İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
Yaşam Yolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yaşam Yolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Mart 2021 Çarşamba

Şansa Bırakmak

Amerikan Hastanesi’nde babamın ameliyatını yapan doktorumuzun odasına girdiğimizde kendisi bizi kapıya koşarak karşılamıştı.   Babamın eline ellerini uzatmış, “Sinan Bey ameliyatınızda yüz yıl yaşlandım,  daha önce yaşadıklarınızın tesadüf olduğunu düşünerek hata yapmışım,” demişti.

Rahmetli Babam Sinan Kocasinan’ın bir Aralık sabahı epidural anestezi ile bir iki saat sürmesi planlanan ameliyatı, onsekiz saat sürmüş ve üç anestezi uzmanı görev yapmıştı.  


Oldukça zor ve tehlikeli bir ameliyat yerine, babamın yaşı ve diğer sağlık şartları dikkate alındığında, kısa ve başarılı bir alternatif olduğu düşünülen farklı bir operasyon için farklı bir ameliyat odası hazırlanmıştı.    Tüm hazırlıklar aylar öncesinden düşünülmüştü.  En iyi imkanlar ile en iyi ellerdeydik.


Ancak işte tam da bu nedenle, diğer ameliyathanelerden farklı bir oda belirlendiği  için, sorunlar çıkmaya başlayınca yaşanan onsekiz saatlik koşturmaca sırasında, o odaya koşarak taşınan kan torbalarını, görev değişikliği yapan ameliyathane görevlilerini, anestezi uzmanlarını, telaşla getirilip götürülen malzemeleri bekleme holünde her aşamasında engellenemez bir kaygı ile de izlemiştik.  


Hatta ameliyatın ortalarında bir yerde, cerrahlarımız beni ameliyatın yapıldığı o odanın kapısına davet etmiş, babamın bacağını kaybedebileceğini, damarda bir sorun olduğunu ve neyi denerlerse denesinler damarı kapatmayı başaramadıklarını söylemişlerdi.  Cerrahların kana bulanmış başlık, gözlük ve kıyafetlerini hala bugünkü gibi hatırlarım.


Sonra, sonraki dokuz, on saatte ne olduysa, nasıl başardılarsa, sağolsunlar, doktorlarımız babamı ve bacağını kurtardılar.  Babamı bundan birkaç yıl sonra başka bir rahatsızlık nedeni ile kaybettik.


İşte babamın ameliyatından birkaç ay sonra, kontrol için cerrahımızın odasına girdiğimizde söyledikleri bu yaşanmışlıklardan sonraydı.  


Doktorunumuzun tesadüf olduğunu düşünmemeliydim, dediği olayların bir kısmı babamın Amerika’da, bu ameliyatından onüç yıl önce, geçirdiği by-pass ameliyatına dairdi.  


Rahmetli babam sadece anjiyo olmak için gittiği Amerika’daki hastanede, çok acil durumu nedeni ile by-pass ameliyatına alınmış, daha yoğun bakımda uyandırılamadan oluşan komplikasyon nedeni ile ikinci bir açık kalp ameliyatına alınmış, bu yetmemiş gibi diyaframında oluşan bir sorun nedeni ile normal nefes alması sağlanamadığı için bir aydan uzun bir süre uyutulması gerekmişti.  Ve tüm bunlar olurken vücudunun verdiği reaksiyon ve ilaçlar nedeni ile midesinde bir ülser oluşmuş ve yine henüz uyandırılmadan üçüncü defa, bu defa bir mide ameliyatına alınmıştı.


Hastanenin yapılan tüm işlemleri kalem kalem gösteren birkaç klasörlük faturası da hala gözümün önündedir. Onüç yıl sonra bu defa farklı bir şekilde gözlerimle gördüğüm telaşı, 1989 yılında yaşanan kritik anları Babamın Amerika’daki ameliyatının faturalarsındaki malzeme ve işlemler giderlerinin rakamlarında, fatura satırlarında hissedebilir, görebilirsiniz.


*


Babamı sık hatırlarım ama Babamın bu ameliyatları doğrusu çok uzun zamandır aklarıma gelmemişti.  Birinin üzerinden otuziki yıl, diğerinin üzerinden ondokuz yıl geçmiş.


