İnternet Sitesi

www.zeynepkocasinan.com
Nasuh Mahruki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nasuh Mahruki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2011 Salı

Kimi için Everest, Kimi için İstanbul Boğazı



Kuleli Askeri Lisesi örtülerinden sıyrılmaya başlamış. Restorasyon çalışmaları sırasında üzerine Kuleli’nin görüntülerinin yerleştirilmiş olduğu örtüler kapladı Askeri Lise’yi. İnşaatlarda gördüğümüz örtülerin çok özenli bir şekliyle. Fethiye’den döndüğüm bir gecenin sabahında Kuleli’nin kulelerinin örtülerden kurtulmaya başladığını görmek çok mutlu etti beni. Sanki o güzel bina hava alamıyormuş gibi geliyordu. İçerideki öğrenciler hava alamıyormuş gibi. Değişimi görür görmez bir gülümseme yayıldı yüzüme. Bazen mutlu olmak ne kadar kolay.

Bir Sahil Güvenlik teknesi beyaz köpükler yaratarak hızla geçiverdi Kuleli’nin önünden. Pencerelerimin bir ucundan göründü, diğer ucundan hızla uzaklaştı. Fethiye’de Sahil Güvenlik Birimi’nin yeri evime yakındır. Tekneleri görürüm. Deniz İstanbul’da şehrin özüdür ama birçok İstanbul’lu denizi sadece dizilerin görüntülerinde görerek günler, aylar geçirir. Fethiye’de deniz yaşamın içindedir. Dokunulabilir bir denizdir Fethiye’de mavi sular. İstanbul’da yanı başında bile mesafeli kalırız bazen. Hem yakınızdır hem çok uzak.

Boğaz’dan gözlerimin önünden yüzlerce gemi, tekne, kayık geçer her gün. Kimileri tekrar tekrar bir Karadeniz’e bir Marmara’ya doğru hareket eden gemilerdir. Kimileri bir daha hiç hatırlanmayacak olan gemiler. Arnavutköy’ün sahiline bağlı gezi tekneleri çokça takılır gözüme, bazen de isminden, şeklinden şemalinden tanıdığım ama Boğaz’ın hangi köşesinde yaşadıklarını bilmediğim tekneler geçer. Arnavutköy’de deniz çok yakındır ve çok uzak. Bu hal denizden midir benden midir merak ederim bazen.

Nasuh Mahruki’nin “Kendi Everest’inize Tırmanın” kitabı karşıma çıkıveriyor İstanbul’daki evimin farklı köşelerinde. Ben taşıyor olmalıyım. Nasuh Mahruki ile Everest’e tırmanmak için İstanbul’dan yola çıkacağı günlerde Levent’teki evinde tanışmıştım. Ev çok kalabalıktı. Bir arkadaşımın çocukluk arkadaşıymış meğer. Çok soğuk bir havada kısa kollu, beyaz mıydı emin değilim ama açık renkli bir t-shirt giydiğini hatırlıyorum. Ufak tefek bir adamdı, sakin ve kuvvetli görünen. Dağlara gitmeyi tercih etmiş bir adam. Nasuh Mahruki’nin o gün tanıştığı onlarca yeni kişi ile birlikte beni hatırlaması mümkün olmayan bir tanışmaydı bu. Ancak o günden hafızamda yer eden şeyler var.

Ben dağları, yaylaları seven bir insan olamadım hiç. Amerika’da dört yıl üniversiteyi okuduğum Ithaca kasabası yaşadığım deniz kenarı olmayan ilk ve tek yerdi ama İstanbul Boğazı’nı andıran Cayuga Gölü’nün yanında kurulmuştu. New York Eyaleti’nin o bölgesi göller ve şelaleler bölgesiydi. Beni çeken hep su olmuştur, özellikle denizler. Dağları keşfetmeye gitmek bana yabancı gelen bir yolculuk. Kendi sınırlarını zorlamak, keşfetmek için göze alınması çok zor yolculuklara çıkanlara hayranlık duyuyorum. Sınırlarımı bu kadar zorlamadığımı düşünüyorum. Nasuh Mahruki’nin yaptıklarını okuyunca yaptıklarım çok kolay seçimlermiş gibi geliyor. Şimdi öyle geliyor.

Bir denizaltı geçiyor Boğaz’dan. Siyah gövdesi suyun üzerinde. Biraz önce geçen Sahil Güvenlik teknesine göre o kadar az beyazlık bırakıyor ki arkasında. Sessizce, yavaş yavaş geçiyor Boğaz’dan. Siyah gövdesinin üzerinde Arnavutköy sahilinden gözle görülebilen Türk Bayrağı’nın kırmızılığı yansıyor.

