvvetli bir istek duyarsın ve bu insan ile bir konuşma imkânın bile yoktur. Bu istek nereden geldi o zaman? Olay şudur, bir insan bir yardım dileğinde ya da yardıma ihtiyacı olduğunda, bu kişinin koruyucu melekleri diğer melekler ile irtibata geçer ve bu insan yardım edebilecek kişi kim ararlar. O insan bulunduğunda, o kişinin koruyucu melekleri kulağına adeta yapılması gerekeni fısıldar. Bambaşka kıtalarda olabilirsiniz, ancak eğer yardımı yapması gereken kişi siz iseniz mutlaka mesajı alırsınız. Evrende mükemmel bir iletişim ağı vardır. Siz dinliyor musunuz? Mesele budur.

Zeynep: Peki gelecekten bahsettiğimizde – biliyorsunuz Türkiye’de kahve içipte fincanı kapatmamak olmaz. Genelde eğlence için yapılır bu ama içimizdeki geleceğin bize neler getireceğini bilme isteğini de gösterir. Ne dersiniz geleceğe bakabilir miyiz? Kendi geleceğimize bakabilir miyiz? Mümkün mü?
Moshe: Öncelikle, biliyorsun ki bunu her zaman söylerim, her şey mümkündür. İstedikten sonra her şey mümkün. Mümkün olmasını istiyor musun ve bir yandan da istemeli misin? Gel ben de sana bunu sorayım. Gelecek ya da yarın kelimelerini kullanıyoruz ama esasında geçmiş ve gelecek ve şu an birbirinden farklı şeyler değil ki. Tüm film DVD’de yazılı. Sen seyretmek için başından sonuna gitmelisin anlamak için ama hepsi orada. Tabi, bir de bize dair olan, kendimize dair olan şeyleri görmek her zaman daha zordur. Evrenin, Yaradan’ın bir nevi emniyet mekanizması da diyebilirsin buna. Ben diyorum ki gelecek ile uğraşmak niye, şu an’ın kalitesini artıralım, şu anki problemleri çözelim, şu an ki enerjiyi yükseltelim. Yarın dediğimiz şey otomatikman daha iyi olacaktır. Aksi mümkün değil.

Zeynep: Ama geleceğimiz biz yaratıyoruz diyoruz. Eğer her şey yazılı ise, o zaman neden uğraşıyoruz, çabamızın amacı ne?
Moshe: Geleceğimizi bir yaratıyoruz, bu doğru. Mesela sen kendin buraya gelmeyi seçtin. Yani Türkiye’de İstanbul’da doğmayı seçtin, Mayıs ayının bir gününde doğmayı ve hangi anne ve babadan doğmak istediğini seçtin. Ruhunun bu aşamada öğrenmesi gerekenler ve bir yandan da yapman gerekenleri gerçekleştirmek için. Bir yol seçtin ve geldin. Şimdi yazdığın oyunu ne kadar iyi oynayacaksın – işte bu senin ikinci seçimin. Şimdi’de bir şey yarattığında, geçmiş gelecek her şey değişir. Her an birbirine bağlı. Ve hatırlamak gerekir ki, sadece yaptıklarımızın değil, niyetlerimizin de yaşamımız üzerinde büyük bir etkisi vardır.
Örneğin, bir çalışma sırasında bir danışanın geçmişinde ya da geçmiş yaşamında bir sarsıntı, bir travma yaşanan bir durum gördük. Burada farklı seçeneklerimiz var. Geri gidebilir ve oradaki yaşananların metnin yeniden yazabiliriz ki sen ters akım terapisi dediğin çalışmada bunu o metot ile yapıyorsun. Başka metotlarda var. Ya da o duruma gittiğimizde yaşanan nedeni ile enerji alanımızda etki bırakan duyguların etkilerini temizleyebiliriz. Olay yaşanıp geçmiştir, ancak olumsuz duyguların negatif enerjisi üzerimizde kalmıştır. Bu deniz, yüzme korkusu, yükseklik korkusu, klostrofobiler ya da alerjiler olarak kendini gösterebilir mesela.