Bu sabah hatırlamama neden olan şey bir eposta postaydı.  Ve bu epostanın Babamla ya da sağlıkla hiç ama hiç ilgisi yoktu.


Birçoğunuzun bildiği gibi Uluslararası Lions Kulüpleri’nin Türkiye’deki çalışmalarında farklı alanlarda görev aldım ve alıyorum.  İşte bu defa, üzerinde çalışmakta olduğumuz bir organizasyon için hazırlıklarımızı yaparken benim tedbir olarak önerdiğim bir yaklaşım için değerli dostlarımızdan bir not gelmişti. Haksız da sayılmazlardı ama onlara kalbimde geçenleri ve kendimi zaman zaman biraz da olsa izah etmeye gayret etmekle birlikte yaşamın bana sunduğu imtihanları tahmin etmelerini beklemek gerçekçi olmazdı.


O notu okurken neden çok tedbir alma ihtiyacım olduğunu, aksaklıkları neden belki diğer arkadaşlarıma göre biraz daha fazla ve daha teferruatlı düşündüğümü tekrar aklımdan geçirirken, ki bunu zaman zaman düşünürüm, birden aklıma babamın bu iki ameliyatı geldi.   Doktorları da şaşırtarak ama sırasında ve sonrasında büyük zorluklar yaşayarak atlattığı ameliyatları.  Esasında başka örnekler de aklıma gelebilirdi ama sanki zihnimin içinde oynayan iki kısa film gibi bunlar belirdi.


Beni tanıyanların ve birlikte görev yapanların bildiği gibi, bazen çok detaycı olarak tarif edilen, zaman zaman gereksiz detaycılık ve fazla tedbirli olmak olarak da adlandırılabilen bir yönüm var.  Böyle mi doğdum bilmiyorum ama bu yaşamın bana sunduğu yolun ve bu yaşamın imtihanlarının bunda etkisi olduğunu söyleyebilirim.


Yine beni tanıyanlar bilir, benim çalışmalarım, işlerim esasında genelde iyi sonuçlar verir. Yani şansın yanımda olduğunu söyleyenler de çok olmuştur.  Ancak, şansın, Tanrı’nın çoğu zaman yanımda olduğunu düşünenlerin genelde bilmediği ve benimle uzun süreli olarak çalışacaklara açık yüreklilik ile izah ettiğim bir durum da vardır.  Örneğin bir sınavda bin sayfalık bir kitaptaki konular ele alınacak ise, ve ben kitabın 999 sayfasını çalışıp bir sayfasını atlamış isem, öğretmenimiz o gün o sayfadan tek bir soru ile sınav yapmaya karar verebilir.  



Liseyi birincilik ile bitirdiğimi yine birçoğunuz biliyorsunuz.  Öğrencilikte bunu o kadar çok defa yaşadım ki herşeyi çalışmanın benim için gerekli olduğunu keşfettim.  Yaşam bana kısmi hazırlıklar ile ilerleme yolunu ısrarla kapatıyordu.  Ortaokul ve liseyi birincilikle bitirdim ama ne zaman bir konu için önemli değil desem, sözlü ya da yazılı sınavlarda öğretmenlerim bana o soruyu sordular.  O kadar kesin, o kadar aynı şekilde tekrar eden bir durum oldu ki, bununla savaşmayı bıraktım ve derslerimin hiçbirini ayırmadan, hepsini çok çalışmayı seçtim. Okul derecelerim de bu nedenledir bence.  Yani çok hızlı öğrendiğimi, çok hızlı anladığımı söyleyemem. Yaşam yolu başka alternatif bırakmadığı için adeta.


Ve işte bu yaşam yolu, ya da bu yaşamda öğrenmem için bana sunulan ders, hep bu şekilde oldu.  O nedenle, her zaman çok tebdirli oldum.  En azından denedim.  İş hayatında da, özel yaşamımda da. Aksaklıklar yaşamamak, önceden planlayarak ve oluşabilecek aksaklıkları öngörmeye çalışarak oldu.


Sonraki yıllarda kalbimin sesini dinleyerek bu tedbirleri almaya çalıştım.  Tedbirden vazgeçmek değil ama iç sesimin bana hatırlattığı tedbirleri almaya gayret ettim.  