Ernest Hemingway’den bir alıntıya yer vermiş kitabında Mahruki: “Şu an sahip olmadığınız şeyleri düşünme zamanı değildir, elinizdekilerle neler yapabileceğinizi düşünün.” Geleceğe yönelik olarak planlar yapmak ruhuma uyar, ancak bir özelliğim var, doğuştan gelen bir şey mi yoksa babamdan bana kalan bir miras mı bilemiyorum ama bir konuda aksayabilecek birçok şey bir anda aklıma gelir, geliverir. Yapmak istediğiniz bir şeyi söylediğinizde bir yandan bu konunun tüm fırsat ve imkanları ve geleceği kendini gösterir; diğer yandan o işin başarıya gidebilmesi için yapılması gerekenler de bir anda, nasıl oluyor bilmiyorum ama bir anda kendilerini gösterir. İlk anda bu ağır bir yüktür. Zihnim çalışmaya başlar. Bu ihtimallerin belki birçoğu uzaktır ama zihnime gelirler.

Nasuh Mahruki kitabında bir bölüme “Tedbirli Olun” başlığını vermiş. Çevremdekilerin “gereğinden fazla” tedbirli olduğumu söyledikleri anlar olduğu gibi cesaretle ölçüp biçmeden kalkıştığım işler de oldu. Çok fazla hesap yapıyor göründüğüm ve hesapsız hareket ettiğim anlar. Her iki halin de benim için ölçüsü aynıydı esasında: Yüreğimin sesi.
Çok basit görünen bir işlem bazen yüreğimi o kadar rahatsız eder ki karşımdaki insanlardan, bu bazen elemanlarım olur, bazen müşavirim, bazen avukatım, bazen bir firma yetkilisi olur, bazen bir arkadaşım, bir dernekten dostum, bir hocam, farklı kişilerden basit görünen o duruma dair oldukça detaylı bilgiler isterim. İşlemin değişik yönlerini detaylı olarak sağlama almalarını isterim. Bunu bazen gereksiz bulurlar, fuzuli bulurlar, çoğu zaman yine de istek ve tercihlerime saygı gösterirler. Ben bile kendimden şüphe etmeye başlarım ama genelde bu süreçte sonunda gözden kaçan ve aksayabilecek bir şeyleri keşfederiz. Bir bakarım yüreğime huzur gelmiş, tekrar rahat nefes alabiliyorum.

Bazen de görünen verilere rağmen yüreğim başarı ihtimali düşükte olsa yüksekte olsa o işe girişmek ister. Sonuç bazen başarı, bazen başarısızlık olur. Yine de neredeyse her zaman o kritik anlarda doğru karar aldığımı bilirim. Doğrunun ne anlama geldiği ile ilgili tarifim değişmiştir biraz. Çok başarısız olarak adlandırılabilecek bazı girişlerimde, birkaç kişinin yaşamını siyahtan beyaza çeviren etkiler yarattığımı sonradan öğrenirim. Maddi olarak kaybım olmuştur, ama o insanların hayatlarındaki olumlu değişikliği yaratmak için gereken benim gibi biridir belki. Kendi için hesap yapmadan yüreği ile hareket eden. Onların varlığından haberdar bile değilken başladığım işlerin sonucu başkalarının yaşamlarındaki büyük ve olumlu değişimler olmuştur.

Yaşadıklarımdan aldığım dersler var, tam kabul etmediğim dersler var, kazandığım dostlar var, yitirdiğim dostlar var. Bir dağcının gerekli tüm tedbirleri almadan sadece yüreğinin sesi ile hareket etmesi kabul edilemez belki. Ama belki yüreğinin sesi bir yolculuğu işaret edebilir, dağcının yüreği bunu söyleyebilir. Gerekli tüm hazırlıkları yapar ama bir ses dur diyebilir, bugün gitme. Bilgi, hazırlık, çalışma yapılmalıdır; ruhumun yeni deneyimlerine göre yeterli değildir. Yüreğimin de onaylaması gerekir.

Belki bir dağcının yaşamında belki yeri olmayan ikinci hali var ruhumun. Dış faktörler ne kadar olumsuz görünürse görünsün olumlu olacağını hissettiğim adımları attıran ruh hali. Çocukluğumda, öğrencilik yıllarımda ve mühendislik yaptığım yıllarda kabul etmeyeceğim bir risk alma hali, başarı kadar başarısızlığı da peşinen kabul ederek bir işe girişme hali. Ego, bencil istekler diye tarif edebilirim belki, belki olabilir ama ben beni her ne olursa olsun yapmam için iten gücün ruhumun özünden gelen farklı bir hal olduğunu bilirim. Ego ile ruhun sesleri çok farklıdır aslında. Ruhun görevleri bazen kaybeden olmayı gerektirir.