Zeynep: Benim yoğun olarak alerjilerim vardı biliyorsunuz. Son 3,4 yılda bunların birçoğundan kurtulma şansına kavuştum. Peki, bu herkes içinde geçerli olabilir mi?
Moshe: Çalışmalar gösteriyor ki alerjilerin büyük bir kısmı duygusal, ruhsal nedenlere dayanıyor. Benim danışanlarımda gördüğüm durumlarda bunu teyit ediyor. Örneğin bir bayan danışanım ne zaman tavuk yese, cildi kızarıklıklar ve kabarmalar oluyor. Ben bu alerji ne zaman başlamış diye baktığında, çocukluğunda bir zamana dayandığı ortaya çıktı. Ne olduğunu görmek için biraz daha derine baktık. Burada ya biz danışman olarak o döneme bakabiliriz ya da bazen danışanımız ile birlikte o zaman dilimine beraber bakabiliriz. Hipnoz vari bir metot ile diyebilirim kısaca. Bu hanımın durumunda, ufak bir kız çocuğu iken bir akşam ailece sofrada oturulmuş, tavuk yenirken telefon çalıyor ve çok sevdiği babaannesinin vefa ettiği haberini alıyor aile. Çocuk tavuk yiyordu ve farkına varmadan tavuğu çok büyük bir kayıp yaşamak, sevdiklerini kaybetmek ve yas tutmak ile bağlıyor. Reaksiyon başlıyor. Şimdi biz bu bağlantıyı temizlediğimizde, bu duyguları temizlediğimizde, bakıyoruz ki sürpriz – hanımın tavuk alerjisi ortadan kalkmış.
Her hastalığın çok farklı nedenleri var. Aynı hastalığın farklı insanlarda farklı nedenleri var. Her şey insana bağlı. Enerji bakış açısına göre insan bakıyoruz ve elimizdeki araçlarımıza bakıyoruz. Her insan farklı ve ihtiyaçları da farklı. Reiki, bio-enerji yada IPEC araçlarımızdan bazıları. Refleksoloji, aromaterapi veya renk terapisi de kullanabiliriz. Bir insan bana danışmak için geldiğinde, ben o kişinin ruhuna, o kişinin enerjisine sorarım, ihtiyacı olan nedir diye. Bizim ruhumuz, enerjimiz her şeyi biliyor. Ruhun bildiğini bedenimize ve zihnimize aktarmasını sağlamak önemli olan. Bizim yaptığımız bedenin, zihnin, kalbin ve ruhun ortak hareket etmesini, uyum içinde olmasını temin etmek. O zaman mucizeleri kendi yaratıyor insan.

Zeynep: Zamanımız ve yerimiz daralıyor. Daha başlayamadık gibi de geliyor bir yandan. Ne yapmalı?
Moshe: Her zaman beklerim diyeyim. Başlamak bizim hayal ettiğimizden çok daha büyük bir şeydir. Bunu bilin.

Zeynep: Teşekkür ediyorum. Bu sohbete en kısa zamanda tekrar devam etmek dileğiyle diyorum.
Moshe: Teşekkür ederim Zeynep. Her zaman dediğim gibi, hep olumlu düşün, olumlu ol. Reiki prensiplerini hatırla. İnsanlara, büyüklerine saygılı ol, ekmeğini helal yollardan kazan ve endişelerden uzak dur. Ve unutma ki, bize her gün taşımamız gereken yüklere yetecek kadar enerji, güç verilecektir. Bu evrenin bir sözüdür bize. Yarın bize gereken ise yarın verilecektir. Geleceğe bakmayı bırakın. Yarın nasıl olsa gelecek. Bilinen bir yarına uyanmak o kadar keyifli mi ki? Biliyorsun Paul Arden diyor ki “Aklını kullan, aksini düşün.” Farklı düşün, kalıpların dışında düşün, kalıplarını kır; işte o zaman bak gör yaşam nasıl aydınlıyor. Şansınız bol olsun.

***

Heyecan, neşe ve mutluluk dolu bir ay diliyorum.
Sevgilerimle.
Z.
____________
Ayın Onaylaması:
“Tüm insanlara ve kendime de hoşgörü, şefkat ve sevgi doluyum.”
By Louise L. Hay

Üstat’lardan:

“Bir şey yaptığın zaman, tüm benliğin ile yap. Teker teker. Ben şimdi oturuyorum ve yemek yiyorum. Benim için şu an’da bu yemekten, bu masadan başka bir şey yok bu dünyada. Tüm dikkatim ile yiyorum. Yapman gereken de bu – her şeyde. ”
George I. Gurdjieff

Zeynep’in Kitap Tavsiyesi:
“Özgüven Kazanma Yolları II”; Dale Carnegie.