Bir şeyin rast gitmesi için bazen bizim insani gayretimizden öte, o şeyin gerçekleşmesine yaşamın izin vermesi gerektiğini de gördüm.  O nedenle de, yaşamımının belki son yirmi yılında, hiçbir şeye mutlaka olması gereken şey olarak bakmadım.  Eğer yapılması doğru geliyor ise o yola çıktım.  Benim için ya da herhangi bir sonuç için değil, bu yaşamda bu işin yapılması bütün için doğru mu, diye sormaya gayret ettim. Bu, bazen, benim istediğim şeyler için evet yanıtını verdi, bazen doğru olanı yapmak için kendi isteklerimden vazgeçmemi gerektirdi.


İşte yine bu yolda, bazen içime, çoğu kişiye gereksiz ve anlamsız gelen tedbirleri almak da doğdu.  Başkaları için gerçekten fuzuli gelebilecek bu tedbirleri almayı seçtiğim için çok teşekkür de aldım.  


Dostlarıma şunu da paylaşırım.  Önerdiğim, aldığım tedbirlere genelde hiç ihtiyaç olmaz. Yani benim işlerim genelde rast gider, sorunlar oluşsa bile bir çözüm de gelir ama bu ancak ve ancak yaşama kafa tutmadığımda olur.  Ben aklımın erebildiği, kalbimin hatırlatabildiği tedbirlerin tamamını aldığımda genelde işlerim akar ve o tedbirlere gerek olmaz.  Ancak,  aklıma gelenler için tedbir almadığımda, aklıma gelen uyarıları yok saydığımda, o konu, sanki aksiyom gibi mutlaka karşıma çıkar.


*


İşte bu sabah, yakında tamamlayacağım 51. yaşımdan geriye dönüp bakarken yaşama ve şansa dair çok şey geçiyor aklımdan.  Şükrediyorum, çok şanslı bir insan olarak yaşamışım.   Bu şansın belki hakkını çalışarak vermem gerekti ama bunu bu yaşamdaki imtihanım olarak severek ve mutlulukla kabul ediyorum.  Tabii, benimle birlikte çalışanlar bu imtihanın parçası olmaktan ne kadar mutlu ve şanslı, eh bu da onların kader yolunun bir cilvesi olmuş olabilir. 


Sevgi dolu olsun günleriniz. Ve yaşam, üstesinden gelebileceğimiz, bizi yıkmadan aşabileceğimiz ve zorluklar getirse bile iyi ki yaşadım diyebileceğimiz maceralarla dolu olsun.  Ve Tanrı ve şans her zaman yanınızda olsun.


8 Temmuz 2020 Çarşamba

Şampiyonların Yolu

Benim çok defa karşıma çıktı ve her defasında da beni etkilemeye devam ediyor.  Bir orkidenin hızla büyüyen dalınca tomurcuklar oluşmaya başladığını fark edersiniz bir gün. Ve öyle bir an gelir ki, o tomurcuk ya hızla büyümeye ve sonrasında da beyaz, pembe ya da morun farklı bir tonunda açmaya başlar. Ya da, o sırada her ne olmuşsa, o tomurcuk, açamadan, bir anda dalından kopar ve yere dökülür.

Bugünlerde Dünya’dan farklı sporcuların hayat hikayelerini okuyorum, inceliyorum ve neredeyse her birinin çocukluktan Dünya şampiyonluklarına, Olimpiyat şampiyonluklarına uzanan hayatlarını okurken, izlerken, bir yandan gözümün önüne hep orkide tomurcukları geliyor.  

Bu her biri farklı özellikleri ile güçlü ve başarılı gençlerin yaşamlarında neler doğru yapıldı ki, bu çocuklar hem spor hayatının onların yaptığı şekli ile zorlu yoluna çok uzun yıllar devam etmeyi seçtiler ve aynı zaman da başardılar.  Hangi yetenekler ise o açamadan dökülen tomurcuklar gibi özlerindeki cevheri tam olarak yaşamadılar.