Nasuh Mahruki’nin kitabını samimi buldum. İnandıklarını yazdığını düşündüm, birçok insana ışık tutacağını. Kendi yaşamımda ise bana eski Zeynep’i hatırlattı. Çok tedbirli, çok planlı, çok hazırlanan, çok ölçen, çok gayret eden, bencil olmayan sorumluluk sahibi, fazla sorumluluk sahibi Zeynep’i. Tüm bu çoklara rağmen nereden geldiğini bilemediği engeller ve sorunlar ile uğraşan Zeynep’i. Başarılı olan ama belki tam kendi olamayan Zeynep’i.

Fethiye’den ayrılmadan önce kahve falıma bakmıştı yakın bir arkadaşım, “Terazi var, dengeye geliyor herşey,” demişti. Denge kelimesi yaşamımın ayrılmazı. Aleister Crowley Tarot kartlarında hiç 8 sayısının nasıl resmedildiğine dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Bir kılıcın üzerindedir ve o kılıcın üzerinde dengeye durmaktadır karttaki figür. 8 sayısı dengeyi arayan bir yaşamı sembolize eder, dengede olmayı. Bir yandan adaleti temsil eder, zıtlıkları dengelemeyi, merkezlenmeyi. Benim yaşam sayım 8 ve bu sayı belki de kaderimi tarif ediyor. Her duygu ve düşünce her zaman zıddı ile de yaşamıma konuk oluyor.

Pandül beni sağa sola sallayıp dururken ruhum o kılıcın üzerinde günleri karşılıyor.

28 Aralık 2010 Salı

Başlarken ve Biterken

Yeniden başlıyorum. Yeniden.

Etrafımdaki onlarca eşya anlatılmayı bekleyen farklı hikâyeleri için bana göz kırpıyor.
Öyle çok şey var ki içimde” diyor Sertap Erener şarkısında. Ben son birkaç yıldır zihnimden geçenleri, yüreğimin istedikleri söylemeye başladım ama henüz başlamış olduğumu hissetmiyorum nedense.

Yeni yıla giriyoruz. Astrologlar yeni yıla dair analizlerini yoğun olarak paylaşmaya başladılar. Gelecek günler neler getirecek bilmek istiyoruz. Bazen sadece merak ettiğimiz için, bazen endişeler içinde olduğumuz için.

Geleceğin bize kendini hiçbir zaman anı gelinceye kadar kendini göstermeyecek olan yanları olacak. Bize kendi yaşamımıza dair göstermedikleri olacak. Başkalarının yaşamlarına dair bilgi edinmemiz eğer o yaşama karışmama niyeti ile hareket edebiliyorsak çok daha kolay olacaktır. Yani ne kadar derin bir görme yetim olsa da kendi yaşamıma dair görüntüler ve bilgiler bana çok daha az gelecektir. Bir sigorta sistemidir bu. Yaşamın ve bilginin sigorta sistemi. Bu kendime dair hiçbir şeyi bilemeyeceğim anlamına gelmesin. Bazen çok net olarak görebilirim ve bilebilirim, ancak karşımdaki kişinin bana olan yakınlığı azaldıkça çok daha net olarak bilgiye ulaşmam mümkün.

2010 yılının sonuna geldiğimiz bu günlerde 2011’de bizleri neler bekliyor diye baktığımızda genel etkiler var olsa da bireysel yaşamlarımızda çok farklı etkiler ile karşılaşmamız mümkün.

İleriye bakmak yerine elimizdeki günü en dolu ve etkin şekilde yaşamaya inandığım için bana ileriye doğru sorulara cevap vermek konusunda çekimse kalıyorum. Bir yanım yapıldığını gördükçe kendimi yapmayarak geride bıraktığıma ve değişmem gerektiğine ikna etmeye hala çalışırken,içime doğru geleni yapmam gerektiğini de inkâr edemiyorum.
Dan Millman sevdiğim bir yazar. "Peaceful Warrior-Dingin Savaşçı" ile dünyaya farklı bir bakış getirdi. Hayatınızın Amacı analizlerinin de çok doğru olduğuna inanıyorum. Kendinizi ve yaşamınızın size sunduğu potansiyelleri keşfetmek için Dan Millman’ı okumanızı mutlaka öneririm. O daha önce sunulmayan bir bilgiyi bizlere sundu. En azından sunulmayan bir açıklık ve samimiyet ile.

