Kimi anlar belki bir andan daha uzun sürüyor ama yaşamın güzelliğini daha çok takdir etmemizi hatırlatıyor.
Fethiye'de yağışlı geçen bir kıştan sonra bitmekte olan bahar günlerinde, doğa, çiçeklerini sanki fark etmemizi istercesine tüm canlılığı, yoğunluğu ile sanki özel olarak aydınlatılmışcasına enteresan bir şekilde gösteriyor. Şehrin boş ve uzak ve insanın müdahalelerinin erişemediği, ya da geçici olarak uzak kaldığı yerlerde.
Çoğu köşesi insan elinin dediği güzellik, çirkinlik ya da sıfatlandıramadığımız insan etkisi ile oluşan özellikleri ile dolan dünyada, bir çoğumuzun oldukça çok özlediği saf ve doğal güzelliğin rakip kabul etmeyen üstünlüğü kendini güzel bir melodiyi mırıldanırcasına hatırlatıyor.
Ve bu nadirleşen güzelliklerin yavaş yavaş yaşamlarımızdan silinişini de fark etmemizi sağlıyor. Bir çok insanın tadını asla bilmeyeceği yok olmak üzere olan bir lezzet gibi.
*
Şövalye Adası'ndaki evimin yanında, en azından benim bildiğim kadarı ile 20 yıldan fazla süredir boş duran bir arsa vardı. Bu arsa, yazın, Londra'da avukatlık yapan Yeni Zelandalı bir beye satıldı.
Sit alanı olan yerlerde yabancıların mülk sahibi olması ile ilgili sınırlamalar olduğu için bunu bir şirket kurarak aştıklarını öğrendim. Türkiye'nin farklı köşelerinde yabancıların yer almasına üzülmediğimi söyleyemem, bununla birlikte, komşu arsayı daha önce bir Türk politikacının almakta olduğuna dair bir haber aldığımda, şimdi bu insanlar güçlerini kullanarak yanıbaşımda kuralsız bir yapı yapacaklar mı, bizlerin haklarını yok sayacaklar mı, diye daha çok endişelendiğimi itiraf etmek zorundayım. Kanunlara, kurallara uyan insanların zayıf sayıldığı, nezaketin bile zayıflık olarak algılanmaya başladığı bu dünyada, Rahmetli Doğan Cüceloğlu'nun zaman zaman vurguladığı kendimiz olarak kalma mücadelesi oldukça yıpratıcı. Yine de çoğumuzun vazgeçemediği bir yaşam duruşu. Bu düşüncelerin ve kaygıların akıldan geçiyor olması bile ne kadar üzücü, ve biraz da ürkütücü.
Neyse...
Esasında bu düşünceleri çağrıştıran güzelliği paylaşayım ben aslında.
Önümüzdeki kış, muhtemelen Fethiye'de inşaat yasağının biteceği 15 Ekim'de başlayacak bir inşaat ile evimin yanındaki bu arsaya bir ev yapılıyor olacak. Bugün beni hem mutlu eden, hem de hüzünlendiren şey ise, bu arsada bir daha asla göremeyecek olduğumuz gelincikler. Müze Müdürlüğünden inşaat yapmak için izin istenmesi nedeni ile arsa da yapılan kazı nedeni ile arsaya yayılan dağınık taş toprak görüntüsünü zarif güzellikleri ile örten kırmızı gelincikler ve aralarına serpiştirilmiş beyaz papatyalar. Ama en çok gelincikler.
Kendimi tutamadım, Yeni Zelandalı beyin Fethiye'de işlerini takip eden Ercan Bey'e gelinciklerin bir fotoğrafı ile mesaj attım. Bir daha görmenin nasip olmayacağı manzarayı henüz görmediler ise, görmelerini önerdiğimi ileterek. Sahip oldukları bu güzelliğin tadını almadılar ise almalarını istedim sanki. Güzelliklerin paylaştıkça daha da kuvvetlendiğine inanan bir yanım hala var sanırım.
Havaların ısınması ile daha kaç gün görme şansımız olmadığını bilmediğim bu manzarayı zihnime kazımak istiyorum. Çünkü çektiğim fotoğrafların bazılarını beğensem de, hiçbiri o gelincik tarlası hissi veren görüntünün zarif güzelliğini yansıtamıyor.
Verdikleri güzelliği, onların enerjisine dokunmadan içime çekmek istiyorum. Daha çok da hafızama kazımak. Japonların "içi go içi e" dedikleri şeyin benim için en belirgin şekillerinden bu arsadaki gelincikler. Ada'daki tüm kırmızı ve sarı gelinciklerin hepsi biraz bunu hissettirse de, en çok onlar.
Mutlu geçirsinler varlıklarını.
Ve bana verdikleri bu basit gibi görünebilecek 'eşsiz' mutluluk, bir daha açmaları mümkün olamayacak bu gelincikleri ölümsüz kılsın.