Kimi sporcuların, mesela 19 yaşında Dünya şampiyonu olup öncesinde 15 yıl kadar o sporu yaptıklarını görüyoruz. 4, ya da 5 yaşlarında bir spora başlayıp devam ediyorlar. 

Ve, bir yandan şunu da düşünmeden edemiyor insan.  Kimi sporcular ile ilgili çocukluklarında farklı aşamalarda çekilen videoları, tesadüfen yapılan ve yıllar sonra çok anlamlı hale gelen röportajları dinlerken, o çocukların, hocalarının, onlarla röportaj yapanların söylediklerini duyunca, şunları düşünmeden edemiyorum.  

Öncelikle bu çocuklardaki cevheri keşfetmeyi nasıl başardılar?  Ve o uzun yıllar boyunca hem teşvik etmeyi, hem korumayı, hem yüreklendirmeyi, hem geliştirmeyi nasıl başardılar?  Yaşamın heyecanı ve merakları ile dolu çocukların ve gençlerin bu emek isteyen yola devam etmelerini nasıl sağladılar?

Başarılı bir sporcu yetiştirmenin ne kadar büyük emek olduğunu bazı Olimpiyat sporcularının hayatları ile ilgili bir araştırma çalışması yaptığım son sekiz aydır daha çok fark ediyorum.

Olimpiyatların temel prensipleri mükemmeliyet, arkadaşlık ve saygı, rekabet ve kazanma arzusunun da ötesinde bir güç yaratıyor sanki.  Rakiplerine üstünlük sağlamak için çalışırken efsane olmuş sporcuların kendilerini geliştirmek, kendilerini aşmak ve zihnin ve bedenin sınırlarını zorlamak için bir mücadeleye girdiklerini görüyoruz.

Tokyo 2020 Yaz Olimpiyatlarının 2021 yılına ertelenmesi büyük emekle hazırlanan sporcuları tabii ki benden daha çok hayal kırıklığına uğratmış olmalı.  2021 yılında yapılıp yapılmayacağı kesinleşmeyen Yaz Olimpiyatlarını 2022 yılında Pekin’de yapılması planlanan Kış Olimpiyatları takip edecek mi onu da tam bilemiyoruz.

Hepimiz bu beklenmedik zamanlarda yaşamdaki yolumuzu bulmaya çalışırken, şampiyonların yolunda onların fiziksel, zihinsel, duygusal dünyalarında neler oluyor, bunlar muhtemelen önümündeki yıllarda öğreneceğiz.

Pandemi ile yaşadığımız bu zorlu dönemin hepimizin içindeki cevherleri ve henüz keşfetmediğimiz kuvvetlerimizi keşfetmemize vesile olmasını diliyorum.

Sevgiyle.

16 Mayıs 2020 Cumartesi

Kader Nerede? 50'ye 6 Gün Kala İle O 11 Yaş

İngilizce öğrenmeye başladığım günleri çok net hatırlıyorum.  İngilzcenin bugünlerde olduğu gibi rahatlıkla duyulabildiği, erişilebildiği günlerde çok öncelerde, 1981 yılında, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’nin hazırlık sınıfına başladığım İngilizce ile tanıştım. Öncesinde ise sanırım, gerçekten, bildiğim iki kelime vardı.  Evet ve hayır.  Başka bir kelime bildiğimi hatırlamıyorum.

Bugünlerin eğitim sistemleri ve yaklaşımları ile kıyaslayınca ne kadar farklı geliyor. Ne kadar geç.  Oysa, benden iki yaş büyük olan ağabeyim, benden iki yıl önce Robert Kolej’e başlamıştı.  Ona çok imrendiğimi hatırlıyorum.

İlkokulda başarılı bir öğrenciydim. Matematiği çok severdim ve o zamanlarda adlandırdığımız şekilde kolej sınavlarında başarılı olmam bekleniyordu.  Ağabeyim girilmesi en zor okul olan Robert Kolej’e girmeyi başarmıştı.  Benden de böyle bir başarı bekleniyordu sanırım, hiç söylenmese de.  Ben de çok istiyordum.  