Geleceği bilmek esasında kendimizi iyi tanımakla ilgili. Dan Millman doğum tarihlerimizden elde ettiği sayılar ile bu yaşamda deneyimlemek üzere geldiğimiz konuları belirlemiş. Örneğin benim yaşam sayım 8. Dan Millman’ın yaşam sayısının da 8 olduğunu öğrenmek enteresan gelmişti. Benim daha farklı bir numeroloji analiz şeklim var; Dan Millman’ın ki biraz farklı. Yaklaşımlarımızın farklı şeyler söylemiyor. Aynı resmin farklı detaylarını ele alıyor diye tarif edebilirim belki.

Nasuh Mahruki ’nin 2010 yılının Ekim ayında çıkan bir kitabı var: “Kendi Everest’inize Tırmanın”. Güzel yazılmış bir kitap. Kendi gerçeğini paylaşan birçok üstadın yaptığına benzer bir şekilde inandıklarını ve yaşadıklarını paylaşmış Mahruki. Bir öncü olduğu kesin. İsteklerini yaşamak cesareti ile hareket ettiği. Esasında bizi durduran şeyin çoğu zaman yetenek, bilgi veya güç eksikliği değil de, yola hiç çıkmamak, bu cesareti hiç bulamamak olduğunu hatırlatıyor bana Nasuh Mahruki’nin korkusuzluğu. Aradığımız cevap her ne ise esasında buna ulaştıracak yol kendimizi keşfetmekten geçiyor bu doğru. Kendimizi keşfedip, güvenip, bildikçe korkular belki yok olmasalar da bizi durdurma güçlerini yitiriyorlar. Korkusuzluk dediğimiz şey böyle bir şeyler aslında.

Tamamen korkusuz olmak mümkün mü bilmiyorum. Hiç korkmamak mümkün mü bilmiyorum. Ama korkuya rağmen korkunun söyledikleri duyarak, anlayarak, böylece kendini anlayarak yola devam edenleri çok gördüm. Değerine inandığım korkusuzluk bu. Korku karşımıza çıkabilecek bilinen ve bilinmeyenler ile başa çıkma durumumuza dair bir iç değerlendirme sonucu oluşan bir duygu bir anlamda. Ne kadar yeterli olduğuma dair bir değerlendirmenin sonucu. Altından kalkabilir miyim? Her an farkında olmasak da devam eden bir iç diyalog bu. İrili ufaklı olayların üstesinden gelebildikçe korkularda azalıyor. Deneyim kazanmak bu yüzden önemli. Yaşama küçük yaşlardan beri katılan çocuk adım adım bu güveni oluşturuyor. Yaş ilerledikçe zorlaşsa da her yaşta aşabileceğimiz bir engel bu. Korku zihnimizdeki ejderhalar ile savaşın sonucu. Yaklaştıkça ve dokundukça çoğunlukla yok olan ejderhalarla.

Yaşamda huzur, sevgi, başarı ve bireysel doyumu yakalayanların yolu kendi ile yüzleşme yolundan geçiyor. Kimisi doğdu andan itibaren tanışmaya başlıyor, kimisi kırk yaşında bir anda aynayı buluveriyor karşısında ve kendini görmeyi seçene kadar çok ayna kırıyor. Yüzleşmeden sonraki adım gelmiyor. Her zaman seçimle de olmuyor bu belki. Bazen yaşam dediğimiz gizem bizi çekip çıkarıyor takıldığımız çıkmazlardan, haydi, yeter oyalandığın, yola devam zamanı.
Yeni yıla birkaç gün kaldı. 31 Aralık’a gerek yok, her gün bir başlangıç esasında. Ancak zihnimizdeki dönüm noktaları temiz sayfaları çevirmek için bir güç, bir ilham verebiliyor. Berekete açıldığımızı hissetmek için kapı eşiğinde o narı patlamak gerekebilir. Gerektiği için değil, biz seçtiğimiz için. Çoğu zaman.

Kimi zaman da yaşama sadece teslim olmak gerekiyor. Bizden öte, bizim için, bize rağmen çalışanlara. 2011’e girerken yıllardır öğrendiklerimle, bildiklerimle, kimi zaman en kıymetli olduğuna inandığım akışa teslim olmanın gücüne bırakmak istiyorum kendimi.

Akışa bıraktığımda bazen bakıyorum ben sapasağlam duruyorum olduğum yerde. Akış sürüklemiyor beni; akış beni besliyor. Ben bekliyorum ve o yaşamı getiriyor bana.