En çok hoşuma giden şey ağabeyimin İngilizce öğrenmeye başlamasıydı. Doğrusu okulu konusunda, ya da dersleri konusunda onunla çok konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Muhtemelen ilkokul çocuğu olan Zeynep ile koleje yeni başlamış Yaman’ın, oyun için biraraya geldiğimiz saatler dışında farklı işleri ve dertleri vardı.  Sadece gözlemlediğimi, ağabeyimi seyrettiğimi hatırlıyorum.  Onun ders kitaplarına arada bakmış da olabilirim, çok net hatırlamıyorum doğrusu.

Ama şunu hatırlıyorum.  Hani bazı sahneleri ömür boyu ilk günkü gibi hatırlarsınız ya, şunu hatırlıyorum.

O zaman oturduğumuz Akaretler’deki evimizin misafir tuvaletinde, aynanın önünde, İngilize konuşur gibi yaptığımı hatırlıyorum.  Annemin evdeki İngilizce öğrenme kasetleri dışında İngilizce neredeyse hiç duymadığım düşünülürse, ağabeyimden duyabildiklerim kadarı ile kendmce İngilizce konuşmaya çalıştığımı, benzer sesler çıkarmaya çalıştığımı hatırlıyorum.

Kısacası, benim için kolej sınavlarına çalışmak için en büyük motivasyon İngilizce öğrenme isteğimdi.

O zaman iki aşamalı yapılan sınavların birincisinde 600 küsuruncu, ikincisinde ise biraz daha kötü bir sıralama ile binli sıralamalarda yer almıştım.  Esasında başarılı bir öğrenciydim ve doğrusu Robert Koleji kazanmam doğal olarak bekleniyordu.  Geneldeki sonuçlarıma göre, ama ilk sınavdan önce de ama ikinci sınavdan önce kaygılanmaya başladığımı hatırlıyorum.  Bir şeyi çok istemek üzerimizde değişik bir baskı yaratıyor. Bu arada, açıkça söylemeliyim, ailem, ima ederek bile hiçbir zaman üzerimde bir baskı oluşturmadı, benden bir beklentileri olduğuna dair hiçbir şey söylemediler, hiç bir şey hissettirmediler. Bu konuda anneme ve babama ömür boyu çok müteşekkirim. Beni o küçük yaşımda sonuna kadar desteklediklerini hissettim ama üzerimde bir baskı hissetmedim. İlerleyen yaşlarda, belki iş hayatında, belki onlar da yaşlandıkları için birşeyi yapmam ya da yapmamam konusunda daha belirgin tavırlar ortaya koyduklarını gördüm ama 10,11 yaşındaki Zeynep için ideal bir anne babaydılar doğrusu.  Bir stres yaratan varsa, o benden başkası değildi.

Sınav sonuçlarını öğrendikten sonra uzunca bir süre ağladım.  Kaç gün bilmiyorum.  Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ni kazanmıştım.  İkinci tercihimi.  Türkiye’nin en iyi okullarından biri olduğunu söylüyorlardı.  Söylüyorlardı ama ben sanırım ağabeyimin okuluna gitmek istiyorumdum.

Yaşama, kadere, yaşamımıza anlam katacak insanlar ile buluşmalarımıza dair bir şeyleri bilmem tabii ki o günlerde mümkün değildi.  Oysa bugün, geriye baktığımda, beni ben yapan bir çok şeyin o yol ayrımı ile belirlendiğini düşünmeden edemiyorum.

Elli yaşımı tamamlamama altı gün kalan bugünden geride dönüp, o günlerden bugüne geçen otuzdokuz, kırk yıla bakınca, beni mutlu eden, beni yerine göre çok başarılı kılan ve hayalini kurmamın bile mümkün olmadığı farklılıkları yaşamamı sağlayan şeylerin, o dönemde saklı olduğunu görüyorum.

Günahları ve sevapları ile olduğum Zeynep tam da olmak için doğduğum Zeynep gibi geliyor şu anda.  Pişmanlıklarım, keşkelerim, kendimce zaferlerim, gerçekten havalara uçuran mutluluklarım, kuşkularım, endişelerim, korkularım ve peşinden koşmayı muhtemelen bırakamayacağım meraklarım ile.

Yaşamda geriye dönüp baktığım, o çocukluk günlerde farklı bir şey yapabilir miydim bilmiyorum.  Her zaman elimden gelenin en iyisini yaptım.

Geriye dönüp 39, 40 yılıma baktığım da ise, daha farklı yapmak istediğim bir şey var.  Ve öyle düşündüğü neredeyse bir yıldır çok yoğun olarak fark ettiğimi için yaklaşık olarak sekiz aydır farklı yaptığım bir şey var.

Nereden başlamıştık söze.  Ağabeyim, İngilizce ve misafir tuvaletini aynasının karşısında İngilizce konuşmaya çalışan Zeynep diyorduk.

Amerika’da Cornell Üniversitesi’nde mühendislik okuduktan sonra babamın 1950’lerde kurduğu inşaat işimizde çalışmaya başladım.  Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne baraj inşaatları yapıyorduk ve şantiyelerimiz hep Türkiye’deydi. O nedenle, belki seyrettiğim filmler, çok çok yoğun çalıştığım için uykuya zor zaman bulabildiğim ve Türkçe okumayı da sevdiğim için nadiren okuyabildiğim İngilizce kitaplar ve gittiğim yurtdışı tatilleri dışında çok uzun süre İngilizce konuşmadım ve yazmadım.  Üniversite arkadaşlarım ile gittikçe seyretleşen yazışmalarımız dışında, ki o günlerde bu belki birkaçı ile yaptığım faks ile karşılıklı yazışma dışında kart ya da mektup yazmak anlamına geliyordu.

Derken, farklı boyutları var ama, Türkiye’de yaşayan farklı yabancılar, hocalar, eğitmenler karşıma çıkmaya başladı.  Birden, sanki aniden, içimde bir şey uyanmaya başladı.

Lise de, İngilizce ek olarak Almanca öğrenmeye başlamıştım.  Lisemizdeki tek ikinci yabancı dil seçeneği Almanca’ydı.  Üniversite’de Almanca derslerine devam etmiştim ama mühendislik dersleri yanında zaman ayırmakta gerçekten zorlansam da, bir nokta da Bertold Brecht’i hiç ama hiç zorlanmadan ve herşeyi de anlayarak okuyabildiğimi hatırlıyorum.  Tabii dil oldukça nankör ve şu anda Almanca haberlere denk geldiğimde duyduklarımı tam olarak anlayamadığımda televizyon kanalını değiştirme refleksimi tam olarak yenemiyorum.  Zürih’te ya da Münih’te üç, dört gün kaldıktan sonra kulaklarımın alışmaya ve beynimin saklı sayfalarını açmaya başladığını deneyimlemiş olsam da Almanca rahat olduğum bir dil değil. Benim için rahat olduğun bir dil demek konuştuğumu fark etmediğim bir dil demek.

Bu ne mi demek?  Mesela, bir Fransız flimi seyrettim diyelim. Alt yazılı bir film. Ve bana sordunuz, alt yazılar hangi dildeydi, Türkçe mi İngilizce mi, diye. Buna yanıt veremem çünkü farkına varmam. Nereden mi bilmiyorum çünkü bu soru ile birkaç defa karşılaştım.   Bir söz Türkçe mi söylendi, İngilizce mi, bunu ayırt etmem çünkü her ikisi de ana dilim gibi gelir.  İngilizcemin mükemmel olduğunu söyleyemem. Bilmediğim çok kelime var muhtemelen, ve eminim Türkiye’de bu dili benden çok çok daha iyi konuşan onbinlerce kişi var ama İngilizce ile aramda, tarif edilmesi zor bi yakınlık var.

Mesela, İngilizce-Türkçe simültane, yani eş zamanlı anında çeviri yapabiliyorum.  Bunu ortaokul yıllarımdan beri yapıyorum ama simültane tercüme kabininde de yapmışlığım var.  Bir buçuk gün, bir uluslararası mimarlık toplantısında.  Doğrusu bunun İngilizce bilen biri için çok da özel bir durum olduğunu düşünmemiştim, sadece simültane tercüme yapabilmenin, bu konuda hiçbir bilgi ve eğitim almamış olsam da, çok hoşuma gittiğini, beni mutlu ettiğini biliyordum. Kabinde tercüme işi için ücret almış olsam da, en çok yapmış olmak beni mutlu etmişti.  Neyse, toplantı bittiğinde kabin malzemelerinin kiralandığı firmanın temsilcisi genç bir bey yanıma geldi. Toplantı sırasında arkaplanda kendisini görmüştüm ama hiç konuşmamıştık. Şimdi malzemeleri topluyorlardı ve ben de üzerimde hissettiğim yorgunluğu atmak için dinleniyordum.  Toplantının son yarım saatinde bir noktada çok yorulmuştum ve konuşmacılar benim için bir on dakika dinlenme arası vermişlerdi ve sonrasında toplantıyı kapatmıştık.  

İşte, ben eve gitmek için yola çıkmadan önce biraz oturup kendime gelmeye çalışırken bu genç bey yanıma geldi.  “Zeynep Hanım, sizi çok tebrik ederim,” dedi. “Teşekkür ederim,” dedim ama sesinden algıladığım kadarı ile, bu, iş bitimlerinde söylenen tebrik, teşekkür cümlelerinden biraz farklı gibiydi. Biraz merakla yüzüne baktığımı hatırlıyorum.  Ve genç adam devam etti.  “Zeynep Hanım, ben on yılı aşkın süredir bu işi yapıyorum, Türkiye’nin çok farklı yerlerinde kabin kurduk, toplantılara hizmet verdik, ben bugüne kadar birbuçuk gün kabinde tek başına tercüme yapan ve bunu bu kadar iyi yapan birini hiç görmedim. Genelde iki kişi, yarım saat, bazen yirmi dakikalık sürelerde değişerek tercüme yaparlar. Siz tek başınıza bunu yaptınız. Çok başarılısınız. Sizin bu konuda yeteneğiniz var. Bana düşmez ama bu işi yapabilirsiniz,” dedi ve beni tekrar tebrik ederek, elimi sıkarak uzaklaştı.  Ben, genç adamın söylediklerini idrak etmeye çalışırken iskemleme tekrar oturdum ve sanırım bir on, onbeş dakika öyleye kaldım.  Sonrasında yüzüme derince bir gülümsemenin yayıldığını hatırlıyorum.  Ve adeta uçarak arabama bindiğimi ve eve gittiğimi.

Bu sabah uyandığımda aklımdan geçen birkaç cümleyi yazmak için oturmuştum bilgisayarın başıma ve yine neler geldi aklıma.  

Oysa bu sabah 11 yaşında İngilizce konuşmaya çalışan Zeynep’i hatırlamıştım.  Sabah, son sekiz aydır ciddiyetle çalışmaya başladığım Japonca kelimeleri, cümleleri kendime tekrar etmeye çalışırken. Dinlediğim ve büyük kısımlarını halen anlayamadığım Japonca röportajlardaki ifadeleri tekrar etmeye çalıştığımı hatırlayarak tekrar 11 yaşındaki Zeynep gibi hissettiğimi ve davrandığımı fark ederek.  Almanca’dan sonra İspanyolca ve Fransızca’da öğrendiğim halde Japonca’nın beni İngilizce gibi heyecanlandırdığını fark ederek.

Merak ile heyecanlanan bir çocuk gibi hissetmek ne güzel.

Ve daha da güzeli bizi heyecanlandıran şeylerin izinden gitmeyi seçebilmek.

Yabancı dilleri bilmek ve konuşmak beni inanılmaz şekilde mutlu ediyor ve heyecanlandırıyor.  Genlerimde bir yerlerde gizli kalmış atalarıma kavuşmanın mutluluğu mudur yoksa yabancı bir dil ile açılan dünyaları keşfetmenin sihrinden midir bilmiyorum ama hayatıma anlam katıyor. Nerede, ne zaman, ne için kullanacağımın hiçbir önemi ve anlamı olmadan, sanki arkadan biri beni kovalıyormuşcasına bir hız ve istekle yabancı dilleri çalışıyorum. İşe başladığım ilk on yıl nasıl uzak kalabildiğimi ve nasıl ruhumu ihmal ettiğimi de fark ediyorum.

Bir dersim ya da mesajım yok.  

Sadece bundan sonra, daha kuvvetli bir inanç ve teslimiyetle, beni mutlu eden şeylerin peşinden gitmeyi seçiyorum.

Sevgiyle kalın.

16 Mayıs 2020
Arnavutköy, Beşiktaş, İstanbul

24 Aralık 2019 Salı

İşaretler

insan yaşamda yaş aldıkça, neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair kesin sözler söylemek, iddialı cümleler kurmak zorlaşıyor.  Yanlış dediklerimizin doğru, hatalı dediklerimizin zamanında anlaşılmamış ilham olduğunu, korkularımızın gerçekleri görmeye nasıl engel olabildiğini fark ediveriyor bazen insan.

Bugünlerde çok değişik mesleklerden, çok değişik yaş gruplarından ve Türkiye’deki çalışmalarımda çok sık olmaz ama farklı ülkelerden insanlar ile çalışıyorum. Kimileri ile biraya gelebilirken, kimileri ile teknolojinin güzellikleri sayesinde farklı ülkelerdeyken buluşabiliyoruz. Kimileri gerçekten zorlu fiziksel travmalar ve rahatsızlıklar ile mücadele ediyor. Kimileri kendi ile barışma yolculuğunda kendisine ait olmayan savaşlarda yer almaktan kendini kurtarmaya çalışıyor mesela.   

İnsanın kendini aşmak için verdiğimi samimi mücadeleyi görmek ve bu mücadeleye destek verebilmek büyük bir onur ve derinden geliştirici.  Başkalarının yaşam hikayelerinin yakından şahidi olabilmek beni büyütüyor.  Tahmin edemeyeceğim şekilde olgunlaşıyorum.

Doğduğumuz bu yaşamda artık inkar edemez şekilde biliyorum ki, bizi mutlu edecek, daha doğrusu yapmamız gerekeni yaptığımızı hissettirecek, o yolu bulmamıza yardımcı olacak işaretler var.  Ancak, bazen çok belirgin, bazen şehrin uğultusu arasında bir fısıltı olan bu işaretleri bizim görmemize ihtiyaç var.

Bir günün bitiminde, bu işaretlerin bir nevi adı olan tatlı tesadüfler, insanlar ile ilham veren konuşmalar ya da yüreğimi heyecanlandıran şeyler ile karşılaşmadıysam eğer, geri dönüp nerede hata yaptığıma bakarım.

Aradığım hata ne mi?  

Ne zaman ve nerede, olanı görmek yerine olmasını istediğimi görmeyi seçtim?  Ne zaman ve nerede, olanı duymak yerine duyduklarıma kendi oldurmak istediğim anlamları yükledim? …. Bu ve buna benzer sorular ile günüme baktığımda, bazen gerçekten o anda bile kendimi fark etmeye hazır olmadığım olur. 

Ama eğer nerede korkularımın, isteklerimin, hırslarımın ya da endişelerimin gerçeği keşfetmeme engel olduğunu fark edebilirsem eğer, işte o zaman kendimle savaşmaktan kendimle yoldaş olmaya başlarım…


Bugün gri İstanbul’da, yılın bitimine yaklaşırken kendimizi olduğumuz gibi sevdiğimiz ve kabul ettiğimiz bir yaşam diliyorum. Sevgi, şefkat ve neşe dolu olması dileğiyle.

10 Ocak 2009 Cumartesi

Zeynep Kocasinan ile Numeroloji Analizi


Numeroloji analizi ile hem yaşam boyunca sizi etkileyen enerjiler, hem de her yıl doğum gününüz ile birlikte içine girdiğiniz yıllık enerjinin size sunduğu fırsat ve imkanları keşfedebilirsiniz.

Yetenek ve imkanlarımız ne olursa olsun kimi zaman bazı şeyleri yapmak daha kolaydır. Ve kimi yolları seçmek için doğru zamanı beklemenin büyük faydaları olabilir.

Yaşamınızın ve her yılın size sunduğu özel fırsatları ve potansiyelinizi keşfetmek için numeroloji analizi ile diğer metotlar ile erişemediğiniz bilgilere ulaşmak mümkün.

Analiz için doğum tarihinizi randevunuzdan 2 gün önce bildirmeniz ve ön kayıt formu doldurmanız gerekmektedir.